70 yıldır evlerinin anahtarı ceplerinde

Filistinli Said El Haj, Lübnan’da bir mülteci kampında doğdu. 18 yaşında üniversite okumak için Türkiye’ye geldi, tıp eğitimi aldı...

70 yıldır evlerinin anahtarı ceplerinde
21 Mayıs 2018 - 09:44 - Güncelleme: 21 Mayıs 2018 - 22:31
70 yıldır evlerinin anahtarı ceplerindeBugün ailesi Lübnan, Kanada, Almanya, Fransa gibi farklı ülkelerde yaşıyor. Filistinli bir çocuk olmanın tüm zorluklarını çeken El Haj, acının insani ve siyasi boyutuyla ilgili onlarca makale ve kitap yazdı. Said El Haj ile sefalet içindeki Filistin halkının yaşam savaşını, Kudüs katliamını, İslam dünyasının duruşunu konuştuk. Mülteci halde yaşayan Filistinliler için “70 yıl geçtiği halde insanlar hâlâ dönüş hayaliyle yaşıyorlar. Yaşlılar hâlâ evlerinin tapularını, anahtarlarını taşıyor” diyor.

Sizi tanıyalım önce; nasıl bir hikâyeniz var, nerede doğdunuz, Türkiye’ye ne zaman ve neden geldiniz?

Lübnan’da Nehru’l Barid adlı bir mülteci kampında doğdum. Liseye kadar orada yaşadım. Biz sekiz kardeşiz. Rahmetli babam öğretmendi. Eğitime çok önem verirdi, o yüzden hepimiz üniversite okuduk. 16 Eylül 1996’da Ankara’ya geldim, Hacettepe Tıp Fakültesi’nde okudum. Uzmanlık da aldım. 21 yıldır Türkiye’deyim, dört yıldır evliyim, eşim de Filistinli. Onun ailesi de Ürdün’de yaşıyor. 

Aileniz ne zaman gitti Lübnan’daki kampa?

1948’de 850 köy imha edildi ve 900 bin civarı Filistinli göçe zorlandı. Büyük bir kısmı yakın olan Ürdün, Suriye gibi ülkelere gitti. Biz Filistin’in kuzeyindeydik, direkt Lübnan’a gittik. Ailem o zamandan beri orada. Tam olarak “Oradayız” dememek lazım aslında. Bir ablam Almanya’da, bir abim Fransa’da, bir kardeşim Kanada’da, diğer iki abim Rusya’da okudu, şu anda Lübnan’da…

70 yıldır evlerinin anahtarı ceplerinde

Said El Haj - İpek Özbey


 


Hepsi okumuş, ama paramparça olmuş bir aile... Büyük tradeji...

Bir taraftan Filistin’e giremiyoruz, yasak, işgal devleti var. Diğer tarafta Lübnan’da birçok haktan mahrumuz. “Filistinliler kendi topraklarını, meselelerini unutmasınlar” sloganı ya da kandırmacasıyla orada ne çalışma iznimiz ne bir ev sahibi hakkımız var. 72 meslekten mahrumuz. Sadece mülteci kampı içerisinde çalışabiliyorsunuz. Genellikle BM’nin açtığı okullar ve hastanelerde çalışma imkânı oluyor. Lübnan’daki mülteci kampında mülkiyet ve iş hakları verilmediği için Lübnan’dan göç etmek zorunda kalıyor insanlar. Eğitim ve iş için çeşitli ülkelere gitmek durumunda kalıyoruz. 

72 meslek arasında neler var?

Öğretmenlik, doktorluk, mühendislik, aklınıza ne gelirse hepsi yasak Lübnan’ın şehirlerinde. Mesela Suriyeliler Türkiye’ye gelip çalışıyor ya, bizim için yasak. 

Filistinli bir çocuk mülteci kampında ne yaşar? Oralarda çocuk olmak, erken büyümeyi gerektiriyor değil mi?

Bir kere; birkaç tane Filistin var maalesef. 1948’de işgal edilip, şimdi İsrail devleti olarak bilinen yerde yaşayan 1.5 milyon Filistinli’nin durumuyla bizim gibi mülteci olarak yaşayan 7 milyon kişinin durumu farklı. 1948’de çadırlardan oluşan mülteci kampına gidildiğinde insanlar topraklarına dönecek zannediyordu. Arap ülkeleri savaşları kaybedince bu iş çok uzadı. BM’nin kontrolünde olan bu yerlerde alt yapı zamanla iyileştirilse de hiçbir zaman müreffeh yerler olmadı. İnsanlar orada Filistin’deki köylerine bağlıdır. Mülteci kampı içerisinde mahalleler vardır, aynı köyden insanlar birbirine bağlıdır. 70 yıl geçtiği halde insanlar hâlâ dönüş hayaliyle yaşıyorlar. Yaşlılar hâlâ üstlerinde evlerinin tapularını, anahtarlarını yaşarlar. 

Siz de kuruyor musunuz böyle düşler?


 


Tabii... Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kazandım. TC vatandaşlığına saygılıyım, ama ben Filistinliyim. Bizim için siyasi bir dava değil, aidiyet, kimlik meselesidir. Hâlâ anahtarları taşıma sebepleri de budur. Ekonomik, insani durumlar çok zordur. Üniversite yoktur. Liseler bile yeni yeni açılıyor. İnsanlar belli bir dava uğruna yaşadığı için sabırlılar ama dışarı çıkıp, çalışan, sonradan vatandaşlık kazanan insanlar yeni istikrarlı durumlarından faydalanarak Filistin davasına destek olmaya çalışıyor. 

Böyle bir hayatın travması var mıdır?

Filistin’in içinde yaşayanların yanında bizimki hafif kalıyor. Tamam vatandan mahrumsunuz, kimliğiniz yok ama Gazze gibi katliamla karşılaşmıyorsunuz. Aslında benim büyüdüğüm mülteci kampında yerle bir edildi. Ama yine de Batı Şeria ve Gazze’deki gibi değil. Çok dostumuz ve arkadaşımız var orada. 

Mesela Kudüs’ü örnek alalım. Orada bir Filistinlinin ortalama hayatı nasıl?

Siyonistlerin amaçladıkları şey, şu katliamlarla Filistinliler çıksınlar, biz de onların yerlerini işgal edelim. Aslında şunu açmak lazım: Filistinlilerin, Arapların Yahudilerle hiçbir sıkıntısı yoktur. Zaten yüzlerce yıldır birlikte yaşıyorlar. Sorun işgaldir. Siyonist hareketin mensupları İngiltere'nin desteği ile dünyanın dört bir yanından göç ederek, katliamlar işleyerek bizim topraklarımızı işgal ettiler, uluslararası destekle üzerine devlet kurdular. Bize göre gayrimeşrudur. Dikkat ederseniz İsrail hiçbir zaman bağımsızlığını kutlamaz, kuruluşunu kutlar. İsrail kurulduğundan beri meşruiyet sorunu vardır.   

Ya Batı Şeria’da, Gazze’de?

Oralarda bir devletin imkânlarından bahsedemeyiz. Halk kuşatma altındadır. Gazze’de işsizlik oranı şu anda yüzde 50’ye ulaşmış durumda. Yoksulluk sınırının altında yaşayanların oranı yüzde 40… Batı Şeria biraz daha rahattır ama insanlar kredilerle, borçlarla yaşarlar. İsrail istediği zaman istediği yere girer, insanları öldürür. Bir devlet, Mahmud Abbas diye bir başkan, isimler vardır ama insanlar işgal altındadır. Çok fakir ama topraklarından vazgeçmeyen insanlardır onlar. Batı Şeria’da herhangi bir köyde, okuluna gitmek isteyen öğrenci, hastaneye gitmek isteyen hasta ya da hamile kadın mutlaka bu askeri noktalardan geçmesi gerekiyor ve saatlerce bekletiliyor. Her gün okula gitmek için 3 saat, gelirken 3 saat… Askeri noktalarda ölen insanlar oldu. Küçücük öğrenci kızlara bile tüfeği doğrultacak kadar zalimler maalesef. 

Az önce “yüzlerce yıl birlikte yaşadık” dediniz, homojen bir bölge. Bugün sokaktaki durum ne?


 


Artık o yok. 1948’den önce öyleydi. Yüzlerce yıldır Filistin'de yaşayanlar için geçerli, dünyanın dört bir yanından gelen işgalciler için değil, onlar komşu ya da aynı devletin vatandaşı olarak görülmüyor. İsrail’in Kudüs’le ilgili 2020 planı vardır. Ne yapıyor İsrail? Bazı Filistinlilere kimlik veriyor, bazısına vermiyor. Kimliği olmayanları içeri almıyor. Tedavi için falan dışarı çıkarsanız içeri giremiyorsunuz. Vergiler çok yüksek. Kendi evinizi tamir etmeniz bile yasak. Amaç boşaltmaktır. Mescid-i Aksa’ya girmek izne tabii. Amaç, Filistinliler bıksınlar, oturdukları yeri boşaltsınlar ve Kudüs tamamen Yahudi şehri olsun. Parlamentoda Filistinlilere karşı ayrımcı kanunlar çıkıyor. 

70 yıldır evlerinin anahtarı ceplerinde

Büyükelçiliğin Kudüs’e taşındığı günü anımsayalım… Tarihe geçecek iki fotoğraf vardı: Biri elçilikteki neşeli kutlama, diğer tarafta çocukların öldürüldüğünü gösteren dehşet fotoğrafı… O iki fotoğrafı okur musunuz?

Çok uzak, birbirine zıt olsa da aslında birbirini tamamlayan fotoğraflar bunlar. Son zamanlarda Trump’ın ve Arap dünyasındaki bazı liderlerin dillendirdiği ‘Asrın anlaşması’ diye bir şey vardır. Yani Filistin meselesi 70 yıldır devam ediyor, çözmeye, daha doğrusu  tasfiyeye yöneliktir bu. 1993’te bir Oslo anlaşması imzalandı, güya beş yıl içinde bir Filistin bağımsız devleti kurulacak ve bu iş bitecekti. Böyle bir şey olmadı. İsrail ve Filistin arasında hâlâ sorunlu beş başlık var: Kudüs, mülteciler, sınırlar, egemenlik, sular. 1995’ten itibaren ABD, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı ama elçiliğini taşımadı. Çünkü Arap dünyasındaki tepkileri kestiremiyordu. Trump, şöyle düşündü: “Kudüs mevzuunu masadan atalım. Biz taşındıktan sonra birkaç ülke daha gelir. O ülkelerin sayısı artarsa Kudüs’ün statüsü değişebilir”… 

BM İnsan Hakları Özel Raportörü Lynk, İsrail'in Filistinli göstericileri katlinin savaş suçu teşkil ettiğini söyledi. Bu neyi değiştirir?

70 yıldır İsrail’in ihlal etmediği BM kararı yoktur. BM'nin, yaptırım gücü olan BMGK'nın kararları dahil, İsrail ile ilgili toplam 150 kadar kararı vardır. Hiç birini uygulamadı. Bunlar önemli gelişmelerdir ama bizim beklentimiz söylemden sonra eylemdir. Yaptırıma yönelik ciddi bir duruş sergilenmeli. Barış protestocularını başlarından vurdular. Şehit sayısı 60’la sınırlı değil, yakın zamanda 100’ü aşacaktır. Arap dünyasının ciddi bir duruş sergilemesi gerekir.

HAMAS HALKINI SAVUNUYOR

Katliama en sert tepki Türkiye’den geldi. Netanyahu ‘Hamas terörü’ dedi. Ankara’dan  ‘Hamas’ı terör örgütü olarak görmüyoruz’ açıklaması geldi… Ne dersiniz?

Netanyahu yaptığı katliamı mutlaka birilerinin üstüne atmak zorundaydı. Maalesef ABD de arkasında duruyor. Ne Türkiye, ne Arap Dünyası ne de ABD dışındaki uluslararası arenada Hamas bir terörist örgüt olarak görülüyor. Zaten öyle tanımlanamaz. İsrail saldırıyor, onlar da kendi halkını savunmaya çalışıyor.

Kudüs’te açılışı rahip Dr. Robert Jeffress yaptı. Jeffress’ın daha önce Müslümanlıkla ilgili ‘sahte bir din’ ifadesini kullandığını hatırlatalım. Tüm bunlara baktığınızda nasıl bir oyun dönüyor?

Çok büyük bir oyun. Siyasi bir savaştan dini bir savaşa sürüklemeye çalışan bir söylem var. 

- Dünyanın bir ucundaki Guatemala Kudüs'te büyükelçilik binası açacak kadar İsrail’e destek çıkarken nasıl oluyor da 1,6 milyar nüfuslu Arap dünyası burnunun dibindeki Filistin’e arka çıkamıyor?

ABD, neden 1995’te karar alıp, şimdiye kadar uygulayamadı? Arap dünyasının, İslam dünyasının, daha doğrusu devletlerinin tepkilerini tahmin edemiyordu. Arap dünyasının önemli yazarlarından Muhammad Hassanein Hekial’a 1995’te “ABD elçiliğini ne zaman Kudüs’e taşır” diye sormuşlar. “Suudi Arabistan kabul edip, Mısır’ın sustuğu dönemde” demiş. Demek ki, o zamanlar Filistin meselesi üzerinde etkili olan Arap dünyasının önemli devletleri buna razı değildi. 

Ne değişti?

Darbeden sonra Mısır’ın politikası çok değişti. İsrail’in dostu ve müttefiki oldu neredeyse. 60 kişi şehit düşüyor, bırakın 3000 yaralıyı Mısır’daki hastanelere almak, Türkiye’nin göndereceği uçaklara bile izin vermiyor. Suudi Arabistan taht kavgası var. ABD’nin desteğine ihtiyacı var. Bizim korkumuz, Mısır ve Suudi Arabistan bu ‘asrın anlaşması’nın bir parçasıdır. ‘Kınıyoruz’ diyorlar ama uygulamada bir şey yok.

Suudi Arabistan, Mısır olmadan Arap dünyasının tepkisi yetmez mi?

Yetmez. 22 Arap ülkesinden oluşan örgütteki kararlar oybirliğiyle alınıyor. Ayrıca Suudi Arabistan ve Mısır’ın gücü çok yüksektir. İşgal devleti İsrail kurulduğu zaman çok küçük bir yer olarak zayıftı. Dört stratejisi vardı: Birincisi büyük ve kendisine karşı çıkan devletleri bölmek ya da zayıflatmak. Mısır, Irak, Suriye’ye bakın, bunu görürsünüz. İkincisi Arap dünyasını Arap olmayan ülkelerde anlaşıp, kuşatmaktır. Etiyopya, İran ve Türkiye. İran’ı devrimden sonra, Türkiye’yi de son zamanlarda kaybettiler. Üçüncüsü Arap dünyasındaki azınlıklarla işbirliği yapmak, özellikle Kuzey Irak’ı, Kuzey Suriye’yi görüyoruz. Sonuncusu Arap dünyasında etnisite ve mezhep eksenli çatışmalar. Onu da görüyoruz. Dolayısıyla şu anda geldiğimiz noktada bir İsrail-Arap sorunu değil de sanki bir paradigma değişikliği yaşandı. Bunu özellikle Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri için söylüyorum. 

Nedir o yeni paradigma?

“Asıl düşman İsrail değil, İran’dır. Ve İran'a karşı İsrail ile iş birliğine hazırız…” Bu, dengeleri değiştirmiştir. 

KINAMA ÖTESİNE GEÇEN ÜÇ KARAR!

Başını Türkiye’nin çektiği diplomatik hamleleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin son günlerde aldığı kararlar, bir açıdan İİT (İslam İşbirliği Teşkilatı)  toplantısından çıkacak kararların çıtasını yükseltmeye yönelikti. Büyükelçinin yollanması, yas ilan edilmesi, mitinglerle, “Siz de yapmalısınız” şeklinde bir mesajdı. Bizim beklentimiz ekonomik ve insani olarak Gazze’deki kuşatmayı kırmak lazım. Bu kuşatmayı Mısır kırabilir. Gazze’ye ilaç, gıda gönderebilir. Kudüs’teki Filistinlilerin duruşunu güçlendirecek kurumlar açılabilir. Ama yine de altını çizerek söylemek istiyorum. Filistin meselesini sadece insani ve ekonomik köşede sıkıştırmak, siyasi boyutunu unutmak büyük bir hatadır. Sonuçta bir işgal sorunudur bu, 70 yıldır devam etmektedir. 

İstanbul’daki İİT olağanüstü toplantısının sonuç bildirgesi yeterince caydırıcı olacak mı?

Geleneksel olarak, Arap Birliği gibi İİT de çok etkili bir örgüt değildi. Kuruluşu Mescid-i Aksa'nın 1969'da yakılmasıyla olmuştur, bir anlamda Kudüs'e yönelik bir borcun ve sorumluğun gereğidir. Bir taraftan olayların tehlikeli bir şekilde gelişmesi, diğer yandan da dönem başkanlığını yürüten Türkiye'nin aldığı kararlar bir ölçüde beklentileri artırdı. Hem Müslüman dünyasındaki kutuplaşma, örgütün yapısal sorunları, aktif olmayan karar alma mekanizması ve uygulamadaki sıkıntılar fazla bir şey çıkmayacağını gösteriyordu. Kararlar oy birliği ile alınıyor ve bazı etkili ülkelerin duruşları ortada. Dolayısıyla Türkiye'nin duruşu ve çıtayı yükseltmesi tek başına yetmeyecekti. Şahsen olağan üstü kararlar beklemiyordum ama en azından geçen Kudüs zirvesinden farklı, söylemden ziyade uygulanabilecek, yaptırım gücü ve imkânı olan kararlar beklerdim… Kudüs ve Filistin için değil ise de İİT'nin prestiji ve haysiyeti için…

Önemli kararlar da alındı…

Kınama ve lanetleme ötesine geçen üç tane karar alındı. İlki, Filistinlilere uluslararası koruma sağlanması. Böyle bir girişim ABD'nin vetosuyla karşı karşıya kalacaktır. İkincisi, İsrail hükümeti ve yetkililerinin cezalandırılması, bu da Filistin yönetiminin şikâyette bulunmasına bağlıdır. Üçüncüsü, belki de İİT açısından en önemlisi, elçiliğini Kudüs'e taşıyacak ya da Filistin meselesine zarar verecek kararlar alan ülkelere karşı siyasi ve ekonomik yaptırımlar uygulanmasıdır. Tam burada İİT'nin samimiyeti ve saygınlığı test edilecektir. İİT’nin imtihanı budur. Biz de bunu takip edeceğiz.

Filistinli kimliğini bir yana bırakarak cevap vermenizi istesem: Filistin devletinin hiç hatası olmadı mı?

Objektif olmaya çalışarak cevap vereyim. Sadece kendini savunmaya çalışan bir halk. Desteksiz kalıyorlar. Arap Birliği’nin kararları sözde kalıyor, en basiti para yardımı bile olmuyor. Filistin’in hatası var mı diye sorarsanız bence Filistin liderliğinin bir hatası var. Çünkü bu yolun yanlış olduğunu, çıkmaz sokak olduğunu herkes biliyor. İsrail de, ABD de başka devletler de artık iki devletli çözümden bahsetmiyor. Filistin liderliği bütün kozlarını bırakıp, müzakerelere güvendi. BM’nin himayesi altında olması gereken müzakere süreci artık ABD’nin himayesiyle devam ediyor, onların da duruşu belli. 

Ne yapabilirdi?

Direniş… Direniş derken sadece silahlı direnişten bahsetmiyoruz. İsrail’i tanımasını geri alabilir mesela. Arap dünyasıyla başka bir ilişki geliştirebilir. Bence Filistin liderliğinin asıl hatası, İsrail’in kötü yüzünü göstermeyip, barış isteyen bir devlet gibi gösteriyorlar. Öyle bir şey yok. İsrail bu müzakereleri kullanarak zaman kazanıyor, gerçekleri değiştirmeye çalışıyor. Mesela şu anda Batı Şeria ve Kudüs’te 1 milyonu geçmiş yerleşim yerleri vardır. İsrail hükümeti Afrika’dan, Asya’dan, Rusya’dan o ülkelerin Yahudilerini getiriyor, burada kalın, ben size destek vereyim diyor. Siteler kuruluyor. Uluslararası kanunda yasaktır bunlar. İşgal altındaki toprakların üzerinde bunu yapıyor. 

SİYASİ SAVAŞTAN DİNİ SAVAŞA…

Son sorum evanjeliklerle ilgili; Bölgemizde Armaggeddon’un yaklaştığına inanıyorlar. Bu iyiyle kötü arasındaki son savaş olarak görülüyor. Ve Hz. İsa, dünyaya, iyinin yanına dönecek deniyor. Bazı yayınlara göre ‘kötü’ Türkiye. ABD yönetimi bu düşünceye mi teslim oldu?

Trump, evanjeliklerin oylarıyla başkan oldu. İkinci dönemde seçilmesi de onlara bağlı. Çevresine bakalım: Yardımcısı Pence, danışmanı, damadı, İsrail’deki temsilcisi ya Siyonisttir ya da Hıristiyan-Siyonist düşünceye sahip evanjelik düşünceye sahiptirler. Kendisi bir işadamı olarak düşünür ama çevresi aynı kökenden gelir, aynı şekilde düşünür. Evanjelikler çok etkilidir ama asıl Arap dünyasındaki değişikliklerdir bu raddeye getiren. Kapalı kapılar ardında mutlaka bazı anlaşmalar yapıldı diye düşünüyorum. 

70 yıldır evlerinin anahtarı ceplerinde

KİMDİR?

Lübnan’da bir mülteci kampında doğdu. Üniversite eğitimini, Türkiye’de, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde aldı. Filistin ve Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu’yla ilgili yüzlerce makale yazdı. Al Jazeera Araştırma Merkezi, Arap Araştırma Merkezi ve Zeytuna Araştırma Merkezi gibi araştırma merkezlerinde 20 hakemli araştırması yayımlandı. 2016’ta ‘Türk-Arap İlişkileri: Engeller ve Ufuklar’ kitabı Arapça olarak yayımlandı. Zeytuna Araştırma Merkezi’nin yıllık olarak yayınladığı “Filistin Stratejik Raporu’ adlı kitabın son iki sayısında ‘Türkiye ve Filistin meselesi’ bölümünü yazdı. SETA’nın yeni basılan ‘AK Parti’nin İktidar Deneyimi’ adlı kitabında ‘AK Parti ve Arap dünyası’ bölümünü yazdı. Türkiye, Filistin ve Ortadoğu meselelerini konu alan çok sayıda ulusal ve uluslararası kongre ve panele konuşmacı olarak katıldı.

YORUMLAR

  • 0 Yorum