Bir Cahil; Cahil Olduğunu Neden bilemez?

Dünyanın en imkansız şeyi bir cahile onun cahil olduğunu anlatabilmektir.

Bir Cahil; Cahil Olduğunu Neden bilemez?
21 Ekim 2018 - 10:38 - Güncelleme: 21 Ekim 2018 - 22:08
Bu lafımı herkes kabul eder ama bunun nedenini kimse merak etmez ve etse dahi üzerinde yeterince düşünmeye üşenir. Oysa ki; nedenini düşünmediğiniz sürece; "Dünyanın en imkansız şeyi bir cahile onun cahil olduğunu anlatabilmektir" lafını anlayıp onaylamanın hiç bir manası yok çünkü bunu en cahillere dahi söyleseniz en cahiller dahi "Doğru" derler.



Cahile onun cahil olduğu anlatılamaz çünkü cahil "Cahilliğin ne olduğunu" bilemeyecek kadar cahil olduğu için, cehaleti farklı bir şekilde algılayıp kendisini bu algı çerçevesinde değerlendirir ve böylece kendisinin cahil olmadığı kanısına varır. Peki bir cahilin bakış açısıyla cehalet nedir?



Cahil, cehaleti "Az bilgi sahibi olmak" sanır. Dolayısıyla kendisini değerlendirirken sayıca ne kadar çok bilgi bildiğine ve eğer diploması bol cahillerden ise diploma sayısının fazlalığına bakar. Oysa ki cehaletin bu ikisinden biriyle dahi alakası yoktur. İlk önce diploma sayısından başlayalım:



Ülke olarak yaşadığımız son zamanlar içinde bolca görmüşsünüzdür. Çalınmış soru cevaplarıyla okullar kazanmış ve yine verilmiş kopyalarla sınıfları geçmiş ve mezun olmuş binlerce sahte subay, sahte general, sahte polis müdürleri, sahte savcı, sahte hakim ortaya çıktı. Normalde ilk okulu dahi ancak bitirebilecek kapasitede insanların, FETÖye sadakat gösterdikleri için, GATA'da "Profesör doktor tümgeneral" olduklarını gördük. Bunlar sadece darbede rol alanlardı. Peki ya FETÖ'nün darbede kullanmadığı diğer elemanları? Normal bir hastahaneye gideceksiniz? Karşınıza bir doktor çıkıyor; ama gerçekten doktor mu emin değiliz. Hemşire kolunuza iğne yapacak ama acaba gerçekten hemşire mi? Yoksa diplomayı FETÖnün okulundan mı almış? FETÖ, devlet üniversitelerinin sorularını çalmakla kalmadı, aynı zamanda da kendi üniversitelerinde yıllarca müridlerine bedava diploma dağıttı. Bu nedenle yapacağınız bir inşaata mühendis ararken, özel şirketlerde bile karşınıza sahte mühendis çıkması son derece yüksek ihtimal.



Kokuşmuşluk sadece FETÖ çetesiyle de sınırlı değil. Herşeyden önce özellikle Özal döneminden bu yana, "AB'ye giriyoruz, diplomalı sayımız artmalı" diyerek, üniversiteleri lise, liseleri ilk okul seviyesine indirdiler. Öğrencinin seviyesini arttırmak yerine, okulları öğrencinin seviyesine indirdiler. Sınıfta kalmak denen şeyi neredeyse imkansızlaştırdılar. Çalıntı yapmadan en ufak bir tez dahi üretemeyen binlerce profesörler uydurdular. Partimizdendir, hemşehrimizdir, köyümüzdendir diyerek hem akademisyenlere hem öğrencilere her türlü okulda aşamayacakları barajları atlattılar.



Bütün bunlardan daha da önemli bir şey var. Size bir örnek vereyim. Sokakta hangi yurdum insanına "İngilizce biliyor musunuz" diye sorun; 5 sözcük bilen "Az biliyorum", 25 sözcük bilen ise "Biliyorum" diyecektir. Ama "Biliyorum" diyenlerden 300 kat fazla bilen bir ağabey dostum var. Kendisi lise İngilizce öğretmeni emeklisi. Bu bey o kadar dürüst ki; "Ben İngilizce'yi çok az biliyorum" diyor. Bu kadarla kalsa iyi; "Ben İngilizce'mi okulda öğretmenlik yaparken öğrencilerle birlikte öğrendim çünkü öğretmen olduğum gün az bile sayılmayacak derecede, yani hiç İngilizce bilmiyordum" diyor. Buna sebep olarak da "O yıllarda falanca siyasi durumlar gerçekleşmişti, çoğunlukla derslere bile girmeden, bize traştan üniversite diploması verdiler" diyor. Peki ama ortaokul ve lise boyunca en az 6 yıl boyunca İngilizce ders alınıyor. Ama liseyi daha yeni bitirmiş mezunlara bakıyorsunuz, İngilizce'yi "Başlangıç seviyesi" sayılacak kadar dahi bilmiyorlar. Zamanla unutmuş da olamaz çünkü yeni mezun olmuş. Bu çocuklar o İngilizce ile 6 yıl boyunca sınavları nasıl geçtiler? Bunun cevabı çok basit. Çünkü; bizdeki eğitim sistemi ezbere dayalıdır. Çocukların beyinlerinde 1-2 ay süreli çok geniş bir ezber bölümü vardır. Okuduklarını hiç anlamadan o 1-2 aylık hafızaya atıyorlar. Sınavı bu hafızadaki bilgilerle geçiyorlar. O sınavı geçtikten sonra da aynı sorular o çocuğa zaten sorulmayacağı için, bütün ezberlediği bilgiler o 1-2 aylık hafızadan siliniyor ama çocuk da sınavları geçe geçe mezun olmuş oluyor. Bu sadece İngilizce ile ilgili değil. Çocuk liseden mezun olduğunda aklında sadece son okuduğu 6 yılın son 1-2 ayında ne ezberlemişse o kalıyor. Üniversiteler de bundan çok farklı değil. İşte bu nedenlerden dolayı özellikle böyle Ortadoğu kültürlü ülkelerde diploma sayısı cehaleti yok saymak için mazeret olamaz. Hatta okullarda zorla verilen cinler, periler, ruhlar, ilahlar, dervişler ermişler dersinin verdiği, "Cahilleştirme amaçlı" negatif eğitimi de sayarsak, okula başladığından daha da cahil mezun olma ihtimali bile vardır.



Yukarılardaki cümlemi tekrarlamak isterim:

"Cahil, cehaleti "Az bilgi sahibi olmak" sanır. Dolayısıyla kendisini değerlendirirken sayıca ne kadar çok bilgi bildiğine ve eğer diploması bol cahillerden ise diploma sayısının fazlalığına bakar" demiştim.



Diploma sayısının kesin geçerli kriter olmadığını anlattım. Şimdi ise ""Cahil, cehaleti "Az bilgi sahibi olmak" sanır" ifademi açalım. Evet, cahil kendisini tartarken okulda veya haricinde ezberlediği bilgilerin sayısına bakarak kendisinin cahil olmadığı kanısına varır. Oysa ki cehaletin bilgi azlığı veya çokluğu ile kesinlikle bir alakası yoktur. Hatta şuna emin olun tersine bir ilişki bile vardır. Cahillerin hafızasındaki bilgi sayısı, aydın insanın kafasındakinden çok daha fazladır. Örneğin cahil bir ev kadınına, Seda Sayan falanca yılbaşı programında ne giymişti; diye sorun; size ayakkabısındaki ponpondan, kafasındaki tokanın rengine kadar onlarca bilgiyi saysın. Onun kafasındaki yüzbinlerce gereksiz bilgilerin toplam sayısı, Nobel ödüllü ünlü bir bilim insanının kafasındaki bilgi sayısından kesinlikle fazladır. Fakat cahile göre onun kafasındaki bütün bilgiler gereklidir ve böylece bu bilgilerin sayısı onun cahil olmadığının ispatıdır.



Peki bir insanın kafasındaki bilgilerin önem derecesi yüksek ise ve sayısı da yeterince makul ise "O insan cahil değildir" diyebilir miyiz? Örneğin diyelim ki; adamın biri "Sanatçıların kaç doğumlu olduğunu, boyunun kaç olduğunu" değil de Portekiz'in başkentinin neresi olduğunu, enlem ne demektir, boylam ne demektir, Pİ sayısı nedir gibi çok sayıda bilgileri doğru bir şekilde biliyor olsun. "Bu adam cahil değildir" diyebilir miyiz? "Diyebiliriz" derseniz yanıldınız demektir. Çünkü belki çok cahil denilemez ama böyle bir insana dahi cahil denilebilir. Nedeni ise cehaletin bilgi ile yakın alakası olmayışıdır. Şimdi aşağıdaki paragrafta bunun sebebini açıklayacağız:



Bilgisayarınızda, içinde çok sayıda dosya olan bir klasörde herhangi bir sözcük araması yapın. Eğer o klasörde onbinlerce dosya varsa en güçlü bilgisayarda bile aramanın sonuçlanması için en az birkaç dakika geçecektir. Klasörünüzde 200 bin dosya var diyelim. On dakika bile sürebilir. Oysa ki Google data merkezlerinde 200 bin değil trilyonlarca dosya var ama bir arama yaptığınızda sonuç en fazla 2 saniye sürüyor. Üstelik de bu 2 saniyenin en az %90'ı arama değil sonuç sayfasının size gönderilmesi esnasında geçiyor. Böyle milyarlarca kat hız farkı nasıl olabilir? Evet, Google tek makine gücüyle değil yaklaşık aynı anda 200 bin makine çalıştırarak arama sonuçları veriyor ama milyarlarca kat hız farkı 200 bin makine ile sağlanamaz. Sizden 1 milyar kat hızlı arama yapıyor ise, en az 1 milyar makine çalıştırması gerekirdi. Ama öyle bir şey yok. O halde bu nasıl olabilir hiç düşündünüz mü?



İşletim sistemleri, bir klasörün içinde herhangi bir sözcük ararken, o bölümdeki tüm dosyaları açar ve içindeki tüm sözcüklerin o sözcük olup olmadığına bakar. Bu yöntemdeki en büyük kayıp, her dosyanın tek tek açılıp kapatılmasındadır çünkü bilgisayarlarda dosya açıp kapamak pahalıya patlayan bir iş yüküdür. Bütün bilgiler tek bir dosyada olsaydı, 10 dakika yerine 5 dakika sürebilirdi. Ama 5 dakikaya düşse dahi Google'u yine yetişemiyoruz. Sebep ise işletim sistemdeki aramanın, dosyadaki her sözcüğü kontrol etmesidir. Google ise her sözcüğü karşılaştırma yapmaz. Peki nasıl yapar?



Esasında Google'un arama algoritması burada anlattığımdan çok daha karmaşıktır ama basitleştirerek anlatacağım. Bir program yazıyoruz. Bu program sürekli bilgisayarın içindeki yazı dosyalarının hepsini periodik ve otomatik okuyor ve içlerinde geçen tüm sözcükleri sözcüklerin uzunluğuna da bakaraktan bir dosyaya kaydediyor. Örneğin 5 harfli sözcükleri uzunluk5.dat adını verdiği bir dosyaya kaydediyor. Ama rastgele değil alfabetik sıralamaya göre kaydediyor. Sonra siz o programın arayüzüne girip, "Ahmet" yazıp aramaya başlıyorsunuz. Program "Ahmet" sözcüğü 5 harfli olduğu için diğer dosyalara hiç bakmayıp uzunluk5.dat dosyasını arıyor. Üstelik de dosya açma masrafı da yok çünkü o program o dosyaları hiç kapatmıyor, arama dosyaları hep açık. Ama asıl sır burada değil çünkü dosyada 100 bin tane 5 harfli sözcük olabilir. Diyelim ki 200 bin sözcük var. İlk yaptığı iş alfabetik sıralamaya göre en ortada kalan satırı okumak. O satırın "Ahmet" olup olmadığına bakıyor. Değil ise alfabetik sıralamada Ahmet sözcüğünden önce veya sonra olup olmadığına bakıyor. Diyelim ki o ortadaki satır alfabetik olarak Ahmet sözcüğünden büyük ise, program artık bundan sonra o dosyanın yarısından sonrasında kalan sözcüklerin hiç birine bakmıyor. Çünkü dosyanın ortasında kalan satır bile Ahmet sözcüğünden büyük ise, onun altında kalanlar daha da büyüktür. Dolayısıyla onlara bakmaya gerek yoktur. Ortadaki satırdaki sözcük Ahmet sözcüğünden küçük ise bu defa da dosyanın başında kalan ilk yarısında hiç arama yapmıyor. Şimdi ne kazandık? Dosyadaki 200 bin tane sözcüğün 100 bin tanesini aramaktan kurtulduk değil mi? İkinci aşamada ise dosyanın hangi yarısında arama yapacaksak, o dilimin tam ortasında kalan satıra bakıyoruz. Orada da bulamadıysak bu defa da 100 bin/ 2= 50 bin satırdan daha kurtulmuş oluyoruz. Her seferinde böyle yapa yapa en fazla 15-20 sözcüğe bakarak ilk Ahmet sözcüğünü buluyoruz. O satırlarda şuna benzer bilgiler oluyor:

ahmet=Arkadaslar.txt

ahmet=AhmetHakanBiyografi.html

ahmet=randevuDefterim.txt



İşte buna programcılık dilinde "Binary Search" deniyor. Fakat sıradan programcılar bunu bilmezler, çünkü işlerine yaramaz ama bundan daha da önemli bir sebep var. Bu yöntemle 100 GigaBaytlık bir dosyada aradığın sözcüğü 10 milisaniyede(Saniyenin yüzde biri) gayet rahat bulabilirsiniz. Ama her güzelliğin bir bedeli olduğu gibi bunun da var. Çünkü bu yöntemde arama ultra hızlıdır ama sözcükleri alfabetik sırada tutmak, hem programı yazmak açısından hem de işlemci kullanımı açısından çok zor ve pahalıya patlayan bir iş yüküdür.



Şimdi şu soruyu soralım. Google trilyonlarca dosyayı indexliyor. Eğer aramayı windows işletim sistemi gibi yapsaydı, her bir arama belki birkaç hafta sürecekti. Böyle bir arama makinesini kullanır mıydınız? Daha aramanın en başındayken sıkılıp vaz geçerdiniz değil mi? O halde Google'un sahip olduğu trilyonlarca bilgiler çok değerli dahi olsa, çöp değerinde olacaktı. Çünkü arandığı zaman makul sürede bulunamadığı için, o bilgilerin hiç bir değeri yok. İşte cahilin beyni de tıpkı bu şekilde işletim sistemi gibi çalışır. Bu nedenle cahil, kendisine lazım olan ve bildiği bilgiyi dahi kafasında bulamaz ve bu nedenle aramaktan vaz geçer. O yüzden ulaşılamayan bilgiler sürekli kafasından silinir, yerine diğer "Ulaşılamayan" bilgiler kaydedilir. O sadece onun ilgi alanına giren bilgileri aklında sürekli tutar çünkü o aynı bilgileri sık sık hatırlayarak hafızasını tazeler. Ancak bunlar da gereksiz bilgilerdir.



Cahil yeni bir şey öğrendiği zaman o bilgi çok değerli olsa dahi, onu arandığı zaman hızlı bulunacak şekilde kafasına yerleştirmek yerine, hafızasına rastgele atar. Yani onu sadece ezberler. "Bunu beynimin alakalı yerine yerleştireyim" diyerek uğraşmaz, üşenir ve zaten aklına bile gelmez. Çünkü düşünmek en ağır iş yüküdür. İnsan enerjisinin %75ini beynin harcaması da en büyük iş yükünün düşünmek olduğunun delilidir. Cahil edindiği bilgiyi alelacele, halının altına atar gibi, rastgele beynine atar ve sonra da aradığı zaman kendisinde var olan bilgiyi kafasında bulamaz.



Buraya kadar cahilin bilgisinin çoğunlukla değersiz bilgi olduğunu ve değerli bilgi taşıyan cahillerin bile bilgi ilişkilendirme yapmadıkları için bilgisinin atıl olduğunu anlattık. Fakat cahilin bütün bunlardan daha feci bir hali vardır. Bilgisi değerli olsa dahi "Bilgiyi her şey sanır". Oysa ki hızlı ulaşılabilir olsaydı dahi bilgi her şey demek değildir. Aydın insan kafasında çok az bilgi kaydeder. Aydın insanın asıl kaydettiği şey bilgi değil ilkedir. Peki ilke nedir?



Bir konu hakkında düşünürsünüz ve bir sonuca varırsınız. Konuyla ilgili bir takım kanaatleriniz oluşur. Mesela "Şu iyiymiş, şu kötüymüş" , "Şunu bir daha yapmamalı", "Bu gibi şeyler insanı yanıltabilir" veya "Bu tür durumlarda şunu yapmak en doğrusu" vb. gibi çıkarımlar yaparsınız. Bunları beyninizin bir yerine kaydedersiniz. Başka bir zaman benzer bir durum olduğunda önceden kaydettiğiniz bilgilerle karşılaştırarak; "Hakikatten de öyle miymiş" diyerek tekrar kontrol edersiniz. En fazla bir kaç kez aynı kanılara vardıysanız çıkardığınız sonuçları ilke haline getiririr ve beyninize "İlke olarak" kaydedersiniz. Artık bundan sonra böyle bir durum olduğunda sadece çok çok az düşünerek hızlıca en doğru kararınızı verir, en doğru lafınızı söylersiniz. O çok az düşünce bile tekrardan doğruyu düşünme amaçlı değil, ilkelerinizde geri kalmışlık olmasın diye güncelleme amaçlıdır. Cahil ise önemli olan şeyi bilgi sandığı için, çok mecbur kalmadıkça zaten düşünmez. Mecbur kalsa dahi düşündükten sonra ürettiği sonucu yukarıda anlattığım tembellikten dolayı beyninde kaydetmez. Bu nedenle onun ilkeleri yoktur. İlkeleri olmadığı için, aynı durum bin kere tekrarlansa bin kere düşünmek zorunda kalır. Çünkü daha önce aynı konuda düşündükleri boşa gitmiştir. Üstelik de "düşünme tembeli" olduğu için düşüncesinin sonucundaki çıkarımların sağlamasını, yani tartmasını da yapmaz, buna da üşenir. Bu nedenle her seferinde aynı sonuca da ulaşamaz. Her seferinde aynı konuda farklı fikirler üretir. Bu gün siyah dediğine yarın çok kolay beyaz diyebilir. Çünkü o beynine sadece bilgi kaydeder, "Düşünce kaydetmediği için" aynı şeyi daha önce düşündüğünü dahi hatırlamaz. Bu yüzden başına defalarca gelen olaylarda bile defalarca aynı şeyleri deneyip, ilk defa deniyormuş gibi farklı sonuçlar bekleyebilir.



İşte cahilin cahil olduğunu anlayamamasının sebepleri bunlardır. Özetle:

1-) Bilgisini değerli varsayması.

2-) "Bilgiyi akıl" sanması. Oysaki bilgi onun değil başkasının aklıdır.

3-) Bilgisini kafasındaki diğer bilgilerle ilişkilendirerek kaydetmek yerine rastgele ambara fırlatarak, onu arandığında bulunamayan bir çöp haline getirmesi.

4-) Daha önce düşündüklerinden ilkeler çıkarıp, bunları kaydetmemesi ve böylece her seferinde aynı konuyu tekrardan düşünmek zorunda kalması ve böylece aynı şeyleri düşünmekten dolayı daha derin konuları düşünmeye fırsatının kalmaması.



Hele ki şu İnternet dünyasında, kartilyonlarca bilgi sadece bir tık ötenizdedir. O nedenle aydın olmak isteyen kişi, bilgi değil akıl kaydetmelidir. Akıl ise okurken değil, tam tersine okumazken elde edilir. Çünkü okuduğunuz akıl sizin değil yazan kişinin aklıdır. Sizin için ise o akıl sadece bir bilgidir. Okuduğunuz metnin her satırına ayrı ayrı kafa yormadığınız sürece o aklı sizin de edinme ihtimaliniz yoktur. Fakat okuduğunuz her satıra üşenmeyip kafa yorarsanız, göreceksiniz ki o satırlara kafa yorarken, o satırlar sayesinde, o kitabın yazarının bile aklına gelmemiş olan yeni akıllar keşfedeceksiniz. Yani okuduğunuz satır sayesinde, "Okumadığınız bir akıl kazanacaksınız". Üstelik de bu yeni aklı siz kendiniz keşfettiğiniz için, "Ezberlemiş" değil, "Anlamış" olursunuz ve böylece o aklı unutma ihtimaliniz de kalmaz. Böylece ilkeleriniz çoğalır. İlkeleriniz çoğaldıkça daha hızlı ve daha kolay düşünebilmeye başlarsınız. Böylece beyniniz daha az yorulur. Ve bu nedenle daha derin konuları düşünmeye vaktiniz kalır.



Cehalet kader değildir, seçimdir, tercihtir. Kafa yormadan kolay ve basit bir yaşam sürdürme amaçlı "bilerek seçilmiştir". Seçtiği şey dünyayı algılama tarzıdır. İnsanı cahil bırakan ama kolay ve basit bir hayat sürmeyi sağlayan bir tarzdır. Cahil seçtiği tarzın cehalet olduğunu bilmez. Çünkü amacı cahillik veya aydınlık değil kolay yaşamdır. Seçilen bu tarzın, cahile tek bir zararlı yönü vardır. Onun, normalde olabileceğinden çok daha değersiz insan olmasını sağlar. Oysa ki bir insan değersiz olmak istemez çünkü değersiz olmak mutsuzluk verir. Fakat buna rağmen cehalet mutluluktur, mutlu olma amaçlıdır. Peki bu nasıl olabilir? Piyasada hiç bir değeri olmayan bir cahil nasıl mutlu olabiliyor? Çok basit! Cahil kendi değerini kendi yaptığı işlerin değerine bakarak ölçmez. Bunun yerine aidiyet hissettiği grubun değerleriyle övünür. Çünkü kendisini bu değerlerin ortağı sayar. Örneğin etnik kökeni ile övünür. Mutlaka bir din mensubudur ve bu dinin mensubu olmakla gurur duyar. Bunları da abartabildiği kadar abartır ve bu yolla kendi değerini de arttırdığını düşünür. Sadece din ve etnik olarak da düşünmeyin. Babasının değerli bir yanı varsa mesela onunla da gurur duyar. Yani hep başkalarının yarattığı değerlerle kendi değerini arttırdığını düşünür. Ona bahşedilen değer, doğuştandır içinde kendi emeği zerre kadar yoktur ama ona göre buna gerek de yoktur.



Osmanlı şöyle yapmış; yiheeeeyt uleyn! Peygamber efendiğimizin kılıcına bak! "İşte biz böyleyiz uleyn". Atatürk şunu başarmış, gördün mü bizi uleyn? Biz var ya falancalıyız, falancadan şunlar bunlar çıkmıştır; biz böyle insanlarız işte! vs. vs. Bedavadan onur! Doğuştan kucakta bulunan abartılmış suni bir onur. Cahil değersizlik sorununu işte böyle ait olduğu sürünün sayesinde çözer ve sürücülüğe bu kadar düşkün oluşunun da asıl sebebi bu bedava onurdur. Din sürüsü, ırk sürüsü, yörecilik sürüsü, siyasi particilik sürüsü ve hatta futbol sürüsü bile işine yarar. Çünkü tuttuğu takımın hiç tanımadığı futbolcusu bile bir gol atsa, o gol ile gurur duyarak kendisine değer katar. Oturduğu yerden.. Bedavadan..



Saygılar, sevgiler.

YORUMLAR

  • 0 Yorum