İnsanlık kendini nasıl yok etti

Eğer bir gün insan uygarlığı kendini yok ederse, uzaylılar veya hayatta kalan varislerimiz mahvolmuş gezegenimize bakacak ve kendilerine “Homo Sapien’lere ne oldu?” diye soracaklar. Cevapları buna benzer bir şey olabilir…

İnsanlık kendini nasıl yok etti
22 Mart 2017 - 11:31
Yok oluşumuzdaki temel sebebi  belirli bir felaket, çatışma  veya yıkım olmayacak; Sorunun  başlangıcı insan beyninin  mimarisinde yatıyor olacak.  Beynimiz dediğimiz bu araç,  kısmen derin etkileyiciliği  ile hatırlanacak; sıradışı hesaplamalar ve  kombinasyonlar yapma kapasitesine sahip 100 milyar  neronu barındırması ile.

Uzaylıların da not düşeceği gibi; zihnimizin özel bir kısmı en baş döndürücü düşüncelerimizin açığa çıktığı, sinirbilimciler  tarafından “neocortex” diye bilinen bir kısmı. İnsanlarda, diğer tüm türler ile  karşılaştığında defalarca daha büyük olan kısım. Beynimizin “neocortex”  denilen bu kısmı, bizlere  Mozart’ın Sihirli Flütü’nü, Tolstoy’un Anna Karenina’sını  ve uygarlık gibi yapıtları üretmemizi sağladı. Fakat,  uzaylı arkadaşlarımızın ayrıca not düşeceği gibi, insan için çok etkili ama çok daha az etkileyici bir  bileşen barındırıyor; sürüngen beyni.

Sürüngen beyin,beynimizin alt ve arka tarafında yer alan hayatımızı sürdürmekle ilgili reflekslerimizi oluşturmakla görevlidir. Yemek, içmek, barınmak, üremek gibi konularla ilgilenir ve alışkanlık geliştirir. Düşünemez ve öğrenemez. Sürüngenler bu beyne sahiptir. Mantığı çok basittir. Ya iyidir, ya kötü, ya durmalı, ya kaçmalı. İşte, bizim bilinçli zihnimizle iyi, başarılı, sağlıklı olmayı istememize rağmen, bunlara ulaşmamıza engel olan, beynimizin bu kısmıdır. O sadece hayatta kalmakla ilgilenir, mutluluğun ne demek olduğunu dahi bilmez ve ilgilenmez.

Sürüngen beyni insanlara üç  tehlikeli sorun yarattı.

İlk olarak “Kabilecilik”. İnsanlar her zaman yabancılara karşı şiddet içeren nefret geliştirmenin kıyısındalardı ve insanlığın tüm üyelerini hiçbir zaman güvenilir bir şekilde kendi türünden göremiyorlardı.

İkinci olarak, insanlar kısa süreç üzerinde düşünmeye uğursuzca yatkındı. Objektif bilgi verileri ile karşılaştıklarında bile, sadece yakın geleceği hayal edebiliyordu, en iyi ihtimalle birkaç yıl. Uzun süreç üzerine düşünmek ise insan için hayali ve gerçek olmayan bir durumdu. İnsanın ani dürtüleri sınırlanmamış olarak bırakıldı; bu durum onun bireysel ve toplu geleceğini yok etme yönünde işledi.

Üçüncü olarak, homo sapien’lerin iyiye yormaya karşı özellikle keskin bir düşkünlüğü vardı. Muazzam entelektüel başarılara vakıf olmalarına rağmen, zihinleri kendileri üzerine düşünmekten nefret ediyordu, fikirlerini mantıksal denetlemeye uydurmaya dayanamıyordu. Düşünmek yerine harekete geçmeyi, plan yapmak yerine hayal kurmayı tercih ediyordu. Bilimsel yaklaşımı icat etmiş fakat çoğu durumda bu yetiyi kullanmayı tercih etmiyordu. Fantezi kurmak ve oyalanmak için uyuşturucu bağımlılığını andıran bir isteği vardı. Kendini bilmek, kendi hakkında öğrenmek istemiyordu.

Bir çok jenerasyon bu kusurlara şöyle böyle dayanmıştı. Belirli sistemler kurmuştu onları sağlıklı olarak entegre etmek için: hukuk, hükumetler, eğitim, felsefe, bilim. Bunlar az çok işe yaradı. İnsanlar yine emsallerini tırpanla biçilmiş ekin yığını gibi yok etti, fakat (en azından) tüm insanlığı katletmedi.

Nihai yok oluşa sebep olan şey, “neocortex”in artan fakat kısıtlanamayan gücüydü. Bu güçlü araç; zamanla ateşi esir aldı, elementleri zapt etti ve homo sapien’lere gezegen üzerinde tanrısal güçler verdi. Aynı zamanda insanlar hala hayvan özellikleri taşıyordu, bir sırtlanın ki gibi berrak ve uysal refleksleri ile iş görüyordu.

Yanlışlarının bedeli daha da büyüdü; bilgeliği sürekli olmayan ve hassas durumda kalırken güçlerine kısıtlama getiremedi. Neticede kudreti, kendini kontrol etme kapasitesini geride bıraktı; nükleer silahı olan bir kemirgen haline geldi. (Her şeye rağmen) İnsanlığı kurtarabilecek bir şey vardı: Sevgi.

Özellikle üç sevgi çeşidi.

Birincisi, yabancılara karşı duyulan sevgi: Diğerlerini kendisi gibi görebilme, diğerlerinin onunla aynı iyilik ve merhamete layık olduğunu anlayabilme yetisi.

İkincisi, henüz doğmamış olanlara yönelik sevgi: Gelecekte yaşayacaklar için duyulan endişe; gelecekte yaşayacakların bilmeyeceği fakat bencilce şimdi yaşayanların bileceği.

Üçüncüsü, hakikate duyulan sevgi: Kuruntu ve yalanların çekiciliğine karşı koyabilme ve tüm türden rahatsız edici gerçeklere gerebilme gücü.

SONUÇ

Bunları anlamak için gelecekten gelen uzaylılara ihtiyacımız yok. Ancak şimdi felaket senaryosunu yeterince iyi görebiliyoruz. Uygarlığın kaderi nihayetinde mahkemelerde, oy sandıklarında veya devlet binası koridorlarında yatmıyor. İnsanlığın kaderi bizim kısa dönemli, bencil ve şiddet içeren dürtülerimize hükmetmemize bağlı;durmak bilmeden insan zihninin kusurlu mimarisini telafi etmeyi öğrenmeye çalışmamıza.

Bu yıkıcı dürtülerimiz, iki kulağımızın arasındaki organik cevherin yoğun kıvrımlarında…

YORUMLAR

  • 0 Yorum