Köşe yazarlarının bugünkü yazıları

Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda CHP ve MHP'nin AKP'nin yanında ye alması, CHP'de milletvekilleri arasındaki siyasi görüş farklılıkları vardı

Köşe yazarlarının bugünkü yazıları
22 Mayıs 2016 - 11:26
Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Demirtaş artık bir savcının iki dudağı arasında / Can Ataklı / Korkusuz



Meclis'teki dokunulmazlıklar aslında HDP'yi Meclis'ten atmak için çıkarılmak isteniyordu.

Ancak olay bir anda partilerin “dokunulmazlık fetişizmine” dönüştü kapsama alanı “fezlekesi olan” her milletvekiline çıkarıldı.

Sonuçta hiç gereği yokken üç muhalefet partisinin genel başkanı da dokunulmazlıklarından oldu.

Elbette iktidarın ilk hedefi en kısa zamanda HDP'li milletvekillerini tutuklatmak.

Sanıyorum sistem şöyle işleyecek; Savcılar dokunulmazlıklar kalktığı için HDP'li milletvekillerinin üzerine gidecek. Çoğu terörle suçlanacağı için hızlı tutuklamalar olacak. Ardından çok hızlı bir yargılama süreci yaşanacak. HDP milletvekillerine ceza yağacak ve hapisten çıkamayacaklar. Böylelikle milletvekillikleri de düşecek. Sonrasında da belki bir ara seçim yapılacak, AKP anayasa değişikliği için eksiği olan 14 milletvekilini tamamlayacak.

CHP ve MHP liderleri hakkındaki fezlekelerde “tutuklanmaya” kadar gidecek suçlamalar yok.

Ancak bu iki lider anayasa değişikliğinin cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasından sonra tamamen korunmasız hale gelecek.

Bu durumda iki lider de Türkiye'nin herhangi bir yerindeki bir savcının iki dudağına bakmak zorunda kalacak.

Savcılar iki lidere “gel” diyecekler onlar da tıpış tıpış gidecek.

Hatta öyle ki iktidarın talimatıyla bir savcı örneğin Kılıçdaroğlu'nun bir sözünü “teröre destek” olarak niteleyerek tutuklama yapmaya dahi kalkışabilecek.

MHP “teröristleri Meclis'ten atalım” coşkusu, CHP de “elalem ne der” korkusuyla dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek verince kendilerini de bir anda korunmasız halde bıraktılar.

Benim yorumum şu; Siyasette sığ popülizm ve korkaklık asla affedilmiyor.



***

 

HOCA’NIN GİDECEĞİ İLK GÜNDEN BELLİYDİ / Mehmet Tezkan / Milliyet



Israrla altını çiziyorum.. Bugünkü AKP kongresiyle sadece başbakan değişmeyecek yönetim modeli de değişecek..

Davutoğlu’nun gitme sebebi bu..

Cumhur-başkanı’nın kafasındaki formüle uymadı..



Bu sebeple, iktidara yakın olanlar günlerdir ‘yüksek uyum’ sözünü dilinden düşürmüyor..

Bu sebeple, müstakbel başbakan ilk demecinde Cumhurbaşkanı ile uyumdan söz etti..

Bu sebeple, AKP Sözcüsü, Cumhurbaşkanı ile aralarında bir milim bile mesafe olmadığını belirtmek zorunda kaldı..

Bu kadar çok uyumdan söz edildiğine göre..

Demek ki, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında uyumsuzluk varmış..

Saray’a en yakın gazetenin yazarına göre, eksen kayması varmış, gidiş nedeni buymuş..

Müderrisoğlu Sabah’taki köşesinde şöyle yazdı:

“Cumhurbaşkanı ile AK Parti arasında sadece milim mesafe olmaması değil, bu ilişkide ‘milim sapma olmaması’ da gerekli. En küçük sapmanın, nasıl eksen ve merkez kaymasına yol açabildiği son 21 aydaki tecrübe ile sabit.”

Mesafe ve sapma milimetrik miydi, daha mı büyüktü, bir gün öğreniriz inşallah..

Mesafe ve sapma hangi konulardaydı bir gün açıklanır herhalde..

Aslında bu işin yürümeyeceği, 21 ay önce Davutoğlu’nun adaylık konuşmasından belliydi..

O konuşma o günlerde alkışlandı ama Davutoğlu’nun kendisine biçilen rolü, üzerine düşen görevi anlamadığının ilk işaretleriydi..

Davutoğlu, AKP’nin yeni bir medeniyet ihyası için ayağa kalktığını belirterek ihya için yapacaklarını sıraladı..

- Yeni ahlak formasyonu..

- Devlette ve bürokraside restorasyondan söz etti..

- Ahlak restorasyonu.. Siyasi ahlak ve yolsuzlukla mücadele..

- Kültürel ve medeniyet restorasyonu..

- Ekonomik restorasyon..

Oysa kendisine biçilen rol bu değildi, Türkiye’yi Cumhurbaşkanı’yla birlikte yönetmekti.. Cumhurbaşkanı’nın partide, hükümette temsilcisi olmaktı..

Kendisine bu rolü biçmesi, medeniyet ihyasına soyunması rol çalması demekti!..

Uyumsuzluk ilk günden başladı demem bundan..

Davutoğlu’nun neden gittiği üç aşağı beş yukarı ortada.. Gelelim zamanlamaya..

Neden şimdi?

Bu soruya da Davutoğlu kanadından yanıt arayalım.. Davutoğlu’nun danışmanlığını yapan Mahçupyan, Karar gazetesindeki yazısında gidişi vize anlaşmasına bağladı:

“Ekim ayında makbul olacak olan bir durum haziranda niçin sıkıntı yarattı? Aradaki zamanda ne yapılması isteniyordu?

Acaba bu birkaç ay erteleme AK Parti içindeki ‘değişimi’ gerçekleştirmek için daha uygun bir siyasi atmosfer mi sağlıyordu? Acaba AB ile anlaşma sonrasında o ‘değişikliği’ yapmak pek kolay olmayacak mıydı?”

Bilemem.. Bu konu da bir gün aydınlığa kavuşur herhalde..

Bana göre gitme nedenlerinin arasında günde iki kere uzun uzun konuşması.. Cumhurbaşkanı’yla yarışıyor görüntüsü vermesi.. Her konuda

vizyon çizmeye kalkması da var..



***



Reza Zarrab dosyasındaki 91 Türk!.. / Uğur Dündar / Sözcü

 

Yanılıyor, hem de fena halde yanılıyor!..

Sürekli yalan söyleyerek, yalana adanmış medyasıyla beyin yıkayarak, gücünü ve iktidarını dilediği kadar sürdüreceğine inanıyor!..

Yalanla kandıramadıklarını da korkutarak, zulmederek, zindanlara atarak sindirip susturacağını düşünüyor!..

Dünyayı Türkiye'den ibaret, kendisini de bu dünyanın ilelebet lideri sanıyor!..

Çevresindeki çapsız yalakaların hiçbiri de “Aman efendim fena halde yanılıyorsunuz” diyemiyor!..

Dünyanın dev bir BBG (Biri Bizi Gözetliyor) evine döndüğünü o evde olup biten her şeyin kayıt altına alındığını fark edemiyor!..

Uydu takiplerinin ve kocakulak dinlemelerinin neredeyse insanlarin soluk alışlarını bile tespit ettiği bu gözetleme çağında tek seçeneğin; karanlık ilişkilere

girmemek ve arkada kirli izler bırakmamak olduğunu idrak

edemiyor!..

Uluslararası ilişkilerde taahhütlere sadık kalmanın ve evrensel hukuk kurallarına uymanın büyük önemini kavrayamıyor!..

Yargıya verdiği talimatlarla kapattırdığı terör ve kara para dosyalarının hiç beklemediği bir anda ve hiç tahmin etmediği bir ülkede çok daha kapsamlı bir biçimde açılabileceğini düşünemiyor!..

Örneğin Amerikalı Savcı Bharara “Hayırsever işadamı (!)” Reza zarrab'ı 50 milyon dolar gibi muazzam bir kefalet karşilığında bile serbest bırakmıyor.

Çünkü o savcı, Reza'nın dosyasına her geçen gün yeni bir suç ortağının adını ilave ediyor!..

Dosyadaki işbirlikçi Türk sayısının şimdilik 91'e ulaştığı, aralarında önemli siyasetçilerin de bulunduğu öne sürülüyor!..

Dedik ya, yanılıyor, hem de fena halde yanılıyor!..



***

 

Devlet adamı... / Melih Aşık / Milliyet

Nobel Anıtkabir’de

Prof. Aziz Sancar daha önce söz verdiği gibi... 19 Mayıs’ta Türkiye’ye geldi, Nobel ödülünü Anıtkabir’e armağan etti, sebebini izah etti:

‘Anıtkabir bu Cumhuriyet’in madalyasıdır.”

Bu sözlerin dile getirildiği salonlar alkıştan inledi.

Eski Bakan Rifat Serdaroğlu, Aziz Sancar için “Büyük Atatürk’ün Cumhuriyet felsefesinin ete kemiğe bürünmüş halidir” diyor ve alınan bu ödülün anlattığı gerçekleri şöyle özetliyor:

- Atatürk Cumhuriyet’inde, kimseye etnik kökeninden, inancından dolayı ayrım yapılmamıştır. Herkese fırsat eşitliği tanınmıştır.

- Kürtçü bölücülerin ve şeriatçıların propagandaları külliyen yalandır. Cumhuriyet, ayrımcılığa karşı çıktığı gibi, Laiklik ilkesiyle de herkesin inancına saygılı olmuştur.

- Cumhuriyet; fikri özgür, inancı özgür, barışçı insanlar yetiştirmiştir.

- Cumhuriyet dönemi eğitim sistemi çağdaştır ve konularında dünyadaki muhataplarıyla yarışacak kalitede gençler yetiştirmiştir.

Ne demiştir Atatürk: Cumhuriyet fazilettir...

 

***

 

Bu gidiş kötü gidiş!.. / Mehmet Türker / Sözcü

 

Türkiye bir korku tünelinden çıkmadan, öteki korku tüneline giriyor…

Bu gidiş, iyi gidiş değil…

Türkiye her geçen gün daha kötüye gidiyor…

Dokunulmazlıkların kaldırılması, sonrasında meydana gelecek olaylar düşünülmezse iyi…

Ancak, terör örgütü propagandası yapan, masum insanları katleden canlı bombanın taziyesine gidenleri yargıya teslim etmekle iş bitmiyor…

İşin içine demokrasi de, ifade özgürlüğü de giriyor!..

Bu bir torba… İçine hepsi dolduruldu…

Recep Bey'e hakaret iddiaları da torbanın içinde…

Örneğin, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun fezlekelerinin tümü Recep Bey'e hakaret iddialarını içeriyor…

Peki, Kılıçdaroğlu hakkında bu kadar fezleke varken, CHP dokunulmazlıkların kaldırılmasına neden “evet” dedi?..

Bu “40 katır mı, 40 satır mı?” hikayesidir!..

CHP, HDP ile yan yana görünmemek, hakkında terör suçuyla fezleke düzenlenen HDP'li milletvekillerini himaye görüntüsü vermemek için “evet” dedi…

Daha da önemlisi, referanduma gidilmesini önlemek için “evet” demek zorunda kaldı…

Eğer referanduma gidilseydi, Recep Bey'in meydanlara çıkıp propaganda yapacağı biliniyordu…

İkincisi, referandumda dokunulmazlıklar için konulan sandığın yanına, “partili cumhurbaşkanı” sandığının konulması ihtimali de kuvvetliydi…

Şimdi Türkiye yeni bir korku tüneline giriyor…

Anlaşılan, haklarında fezleke olan HDP'li vekiller savcılık tarafından çağrıldığında gitmeyecekler…

“Zorla getirme” kararı verilirse de 90'lı yıllardaki manzaralar ortaya çıkacak…

Yaka paça gözaltına alınmalara bir de mahkemelerin tutuklama kararları eklenirse, seyreyleyin gümbürtüyü…

Bir yanda azan terör…

Diğer yanda Batılı ülkelere göre “olmayan demokrasinin” iflası!..

Nitekim şimdiden başladı…

AB endişelerini bildirdi; ABD Dışişleri Bakanlığı da yazılı bir açıklama yaparak Türkiye'de olmayan demokrasi için kaygılarını belirtti…

Bunun ileriki zamanlarda daha büyük dalgalar haline gelerek Türkiye'yi vuracağı ortada!..

Türkiye, Kuzey Kore, bazı Orta Amerika ülkeleri, bazı Türk Cumhuriyetleri gibi oldu…

Hep demokrasiden söz edilen, ama demokrasinin d'sinin bile olmadığı bir ülke…

Türkiye'de her darbe olduğunda ABD ve diğer Batılı ülkeler “Türkiye'nin bir an önce

demokrasiye dönmesini temenni ederiz” gibi mesajlar yayınlarlardı…

Türkiye şimdi o günlere döndü ama tek farkla…

Milletvekillerinin dokunulmazlığı kalktı,

hırsızlarınki duruyor!..

Ve şu kadere bakınız…

Türkiye, ileri demokrasiden (!), normal demokrasiye geçmeyi bekliyor!..

 

***

 

Yargı bağımsızlığı ve ‘yeni çözüm’ / Güngör Mengi / Vatan

 

Milletvekilleri için yalnızca “kürsü dokunulmazlığı” olması kabul edilebilir, suça karışmalarını önlemek için bu doğru sayılabilir ama şart olan şey “bağımsız bir yargının tüm partilere eşit davranması” güvencesidir.

 

AB açıklamasında da bu noktaya vurgu vardı. Teröre destek veren partiler ve siyasetçiler Batı’da da cezasız bırakılmıyor. İspanya’da 2003 yılında “terör örgütü ETA’nın eylemlerini kınamaması ve onlarla ilişkisi olması” nedeniyle kapatılmıştı.

 

Parti kapatma olmasa da “teröre açık destek veren” partiler bunun sorgulanacağını bilmelidirler. Diğer partiler için ise “güçler ayrılığının olmaması”, yasama, yürütme ve yargının artık iktidar partisi kontrolünde olması, dokunulmazlıkların kaldırılmasında ciddi bir sorun teşkil ediyor.

 

“Güçler ayrılığının olmadığını” ise hatırlayacağınız gibi bizzat iktidar partili milletvekilleri açıklamıştı.

 

‘Yargı bizim’in anlamı!

 

Birlikte katıldıkları TV programında; Galip Ensarioğlu; “Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde”, derken Burhan Kuzu; “Kız bizim, oğlan bizim, niye denetleyelim” demişti.

 

Bu sözler, aynı partiden başkanın olduğu “başkanlık sistemi”nin gerçekleşmesi halinde bir yargı denetiminin işlemeyeceğini anlattığı gibi, “iktidarın elinde olduğu açıklanan yargı” ile “yargıya gidecek, farklı partilerden milletvekilleri”nin adil yargılanmaları konusunda endişe yaratmaya da yeterlidir.

 

Çoğunluğu aynı partide olan Meclis Komisyonu’nda “bakanların yüce divana gönderilmesinin engellenmesi” tablosunun benzeri, adil ve eşit olmayan bir yargılama acaba “tarafsızlığı tartışmalı” bir yargıda da gerçekleşir mi?

 

Milli ve yerli

 

AKP Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu ; Başbakan Yıldırım’ın başbakanlığında “Kürt sorunu”nda yeni bir döneme girileceğini, “milli ve yerli bir Kürt politikası”nın geldiğini” söyledi.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” dediği, “tekrar masaya dönülmeyeceğini” söylediği konuda farklı bir noktaya gelindiği görülüyor.

 

HDP’lilerin “mahkemede anlatacağız” dedikleri konular bu yeni süreci nasıl etkileyecek onu da düşünmek gerekiyor.

 



***

 

Üç ayrı CHP ve Kılıçdaroğlu / Emin Pazarcı / Akşam

 

Dörtten, hatta beşten bile bahsedilebilir, ama dokunulmazlıklarla ilgili anayasa değişikliği oylamasında üç ayrı CHP ortaya çıktı…

Birinci gruptakiler, HDP ile aynı çizgide yürüyenler. Sezgin Tanrıkulu gibi isimler bunlar. Yanlış yerdeler, aslında olmaları gereken siyasi oluşum CHP değil, HDP. Onlarla birlikte yatıp, onlarla beraber kalkıyorlar.

Bunlar anayasa değişikliğine “ret” oyu verdiler.

İkinci gruptakiler, gelenekten gelen CHP’liler. Diğerleri gibi değil, yerlilik ve millilik vasıfları var. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü konusunda hassaslar. Tabanda yükselen tepkiyi de görüyorlar.

Onlar anayasa değişikliğine “kabul” dediler.

Üçüncü grupta ise dünyayı kendi ekseninde dönüyor sananlar var. Onlardan fezlekeleri bulunanlar, kendilerini kurtarmak ve hakim karşısına çıkmamak için “hayırcılar” arasında yer aldılar.

Peki ya Kemal Kılıçdaroğlu? O ne yaptı, nasıl davrandı? Öylesine çelişkili tavırlar sergiliyor, öyle tutarsız açıklamalar yapıyor ki, Kılıçdaroğlu’nun nasıl davrandığını tahmin etmek çok zor. Kılıçdaroğlu bu, ret oyu da kullanmış olabilir, kabul oyu da!

TBMM’deydim…

Oylamanın hemen ardından CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel kameraların karşısına geçti, açıklama yaptı. Anayasa değişikliklerinde partilerin grup kararı alamayacaklarını söyledi, CHP’li milletvekillerinin hür iradeleriyle oy kullandıklarından bahsetti. Ak Parti ve MHP’yi, anayasayı çiğnemekle suçladı.

Unuttu herhalde, Kılıçdaroğlu da birkaç gün önce televizyona çıkıp, atıp tutmuştu… “Korkmuyoruz” demişti:

-Biz bu değişikliğe evet diyeceğiz.

Ama ben “Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri parti grubuna müdahale değil mi?” diye sormayacağım. O’nun da “hukuku çiğnediği” ya da “hukuka saygısızlık ettiği” yorumunu yapmayacağım. Hatta yaptığı açıklamaya hak bile vereceğim.

Bizim öyle bir Anayasamız var ki, adeta çiğnenmek için kaleme alınmış. Kılıçdaroğlu’nun da yaptığı budur. Çiğnenmek üzere konulan bir kuralı çiğnemiştir!

Çünkü, dünyanın hiç bir ülkesinde yok böyle bir gariplik. Neymiş, partiler anayasa değişiklikleri ile ilgili grup kararı alamazlarmış, oylamalar gizli yapılırmış.

Niye? Milletvekilleri seçmenden mi kaçıyorlar?

Sen sürekli olarak halkın karşısına geçip, “Bu anayasa değişmelidir” diyeceksin. 1982 Anayasasını yerden yere vuracaksın. İş değişikliğe geldiğinde, seçmen senin ne yaptığını bilmeyecek. Oy kullanma kabininin içine girip saklanacaksın.

Oysa tam tersi olmalı. Anayasa değişikliği oylamaları açık yapılmalı. Seçmen de oy verip Parlamentoya gönderdiği temsilcilerinin ne yaptığını bilmeli.

Zaten bu “gizlilik” düzenlemesi 1982 Anayasasında yoktu. 1987’de, Turgut Özal döneminde askeri vesayetten kurtulmak için getirildi.

Belki o gün için doğruydu ama bugün değil! Böyle bir düzenleme olur mu? Böyle bir gariplik dünyanın hiçbir yerinde de yok. Milletvekillerimiz, adeta suç işler gibi kabinlerin içine saklanıp, oy kullanıyorlar. Ne saklıyorsunuz milletten?

 

***



4 yıl nal toplatır / Erman Toroğlu / Fotomaç

 

Beşiktaş ‘feda’ dedi, ‘cefa’ dedi, sonunda şampiyon oldu. Belli paralarla-prensiplerle güzel işler yaptılar. Doğru bildiği yolda devam eder, ‘ayağına sıkmazsa’ 4 yıl daha F.Bahçe ile G.Saray nal toplar

Beşiktaş önce 'feda' dedi, paraları kıstı, sonra musluğu kıstı. Sonra 'cefa' dedi, Türkiye'nin dört bir yanında maç yaptı.

Aziz Yıldırım'a gitti Fikret Orman, 'Sizin sahanızda oynayabilir miyiz?' dedi. Aziz Yıldırım'ın cevabı enteresan!

'Sen önce bir Galatasaray'a git, onlar 'evet' derse ben de stadı vereceğim' dedi. Fikret Orman bunun üzerine Galatasaray'a gitti. Lise mezunlarından kurulu olan Galatasaray Yönetimi 'hayır' cevabını verdi. Yani Fikret Orman iki taraftan da ret aldı. Galatasaray vermeyince, Fenerbahçe de vermedi sahasını. Konya'da Ankara'da oynadılar, Olimpiyat Stadı'nda oynadılar, Başakşehir'de oynadılar. Bu karşı tarafla olan mücadeleleri...

Bir de kulübün içinde liderlik yarışı vardı. Ahmet Nur Çebi ve ekibi ile...

Ayrıca bir de Mete Vardar sorunu...

Yani tabiri caizse Çarşı da karışıktı.

Siyah-beyazlılar hem şampiyonluk mücadelesi verdiler rakipleriyle, hem de içerde bir liderlik kavgası... Sonunda liderlik savaşı da Fikret Orman'ın lehine bitti, Beşiktaş da şampiyon oldu.

Yeni bir dönemi başlattı

Aslında Beşiktaş'ın bu seneki şampiyonluğunun arkasında yatan olay şu...

Kulüp içi çekişmeleri her takımda olabilir.

Ama Beşiktaş belli paralarla belli prensiplerle öyle güzel işler yaptı ki;

Fikret Orman'ın söylediği bir cümlede olduğu gibi 'Herkesin bir düşündüğü bildiği vardır ama bir de Allah'ın bildiği vardır...' Sonucunda belli bir yere geldiler.

Aslında Beşiktaş'ın bilerek veya bilmeyerek bu seneki başarısı, Türk futbolundaki bir dönemin bitişi, bir dönemin başlangıcıdır. Yani milattan önce, milattan sonra diyebilirsiniz.

Burada bir dakika duralım...

Eğer Beşiktaş sistemini değiştirmez, şirazesini şaşırmazsa; bu bildiği doğru yolda devam ederse önümüzdeki 4 yılda bu Fenerbahçe ile bu Galatasaray nal toplarlar ve bu Beşiktaş çok büyük işler yapar.

Buradaki büyük tehlike Beşiktaş'ın içindeki grupların birbirlerine silah sıkması olur.

Yani ayaklarına...



***

Fenerbahçe’nin uğursuz 1’i var! / Serdar Ali Çelikler / Haberturk



Denizli’deki o meşhur maç; Appiah’ın atamadığı, ya da Rüştü’nün tutamadığı o 1 gol!

Kadıköy’de Burak’ın tarak kemiğine çarpıp giren o 1 gol, ya da 10 pozisyonda içeri atılamayan o 1 top!

Sezonda 74 maç kazanıp 75. maçta, yanı o son 1’de kaybedilen Voleybol Avrupa Kupası!

Bayan baskette her sene yendiği G.Saray’ı en önemli maçta, son 1 kez yenemeyip Avrupa Şampiyonluğu’nun kaybedilmesi!

Euroleague finalinde, atılamayan 1 serbest atış; son 20 saniyedeyken 83-81 öndeyken yapılmayan 1 faul, son 4 saniyeye kadar yapılan savunmaya karşın alınamayan 1 ribaund, kalan 1.9 saniye içinde oynanamayan son oyun.. Hep 1 ile kaçan erkek basketbolda tarihi şampiyonluk!

Geçen sene Emenike’nin performansı ortadayken alınmayan 1 forvetin sonucu! Bu yıl RvP ile Şişmandao’nun hatta Diego’nun hali belli iken yine devre arasında alınmayan 1 hücumcunun maliyeti!

Osmanlı maçında kaleciyi de geçen topun RvP tarafından içeri atılamaması ile, G.Saray maçında yine RvP’nin, Fernandao’nun, Nani’nin özellikle Volkan Şen’in o 1 topu içeri atamaması ile kaybedilen puanlar ile el sallanan şampiyonluk!

Hep 1 ile kaçan büyük ve tarihi başarılar. Biliyorum hiçbir rasyonelliği yok söylediklerimin. Ama sizce de Fenerbahçe’nin ‘Uğursuz 1’i var değil mi?

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum