Medya Arkası

Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde MHP'deki genel başkanlık yarışı, Avrupa Birliği'indeki kaos ve hayatını kaybeden Yaşar Nuri Öztürk'ün hayatı vardı.

Medya Arkası
24 Haziran 2016 - 13:54
Yatırımcının beklediği paket / Fatih Çekirge / Hürriyet



OKTAY VURAL'IN SÖZÜ NE ANLAMA GELİYOR

İSTİFASINDAN bir gün önce sohbet etmiştik...

Sormuştum:

- Bu kadar yakın çalışıyorsunuz... Grup başkanvekilisiniz... Devlet Bey bu kararları alırken size bir şey danışıyor mu?

Cevap:

- Hayır, sormuyor...

Aslında bu söz bile istifa sinyaliydi.

Nitekim geldi.

Belli ki Devlet Bey parti içinde kendisine göre bir güven çemberi kurmuş.

Ya da saflarını zaten belirlemiş. 

Bütün bunlar gösteriyor ki...

MHP’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Kongre sonrasında kim kazanırsa kazansın...

Ciddi bir sarsıntı yaşanacak.

 

***



İlahi Binali Bey / Ahmet Hakan / Hürriyet



BAHÇELİ BİLE BU KADAR İÇERLEMEMİŞTİR

MHP’nin önemli isimlerinden Oktay Vural, Bahçeli karşıtı saflara geçti ya...

İktidar medyasında Oktay Vural’a sallayan sallayana...

Kimi “paralel Brutus” diyor.

Kimi “Bahçeli’yi satışa getirdi” diyor.

Kimi “Sırtından hançerledi” diyor.

İktidar medyası Oktay Vural’ın muhalif saflara geçmesine o kadar içerlemiş durumda ki...

Devlet Bahçeli bile bu kadar içerlememiştir.



MERAL AKŞENER NASIL BİR PROJE?

İKTİDAR yanlısı biri çıkmış “Meral Akşener’in bir projedir” diyor.

Peki nasıl bir projeymiş?

Şöyle bir proje:

AK Parti iktidarını geriletmek üzere oluşturulmuş bir proje...

Kardeşim!

Meral Akşener, rakip partinin genel başkan adayı.

Onun hedefi tabii ki sizin iktidarınızı geriletmek olacak.

Güldürmeyin adamı.

Sinirden.



***



Yetti artık / Rauf Tamer / Posat



Eğer Müslüman bir ülkeyiz diye bizi AB'ye almıyorlarsa... 

Ve almayacaklarsa. 

Bizi sahiden oyalıyorlarsa... 

Ve oyalayacaklarsa. 

Niye ısrar ediyoruz? 

Bendeniz Avrupa Birliği'ne karşı değilim. Oraya girelim diye yıllardır çırpınanların içinde ben de varım. 

Ama istenmediğim yerde işim ne? 

Deli miyim ben? 

Sürekli istiskal edilmeye mecbur muyum? 

Türkiye uygar bir kulübe üye olacağım diye bir 53 yıl daha mı katlansın bu hakaretlere? 

Hayır. 

Şöyle yapabilir: 

Kulübün bütün kriterlerini yerine getirir, Avrupalı gibi olur ama üye olmayıverir vesselam. 

Diyeceksiniz ki: 

- Kestirip atmayalım. 

Atmıyoruz. 

Ama adamların mızıkçılığı bitmiyor. Şu vize meselesini bile ne hale getirdiler, alsınlar kafalarına çalsınlar. 

Hatırlayınız. 

17 Aralık 2004'te bu iş ciddiye bindiğinden beri, Avrupalıların kaypaklığı da iyice artmaya başladı. 

Birdenbire çıldırdılar. 

Önümüze hendekler kazdılar, barikatlar kurdular. 

Yeter artık.

Beyefendilerin kulübüne üye olacağım diye kendimden vazgeçemem. 

Benden paso. 

Not: Bu gidişle 10 Temmuz Kurultayı da yetmez. 

Bir Kurultay daha lazım. 

MHP "Ana Muhalefet Partisi olacağız" derken acaba "Kurultaylar Partisi olacağız" demek istemiş olabilir mi? 

Özendiği şeye bakın. 

 

***



Türk milleti adamın... / Yavuz Semerci / Habertürk



ÜZÜLMEDİM

Milli Takım’ın bir üst tura yükselmemiş olmasına fazla takılmadım. Sevinmedim elbette ama üzülmedim de. Bir üst tura çıkıldığında haddimizi bildirecek teknik direktör veya futbolcuların varlığı fazlasıyla rahatsızlık verici olacaktı. Milli Takım’ın parçası olan spor adamlarının anlaması gereken şu: Biz yenilgiye değil, ruhsuzluğa, mücadele yetersizliğine kızıyorduk. Üstelik bu kadar para alınmışken.

Primler, reklam gelirleri, maaşlar inanılmaz. Hani öyle bir noktaya gelinmişti ki artık toplum, futbolculara para karşılığı milli heyecan yaşayan insanlar gibi bakmaya başladı. Reklamda milli forma ve ruh konusunda bize ders veren (sanırım birkaç milyon TL alan) Fatih Terim ve oyuncular (ahlaksız eleştiriler haricinde) toplumsal tepkiye hoşgörüyle yaklaşmalıydılar.

Örneğin, son maç. Emin olun o gün orada Çekler bize en az 4 gol atabilirdi. Ve emin olun orada bulunanların hiçbiri takımı ıslıklamaz, yuhalamazdı. Çünkü sahadaki her bir oyuncu formasını terletmiş, koşan, çarpışan, mücadele eden insanlardı. Futbol kalitemizin yetersizliği ise bir başka konu; otoriteler ve kulüpler bu konuda gerekli adımları atmazlar ise Milli Takım’ımızın zaten bir başarı şansı olmayacak.

 

AB’DEN AYRILALIM MI?

Sanırsınız ki, Türkiye AB standartlarını sindirmiş, demokrasi açığını kapatmış, insan hakları konusunda ilerlemeler kaydetmiş, hukuk düzenini oluşturmuş, buna rağmen AB bizi kapıda bekletiyor? Sanırsınız ki AB, Türkiye’nin bölünmesini istiyor? Sanırsınız ki kişi başı gelirden AB ülkelerinin en fukarası olan Türkiye bu durumu aşmış, kişi başı 30-40 bin dolarla AB’yi yutmaya hazırlanıyor?

Velev ki, bir referandum yaptık, seçmeni manipüle ederek AB ile müzakereleri bitirdik ve bu defteri kapattık. Gümrük Birliği’nden çıktık. Unutmayın ki Türkiye bu yola ağır bir AB düşmanlığı yaratmadan giremez. Yani Avrupa açısından Türkiye de artık istenmeyen ülke konumuna gelecektir.

Bu, turizmden yabancı sermayeye kadar pek çok alanda Türk ekonomisini sıkıntıya sokan bir süreç demek. İhracatınızın yüzde 50’sini oraya yapamaz hale gelmek demek. Fabrikaların kapanması, ithal ürünlerin pahalanması demek. Elbette AB açısından da sıkıntıları olacaktır. Ama bizim dayanma gücümüz yok. Sadece biz bilmiyor olabiliriz. Bir yerde büyük altın madeni, petrol kaynağı, doğalgaz yatağı filan bulunduysa durum başka. Eğer hazine bulduysak, değerli yalnızlığı sorun etmeyebilirsiniz!



***



Karanlığa meşale / Yılmaz Özdil / Sözcü



En ufak tıkırtının bile ürkütücü yankılara dönüştüğü, derinliği belirsiz klostrofobik mağaranın içinde, elinde meşaleyle, zifiri karanlığın üstüne yürüyen tek başına bir adam.

Yaşar Nuri Öztürk buydu.

Tanıdığım en cesur insandı… Ömrü hayatında gazete bile okumamış zır cahil kalabalıklara, mushaf'ı anlatmaya çalıştı.

Tehdit edildi.

Linç edildi.

Sürmene bıçağıydı…

Lafını esirgemedi.

Yobazla

Hurafeyle

Safsatayla

Üfürükçüyle

Din bezirganıyla mücadele etti.

“Yobazın olmadığı her yer cennettir, kadın yaktınız, ozan yaktınız, köpek yaktınız, orman yaktınız, yobaz varken cehenneme gerek yok” dedi.

Bu topraklarda Nutuk'tan sonra yazılmış en değerli kitabı… Cumhuriyet'in manevi manifestosu “Allah ile Aldatmak”ı kaleme aldı.

“Ben namussuz ateist görmedim ama, namussuz dinci gördüm, Türkiye'nin en büyük açığı namuslu adam açığıdır” dedi.

“İyi insan olmak için Müslüman olmak gerekmiyor ama, Müslüman olabilmek için iyi insan olmak gerekiyor” dedi.

“Mustafa Kemal devrimleri aklın prangalarını kırdı, bugün Türkiye'de Atatürk'e nankörlük yapanların Allah'ı kitabı olabilir mi” dedi.

Turnusol kağıdı gibiydi.

Gerçekleri anlattıkça, kimin ne mal olduğu hemen ortaya çıkıyordu.

Samimi dindarsan mesela…

Onu dinlerken ruhunun gözü gönlü açılıyordu, gülümsüyordun.

Yok eğer kindarsan…

Onu dinlerken suratının rengi değişiyordu, kızarıp bozarıyordun!

Kendi kendisine vermişti bu görevi…

Kendi başına üstlenmişti bu ağır sorumluluğu.

Tek başına yürüdü karanlığın üstüne.

Tanıdığım en cesur insandı.

Ve, korkunun ecele faydası yoktur.

Sorumluluk sırası artık hepimizdedir…

Yaşar Nuri Öztürk'ün meşalesini taşımak, kitaplarını okumak, okutmak, her yurtseverin görevidir.

 

***

 

İç ve Dış Siyasette Revizyon İhtiyacı / Lütfü Şahsuvaroğlu / Vahdet

SİYASETTE TAŞLAR YERİNDEN OYNAYACAK 

Zaten iç siyasette de taşlar yerinden oynuyor. Aslında taşlar yerinden oynadı da kaidenin üzerindekiler henüz birbirlerine çarpıp devirmediklerinden oyuncular ne kadar sallansa da devrilmiyorlar. 

MHP’deki değişim ihtiyacı artık sadece kendisini ilgilendirmiyor. MHP mutlak surette yönetim değişikliğine uğrayacak ve bu bazı çevrelerin zannettiği gibi MHP’nin üçe bölünmesi biçiminde değil doğrudan iktidar talepleri ile ve donanımı ile olacak. Kim ne derse desin… 

Paralel yaygaralarının tam tersine tesir yaptığı ortada… 

Meral Akşener etrafında toparlanacak ülkücü hareket hem kitle partisi olarak ülkeyi yönetebilecek kadrolarının olduğunu âleme gösterecek hem de fikir partisi kimliğiyle mensuplarına onurlu bir geçişi yaşatacak.

Meral Hanımın bulunmaz Hint kumaşı oluşundan değil bu… 

Halkta karşılığı oluşundan. 

O yüzden statüko “iktidar bizi bozar” türünden lakırdılara meylediyor. Oysa bunda da paralel suçlamasında da ülkücü harekete çok büyük bir iftira kampanyası var. 

İktidar niçin bozsun sağlam mayayı? 

Paralel mi vardı ya eskiden? 

Bin yıllık mayanın terkibi evet suhuletle büyük dirilişe kapı açacaktır; kurultayını yapacaktır.  

Kırmadan dökmeden… Mazbatayı aldıktan sonra bütün vatan evlatlarına -sadece ülkücülere de değil- yer verecek bir MHP eskinin gönül seferberliği ile birlikte AKP’nin istikrar adına çektiği kamuoyu desteğini de alarak yeni bir sağ iktidar –fakat sosyal demokratların da onayını alacak bir sağ iktidar- nasıl gerçekleştirilir bunu başaracak. 

Yok, MHP değişime direnirse hem tarih hem millet önünde gerçekten büyük bir vebalin altında ezilecek. 



“MASUM DEĞİLİZ HİÇBİRİMİZ” 

Temmuz ayı içinde yapılacak kongre suhuletle atlatıldığı takdirde MHP yeni dönem siyaset dünyamızın ıslahı için gerek ve yeter şart olarak tebellür etmektedir. Değişim ihtiyacıyla meydana gelecek yeni yönetişim etrafını saran intikamcıların insafına terk edilmemelidir.  

Mevcut yapının içinden de yıpranmamış kadroların yeni kadrolarla uyum içinde çalışmasıyla MHP, her ne kadar adında milliyetçi ifadesi olan bir partinin iktidar yapılmasına karşı iç ve dış güçlerce bir takım tezgâhlar çevrilmek istense de daha geniş Türkiye ve dünya kamuoyu desteğiyle uluslararası camia açısından da ehven olanı temsil edebilecek. 

Zira CHP’de iktidar olabilme imkân ve kabiliyeti görülmüyor. AK parti içinde de denenebilecek hiçbir şey kalmadı. Tek adam yönetişimi 12 Eylül’ün şikâyet ettiği bir siyasi mirastı ama yaptırımları tamamen tersine bir Türkiye siyaseti ortaya çıkardı. Bu sadece AKP meselesi değil. Bütün siyasi partiler bu ülkenin yükünü taşıyabilecek omuzlara artık sahip değiller… 

Türkiye de yeni bir anayasa yaparak bu 12 Eylül darbesinin statükosunu bozamadı… 

Lider sultaları daha korkunç-laştı… 

Parti içi demokrasinin olmayışı ve oligarşinin king yasası İnsan karakterlerini de bozdu. Sahte kahramanları türetti. 

Rantiyeyi besledi… 

Samimiyet, mesuliyet, sadakat, merhamet, fedakârlık, vefakârlık, hürmet, hikmet, irfan, kanaatkârlık, diğergamlık ve aşkın iklimini bozdu. İnsanları hatta kahramanları bozdu… Artık hepimiz Sezen’in şarkısının muhatabı olduk. “Masum değiliz hiçbirimiz…” Özetle iç ve dış siyaset ihtiyacı bakımından Türkiye avantajlarını öyle sürekli halı altına süpüremez. Potansiyelini üç kuruşluk istikrar adına tüketemez. İster istemez erken seçim kapıdadır. 

Bu ihtiyaç hem eskinin hem yeni Türkiye taleplerinin mütemmimidir. 

Yeni bir seçime doğru gitmekteyiz. 

Haydi hayırlısı…

 

***



AB numarası sona erdi!.. / Mehmet Türker / Sözcü



Avrupa Birliği aslında AKP iktidarının en büyük numarasıydı…

Bu numara açığa çıkmıştı, ama resmiyete dökülmemişti…

İşte şimdi bu oldu…

Recep Bey önceki gün iki “Eyyy” çekti…

Biri Avrupa Birliği'ne…

Diğeri AB Komisyonu Başkanı'na…

“Eyyy Başkan sen Türk Milletini tanımadın be” diyor ve devam ediyor:

“Biz milletimize gideriz, AB ile müzakerelere tamam mı devam mı diye sorarız…”

Şimdiden söyleyeyim, “AB ile devam mı?” diye referanduma gidilse kesin “Hayır” çıkar!..

Zira öyle bir kampanya başlar, mehter marşlarıyla öyle mitingler düzenlenir, “yerli ve milli” nutukları atılır, öyle bir hamaset yapılır ki havada karada tavada iş biter!..

Bakınız, Recep Bey şimdiden bağırmaya başladı:

“Halkın çoğunluğu Müslüman olduğu için Türkiye'yi kabul etmiyorsunuz”

Miting meydanlarında bu laf bile tek başına yeter!..

Avrupa Birliği'nin bir “Hristiyan Kulübü” olduğu da halkın beynine yeniden yerleştirilirse sandıktan “Hayır” çıkartmak çocuk oyuncağıdır!..

Liderini başkan yapmaktan başka hiçbir amacı olmayan Başbakan Binali de bakınız ne diyor?

“ Varsın olmaz olsun vize muafiyeti”

Bu arkadaşların geldiği dünya, zaten AB'ye çok uzaktır ve o dünya AB'yi “Hristiyan Kulübü” olarak görmektedir…

Zamanında hocaları Erbakan, “Avrupa Birliği Hıristiyan Kulübüdür” diye bas bas bağırıyordu!..

Recep Bey yıllar önce “Demokrasi amaç değil, araçtır… Tramvaya benzer binersin, durağa gelince inersin” diyordu…

İktidara işte o tramvayla geldiler, görüntüde AB'nin en isteklisi oldular…

Unuttunuz mu?..

AB ile müzakere tarihi aldıklarında bunu çok büyük bir başarı olarak gösterip Ankara'da gündüz vakti havai fişekler patlatarak miting yaptılar, sevindirik oldular!..

Bizim saftirik veya hain aydınlar da inandılar, “Bunlar çok demokrat adamlar” diye desteklemeye başladılar…

AB'ye girmek için Kıbrıs'ı verip kurtulmayı, Denktaş'ı harcamayı göze almışlardı…

Ama artık o demokrasi tramvayında da değillerdi…

İktidara tam olarak yerleşmişler, yasama-yürütme-yargıyı kontrol altına almışlardı…

Amaca ulaşmışlar, tramvaydan inmişlerdi!..

Nedir biliyor musunuz?..

Demokrasi insan hakları, özgürlükler bunlara ağır geldi…

“Terörle mücadelemizi engellemek istiyorlar… Teröristlere iyi muamele yapmamızı istiyorlar” filan diyorlar ya…

Hiç alakası yok!…

AB diyor ki:

“Muhalefeti sürekli terör kulpu takarak susturmaya çalışıyorsunuz… Akademisyenleri terör örgütü propagandası yapıyorlar diye içeri attınız… Basın özgürlüğü yok, hak ve özgürlükler zincirlenmiş vaziyette”

Yanlış mı?..

İşte son olarak bir gazetede sembolik yayın yönetmenliği yapan aslında gazetecilikle de ilgisi olmayan biri kadın profesör üç aktivist tutuklandı ve haklarında 14 yıl hapis cezası isteniyor…

İyi ki idam cezası kalkmış; kalkmamış olsa ipe de çekebilirlerdi!..

Türkiye'nin bu “İslamcı” hali, dini siyasete alet etmesi, radikal İslamcı terör gruplarıyla al takke ver külah olması ve demokrasinin ırzına geçilmesiyle AB'ye girmesi asla mümkün değildi…

Bu iktidar AB ile müzakerelere devam etmeye veya AB'ye girip rahatını bozmayı istemiyor…

Demokrasi, ifade özgürlüğü ağır geldi bunlara…

Kuvvetler ayrılığı yerine “kuvvetler uyumu”, bu uyumun da Saray'a bağlanması ve…

Türk tipi başkanlık gündemdeyken ne işimiz var Avrupa Birliği'nde…



***



AVRUPA’NIN AKLA ZİYAN TALEBİ!. / Mehmet Tezkan / Milliyet



‘IŞİD kafası’ seslerini kesti

Firuzağa plakçı baskınını biliyorsunuz.. Koreli plakçının dükkânında düzenlediği Radiohead etkinliği içki içiliyor diye saldırıya uğramıştı..

Cam çerçeve inmiş, kafa göz yarılmıştı..

İktidarcı gazeteler olayı perdelemek için anında senaryo yazdılar.. Neredeyse hepsi aynı manşetlerle, aynı senaryoyla çıktı..

*

Z.B. adlı kadın çocuğuyla oradan geçerken etkinliğe katılanlar laf atmış, küfretmiş, o da eve gelip kocasına anlatınca olaylar gelişmiş.. Koca içkili tacizcilerle konuşmak için dükkâna gitmiş ama kendisine de küfredilince çileden çıkmış..

Olayın aslı buymuş..

*

Nasıl senaryo!. Kabataş yalanını anımsatıyor değil mi?

Orada da çocuklu bir kadına göstericiler taciz etmişti.. Ama onların sayısı fazlaydı.. 70-100 kişilerdi, deri eldivenliydiler, üstleri çıplaktı..

Firuzağa’da böyle durum yok.. Senaryoda tacizciler yine var da özel kıyafetleri yok!..

Ne tesadüf!.

Gezi protestoları sırasında Kabataş’ta tacize uğrayan çocuklu kadın Z.D idi..

Firuzağa’daki Z.B..

*

Bu tür yayınlar doludizgin giderken.. ‘Gezi denemesi bozuldu’ başlığıyla saldırganlar kutsanırken.. 

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü aynen şu yorumu yaptı:

‘Son derece çirkin saldırı. Oruç tahammüldür. Bu maalesef IŞİD kafasıdır’

*

Saldırıyı meşrulaştırmaya çalışanlar donup kaldı.. Firuzağa’ dan Kabataş çıkarmaya heves edenler şoke oldu..

Çaresiz, seslerini kestiler..

 

***

 

Hatalardan ders alma zamanı / Necati Özdeniz / Fantik



Bir insanı erdemli yapan davranışlar nedir diye sorarım kendi kendime bazen. Bu soruma verdiğim yanıtlardan birisi, hataları kabullenmek, önerileri, eleştirileri dinlemek ve tüm bunların sonucunda da kişisel gelişime katkı yapmak. Tabii ki erdemli bir insan olmanın tek koşulu bu değil belki ama, eminim bu vasıf ciddi bir yer tutuyor. Bizim insanımız duygusaldır, hassastır ve ne yazık ki eleştiriye de kapalıdır. Diğer bir yandan, bizim toplumumuzda eleştiri mekanizmasının acımasız çalıştığına çok şahit olmuşuzdur. Kaş yapayım derken göz çıkarmalarımız çok vardır, eleştirinin dozunu kaçırıp, hızımızı alamayıp eleştiri boyutlarını bambaşka yerlere taşımak da sanırım bizim bir defomuz... Yani ne eleştiri dinleyebiliriz ne de eleştirmeyi biliriz. Ne kötü bir huy değil mi?

Asıl iş, ses getirmek

Milli Takımımız hepimizin takımı, bir kulüp takımı değil. Ay-Yıldız şemsiyesi altında toplanan bir milletin, Ay-Yıldızlı armayı tam kalbinin üzerinde taşıyan bir formayı sahiplenmesi ve bu forma üzerinde hak iddia etmesi kadar doğal ne olabilir? Arka arkaya alınan 2 mağlubiyet değil insanımızı çileden çıkaran. Millet olarak bizi yıldıran, isyan ettiren konu, sahada ruhunu ortaya koymayan ve gerçekten hırs adına varlık gösteremeyen oyuncularımızdı.. Ve bir isyan dalgası sonucunda herkes kendine geldi diye düşünüyorum. Bu isyanın ortak söylemi, “Buraya gelmek, Avrupa Şampiyonası’nda olmak elbette başarıdır. Ama iş burada bitmiyor... Asıl iş, bu turnuvada yeri göğü inletmek olmalı.” İşte tüm ülkede bu vizyon, bu amaç, bu istek vardı.

O zaman isyan ettik

Ne zaman ki sahada oynanan futbol bambaşka bir görüntü verdi, işte o zaman milletçe ayağa kalkıp, isyan ettik. Hazmedemedik çünkü mücadele yoksunluğunu. Bu isyanın ardından, belki de içlerinde dünyanın en yetenekli oyuncuları olan ekibimiz, silkelendi ve kendine geldi. Ama ne yazık ki geç kaldık, bu sefer şansımız yaver gitmedi... Kendi göbeğimizi kesmek yerine başkalarına umut bağladık. Biz bitti demedik ama İrlanda bizim yerimize bitti dedi... Hem de tam umutlar yeşermişken, tüm ülke sevinçten ayağa kalkmışken çakılıverdik. Böylesi daha acı oldu. Sevgili Arda, Çek Cumhuriyeti maçı sonrasında bir demeç verdi. İçi buruk, boğazı düğüm düğümdü ve tüm ülke olarak bunu hissettik. Dedi ki konuşmasında, “Kötü oynayabilirim, kötü performans gösterebilirim ama adamlığıma kimse laf etmesin.” Çok haklı bence...

Sadece futbol konuşulmalı

Zira hangimiz Arda ile bir hayatı paylaşıyoruz? Maçta görüyoruz, röportajlarını dinliyoruz, zaman zaman da sosyal medyadan yaptığı paylaşımlarla hayatı hakkında ipuçları yakalamaya çalışıyoruz. Hepsi bu... Dedim ya, eleştiride kantarın topuzunu çok kaçırıyoruz. Bizim Arda’yla ya da başka bir futbolcu ile olan ilişkimiz yeşil sahada ve o sahayı çevreleyen beyaz çerçevenin içinde. Ancak kimsenin insanlığına laf etmeden, maksadını aşmadan, sadece futbol konuşarak eleştirmek bu milletin hakkı diye düşünüyorum.. Ve bu ölçülü eleştiriler sonrasında, futbolcu kardeşlerimizin kendilerini sorgulayabilmesi de bence büyük bir erdem. Fakat hep bardağın boş tarafı görüldüğü için, kimse yapıcı eleştirileri duymaz oluyor.  

Yine pay çıkarmıyoruz

Bir mahalle kavgası edasıyla verilen röportajlara, açıklamalara ve tavırlara şahit oluyoruz. Yine ders almıyoruz, yine kendimize yapılan eleştirilerden pay çıkarmıyoruz, daha iyisinin nasıl olacağını hiç sorgulamıyoruz. Ayrıca bir şeyi merak ediyorum, İspanya medyası en ağır eleştirileri yaparken Arda kardeşimizin tavrı ne oluyor? Çünkü orada sadece futbol konuşuluyor ve futbol üzerinden eleştiri yapılıyor. Biz ülke olarak takımımıza çok güvendik, çok inandık... Sayısız marşlar besteledik, destek için filmler çektik, futbolcularımızı ve teknik heyetimizi baştacı yaptık. Sadece futbolcular olmayacaktı yeşil sahada. Biz olacaktık, Karadeniz olacaktı, Ege olacaktı, Doğu Anadolu olacaktı...

Başarı da gelmedi

Tüm coğrafya olarak sahada, tribünlerde, evde, bulunduğumuz her yerde nefesimiz kesilene kadar destek olacaktık. Bu inançlarla yaşadığımız Avrupa Kupası heyecanı, kocaman bir hayal kırıklığı oldu ne yazık ki. Bu sefer yapamadık, birlik olamadık, biz olamadık ve doğal olarak başarı gelmedi. Şimdi geçmişi bırakıp hatalardan ders alma zamanı olmalı. Psikolijisiyle, teknolojisiyle, bilgiyi kullanma ve analiz etme becerisiyle daha güçlü olmalıyız. Futbol kültürümüzü, düşünme becerimizi, zorluklarla başa çıkma yetkinliğimizi hiç olmadığı kadar geliştirmeye ihtiyacımız var. Önümüz 2018 Dünya Kupası ve bizim az zamanımız kaldı. Bu ülke, bu güzel insanlar hayalleri, başarıları ve gururu fazlasıyla hakediyor. Hadi o zaman, yeniden başlayalım...



***

Statü değişmeli / Rıdvan Dilmen / Sabah



Üçüncü maçı oynamadan İtalya rotasyonun babasını yapmış. Bu statünün azizliğidir. Bana kalırsa Avrupa Şampiyonası’nın statüsü mutlaka değiştirilmelidir

Hayal kırıklığına uğradım ama hayat devam ediyor

İki maçı birden izlemektense ilk 15 dakika hangi karşılaşmayı izleyeyim diye baktım. İrlanda Cumhuriyeti maçını izlerken, İrlanda'yı zayıf olan taraf olarak gören bir spor adamıyım. Ancak İrlanda sanki karşısında rakip yok gibi oynadı. Maçın tamamında tek kale oynadı. İtalya rotasyonun babasını yapmış. Bu da statünün bir azizliğidir. Daha üçüncü maçı oynamadan rakibe göre rotasyon yaptırıyor. Büyük bir kısmetsizlik... İkinci maç sonunda İspanya'yla eşleşiyorsunuz. Bir kere ora- dan bir kırıklığımız var.

Zaman zaman Belçika maçını açıp geriye döndüğümde hep İrlanda bastırıyordu. İtalya iyi savunma da yapamadı. Biz 2-0 kazandık ve maalesef cumartesi hesapları yaparken, 'Galler iyiydi kötüydü' derken başımıza bu geldi. Futbol öyle bir oyun ki ben de hayal kırıklığına uğradım. Yine de hayat devam ediyor... Önemli olan Milli Takım'ın oraya gitmesi ama dramatik bir elenme oldu. Çok takımı dramatik durumda bırakmıştık. Kendi işimizi 2-0'la yaptık ama beklemediğimiz yerden darbe geldi.

En sert grup bizdik. Bizdeki skorların hepsi bence normal bitti. Maçlar, olabilecek sonuçlarla bitti. Ama İtalya'nın grubunda maçlar olması gerektiği gibi oynanmadı. İtalya'nın grubu ters bitti. Bence Galler'in grubu ters bitmişti. Bizim grubumuz düz bitti.

Çok teknik analiz yapmak istemiyorum. Tolunay Kafkas Hoca ziyaretime geldi sağ olsun, bir tespitte bulunmuş. Bu Avrupa Şampiyonası'nda sağ bek oyuncularının çok hücumcu olduğunu tespit etmiş. 'Sağ beklerin ön planda olduğu bir turnuva olmuş' dedi. Milli takımla ilgili teknik analizler yapmamız doğru değil. Şu anda nakavt durumdayız.

Ben kesinlikle statünün değişmesi gerektiğini düşünüyorum. 3 beraberlikle çıkan bir takım var. Örnek Portekiz... 2-0 kazanan bir takım var ve kaybettiği takımlar İspanya ve Hırvatistan. Buna rağmen eleniyorsunuz. 3 puanla ve 3 beraberlikle elenmekte dramatik olurdu. Bu statünün değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Duygularımız 24 saatte bir anda değişti. Hatta 4 dakikada değişti.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum