Medya Arkası yazarlar

Köşe yazarlarının bugünkü yazılarında ağırlıklı olarak dün gerçekleştirilen MHP'nin olağanüstü kurultayı vardı.

Medya Arkası yazarlar
20 Haziran 2016 - 11:12
MHP / Tasha Akyol / Hürriyet



MHP'de delegelerin isteğiyle olağanüstü kongre yapılmış olması birkaç bakımdan son derece önemli...

Bizde bütün sağ partilerde, en yoğun olarak da AK Parti’de lider kültü ve “yukarıdan”aşağıya bir işleyiş vardır. MHP ise öteden beri “lider, doktrin, teşkilat” düşüncesinin egemen olduğu bir partidir. Bu yapıda parti genel merkezine rağmen dün “aşağıdan” gelen bir hareketle olağanüstü kongre yapıldı.

 

Yargı 700’ü aşkın delegenin olağanüstü kongre talebini haklı bulmuştu.

 

Kongrede “demokrasi, hukuk devleti, yargı kararı” gibi kavramların çokça vurgulanmasını da önemli buluyorum. Bu tip kavramlar kitap okumaktan çok böyle ihtiyaç duyularak, yaşanarak zihinlere ve kalplere yerleşiyor.

 

Bu olağanüstü kongre Türkiye için de önemlidir...

 

İKTİDAR VE MHP

 

7 Haziran seçimlerinde MHP 80 vekil çıkarmıştı. Fakat 1 Kasım seçimlerinde 1 milyon 900 bin oy MHP’yi terk etti, AK Parti’ye gitti.

 

MHP’nin vekil sayısı 40’a, oy oranı % 12’ye düştü... İktidarın vekil sayısı 317’ye ulaştı.

 

2 milyona yakın seçmenin bu tavrı, iki parti arasındaki akışkanlığın bir fotoğrafıdır ve Türkiye için ne kadar önemli olduğu açıktır.

 

AKP’nin tek başına anayasa yapabilmesi de önümüzdeki seçimlerde MHP tabanından oy çekebilmesine bağlıdır, söylemi de bu yöndedir.

 

Halbuki anayasalar ancak uzlaşmayla hazırlanırsa birleştirici olabilir.

 

Türkiye’nin siyasi gidişatında MHP’nin bu açıdan önemli bir “özgül ağırlığa” sahip olduğu bellidir.

 

Onun için, MHP’nin bölünmemesini, olağanüstü kurultayda çokça dile getirilen“demokrasi ve hukuk devleti” ilkelerini önceleyen bir parti olmasını bütün demokratlar temenni etmelidir.

 

BAHÇELİ VE MHP

 

Devlet Bahçeli, Türkeş’ten sonra MHP’nin dağılmasını önlemekle kalmadı, oylarını oransal olarak ikiye katladı, bugünkü duruma getirdi. Tabii bunda sosyo politik şartların değişmesinin de rolü büyüktür.

 

Fakat MHP mevcut sosyo politik şartlarda tıkanmış görünüyor. Zaten bu sebepten değişim için bir taban hareketi ortaya çıktı. Kongrede TV’lere açıklamalar yapan Osmaniye delegesi Hasan Hüseyin Türkoğlu bu dinamiği çok iyi anlattı.

 

Olağanüstü kongre için yargıya giden dilekçede 540 delegenin imzası bulunduğu halde, dünkü kongrede noter huzurunda imza veren delege sayısı bu satırlar yazılırken 650’yi geçmişti... Belli ki bu bir taban hareketidir.

 

Ama genel merkezin de bir tabanı var. Bir uzlaşma olmazsa, bu tablonun bölünmeyle sonuçlanması riski vardır.

 

Devlet Bahçeli ve arkadaşları dün tamamen hukuka uygun olarak yapılan kongreyi korsan saymak, muhalif adayları genel merkez kararıyla partiden ihraç etmek gibi yollara giderse, partideki bu ihtilaf büsbütün derinleşecektir.

 

Buna meydan vermemek lazım.

 

HUKUKİ DURUM

 

Bir hukukçu olarak ifade edeyim ki, dünkü olağanüstü kongre kanunlara ve yargı kararına uygundur. Kongreyi ve kararlarını tanımamak yönündeki zorlamalar ihtilafı derinleştirmekten başka bir sonuç vermez.

 

Partinin bölünmesini önlemek için uzlaşmadan başka yol görünmüyor.

 

Muhalifler her vesileyle Bahçeli’ye saygılarını ifade ediyor. Muhalifler bu saygı tavrını devam ettirmeli, Bahçeli de olağanüstü kongreyi tanımalıdır.

 

Yapılacak bir seçimli kongreye bütün taraflar katılmalı, sonunu herkes kabul etmelidir.

 

Zaten ülkelerde demokrasi, hukuk devleti, hür seçimler gibi kavramlar... Partilerde ise parti içi demokrasi ve partilerle ilgili kanunlar ve nihayet delege iradesi gibi kavramlar bunun için vardır: İhtilafları kan davasına dönüştürmeden bütün tarafların katılacağı sandıkta çözmek.

 

Hele de bugünkü şartlarda MHP’nin bölünmesinin vebali çok büyük olur.

 

 

***

 

MHP’nin dip dalgası / Muharrem Sarıkaya / Habertürk



ARTIŞMALAR, kavgalar ve mahkemelerin ardından dün gerçekleşen MHP Olağanüstü Kurultayı için söylenecek tek cümle var:

“Dip dalganın başarısı...”

Çünkü delege dün istediğini yaptırabilme gücünü gösterdi.

Ele geçirdiği bu yetkiyi kolaylıkla bırakmayacağını da kurultay salonunda sergilediği kararlılıkla gösterdi.

Aydın ve Kırıkkale’den gelen delegelerle salondaki sohbetimizde de kayda geçirdikleri gibi, “bundan böyle 40 yaşına gelmiş delegeye çocuk muamelesi çekilmesi” kolay değil.

Daha önemlisi, 10 Temmuz’da yapılacağı varsayılan seçimli olağanüstü kurultay da delegenin istediği gibi sonlanacak.

İKBAL İÇİN

Olağanüstü kurultay salonunda bunlara ilişkin göstergeler de fazlasıyla mevcuttu.

Örneğin, divan başkanlığı için iki liste yarışmak isteyince, “Tek liste” sloganı adayları vazgeçirdi; en fazla imza toplayanın etrafında kenetlenilmesini sağladı.

Genel merkez yönetiminin “kanunsuz” olduğu ve gidenler hakkında işlem yapılacağını söylemiş olması da onu yıldırmadı; kongre için gerekli salt çoğunluğun üzerinde hem de noter onaylı katılım gösterdi.

Yüksek katılımıyla da yaşanabilecek ayrışmanın önüne geçti.

Katılımcılar açısından da dikkat çeken görüntüler vardı.

Delege olmamasına ve ramazan ayı olmasına karşın binlerce kilometrelik yolu aşıp gelen başta eski bakan ve milletvekilleri olmak üzere çok sayıda isim vardı.

Bütün bunlar, MHP tabanının yıllardır öteki partiler aracılığıyla bulduğu ikbale bundan böyle evinde ulaşmak istediğini gösteriyor.

Ancak bir şey var ki MHP toplumsal tabanı bu konuda aynı beceriyi gösteremiyor; o da yeni bir seçim şarkısı.

Nitekim dün salonda çalan mehter marşları ve “Ölürüm Türkiye”, “Ben seni görmeden ölmem ölmem kızıl elmam...” parçaları da bunun yansıması. Parti 

kızıl elmacı milliyetçilik aşamasını çoktan aştı ama yenisi üretilmediği için şarkılarında yaşamaya devam ediyor.

10 TEMMUZ RİSKİ

Kurultay dün “yapılabilir” olduğunu gösterdi, bir yandan tüzüğü değiştirirken genel af ile adayların önündeki engelleri temizledi, 10 Temmuz seçimli olağanüstü kurultayını da oluşturduğu kongre heyetiyle garanti altına aldı.

Ancak bu noktada bitmeyecek.

Görünen o ki düne kadar muhaliflerin mahkeme yoluyla elde ettiğini bu kez genel merkez deneyecek.

Divan başkanlığı tarafından bir kopyası genel merkeze, diğeri de teslim edileceği Yargıtay Başsavcılığı tarafından MHP Tüzüğü’ne işlenirse veya Çankaya İlçe Seçim Kurulu, 10 Temmuz’daki kurultayı alınan karar doğrultusunda kabul ederse, Bahçeli ve arkadaşlarının konuyu mahkemeye taşıyacağı görülüyor.

Mahkeme kısa sürede kararını veremeyeceği için davanın tamamlanması beklenecek.

Bu da 10 Temmuz’da yapılacağı ilan edilen olağanüstü seçimli kurultayın riske girmesi anlamına gelecek.

Adli tatil dönemi de buna eklendiğinde seçimli kurultay uzayıp gidecek.

Bütün bunlara karşın anlaşılması gereken bir nokta var ki o da dün sergilenen dip dalganın sesi, delegenin iradesi...

İster mahkeme kararlarıyla gelinsin, ister “Aldığınız kararları tanımıyorum” denilsin; sonuçta bu dip dalganın önünde durmak olası değil.

Kurultay salonunda dün bulunan MHP delegesinin tadını aldığı, birlikte olmadıklarının da iştahını kabarttığı yeni döneme direnen kaybeder.



***

 

MHP TÜZÜK KURULTAYININ ARDINDAN / Lütfü Şahsuvaroğlu / Vahdet



AKYURT’TA KONGRE OLMAZ MI? 

Devlet Bey tüzük kurultayının olamayacağını iddia etti. 

Sebebi ne? 

Ankara’dan 32 kilometre uzakta kurultay yapmak doğru değilmiş. 

Sayın Genel başkan herhalde Ankara’nın mücavir alanlarının genişlediğini bilmiyor. 

Ayrıca ben hesap ettim 32 kilometre uzakta değil Büyük Anadolu Oteli. 

Niçin her şeyi bu kadar uzakta görüyor Bahçeli? 

Yoksa iktidarı da bu kadar uzakta gördüğünden mi yıllardır ataleti hareket algılıyor? 

Kolay değil tabii 32 kilometre yol tepmek.. 

Dile kolay tam otuz iki kilometre… 



MHP Kongresi Notları: 

Büyük Anadolu Oteli bir şenlik hazırlığındaydı Pazar sabahı… 

MHP Tüzük Değişikliği Kurultayı yapılacaktı. Bütün ülkücüler akın akın geldiler. Kucaklaştılar… 

Kongre Salonuna delege olmayanlar alınmadı… Büyük Ankara Oteli’nin yanındaki Spor Salonu misafirlere gölgelik oldu. 

Kongre Salonuna giremeyenler spor salonundaki dev ekrandan olanı biteni izlediler. 

Meral Hanım gül renginde bir elbise giymişti. Her hareketi yandaki spor salonundakilerce alkışlarla takip ediliyordu. 

Kongre salonuna giderken trafik çok kötüydü. Arabalardan geçilmiyordu. Meral Akşener resimli otobüsler ve diğer araçlar yanında Koray Aydın ve Sinan Ogan’ın da afişleri, pankartları pek boldu. Ümit Özdağ ile Sait Gönen’in de afişleri dikkat çekti. 

Vakit ilerledikçe gelen delege sayıları üzerinde spekülasyonlar başladı. 

İlk başlarda ekrandaki yüzlerden bazı tereddütler hasıl oldu. Acaba yeterli delege sayısına erişilemeyecek miydi? Ama sonra 752 delegenin salonda olduğu anlaşıldı ve divanın teşkiline geçildi. 

Sonunda MHP, bütün Türkiye’nin hatta dünyanın beklediği kongre sürecini yani demokrasiyi işletebileceğinin sinyallerini vermiş oldu. 

Artık dün bu köşeden yazdığımız gibi dönüşü olmayan bir yola girildi. Bundan kimi matematik hesaplarla sıyrılmanın usulü yok. 

Kim ne yaparsa yapsın sonuç değişmeyecek. 

Diyorlar ki, kongre salonuna beğenilmeyen delegeler alınmayacakmış. 

10 Temmuz’daki kongre genel merkezin o yüksek(!) dava hassasiyetiyle hazırlanacakmış. 

Kanuni zorunluluk olan toplantı yeter sayısına ulaşıldığında kongreyi başlatacaklar ve kendilerine izin verilen delegeler salonda yerlerini alacaklar. 

Genel Başkan yine yüksek disiplin ve intizam içinde dimdik ayakta duran delegenin ihtiramıyla salonu teşrif edecekler. 

Terbiyesiz delegeler salona alınmayacaklar ve onlara gerekli ülkücü öğütler(!) hatırlatılacak. 

Böylece kongreye gelen-gelebilen-girebilen delege ili seçime gidilecek ve o gelenlerin de yarısının oyunu almasıyla mevcut genel başkan görevine devam edecek. 

Umulan bu… Fakat sihir bozuldu ve atı alan Üsküdar’ı geçti.  

Türkiye, bölgemiz ve bütün dünya şimdi Türkiye’de siyasetin yine nelere kadir olduğunu görecek. 

AKLIN YOLU BİR Artık 

MHP’nin tüzük kurultayı yapıldı ve bir nevi kamuoyu araştırması oldu. 

Salonların ikisinde de esen rüzgar Meral Hanım rüzgarıydı. Zaten halkta karşılığı olan aday o idi. 

Şimdi yapılması gereken tek bir şey var. 

Hem ülkücüler açısından, hem bütün seçmenler açısından… 

Demokrasiye güvenin ve siyasetin yine de çözüm üretebileceğine dair ümitlerin silinmesine engel olun. 

İşte MHP halktaki değişim taleplerine karşılık verdi. 

Aklın yolu bir. 

Bütün adaylar ve hatta dilerim eski yönetim kırıp dökmeden değişim rüzgarları estirecek Meral Akşener’in yanında yer alırlar ve Türkiye’yi içinde bulunduğu cendereden uzaklaştırırlar.  

Yarın MHP delegesine kongre öncesi yapılan o güzel çağrıya yer vereceğim. Kongre Divanı İçin Tek Liste MHP Kongresinde yeterli delegenin olduğu anlaşılınca –ki fazla fazla vardı- divan başkanlığı seçimine gidildi. Divan için farklı listeler yarışacakken partililerin ısrarlı alkışlarıyla tek liste çıkarılmasına karar verildi. 

Divan Başkanlığına Müsavat Dervişoğlu seçildi. Malum Müsavat Dervişoğlu Meral hanımın ekibinde yer alıyor ve 12 Eylül sonrası Ülkü Ocakları genel başkanlığı yapmış bir isim. 

Biraz da delege profilini ele alalım. Anlaşılıyor ki Meral hanımın yanında yer aldığı kesinleşen delege sayısı 450’yi aşmış bulunuyor.  

Kongreye gelmeyen delegelerin sayısını hesap ederseniz ve tamamını Devlet Beyin yanında sayarsanız Meral Hanım şimdiden bu sayıyı geçmiş bulunuyor. Gelmeyenlerden bazıları sonradan salona gelmişler aldığımız duyumlara göre… Bunlar da elli altmış civarında… 

Sinan Ogan’ı destekleyen delege sayısı 178.  

Koray Aydın’ın yanında ise 122 delege yer almış. 

Diğer adayların hesabında fazla bir şey yok. Bu durumda öndekiler adına çekilecekler. Kabaca hesap özetlersek tablo şu: 1200 delegenin yarısı olan 600 delege ile toplantı açılabilir. Bu kurultayda 752 delege ile açılış yapıldı ama ona 50-60 kadar ilave olduğu anlaşılıyor. Bu durumda Sinan Ogan ile Meral hanım anlaştığında genel başkanlık için gerekli sayıya haydi haydi ulaşılıyor.  

Genel merkez taktisyenleri yine de 600 delegeli sıkı kontrollü bir toplantı tertip edip yani 122 adet Koray Aydın yanlısı delegeye salona girme izni verip gerekli nisabı sağladığından emin olduğunda da seçime gidip kendi aralarında bir genel başkan seçme temayülünde oldukları söyleniyor. 

Ben buna bu saatten sonra MHP yönetiminin de buna izin vereceğini sanmıyorum.   

Fakat insanlardaki makam mansıp hırsı bazen ne yazık ki nefislerini kontrol edemeyecek boyutlara ulaşıyor. 

Hayırlısı diyelim ve MHP’nin Temmuz ayının bir gününde yapacağı kongrenin memleket için yeni bir değişim rüzgârına kapı aralamasını dileyelim.

 



***

 

Delegeler kararlı... / Tanju Cılızoğlu / Aydınlık

Sahurda vurduk yola... 

MHP'nin son seçimlerde Kocaeli listesi adaylarından Dr. Serdar Kaman'la güle oynaya Ankara'ya gidiyoruz. Gün aydınlanırken MHP flamalı ve dört genel başkan adayının fotoğrafları giydirilmiş araçlar yanımızdan hızla geçiyor. Hepsinin acelesi var. Biz aheste aheste... 

Ankara'ya vardığımızda daha MHP kurultayına iki saat var. Var da havalimanına giden yol kilitlenmiş... Kurultay'ın yapılacağı otele yaklaşınca bir köy evinin sahibinin hoşgörüsüne sığınarak aracımızı park ettik. Otelle arabayı park etiğimiz yer arasında 3 km varmış. Bahçesine park ettiğimiz köylü kardeşin yalancısıyız. Eğer köylü dost bu rakamı vermese ben rahat otele 5 km yürüdüm der çıkardım. Afrika'dan gelen çöl sıcağında attığımız her adım sizi menzilinizden uzaklaştırıyor. 

Kongre salonuna giriyorum. Delegeler uzun kuyruklarda sessiz ve kararlı ve vakur bir bekleyiş içinde. Mahkemenin atadığı kayyumlar kılı kırk yarmışlar. Siyasi parti kongrelerinin birçoğunda görmediğimiz bir düzeni kuruvermişler. 

'BİTMİŞ BU İŞ' 

Cumali Durmuş, 21. ve 23. dönem MHP Kocaeli Milletvekili. Meral Akşener ekibinden. Konuşuyoruz, "Bitmiş bu iş diyorum" diyorum. "Daha var ama bitecek" diyor. Cumali Durmuş siyaseti çok iyi okuyan yanılma yüzdesi çok az; kısacası romantizmi olmayan bir siyasetçi. 

MHP tabanını son seçimlerden sonra harekete geçiren kurmaylardan biri. 

Kendisine "Katılan delege sayısı kaç"diyorum. "Yedi yüz salonda, iki yüz de salona girmeye çalışan"diyor. 

"Bahçeli istifa eder mi" diyorum. 

"Katiyetle etmez, sonuna kadar devam eder"diyor. Evet demek ki Bahçeli kararlı. Ama gözlerimle gördüm ki MHP tabanı ve bu tabandan kopmamış delegeler de kararlı. Muhalifler bu olağanüstü kurultay sürecinde partililerini ayağa kaldırdı. 7 Haziran seçimleri sonrasında AKP'yi iktidara taşıyan liderleri Behçeli'ye "Buraya kadar" dediler. 

1 Temmuz seçim kongresinde ise genel başkan değişecek gibi duruyor. 

Siyasette her ne kadar 24 saat çok önemli bir zaman da olsa Bahçeli kriz yönetme acemisi. Konuştuğum tüm MHP'liler "Eğer Bahçeli imzalar genel merkeze verildiği gün gereğini yapsaydı ve 'hodri meydan hadi seçime' deyiverseydi muhalefet bu kadar güçlenmez ve sonuca bu kadar yaklaşmazdı" diyor. 

MHP sanırım artık yolunu Bahçeli olamadan yürümekte kararlı. 

 

***



Müsamere bitti Bahçeli için veda zamanı / Mehmet Ocaktan / Karar

MHP tüzük kongresi, Ankara-Gemerek-Tosya mahkemeleri arasındaki garip ‘hukuk müsamereleri’ sonunda nihayet dün Ankara’da Büyük Anadolu Oteli’nde Devlet Bahçeli’nin koyduğu bütün barajları da yıkarak gerçekleştirildi. Muhtemelen bundan sonra genel merkezin belirlediği 10 Temmuz tarihinde genel başkan seçimli büyük kongre yapılacak. Şimdiden kesin cümleler kurmak pek doğru değil belki ama, bu yolun sonu Meral Akşener adresine çıkacak gibi gözüküyor.



Doğrusu insan merak ediyor, çok doğal yollarla yapılabilecek bir kongreyi, parlamenter sistemi ve hukuku yoran yollara saparak zorlaştırmanın kime ne faydası olabilir ki...

Eğer sonucu ‘taban iradesi’ belirleyecekse, dünkü kongre bize Bahçeli için veda zamanının yaklaştığını göstermektedir. Bundan sonra genel merkezin atacağı her kural dışı adım, Bahçeli’nin trajik yalnızlığını daha da artırmaktan başka bir işe yaramayacak gibi gözüküyor. Akıbet mukadderse, yan yollara saparak durduramayız ki...

Galiba siyasi liderler biraz daha makul olsa sistem de, partiler de rahat bir nefes alacak. Zira biliyoruz ki bütün demokratik toplumlarda siyasi partiler parlamenter sistemin özünü oluşturan kurumlardır. Türkiye zaman zaman darbelerle kesintiye uğramış olsa da parlamenter sistem deneyimi zengin olan bir ülke. Ancak sistemin siyaset dışı müdahalelere dayanıklı hale gelebilmesi için, siyasi partilerin de demokratik değerlere ve özellikle de hukuka özen gösterme zaruretleri vardır.

Maalesef Türkiye’de siyasi partilerin sistemi sağlıklı kılacak demokratik hassasiyete her zaman sahip olduklarını söylemek biraz zor. Zira parlamenter sistemin imkanlarıyla partinin başına geçen siyasi aktörler, koltuğu terk etmemek için çoğu zaman hukuku ve parlamenter esasları dikkate almayabiliyorlar.

Belki şöyle söylemek lazım; Türk siyasetçileri koltuğa ulaşmak için demokratlar ama uygulamada daha çok şark usulünü tercih ediyorlar. Bunun en yeni örneği MHP lideri Devlet Bahçeli’dir.

Son aylarda MHP’de yaşanan kongre kaosu, parlamenter sistemde yeni bir restorasyon ihtiyacını da net olarak ortaya çıkarmış bulunuyor. Açıkçası bizzat siyasi partiler, parlamenter sistemi tartışılır hale getirmek için adeta yarış eder durumdalar.

Aslında bu durumu sistemin özündeki bir arızadan çok, siyasi aktörlerin kuralsızlığı ve de hukuksuzluğu olarak tanımlamak gerekiyor.



Mesela Bahçeli mahkeme süreçlerinde çok net olarak “Yargıtay karar verirse uyarız” ifadesini kullanmasına rağmen, karar ortaya çıktıktan sonra “Yargıtay karar verse bile 19 Haziran bizim için yok hükmündedir” diyerek hukuku dikkate almayacaklarını açıkça deklare etmekten çekinmemektedir.

Bahçeli örneğinde de görüldüğü gibi, siyasi partilerimizin ve liderlerinin hali pür melali böylesine trajikomik durumdadır. Mesela Bahçeli demokrasinin daha çok nutuk atma bölümünü çok seviyor ama uygulamada ‘tek adam’, ’tek lider’ sisteminden asla vazgeçmiyor.

Gerçek şu ki bütün siyasi parti başkanları gibi Bahçeli’ye de sorsanız, hiç tereddüt etmeden ‘tabanın iradesi’ne güvenmenin demokrasinin bir fazileti olduğunu söyleyecektir. Ama ne hikmetse iş fazileti davranmaya gelince ortalarda kimse gözükmüyor...

Demek ki nutuk atarak demokrat olunamıyormuş. Eğer bir partide ‘taban iradesi’nin büyük çoğunluğu kongre talebinde bulunuyorsa, demokrat lidere düşen bu iradenin gereğini yapmaktır, o tabanı hain ilan etmek değil.



***



Devlet Bey ne yapacak acaba / Yusuf Ziya Cömert / Karar



MHP kongrelerinde sorun olmaz. Oldu mu da tam olur.

Evvela, partinin bir lideri vardır. Herkes, o lidere tabidir. O lider partinin başındayken kimse hır gür etmez, bütün olağan kongreler adet yerini bulsun diye yapılır, adet yerini bulurken, tok bir ses ve kesin ifadelerle Türk siyaseti hakkında mesajlar verilir. Sonra herkes evlerine dağılır. Normal bir MHP kongresinin çerçevesi budur.

MHP’nin ‘yazılım’ı böyle olmalı ki, tüzüğe, ‘Olağanüstü kongrede genel başkan seçilmez’ maddesi konulmuş.

Yani, katakulle yapıp olağanüstü kongreyle Genel Başkan devirmek yok.

Her şey lidere göre, lider için.

Neydi o? Her şey Türk’e göre, Türk için.

Biz, olaylı MHP kongresini Başbuğ Türkeş’in Dar-ı Baka’ya irtihalinden sonra gördük.

Kaç aday vardı 1997’de? Tuğrul Türkeş, şahsi mirasın sahibi olarak, siyasi mirasa da talipti.

Ve Devlet Bahçeli, Ramiz Ongun, Muharrem Şemsek, Enis Öksüz, İbrahim Çiftçi...

Baktılar olmuyor, hepsi Tuğrul Bey’e karşı Devlet Bey’in arkasında toplandı. (Şansı olmadığını biliyorduk ama, Ramiz Ongun’u 28 Şubat’ın ruhuna ters bulduğumuz için kalben destekliyorduk.)

Bu sayede, Azmi Karamahmutoğlu tarihe geçmekle kalmadı, Karamahmutoğlu’nun ‘vecize’leri de siyasi literatüre geçti.

Kürsüyü yıktı Karamahmutoğlu.

Dedi ki, “Hainler için, Yaşasın illegalite!”

Böylece, alemlerin en anarşik sloganı bir ülkücüye nasip olmuş oldu.

Sonrası malum, Devlet Bey Genel Başkan seçildi.

Şimdi durum biraz değişik.

Genel Başkan adayları, Koray Aydın, Sinan Oğan, Ümit Özdağ ve Sait Gönen birlikte hareket ediyor gibiler. Nasıl birlikte? Birbirleriyle birlikte.

Akşener’le de birlikte hareket ediyorlar ama, bu, bir göz yanılması.

Akşener, sanki, diğer dört erkek genel başkan adayına ‘ben sizinle hareket etmesem de siz benimle birlikte hareket edin’ diyor.

Onlar da öyle yapıyor, bazen gönüllü, bazen gönülsüz takip ediyorlar.

Nitekim, Divan Başkanlığı’na Meral Hanım’ın adayı Müsavat Dervişoğlu seçildi.

Ben, kongrede, ‘Meral hanım hepsini eteğinde salladı’ lafının kullanıldığını işittim.

Devlet Bahçeli, ‘Tüzük Kongresi’ sürecinde ‘pasif’ti.

Muhaliflere önce ‘gidin hakkınızı mahkemede arayın’ dedi.

Belki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan veya AK Parti’den bir himmet umdu. Fakat, yargı, muhaliflerin kongre talebinin meşru olduğuna karar verdi.

Bahçeli, hızlı hareket edip, kendisi kongre toplayabilirdi.

Kazanır mıydı böyle bir kongreyi? Belki kaybederdi.

Ama, hadise bu kadar dramatik olmazdı.

Neticede, kongre yapıldı. Tüzük değişti.

Devlet Bey’in ‘gaipliğinde...’

Bahçeli, Akşener’i ve diğer genel başkan adaylarını MHP’den ihraç ettirebilirdi. En azından bunun için uğraşabilirdi.

Fakat, kongre dün ‘tedbirli ihraç talebi’ni yasakladı. Yani, ihraç kapısı kapandı.

Meral Hanım’ın yolunu açmak için Genel Başkan Adayı’nın milletvekili olma şartını da kaldırdı.

Genel Merkez, delege sayısının yetersiz olduğunu söylüyor. ‘Tüzükleri fazla değiştirdiniz’ diyor.

Bunlar hep ‘füruat.’

‘Füruat’ı mahsus kullandım, Paralel’i çağrıştırsın diye.

Böyle bir ‘realite’ var. Fakat, MHP’liler bu realitenin ‘başat’ olmadığını düşünüyor.

Allah izin verirse, zamanla görürüz.

Bu kez Devlet Bey mi hakkını mahkemede arayacak?

Erkek genel başkan adayları mutlu değil ama, ok yaydan çıkmış sanki.

Rüzgar, Meral Hanım’ın yelkenlerini şişiriyor.

Eğer bir bildiği varsa Devlet Bey’in... Ve bildiği şey Hoca Nasreddin’in, ‘evdeki eski kilimi heybe yapması’ndan fazla bir şeyse, diyeceğim yok.

 

***

 

Fatih Terim’in maaşı dünyada dudak uçuklattı! / Rahmi Turan / Sözcü



Yılda 3,5 milyon Euro…

Ayda 962 bin 500 lira……

Nedir bu büyük paralar?

Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim'in aldığı maaş……

Helali hoş olsun diyeceğiz ama bu paraya karşılık ne iş yapıyor?

Avrupa Şampiyonası'nda aldığımız sonuçlar ortada…Tüm takımlar arasında iki maçta en çok gol yiyen takım olduk!

Bir de “Seyirciler protesto etti” diye kızıyorlar.

Seyirci ne yapsın? Takımın kötü oyunu karşısında insanların sinir sistemi çöküyor! 24 takım arasında en az koşan bizim takım çıktı!

* * *

Gelelim burnu havada yürüyen Fatih Terim biraderimize…

Dünyaca ünlü Forbes Dergisi “Türk Teknik Direktörün aldığı maaş dudakları uçuklatıyor!” diye yazdı.

Forbes, merkezi New York'ta olan bir iş dergisi…… Çeşitli konularda hazırladığı listelerle dünya çapında ün yapmıştır.

Bunlar arasında en popülerleri, “Milyonerler listesi” “En büyük şirketler sıralaması” “En yüksek ücretli yöneticiler”dir. Fatih Terim bu kategoriye giriyor.

* * *

Forbes Dergisi, Avrupa Milli Takımları'nın başındaki teknik direktörlerin aldıkları maaşları ve ülkesinde yaşayan bir insanın ortalama gelirinin kaç katı olduğuna dair ilginç bir araştırma yayınladı.

Dünyanın en çok kazanan dördüncü antrenörü olan Fatih Terim'in, bir Türk vatandaşının ortalama gelirinden 2900 (iki bin dokuz yüz) misli ücret alması Forbes Dergisi'nin “Dudak uçuklatan maaş” diye yayın yapmasına sebep oldu.

Forbes Dergisi altı ay önce bu hesabı yaparken Türkiye'de kişi başına düşen yıllık milli geliri 18 bin dolar olarak hesaplamıştı… Oysa Türk lirası dolar karşısında gerilediği için bugün milli gelirimiz söylenen rakamın yarısı kadardır…

Günümüz kurlarına göre bir hesap yapılsa 2900 rakamını ikiye katlamak gerekir.

Bu, kırılması imkânsız bir dünya rekorudur!



NOT: Forbes'e göre, milli gelire oranla Fatih Terim dünyanın en yüksek ücretini alıyor. Tek başına 2900 vatandaşının toplam maaşına eşit! Eh, ne de olsa biz, yemeden yediren gönlü zengin bir ülkeyiz!



***

 

İKTİDARA GELEN YARGIYI SIFIRLARSA / Mehmet Tezkan / Milliyet



Türkiye’nin bir numaralı gündemi ne?

Diyeceksiniz ki; birinci sıraya aday o kadar çok sorun var ki.. Hangi birini söyleyelim; say say bitmez.. Her gün bir yenisi ekleniyor..

O zaman şöyle diyelim; bugünlerde gündemin birinci sırasına çıkan en güncel, en sıcak konu ne?

Konuşulan, tartışılan, zihinleri meşgul eden!..

Yeteri kadar konuşulduğunu, halkın ilgilendiğini, zihinleri meşgul ettiğini zannetmiyorum ama en sıcak konu bu:

Yüksek yargının sıfırlanması..

Tasarı komisyondan geçti..

Genel kurulda biraz hır gür olur, muhalefet direnir, iktidar partisinin oylarıyla geçer..

Yasanın resmi gazetede yayınlandığı gün, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin üyelikleri sona erecek..

Yüksek yargı sıfırlanacak..

İktidar bunu niye yapıyor derseniz asıl amacı paralel yapı dediği cemaate yakın kişileri temizlemek..

Cumartesi bir grup gazeteciyle birlikte CHP lideri Kılıçdaroğlu’yla kısa bir sohbet yaptık.. Sohbetin başat konusu buydu.. Yüksek yargının yeniden dizayn edilmesi..

Kılıçdaroğlu yapılmak istenene karşı..

Niye karşı?

Diyor ki; ‘Devlet meşru zeminde mücadelesini yapmak zorunda.. Balyoz ve Ergenekon’a öykünerek benzer bir şeyler yapmak istiyorlar.. Bu devletin meşruiyetine saygınlığına gölge düşürür’

Parlamentoyu hukuksuzluğa alet etme, parlamentoyu yürütme organının arka bahçesine onların ihtiraslarına alet olacak bir organa dönüştürmek asla 

kabul edilemez.’

Bu açıklamanın doğuracağı siyasi süreç belli.. CHP; ‘sıfırlama paketini’ Anayasa Mahkemesi’ne götürecek..

Tamam da.. O yapı temizlenecek? Balyoz davasında gördük, Yargıtay üyeleri delil sahte mi, değil mi diye bakmadı bile.. Talimatla karaları onayladı.. O an adalet yara almadı, adalet öldü..

O yapı yerinde mi kalsın?

CHP lideri de ‘kalmasın’ diyor; ‘yargının düzetilmesi gerekir mi? Evet tereddüt yok’ diyor..

Ama diyor; ‘mücadeleyi meşru sınırlar içinde yapalım. Yüksek yargıdaki değişikliği Anayasa’yı değiştirerek yapalım. Yargıyı sağlıklı bir yapıya kavuşturalım. Yargıyı Avrupa Birliği normlarını esas alarak değiştirelim. Getirsinler destek verelim’  

İktidar partisi bu öneriye ne der bilmiyorum.. Gördüğüm şu.. ‘Paralel yapıyla’ mücadele adına ileride baş ağrısı yaratacak, belki de krize neden olacak virüs bünyeye şırınga ediliyor..

Son beş yılda yüksek yargının üye sayısı iki kere artırıldı, bu kez sıfırlanıyor.. Yani üçüncü kez el atılıyor..

Bu yol olursa!.

Bundan sonra meclis çoğunluğunu eline geçiren partiler de aynı yolu izlerse.. İktidar koltuğuna oturan 

parti işe yüksek yargıyı sırlamakla başlarsa!.

Ne hukuk kalır ne adalet.. 

Kılıçdaroğlu, en çok bu kapının açılmasına ses çıkarmayan hukuk fakültelerine kızıyor.. 

Diyor ki; ‘bunlara üniversite falan denmez, bunlar meslek okulu. Üniversite olsa itiraz eder. Sen savcı yetiştiriyorsun, hakim yetiştiriyorsun ama sesini çıkarmıyorsun. Konuşsana!. Sinen, korkan bir yapı var, bu yapıdan demokrasi çıkmaz.’

 

***

 

Zarrab davası nereye gider? / Zeynep Gürcanlı / Sözcü



ABD'de tutuklanan Reza Zarrab'ın kefalet başvurusu, davaya bakan hakim tarafından reddedildi.

Bu ret kararı çok önemli… Çünkü ABD'nin hukuk anlayışında “tutuksuz yargılama” esas. Bu yöndeki istatistik de önemli; ABD'de kefalet başvurularının sadece yüzde 4'ü reddediliyor.

Zarrab'ın durumu da işte bu yüzde 4'e giriyor. Üstelik Zarrab'ın avukatının önerdiği ev hapsi, 50 milyon dolar güvence, silahlı muhafızlar gibi şartlara rağmen…

Davaya bakan Hakim Richard Berman'ın kefalete ret gerekçelerinden en kritik olanı, Zarrab'a “dolandırıcılık” olarak açılan davayı, “ABD'nin ulusal güvenliğine” bağlaması…

Berman'ın kararı, davanın seyrini de, niteliğini de değiştirecek kadar önemli…

Hakim Berman kefalete ret gerekçesini o kadar net ve güçlü ifadelerle yazdı ki, Zarrab'ın avukatları hemen “Temyize gideceğiz” diyemediler. “Belki gidebiliriz” deyip, temyiz mahkemesinde de kefalet konusunda yeni bir “yenilgi” almayı, henüz göze alabilmiş değiller.

Peki, bundan sonra ne olacak?

ASIL DAVA SONBAHARDA: Öncelikle şunu söylemek gerekiyor: Henüz asıl dava başlamış değil. Bugüne kadar savcılık ile Zarrab'ın avukatları arasındaki karşılıklı fezlekelerle yürütülen süreç, sadece kefalet içindi. Şimdi kefalet süreci kapandığından, asıl dava sürecine geçiliyor. Bu çerçevede önce davanın tam olarak ne zaman başlayacağı belirlenecek.

SAVCI ASIL İDDİANAMEYİ AÇIKLAYACAK: Zarrab'ın tutuklanmasına yol açan iddianame bir “ön iddianame” idi. Savcılık makamı, asıl iddianameyi açıklayacak. Dava duruşmaları da bu iddianamenin açıklanması ve Zarrab'ın avukatlarının bunun üzerinde yapacakları çalışmayı bitirmesinden sonra başlayacak.

JÜRİ BELİRLENECEK: Asıl dava, jüri önünde görülecek. Bu çerçevede, önce jüri belirlenecek. Amerikan yargı sistemine göre jüri, Amerikan vatandaşları arasından çekilişle belirleniyor. Ancak hem savcılık makamının, hem de savunmanın rastlantısal olarak belirlenen jüri üyelerine itiraz etme hakkı bulunuyor.

KARARI JÜRİ VERECEK: Duruşmalar başladığında savcılık ve savunma, karşılıklı olarak suçlama ve savunma argumanlarını ortaya koyacak. Reza Zarrab'ın suçlu olup olmadığı konusundaki son kararı ise jüri belirleyecek. Savcılık makamı, Zarrab aleyhine dört ayrı suçlamada bulunmuştu. Jüri de, bu dört ayrı suçlamanın hepsi için Zarrab'ı suçlu bulup bulmadığı konusunda ayrı ayrı karar verecek. Yani bir suçlamadan beraat edebilecek olan Zarrab'ın, bir başka suçlamadan hüküm giymesi söz konusu olabilir.

ZARRAB İTİRAFÇI OLUR: ABD adalet sisteminde bir de “plea bargain” yani “ceza pazarlığı” sistemi bulunuyor. Savcılığın asıl iddianamesini ortaya koymasının ardından, suçlamalar ve kanıtların sağlamlığına bakacak olan Zarrab'ın avukatları, “ceza pazarlığı” için başvurabilir. Bu durumda savcılık Zarrab'dan suçlandığı konularda yeni kanıtlar ve işbirlikçileri hakkında bilgiler ister. Zarrab'ın itirafları “yeterli” bulunursa, ceza pazarlığı yapılır. Zarrab, savcılığın başlangıçta öngördüğü 75 yıldan çok daha az ceza alır. Verdiği yeni kanıt ve bilgiler ışığında, yeni soruşturma ve davalar başlar.

ZARRAB SUÇLU BULUNURSA NE OLUR?: En kritik konu bu… Zarrab eğer yargılama sonucunda ya da yapacağı ceza pazarlığı ile suçunu kabul ederse, davanın Türkiye'ye yönelik bazı sonuçları olabilir. Şöyle ki:

– New York'ta ve Washington DC'de Zarrab davasını yakından izleyen çevrelere göre, dava sonucunden en çok etkilenecek olan Türkiye'deki bankacılık sistemi olacaktır. Zarrab'ın suçuna aracılık etmiş olan bankalara, bizzat ABD hükümetinden yaptırımlar gelmesi söz konusu olabilir.

– Zarrab'ın suçlu bulunması halinde, suçunu işlerken kullandığı kişi ve bankalar hakkında yeni davalar açılabilir. Suçun işlenmesine aracılık eden Türkiye'deki şirket ve bankalara, “uluslararası işlem yasağı” gelebilir. Kararı veren ABD olunca, bu pratik anlamda, bir bankanın “sistemden çıkarılması” anlamına gelir. Sistemden bu şekilde çıkarılan bir bankanın da, ilgili ülkenin ekonomisine büyük zararı olur. Oluşan imaj, sadece o bankayı ya da bankacılık sektörünü değil ülkenin tüm ekonomisini etkiler, dış yatırım, yabancı ekonomik işbirliği gibi konular hayal haline gelir.

– Zarrab'ın suçunu işlerken işbirliği yaptığı kişilere de ABD yaptırımları gelebilir. Bu kişiler hakkında gizli ya da açık soruşturma başlatılır, ABD topraklarına girdiklerinde gözaltına alınmalarının önü açılır. Hatta ABD'nin “suçluların iadesi” anlaşması olan ülkelere -ki tüm AB ülkeleri, çok sayıda Arap ülkesi ve Asya ülkelerinin çoğunun bu anlaşması var- gittiklerinde de bu kişilerin gözaltına alınıp, ABD'ye teslim edilmesi sözkonusu olabilir.

– Davanın gidebileceği en ileri nokta ise sadece ABD değil “uluslararası yaptırımın” önünün açılması olabilir. Ancak ABD'de Zarrab davasını izleyen kimse, konunun ABD'den çıkıp, uluslararası alana taşınacağına olasılık vermiyor.

Bu açıdan bakıldığında, Reza Zarrab'ın Türkiye ile bağlantılı şirket, banka ya da kişi işbirlikçilerini “yaptırımdan” kurtarabilecek tek şey, duruşma sonucunda jürinin tüm suçlardan “beraat kararı” vermesi olur.

Aksi halde; yani Zarrab yargılanıp jüri tarafından suçlu da bulunsa, itirafçı da olsa, Türkiye'deki işbirlikçilerini “sıkıntılı günler” bekliyor demektir.

 

***

 

İkinci Gezi olur mu? / Ahmet Hakan / Hürriyet



OLMAZ, ÇÜNKÜ...

Gezi bir patlamaydı... Spontane bir patlama... Yakılan çadırların ve sergilenen hoyrat tutumların vicdanları ayaklandırması sonucu meydana gelmişti... Öyle hesaplı, öyle bilinçli bir tahrikle olacak bir iş değildir bu.

 

OLMAZ, ÇÜNKÜ...

 

Toplumsal olaylar aynı şekilde, aynı formatta, aynı düzlemde kendini tekrar etmez. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, ne kadar istenirse istensin... Böyle bir şey söz konusu olmaz, olamaz.

 

OLMAZ, ÇÜNKÜ...

 

“Eğer devletin en tepesi ikinci bir Gezi olsun diye bu kadar uğraşıyorsa, o zaman ona istediğini vermeyelim” duygusu, muhalif kesim içinde hızla yayılan bir duygudur. Ve bu duygu, ikinci Gezi’nin önündeki en büyük engeldir.

 

OLMAZ, ÇÜNKÜ...

 

Toplumsal öfkeler, karşıtlıklar, bilenmişlikler, patlamalar falan... Öyle mühendislik çabalarıyla ortaya çıkmaz. Bu işin mühendisliğini yapmaya soyunanlar, murat ettiklerinin çok dışında bir sonuçla karşılaşabilirler.

 

ERDOĞAN NEDEN ‘TOPÇU KIŞLASI’NI YAPACAĞIZ’ DEDİ

 

EĞER “Gündemi değiştirmek istiyor” diyorsanız...

 

Size şunları söylerim:

- Gündemi değiştirecek de ne olacak? 

- Değiştirmek istediği gündemi de zaten kendisi oluşturmuyor mu? 

- Kendi değiştirdiği gündemi, ne diye daha belalı bir konuyla değiştirmeye kalkışsın ki?

 

Eğer “Dış politikada çok sıkıştı, dikkatleri Gezi’ye çekmek istiyor” diyorsanız...

 

Size şunları söylerim:

- Dış politikada sıkışma yeni bir konu mu ki? 

- Bu sıkışma aylardır en tepe noktada değil mi? 

- Rusya, Suriye, Mısır, İsrail politikalarında değişim adımları atılıp sıkışmışlıktan kurtulma çabası sergilenirken... Ne diye Gezi türü bir olay istesin ki?

 

Eğer “Ekonomi çok kötü, turizm felaket durumda... Gezi türü bir şey çıkarsa bu kötüye gidişe gerekçe bulmuş olacak” diyorsanız...

 

Size şunları söylerim:

- Gezi türü bir şey çıkarsa... Ekonomi daha da kötülemeyecek mi, turizm daha da batağa saplanmayacak mı? 

- Tartışmasız bir batış durumunda kim gerekçeye bakar ki? 

- Erdoğan bunları hesap edemeyecek bir lider mi ki?



 

Eğer “Diploma meselesini unutturmaya çalışıyor” diyorsanız.

 

Size şunları söylerim:

- Yapmayın, bunu yapmayın.

- Siz Tayyip Erdoğan’ın diploma ile ilgili iddiaları zerre kadar umursadığını falan mı sanıyorsunuz? 

- Çok safsınız çok.



 

Eğer “İçsavaş çıkarmak istiyor” diyorsanız.

 

Size şunları söylerim:

- Yöneten o, egemen o, sözünü geçiren o...

- Hal böyle iken... Neden içsavaş çıkarsın ki?

- Var mı bunun en küçük bir rasyonalitesi?

 

“O zaman sen söyle, neden böyle yapıyor” dediğinizi işitir gibiyim.

Bu konuda sadece tek bir kelime söyleyebilecek durumdayım:

BİLMİYORUM.

Vallahi de billahi de...

BİLMİYORUM

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum