Vahşi Öz'ün Armağanı: Hissedilmeyeni Hissetmek

Vahşi Öz dediğimde, doğa ve yaşam ile bağlantıda kalmaktan bahsediyorum; kendi bedeninle, kendi varlığınla bağlantıda kalmak. Clarissa P. Estes’in “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabından bir alıntı ile başlamak istiyorum

Vahşi Öz'ün Armağanı: Hissedilmeyeni Hissetmek
16 Ağustos 2017 - 10:53
Vahşi gücünü yitiren kadına ne olur?

Vahşi gücünü yitirmiş bir kadın neler yaşar ve bunu nasıl anlar?


Vahşi gücünü yitiren kadın yorgundur, suskundur, hassastır, kafası karışıktır ve cansızdır; utangaçtır, sıkışmış hisseder, hayatı içerisinde kapana kısılmıştır, dizginlenmiş ve baskılanmış hisseder, kendi hayatında kendi hislerini yaşayamadığı için heyecanını yitirmiştir, yaşama hevesi yoktur, korkmuştur, zayıf hisseder, mutsuzdur. Çoğunlukla öfkeli ve kızgındır, kontrol ve manipüle edildiğini hisseder ve özgürce yaşayamaz. Bu, Vahşi özünü yitirmiş, yani %100 kendi mevcudiyeti ile rahatlıkla nefes alamayan modern kadını anlatır.

Sağlıksız eril bir zihin kadından daha doğrusu dişil özden tutarlılık bekler. Oysa ki kadın ya da dişil enerjisi yüksek bir varlık tutarlı değildir. İniş çıkışları vardır. Bir gün öyledir bir gün böyledir. Sürekli hareket halindedir. Sağlıksız eril yargılar. Bu yargılayıcı bir zihin, yani sağlıksız eril, sürekli hareket halinde olan, sürekli değişken olan bu tutumu tutarsızlıkolarak algılanır.

Şu anda olmakta olan ise aslında modern yaşamın, dişil enerjiyi çok fazla dalgalı, dramatik ve ayırt edilemez görmesidir. Ancak dişil alanı reddeden ya da onunla mücadele eden eril ifadeyi “sağlıklı” ya da “olgun” olarak kabul edemeyiz. Sağlıksız eril, anlayamadığı kavramı yargılar, yok sayar ya da yok etmeye çabalar. Oysa ki çaba, algılanamayan ile bağlantı kurmak olmalı. Zira yok saydığımız ya da kaçındığımız şey, gölge doğurur.

Akademi kapsamında, dişil öz ile bağlantı kurmak için kullandığınız araçların başında beden gelir. Dişil alandan bahsediyorsak bedenden bahsediyoruz, deriz ve beden dediğimizde de bedeni hissetmek, duyguları hissetmekten bahsederiz. İlk adımımız budur. Beden aracılığı ile derin dönüşümler yaşanabilir. Bu dünyada yaşayan beden buna tanık olur, deneyimler. Somatik* alan, gücümüzü aldığımız alandır.

Vahşi özden kopuk olduğumuzdan dahi bi’ haber yaşarken, hayatın içerisinde “tam ve bütün” olmayı nasıl başaracağız? Normal bir gün içerisinde çoğunlukla yapmaya çalıştığımız tek şey daha iyi hissetmek, daha iyi yaşamak yada olumsuzluklardan kaçınmak; bu sayede olumsuz bir anı ya da durumun veya bir travmanın içinde durmak yerine ondan uzaklaşmak. Beni kötü hissettiren bir şeyi neden kovalayayım ki!? Bu nedenle de genellikle yaptığımız şey, iyi hissetme çabası ile yaşamaya devam etmek. Ancak burada unutulan bir şey var: Bilinçaltı ve zihin o kadar kuvvetli ki, istediğimiz kadar iyi hissetme çabasında olalım, bacaklarımıza dolanmış olan ve biz yolda ilerlerken arkamızda sürüklenen bir geçmişimiz ve hikâyemiz var. Ve biz bu hikayeleri onurlandırmadıkça, o alanları hissetmeyip bize sundukları armağanları almadıkça, 5-6 yaşındayken deneyimlediğimiz bir travmaya dönüp de o çocuğu onurlandırmadıkça, onu duymayıp dinlemedikçe geleceğe doğru devam edemiyoruz. O yüzden sürekli iyi hissetme çabamız var, fakat arkadaki felâket bizimle yola devam etmekte.

Mesela: Yaşıyorum, koşturma içerisindeyim, bir şeyler tetiklenmiş ve ben fark etmiyorum bile; gizliden gizliye bir öfke duyuyorum. Yapacağım öncelikli şey öfkemi fark etmek ve “Ben bu hissi çoook önceden biliyorum,” demek olabilir mi?

Travmalarımızın günlük yaşamımızdaki işleyiş biçimini (tetiklenmelerimizi) şöyle ele alıyorum:

Derin bir acınız var. Kaybettiğiniz bir yakınınız. Sizi terk eden sevgiliniz. İstediğiniz işi alamamanız. Yıllardır yalnız olmanız. Bir hastalık. Tüm bu etkenler çıka geldiğinde ve ben “kötü hissetmeye” başladığımda genelde yönelimim “daha iyi hissetmeye çalışmak” oluyorsa sahne şu şekle dönüşüyor: Büyük bir evde yalnız başınasın. Sessiz, karanlık ormanın tam ortasında. Bir anda kapı yumruklanmaya başlıyor. Çığlıklar ve haykırışlar yükseliyor. Küçük bir çocuk, “Beni kurtar! İmdaaaat! Arkamdalar! Geliyorlar! Yardım et bana!” diye bağırıyor ve sen (eğer “olumlu”ya odaklanmak istiyorsan) kapıyı dahi açmadan dışarıya doğru şöyle sesleniyorsun: “Canım, sâkin ol, bir şey değil o. Sen yanlış görüyorsun. Rahat bir nefes al, bak hiç bir şey yok.”

İşte tetiklendiğimiz ân olan şey.

“Olumlu”ya odaklanmak yerine “olmakta olan”ı derinden hissedebilmek bana nasıl yardımcı olacak peki? Ve bunu nasıl yapacağım?

Öncelik, kendimle bağlantıya geçip bu tetiğin, beni tetikleyen durum ya da kişiden bağımsız olduğunu hatırlamak. Çoğumuz -iş, aile, arkadaşlar, toplum- ilişkilerimizi bu yüzden yıpratıyoruz. Bir ânda kapıldığımız suçluluk ve korku girdabı içerisinde sürekli dönüp duruyoruz. Bu yolda bizi özgürleştirip gücümüzü elimize almamıza aracı olacak başlıca şey farkındalık. Farkındalık, bizim eril alanımız, ama bu farkındalığı nasıl gerçekleştireceğiz? Ben şu bedenimin içerisindeyken, bir şeyler tetiklendiğinde bedenimde ne oluyor? Gözüm mü seğiriyor? Midem mi kasılıyor? Omuzlarım mı dikleşiyor? Nefesim mi daralıyor? Hepimizde farklı şeyler oluyor. Kiminin bel ağrıları başlar, kiminin vajina kasları gerilir, kimininse tamamıyla ense kökünde yaşar, migrene dönüşür. Benim bedenimde ne oluyor ve ben onun mesajlarını nasıl algılayabilirim? Bedenim bana nasıl rehberlik edebilir? Aslında bahsettiğim şey bu. Yani kendi hayatımın içerisinde bana kendime asıl destek olacak kişi benim ve ben kendime nasıl destek olurum, onun yollarını araştırıyorum. Kendimle bağlantıda kalabilirsem, mümkün olduğunca, dışarıya doğru tepki göstermek (suçlamak, aşağılamak, yermek) yerine bu yeni doğan hissin içerisinde gevşeyebilirim.

Hissedilmeyen duygu büyümeye başlar, hissedilmeyen öfke köklenecektir.

Hissettiğimizde şöyle bir süreç başlıyor:

“Seni duyuyorum, bana söylemek istediğin ne? Bana hediyen ne?” Duygularımızla anbean temas kurup, “Bana olan hediyen ne?” diye soracağız. “Bana ne getirdin?” Çünkü o duygu, o travma bir şeyler söylemek için orada. Bir yerde karşılanmamış bir ihtiyacın var, karşılanmamış ihtiyacın bir duygu yaratmış ve ben o duyguya sürekli “Git! Git başımdan, istemiyorum seni! Ben iyi hissetmek istiyorum!” diye bağırıyorum. Bu duygunun köklendiği ihtiyaç ne, görebilir, duyabilir miyim? Ben o ihtiyacımın güzelliği ile buluşabilir miyim? O ihtiyacımın güzelliği ile buluşursam, yaşamıma bir hediye gelecek? “Vay! benim böyle bir ihtiyacım var ve ben bu ihtiyacımı hayatımda nasıl karşılayabilirim?” diyebilmenin içerisindeki özgülüğü hissedebilir miyim?

Nasıl yollar çizebilirim ki hayatımın içerisinde daha özgür hareket edebileyim?

Bir yerde, belli şekillerde prangalar giymişiz. Bir şey oluyor, bir ilişkiye giremiyoruz. İlişkiye giriyoruz, bu sefer de işin içinden çıkamıyoruz. Ya da bedensel olarak etkilerini yaşıyoruz: Hastalık olarak kendini gösteriyor. Veya o kadar çok tetikleniyor, o kadar çok öfke barındırıyoruz ki, hayatımızda bir şeyler sürekli ters gidiyor gibi hissettiriyor. Gölgeler ensemizde dolanıyor.

Daha çok gevşeyebilmek ve bağlantıya geçebilmek... Çoğu zaman nerede ya da nasıl tetiklendiğimize dair en ufak bir fikrimiz dahi yok. Koku, ses, tat, herhangi bir şey ya da bir suratta gördüğümüz ifade sizi bambaşka bir yere ışınlayabilir. 2 yaşında yaşadığınız bir travma sahnesinde var olmuş ve aslında yüzünü dahi hatırlamadığınız birinin ifadesine ışınlanabilir, o ifadeye sahip her suratı gördüğünüzde tetiklenebilirsiniz. Bilinçaltı böyle çalışıyor. İşte bunlar dişil öz konusu, yani gölge alanlar, bilinmeyen ve saklananlar.

Hiçbir zaman şu anda değiliz. Bizler geçmişte yaşıyoruz, çünkü geçmişteki travmalar şu ânı yönetiyor. Böylece yaptığınız her seçim kendi hikâyeleriniz ile alakalı bir hale geliyor. Ve bir bakıyorsunuz aslında bütün hayatınızı siz değil sizin geçmişiniz yönetiyor. İşte o zaman diyebiliyorum ki, “Ben aslında hiç de özgür değilim. Özgür iradem nerede? Özgür irademle hikâyelerimden ve travmalarımdan bağımsız bir şekilde yaşasaydım neler mümkün olurdu? Hayatım nasıl dönüşürdü?”

 

Didem Çivici

 

(Bu makâle, 2017 Temmuz ayında gerçekleşen "Vahşi Kadın'ın Yolculuğu: Karanlığın Bilgeliği" inzivasındaki ses kayıtlarından yararlanılarak oluşturulmuştur. Ses kayıtlarının deşifre ederek Akademi'ye katkıda bulunan Melek Özüm Öztürk'e teşekkür ederiz.)

YORUMLAR

  • 0 Yorum