Bir kitabın yazılmasının ardından basıma kadar yaşananlar, eğlenceli bir dille anlatılırken hikâyenin bir sistem eleştirisi olduğu, işlerin nasıl yürüdüğü, hayal kırıklıkları, başarısızlıklar, umutsuzluklar gözler önüne seriliyor. Yayın dünyasını karıştıran bu kitap Leylâ Yıldırım’ın kendi hikâyesinden esintiler barındırırken; bir başarı hikâyesi anlatmıyor, bir başarısızlık hikâyesi anlatıyor ve okuyana sıklıkla “Gerçekten mi?” şaşkınlığı yaşatıyor.
Hikâyeler gücünü içinde barındırdıklarından almaktadır. Bu hikâye ise gücünü sırtını dayadığı yaşanmışlıklardan alıyor ve umutlarını yakıp küllerini bir kavanoza koyan Hurihan’ın kendine olan inancını kaybettiği yerde ona inanan dostlarıyla birlikte ayağa kalkışını ve yazdıklarını geri almak için yollara düşüşünü konu ediniyor.
Yayın dünyasının büyük çelik kapıları, editörlerin her şeyi bilen ve beğenmeyen tavırları, yayınevlerinin kazanç odaklı bakış açıları ile kitabevlerinin çok satanları arasında bir yazarın kendine “YAZAR NASIL OLUNUR?” sorusunu sormasıyla başlayan bu süreç, kimi zaman güldüren kimi zaman ağlatan bir hikâyeye dönüşüyor.
Son sözü Kitabımın Kenarına bırakalım;
“Ne tuhaf öyle değil mi? Hayallerle yazıyor, gerçeklerle yıkılıyoruz. Hayal kurmadan yaşanmaz diyor, gerçekleri dayatıyoruz. Hayalleri yakıp bir kavanoza dolduruyor, külleri gerçek addediyoruz. Sıçayım ben böyle gerçeğin içine…”