Bodrum Baharı sürseydi, 'Israil bu kadar azgın olmazdı'

7 Ekim saldırılarının birinci yılında bilanço çok ağır. Kim kazandı, kim kaybetti? Suriye ile ilişkiler bozulmasaydı sonuç bu olur muydu?

Esad ile kavganın Türkiye’ye maliyeti ne oldu? İsrail’in hedefi Türkiye mi? Tüm bu soruları Uluslararası İlişkiler Profesörü Hasan Ünal’a sordum. 

1- 7 Ekim saldırılarının üzerinden bir yıl geçti. Bugün İsrail hedefinin neresinde?

Bence hedefinin çok uzağında görünüyor. Şu ana iki önemli hedefinden biri Hamas’ın kökünü kazımaktı. Bu konuda başarılı olduğuna dair hemen hemen hiçbir işaret yok. Mutlaka zarar vermiştir ama Hamas hâlâ operasyonel. Hatta 17 Eylül’den sonra başlayan İsrail-Hizbullah mücadelesinde, Hamas elindeki son teknolojik füzelerle İsrail’i vuruyordu. Amerikan basını itiraf ediyor ki, Hamas ölmüş değil. İkincisi rehineleri kurtaramadı. Bu da İsrail iç politikası açısından çok önemliydi. Daha da ötesi bir soykırım yaptı. Bugün Amerika’da ciddi Yahudi kuruluşlarının önemli bir kısmı yapılanların soykırım olduğu görüşünde. Tüm bunların İsrail’in hanesine başarı olarak yazılması imkânsız.

2- Bir yıllık sürecin sonunda kim ne kazandı, ne kaybetti?

Filistin meselesi unutulmuştu. Tamamen derin dondurucuya atılmak üzereydi. Abraham anlaşması gereğince en son Suudiler de İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye çalışıyor diye haberler çıkmaktaydı. İsrail’in yerleşimciler politikasını durduracağına dair en ufak bir işaret yoktu. Hamas, kendi imalatı füzelerle icra ettiği saldırıyla bütün bu gündemi alt üst etti. Hamas kendi açısından bir kazanç içinde. Mahmud Abbas belki risk almadı ama Filistin meselesinin yeniden dünyanın gündemine gelmesi onun için de kazanç. Bütün bu İsrail saldırganlığı dolayısıyla Çin’in diplomatik başarısı sayesinde toplam 14 Filistinli silahlı direniş grubu Pekin’de ortak mücadele metnine imza attı. Hizbullah’a gelince, Hizbullah da üst yönetimini kaybetti ama ağır bir bombardıman altında bile İsrail’e sert karşılık verebildiklerine göre her komutanın yedeğinin hazır olduğu anlaşıldı.

3- İran?

Bence İran kazançlı. Tabiri caizse mücevher mağazasında neleri olduğunu ortaya serdi. 1 Ekim saldırısı İran’ın dünyada hipersonik füzeye sahip üç ülkeden biri olduğunu ortaya koydu. En başarısızlardan biri İsrail. Ağır bombardıman yapıyor ama stratejik planlamada çok önemli bir husus vardır. Biz derslerde anlatırız. Askeri harekât, savaş, operasyon, diplomatik yollarla elde edemediğiniz amaçlara ulaşmak için yapılır. Bunu yapmaktan başka çareniz kalmamıştır. İsrail böyle bir görüntü sergilemiyor.

4- Hizbullah, İsrail’in Hayfa kentini hedef aldı, Hamas Tel Aviv’e füze saldırısı başlattı. Önümüzdeki günlerle ilgili öngörünüz nedir?

Saldırıların şiddetinin artarak süreceğini düşünüyorum. İsrail sivil yerleşim yerlerini vuruyor. Hizbullah da ilk kez Hayfa’da sivil yerleşim yerlerini vurdu. Her saldırıda kapsamı genişliyor. İsrail’in kara harekâtı da neredeyse durmuş durumda.

5- Hamas yöneticisi BBC’ye verdiği mülakatta, “İsrailliler iki devletli çözümü, sizin gibi insanların devletlerini yok etmek ve insanlarını öldürmek istemesinden korktukları için kabul etmediklerini söylüyor” diyen gazeteciye, “Şimdiye kadar İsrail tek devletli ya da iki devletli bir çözümü kabul etmedi. İsrail her şeyi reddediyor. Uluslararası anlaşmalar, hukuk ve bizim haklarımız…” diye yanıt veriyor. Haklı mı?

Bence haklı. Örneğin iyice radikal aşırı sağ haline dönüşmüş olan İsrail politikaları, Oslo Barış Süreci’ni sabote etmemiş olsaydı ve iki devlet oluşsaydı, Filistin devletine daha iyi bir coğrafya verilseydi Hamas marjinal bir siyasal parti olarak kalacaktı. İsrail herhangi bir Filistinli ile uzlaşmaya yakın değil.

6- Erdoğan’ın ‘Hedef Türkiye’ tezine katılıyor musunuz?

Buna bire bir olarak katılmak mümkün değil. Şimdi İsrail’in Lübnan’ı aşması lazım. Sonra Lübnan’dan Suriye’ye girmesi lazım. Aramızda Suriye diye kocaman bir devlet var. Suriye, Suriye değil. Rusya var. Vekil olarak da değil, doğrudan Rusya var. İran güçlü bir şekilde Suriye’ye destek vermeyi sürdürüyor. Dolayısıyla bunları aşıp, Türkiye’yi tehdit etmesi söz konusu değil. Bu Nil’den Fırat’a meselesi de tartışmalı bir konu. Ortaçağ’ın tezlerinde boğulmak bence çok yanlış bir şey. Bölgeyi İsrail’e verseniz dolduracak nüfus bulamaz. Oradaki nüfusu ne yapacağınız ayrı bir tartışma. Ama şöyle bir tehdit var: İsrail’in veya Amerika’nın kullandığı/kullanabileceği bir PKK-PYD yapılanması söz konusu. Eğer sayın Cumhurbaşkanı, bunu bize karşı kullanacaklar/kullanıyorlar diyorsa, o zaman bizim de kamuoyu olarak kendisine şu soruları sormamız lazım: Suriye’yi neden bu kadar zayıflattınız? Batı dünyasının bu kirli savaşına neden ortak oldunuz? 2011’de Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkiler Azerbaycan ile olduğu kadar dostane ve kardeşçeydi. Bu zayıflatma stratejinizin yanlış olduğu ortaya çıktığı halde neden inadına, ısrarla “Esad’ı devirmeden bu işi bırakmayacağız” diye hiçbir mantığa sığmayan, hiçbir çıkarımıza hizmet etmeyen siyaseti sürdürüyorsunuz? Neden uzlaşmak için Dışişleri bakanlığı Suriye’ye şart koştu? Sanki Suriye yenilmiş gibi anayasa dayatıyoruz.  Bizim ulusal çıkarımız ne? Suriye’yi milli üniter bir yapıdan çıkarıp, içinde otonom bölgeler, federe üniteler barındıran bir anayasal sisteme zorlamakla Türkiye ne kazanacak? PKK-PYD’nin ekmeğine yağ sürüyoruz. Ne hikmetse Türkiye’deki siyasal İslamcıların Esad inadı yüzünden böyle bir politikaya dolaylı olarak tam destek vermiş oldu.

2008’de tatil için Bodrum’a gelen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve eşi
Esma Esad’ı dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ile eşi Emine Erdoğan
karşılamıştı. O dönem Erdoğan, Esad’a ‘Kardeşim’ diye hitap ediyordu.
Kısa süre sonra ‘kardeşim Esad’, ‘Zalim Eset’e evrildi.

7- Sonuçta Esad, Erdoğan ile barışır mı?

Bekliyordum ama giderek ümidimi kaybetmeye başladım. İsrail’in bu aşırılıkları, ABD’nin Türkiye’yi iten tavırları acaba Türkiye’yi bir kere daha düşünmeye, “Biz bunlarla uzlaşmak zorundayız” demeye getirir mi, getirebilir. Bir başka sebep de Türkiye’deki sığınmacılar. Ben sığınmacılarla ilgili konunun uluslararası ilişkiler boyutuna bakıyorum ve hükümetin ağır ekonomik kriz içinde bunları Türkiye’de tutmaya devam edemeyeceğini düşünüyorum. Şu anda dünyanın belki de en ağır ve en kötü yönetilen ekonomik krizlerinden birini yaşıyoruz. Böyle bir ortamda Türkiye’de 4-5 milyonu legal, geçici sığınmacı statüsünde, yaklaşık 5 milyon da Suriye’de olmak suretiyle 10 milyon Suriyeliye bakıyoruz. 7-8 milyon da kaçak var, onlar da ayrı bir problem.

8- Şimdi bir de İran rejimi, ülke içindeki mültecilerin deport edileceğini duyurdu. Türkiye sınırına geçişler artar mı?

Korkunç olur. İstiap haddi fazlasıyla dolmuş durumda. Bu barajın kapakları her yerden sızdırıyor, patlamak üzere. Hükümetin bu konuyu çok ciddiye alması gerekir.

9- Eğer Esad ve Erdoğan kavga etmeseydi, 2008’deki ‘Bodrum baharı’ sürseydi bugün Ortadoğu’da durum farklı olur muydu?

Hem de ne kadar farklı olurdu. Türkiye ile Suriye ilişkilerinin gayet iyi olduğu bir ortam olduğunu ve Esad hükümetinin zayıflatılmamış olduğunu düşünün. Zaten Türkiye bu işe girmeseydi, Esad hükümeti zayıflatılamazdı. Böyle bir ortamda İsrail’in azgınlığı bu kadar olamazdı. Güçlü bir Suriye devam ediyor olsaydı, politik durum da farklı olurdu. Körfez Arapları, Mısır, Ürdün ile iyi ilişkileri söz konusu olurdu. Bu ortamda da İsrail bu kadar saldırgan davranamazdı. Suriye savaşının yarattığı ters rüzgâr Ortadoğu’yu allak bullak etti. Maalesef burada en büyük suçlulardan biri mevcut hükümet.

10- Bu kavganın Türkiye’ye maliyeti nedir?

Mülteciler, o dönem herkesle kavgalı olmanın ekonomik ilişkilere yansıması vs., 150 milyar dolardan az olamaz.


İpek Özbey
sözcü.com.tr