GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI

[email protected]

Öcalan'ın uzun metnine bir içerik analizi: Sert sözler, itiraflar ve bilimsel konular

04 Haziran 2025 - 12:07

Abdullah Öcalan’ın fesih kararının çıktığı PKK’nın 12. Kongresi’ne gönderdiği uzun metinde çok ilginç noktalar var. Örgütü ve hatta Kürt toplumunu ağır sözlerle eleştiriyor. Yerine göre Einstein’dan giriyor kuantum fiziğinden çıkıyor. Narin cinayeti, Big Bang, Gılgamış Destanı, LGBT gibi başlıkların her birine bir şekilde değiniyor

öcalan pkk

Abdullah Öcalan’ın PKK’nın fesih kararı aldığı 12. Kongre’ye gönderdiği metin dün gece geç vakitlerde çevrimiçi ortama düştü.

Aslında böyle bir metnin akşamın daha erken saatlerinde yayımlandığı fakat sonra sebebi bilinmeyen bir şekilde geri çekildiği iddia edilmişti. Dolu dolu beş PDF sayfasını kaplayan metnin (sindire sindire okunması 1,5-2 saat sürüyor) sadece ilk sayfası kalmış, dört sayfası “uçmuştu”.

Gece yarısına doğru sayfalar geri geldi ve okumaya başladım. Size metnin bir özetini yapmak istedim.

Öcalan “fesih kongresi” olarak bilinen PKK kongresine ilettiği metinde neler söylüyordu? Hangi noktalara parmak basıyordu? Nerelerde öfkeleniyor, nerelerde tartışmanın devamını getireceğini belirtiyordu?

Gelin birlikte bakalım.

Uzunca bir giriş ve örgüte “kendinizi dahi taşıyamıyorsunuz” eleştirisi

Öcalan metninde yeni dönemi yedi ana başlık altında anlatacağını söylüyor lakin bu başlıklara geçmeden önce uzunca bir giriş kaleme alıyor ve bu noktaya nasıl gelindiğini anlatıyor.

Bu kısmın en çarpıcı iki noktasından biri kendi döneminin Kürtler tarafından ısrarla anlaşılmadığını vurguladığı bölüm.

“Önderlik Gerçeği diyorsunuz ama nedir bu gerçeklik anlamıyorsunuz. Halk dağılmış, felç edilmiş, anlama gücü yok” dedikten sonra faturayı PKK yöneticilerine çıkarıyor: “Kadro donanımsız.”

Kendinin bu süreçte -Kürtler tarafından- “mesihleştirildiğini” öne süren Öcalan bu duruma da “Artık yeter!” tepkisini veriyor.

Devamında isyanını şöyle sürdürüyor: “50 yıldır doğru anlaşılmayı bekliyorum. Anlatıyorum, anlatıyorum, sonra yine anlatıyorum.” Yine de anlaşılmadığını dile getiriyor ve bir noktada eleştirisini oldukça sertleştiriyor:

“Önderlik gerçeğini doğru anlamadan, kendini gerçekliğe yatırmadan bırakın topluma öncülük etmeyi, kendiniz yürüyemezsiniz. Nitekim kendinizi dahi taşıyamıyorsunuz. Muazzam bir söylem ve eylem gücüm var. Bunları size sunuyorum, zorla vermeye çalışıyorum, yine almıyorsunuz. Kendinizi bir çözüm olarak dayatmakta ısrar ediyorsunuz.”

“Bizimle amansız savaş önderi Bahçeli”

Giriş kısmının en çarpıcı diğer kısmı ise Öcalan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli hakkında söyledikleri.

Bir eşik atlamanın gerektiğini belirten Öcalan, birazdan değineceği Bahçeli’nin çağrısıyla ilgili cümlesine “Tuhaftır” diye başlıyor. Yani anlaşılan o ki, Bahçeli’nin 22 Ekim çağrısını “tuhaf” bulanlardan biri de Öcalan.

“Tuhaftır, bizim tarafımızdan değil, bizzat benimle amansız ve her an idamım için her şeyi yapan bir Türk, dönemin Türk duyarlılığının partileşmiş hatta proto parti devletinin en yetkili sesi ve eli olarak Devlet Bahçeli açtı bu yeni dönemi” diyor Öcalan.

Arkasından Bahçeli’nin DEM Parti heyetine dile getirdiği bir cümleyi naklediyor ki sanırım bu cümleyi bu açıklıkta daha önce Bahçeli veya ona yakın birinden duymamıştık:

“Yani bizimle amansız savaş önderi olarak Bahçeli, DEM heyetine bunu bizzat söylüyor. ‘Ben bütün ömrümü buna adamıştım ama şimdi yeni bir dönemi başlatmak istiyorum.’" 

Bahçeli, ömrünü PKK’yla mücadeleye yahut Öcalan’ın ölmesine yahut ikisine birden adadığını, lakin şimdi yeni bir dönem başlatmak istediğini Öcalan ve DEM Parti’nin aktarımına göre DEM Parti heyetine açık açık ifade etmiş anlayacağınız.

“Ancak savaşanlar barışır”

Giriş bölümüne küçük ama önemli bir not daha. Öcalan ancak savaşanların barışabileceğinin altını bu bölümde ısrarla çiziyor.

Savaşanlar dışındaki diğer unsurların (benim aklıma üçüncü ülkeler geldi ilk) ancak sürece yardımcı olabileceğini söylüyor.

Bir de başlayan sürecin Irak, İran, Suriye devletleri içinde de benzer şekilde yaşanacağını fakat inisiyatifin Türkiye’de olacağını belirterek sürece dair önemli bir tarif yapıyor.

Gılgamış, Gazali, Big Bang, Einstein, LGBT… Yok yok!

Akabinde girişte bahsettiğim yedi bölümlük kısma geçiliyor.

Buradan sonrası ta en son kısma kadar her biri ayrı bir uzmanlık gerektiren büyük felsefi ve sosyolojik meseleleri Öcalan, birkaç sayfaya sığdırmaya çalışıyor.

İnsanlığın var oluşundan giriyor konuya, kuantum fiziğinden çıkıyor. Dinler tarihi, Gılgamış Destanı, Gazali, Big Bang (Büyük Patlama), Einstein’ın e=m.c2 formulü, LGBT… O kadar kısa bir metinde (uzun ama bunları anlatmak için kısa) tüm bu başlıklara girip çıkıyor. Tabii böyle olunca bazen konular karmaşık hale geliyor, birbirinden ayırması zorlaşıyor, ani geçişler oluyor.

İmralı’da sıkı bir kütüphanesi olmalı

Arada yanlış veya eksik bildiği şeyler yahut karıştırdığı tarihler de var. Mesela dilin 3 bin yıl önce ortaya çıktığını öne sürmesi (yazılı dili kastediyor olsa bu bilgi doğru olacaktı ama sözlü dil kullanımı için bu tarihi veriyor), Tanrı Parçacığı’nı bir atomaltı parçacık gibi kullanması (oysa bir enerji alanı, bozon) gibi…

Yine de ancak İmralı’da bulunduğu dönemde ortaya çıkmış, örneğin kuantum fiziği gibi başlıklarda belirli bir düzeyde bilgisinin olması insanı şaşırtıyor. Belli ki sağlam bir kütüphaneden yararlanarak çok fazla sayıda okuma yapmış.

Mesela en şaşırdığım tespitlerinden biri Göbeklitepe’nin bulunduğu bölgede obsidyen denen taşın geniş yataklarının olduğunu belirtmesi oldu. Buradan yola çıkarak orada, yani Göbeklitepe’de bir değiş-tokuş, silah olarak (ok ucu ve bıçak) kullanmaya müsait bir taş (obsidyen) karşılığında hayvan derisi ve et takasının yapılmasına değiniyor.

Bu 12 bin yıl öncesine tarihlenen ve insanın yerleşik hayata geçişini yeniden tarifleyerek tüm arkeoloji bilgimizi değiştiren Göbeklitepe’nin inşa edilme nedenleri arasında gösterilen güçlü bir teori.

Öcalan’ın bunu bu detayda biliyor olması şaşırtıcı.

Narin cinayetine de değiniyor, Güran’ları Molla Gurani’ye bağlıyor

Bir diğer şaşırtıcı kısım ise Öcalan’ın metinde Narin cinayetine de değinmiş olması. Ailenin giderek geniş topluluklara, kabile ve komünlere dönüşmesini anlatırken direksiyonu birden bu cinayete kırıyor. “Çok esef ettiğimiz o Tavşantepe’deki olay kabileyle ilgilidir, o kabilenin marifetiyle içteki o müthiş o tecavüz unsuru küçücük bir kız çocuğuna yönelik eşi görülmemiş bir katliam olarak ifade bulmuştur” diyor. Sembolik bir olay olmasına rağmen çok çarpıcı bir anlamı olduğunu söylüyor. Bir de iddiada bulunuyor: Güran ailesini -herhalde soyadlarından dolayı- İstanbul’un fethine de katılan Molla Gurani’ye bağlıyor.

“Ah Marx şu anarşistleri bir anlasaydı…”

Metnin büyük bir bölümünde Marx göndermesi -ve sıklıkla eleştirisi- var. Fakat iki yerde Öcalan’ın tespitleri ilginç:

Birincisi komün diye tarif ettiği (ve mesela belediye de komündür, diyor ve “bizim” belediyelere kayyum atanırken hiçbir şey yapmayıp seyrettiniz diyerek öfkesini burada da belli ediyor) ve devletin karşısına koyduğu yapıdan bahsederken birden anarşizmin iki fikir babası Bakunin ve Kropotkin’e getiriyor sözü ve şöyle söylüyor: “Marx Bakunin’i anlasaydı, Lenin de Kropotkin’i anlasaydı sosyalizmin kaderi kesinlikle başka türlü geliştirdi. Bu sentezi sağlayamadıkları için reel sosyalizm gelişti.”

“O da bunu derse vay başımıza gelen!”

Marx’la ilgili bir diğer kısımda ise söyledikleri biraz yakınma mahiyetinde. “Hayret ettiğim nokta Marx dahi, adam karısıyla yaşamak için elbisesini satıyor” diyerek Marx’ın “ev geçindirme” derdi olan bir adam olmasına değiniyor. Marx’ın karısı ve çocuklarını geçindirmek için ceketini sattığını belirttikten sonra şöyle diyor: “Bu kitabı yazayım da gelir getirsin, bu evliliği kurtarayım, diyor. Şimdi sosyolojinin kurucusu bunu derse vay başımıza gelen! Böyle Marksizm mi olur? Olmuş maalesef, biz de taptık.”

İçeriye yönelik ağır eleştiriler yapıyor

Öcalan’ın eleştirileri arasında en ağır kısım ise “Kürt gerçeğinin çöplük karakterinden” bahsettiği kısım. Çok sert tespitler yapıyor. Kürtlerin durumunu “bir kültür kalıntısı” olarak ve şu benzetmelerle tanımlıyor: “Çözülmüş kabileler, işlevsel olmayan bir dil, tarikat kırıntıları, aşiret aile kavgaları.” Tarihsel toplumsal dağılmışlığın derinliği nedeniyle bu durumda bulunduklarını belirterek o sert ifadeyi kullanıyor: “Sömürge ötesi bir durumdur söz konusu olan. Bir tür çöplük. Çöplük toplumu, bir mezarlık.”

İlerleyen bölümde Kürtlerin canını vermekten çekinmediğini ama gerçeğe yanaşmadığını belirttikten sonra aynı ifadeyi tekrarlıyor: “Bunun gerisinde Kürt gerçekliğinin sömürge bile değil, çöplük karakterinden gelmesi vardır.”

“Barzaniler, Bedirhaniler, Şeyh Sait’in bazı torunları: Kürtlüğü imhaya götürdüler”

Eleştirilerinden bir diğerinde ise Nazilerle işbirliği yapan Yahudilere (bu insanlara Judenrat dendiğini belirterek) benzettiği bazı isimleri zikrediyor: “Barzaniler, Bedirhaniler ve hatta Şeyh Sait’in geride kalan torunlarından bazıları.”

Bu insanları “Judenratlaşmış” olarak tanımlarken onların “ailelerini kurtarmak için Kürtlüğü imhaya götürdüklerini” iddia ediyor Öcalan.

İki yerde de Öcalan’ın kendiyle ilgili itiraflarda bulunduğunu belirterek ve bunları da anlatarak bitireyim istiyorum.

Gençken dayak attığı ablası ziyaretine hiç gelmemiş

Birincisi ablası Ayni Yıldırım’la ilgili söyledikleri. Ayni Yıldırım’a gençliğinde bir tarlada çalışırken dayak attığını anlatan Öcalan, ablasının dayaktan sonra kendisine “Senin gücün ancak bana yeter” dediğini belirtiyor. Belli ki bu sözden çok etkilenmiş ve hafızasına kazınmış. Ayni Yıldırım’ın kendisini İmralı’da hiç ziyaret etmediğini, aklına hiç getirmediğini ve kendisine karşı bir sevgi geliştirmediğini söylüyor. Ardından da kendisini ziyaret etmeyiş nedenini “acaba o dayakla ilgili olabilir mi” sözleriyle sorguluyor.

Bir diğer kişisel hikayede ise Öcalan karısı Kesire Yıldırım’ı öldürmeyi düşündüğünü belirtiyor. En yakın arkadaşının da (isim vermiyor) kendisine bu yönde baskı yaptığını belirttikten sonra Kesire Yıldırım’ın yanından kaçışının kendisi için de bir kurtuluş olduğunu anladığını söylüyor.

Herkes karısının kaçmasını ayıplarken ve “Ya adamın karısı kaçtı” diye üzülürken Öcalan kendisinin “ben kurtuldum” dediğini ve kendi kurtuluşunun bu ilişkinin bitişiyle başladığını dile getiriyor.

Bitirirken “Eray sen de yazının bilimsel ve ilginç kısımlarını anlattın, barış sürecine dair tespitlerine hiç girmedin” demenizi istemem.

Zira Öcalan’ın yazısında bu kısımlar gerçekten kısıtlı. Bu konuların ileride tartışılacağını, bu tartışmaların en az birkaç ay alacağını söylüyor.

Süreçteki sessizlik de bu tartışmaların sürmesinden kaynaklanıyor ve elimizdeki metin aslında devam eden görüşmelerin başlangıç metni belki, bilemiyorum.

Siyaseten girişte değindiğim noktalar hariç son kısımda sadece “konfederalizm” meselesini ilginç bulduğumu söyleyebilirim ama onu da zaten nasıl olsa tartışan çok olacaktır. Oradan takip edebilirsiniz.
 

Eray Özer

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum