Hüseyin Macit Yusuf

Hüseyin Macit Yusuf

DOSYA
[email protected]

Sapma mı, stratejik derinleşme mi?

20 Kasım 2025 - 09:20

Tufan Erhürman’ın seçildikten sonra gerçekleştirdiği ilk Ankara ziyareti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesi sonrasında, Erdoğan’ın kullandığı “Kıbrıs meselesine en gerçekçi çözümün Ada’da iki devletin bir arada var olmasından geçtiğine inanıyoruz” ifadesi, Kıbrıs Türk siyasetinin merkezine oturan temel bir tartışmayı yeniden gündeme taşıdı. Türkiye, yıllardır savunmakta olduğu “yan yana iki devlet” formülünden geri mi adım atıyor, yoksa söylem düzeyinde yaptığı bu değişiklik aslında politikanın özünü daha güçlü bir biçimde mi ifade ediyor?

İlk bakışta “yan yana” ile “bir arada” arasındaki farkın yalnızca retorik olduğu düşünülebilir. Ancak kavramların diplomatik alandaki anlamı, sadece kelimelerin değil, niyetlerin ve stratejik yönelimin şekillendirdiği daha geniş bir siyasal bağlama işaret eder. Bu nedenle Erdoğan’ın ifadesini bir çizgi değişikliği olarak değil, mevcut politikanın stratejik derinleşmesi olarak okumak daha isabetli olacaktır.

“Yan yana iki devlet” ifadesi, Türkiye’nin özellikle 2020 sonrası netleştirdiği politikanın temel direğiydi. Bu yaklaşım, adadaki iki halkın ayrı egemenlik alanları üzerinden varlıklarını sürdürmesini, coğrafi ayrışmayı ve iki tarafın birbirinin egemenliğini tanımasını esas alan bir çerçeve sunuyordu. Bu model, Rum tarafının Crans-Montana’dan bu yana ortaya koyduğu siyasi eşitliği reddeden maksimalist yaklaşımı karşısında, Kıbrıs Türk halkının statüsünü güçlendirmeyi amaçlayan bir çözüm önerisiydi.

Erdoğan’ın “bir arada iki devlet” vurgusu ise bu çerçevenin dışına çıkan bir yöneliş değil, tam tersine politika hedeflerinin daha olgun ve diplomaside daha etkin okunabilecek bir formda yeniden ifade edilmesidir. “Bir arada” ifadesi, “yan yana” söylemindeki coğrafi vurguyu aşarak, iki egemen devletin aynı adada karşılıklı tanıma temelinde ilişki kurabileceği daha kapsamlı bir model önerir. Bu, federal çözümü kabul etmek anlamına gelmez; tam aksine federasyon dahil tüm modellerin ancak egemen eşitlik temelinde mümkün olabileceği gerçeğini daha açık bir dille ortaya koyar. Dolayısıyla bu söylem, Türkiye’nin iki devlet politikasında geri adım değil, daha rafine, daha diplomatik ve uluslararası aktörlerce anlaşılması kolay bir kavramsallaştırmadır.

Erhürman’ın ziyareti ve ardından yaptığı açıklamalar da bu dönüşüm bağlamında önem taşımaktadır. Cumhurbaşkanı seçilmezden önce lideri olduğu Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) uzun yıllardır savunduğu federasyon yaklaşımı, Rum tarafının tutumu nedeniyle uygulanabilirlik açısından neredeyse imkânsız hale gelmişken, Erhürman’ın Ankara’dan döndükten sonra kullandığı daha temkinli ve gerçeğe yakın söylem dikkat çekicidir. “Tarafların gerçek parametreler üzerinden konuşması gerektiği” yönündeki ifadeleri, federasyonun artık bir ideal değil, ancak egemenlik temelli bir ön koşulla mümkün olabilecek bir model olduğunun CTP çevrelerinde de yavaş yavaş kabul görmeye başladığını düşündürmektedir.

Bu bağlamda Erdoğan’ın kullandığı yeni ifade, yalnızca Türkiye’nin değil, giderek bölgesel gerçekliğin de bir gerekliliğine işaret etmektedir. Doğu Akdeniz’de enerji paylaşımı, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin seyri, AB’nin tek taraflı Kıbrıs politikaları ve ABD-AB-Rusya-Çin rekabeti gibi geniş ölçekli faktörler düşünüldüğünde, iki devletin “bir arada” var olabilmesi, kapsamlı iş birliği mekanizmaları geliştirilmeden mümkün görünmemektedir. Bu nedenle “bir arada iki devlet”, iki tarafın birbirini tanıdığı, ortak alanlarda iş birliği yapabildiği, egemenlik haklarının ihlal edilmediği bir düzene referans vermektedir. Bu, hem sahadaki fiili duruma hem de müzakere masasında yeni açılımlar yaratabilecek stratejik bir söyleme karşılık gelir.

Sonuç olarak Erdoğan’ın açıklaması, Türkiye’nin iki devlet politikasında bir sapma değil, aksine mevcut politikanın konsept olarak genişletilmesi ve diplomatik düzlemde daha güçlü bir anlatıya kavuşturulmasıdır. “Yan yana” söylemi ayrışmayı, “bir arada” söylemi ise egemen eşitlik temelinde kurulabilecek yeni bir ilişki biçimini tanımlar. Bu nedenle yeni söylem, iki devletli çözüm modelinin geleceğini zayıflatmak değil, kurumsal olarak güçlendirmek anlamına gelir. Erhürman’ın Ankara ziyareti sonrasında ortaya çıkan söylemsel uyum da bu yeni paradigmanın Kıbrıs Türk siyasetinde giderek daha fazla merkezi konuma yerleşeceğinin işaretidir. Bu yeni yaklaşımın da Rum tarafınca olumlu karşılanması bana göre olası değildir. Her zaman vurguladığım üzere Anavatan Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının önündeki tek hedef KKTC’nin tanınması olmalıdır. Türkiye emperyalizt batı tarafından karşı karşıya olduğu baskı, tehdit ve şantajları aşabilecek konum ve güçtedir.
 

Hüseyin Macit YUSUF

Hüseyin Macit YUSUF[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar