Mustafa ÖZBEY

Mustafa ÖZBEY

[email protected]

Türkiye'de Sansürün Seyri

08 Temmuz 2025 - 16:18 - Güncelleme: 08 Temmuz 2025 - 16:20

Sözcü TV tarihte uygulanmadığı kadar ağır bir yaptırımla karşı karşıya. Yargıdan bir noktada ‘dur’ kararı çıkmazsa bir televizyon ekranı, Türkiye’nin en çok izlenen kanallarından biri 10 gün karartılacak.
Peki neden?
İktidar neyi görmek istemiyor?
Zamların eleştirilmesini mi, ekonomik krizi mi?
PKK’nın silah bırakmasına yönelecek eleştirileri mi?
Yoksa CHP’li belediyelere yeni operasyonlar gelecek ya da turpun büyüğü ve o mu görülsün istenmiyor?
Sözcü TV neden kapatılıyor?
Bu yaşanan Türkiye’de sansürün başlangıcı değil elbet ama yıl olmuş 2025… Bize demokrasi vaat edenlerin ülkeyi getirdiği hale bakın.
Gelin biraz geçmişe bakalım.

Her dönemin bir “kırmızı çizgisi” oldu bu ülkede. Osmanlı’dan günümüze, sansür bazen bir padişah fermanında, bazen bir mahkeme kararıyla, bazen de ekran başında elini klavyeden çeken bir gazetecinin iç sesiyle karşımıza çıktı. Türkiye’de sansürün tarihi, sadece susturulanların değil, susturuldukları hâlde yazmaya devam edenlerin de tarihidir.
Sansürün tohumları Osmanlı’nın son dönemine dayanır. II. Abdülhamid dönemi, basının “önce kontrol, sonra dağıtım” yöntemiyle şekillendiği yıllardı. Matbaada dizilen yazılar daha mürekkebi kurumadan sansür memurlarına sunulurdu. Sadece muhalif fikirler değil, bazen “kalp”, “aşk”, “hayal” gibi sözcükler dahi sakıncalı bulunurdu. Çünkü yönetim, düşünceden korkuyordu.
Tek parti dönemi, ulus inşasının sancılarıyla şekillendi. Çok partili hayata geçişte basın biraz nefes aldıysa da, bu özgürlük kısa sürdü. 1960 ve 1980 darbeleriyle birlikte, her yeni anayasada bir maddeyle ifade özgürlüğü tanındı; ardından birkaç fıkrayla kısıtlandı. Gazeteler toplatıldı, kitaplar yakıldı, gazeteciler tutuklandı. Ama kalem durmadı.
1990’lar, özellikle Kürt meselesiyle ilgili yayın yapan gazetelerin ağır baskı altına alındığı yıllardı. “Özgür Gündem” gibi yayın organları defalarca kapatıldı, bazı gazeteciler öldürüldü. Devletin güvenlik refleksi, haber alma hakkını yok saydı.
Geldiğimiz noktada sansür daha sofistike ama daha yaygın. Artık bir mahkeme kararı olmadan da haber yayından kaldırılabiliyor. RTÜK’ten ceza almamak için bazı konulara hiç girilmiyor. Sosyal medya platformları yasal baskı altında, içerik üreticileri ise her an “dezenformasyon” suçlamasıyla karşı karşıya. En tehlikelisi de bu: Gazetecinin kendi zihninde kurduğu bariyer. Hangimiz yazı yazarken ya da bir haberi yayımlarken, “Acaba ceza alır mıyım” diye düşünmüyor ki?
Sansür sadece bugünün meselesi değil. Ama bugünün sansürü, geçmişin deneyimlerini unutarak daha da keskinleşiyor. Biz gazeteciler için görev, unutmamak ve unutturmamak. Çünkü sansür yalnızca bir yasak değil; toplumsal hafızaya yapılmış en büyük müdahaledir.
Bu arada yaşıma ve deneyimime güvenerek şunu söyleyebilirim:
Tarihte hiçbir sansürcü kazanmadı, gizlemek istediği neyse büyük bir merak uyandırdı ve gizli kalacağı varsa da kalmadı.
Yine kazanamayacak. Gazeteciler yazacak, gerçekler gün yüzüne çıkacak.
MUSTAFA ÖZBEY
 

YORUMLAR

  • 0 Yorum