Abdurrahman Dilipak Bu kader benim kaderim
İnsanların çoğu, sabretmiyor, şükretmiyor ve haksızlıklara karşı direnmiyor. Allah (cc)’nin kendileri için “takdir” ettiği kader’den razı değil. Hep rızık, makam ikram olarak daha fazlasını istiyorlar da, ne istediklerine kavuşmak için yeteri kadar akıllı, ne yeteri kadar bilgili ve ne de yeteri kadar cesurlar.

Zengin-fakir, bir çok kişinin sahip oldukları şeyler akıllarından ve imanlarından fazla.. Kimi helal kazanmıyor, kimi helal şekilde harcamıyor, kiminin her ikisi de umurunda değil. Ama onlar sağlıklı , mesud ve güvende olmak istiyorlar. Onlar bilsinler ki, haram mal ve makamla saadet olmaz. Allah (cc) cahil ve zalim bir topluluğa hidayet vermez. Haram para kasada durduğu gibi durmaz. O bütün kullarını “malları, canları ve sevdikleri ile kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir.” Kimse rızkından az ya da çok yemeyecek, kimse ecelinden önce ya da sonra ölmeyecek, kimsenin Kaderin başka bir kaderi yok.
Herkes başlarına gelen şeylerin, başkalarının yaptıklarının sonucu olduğunu düşünüyor. Sebeb Ey! En büyük sebeb, sebebler’in sebebi Rahman ve Rahim olan Allah’tır. Onun alemleri kuşatan iradesidir. Sebeb’ler aleminde, beden gözü ile baktığınızda İlahi İradenin tecellisi olarak baktığınızda gördüğünüz budur. Oysa rıza ve imtihan penceresinden baktığınızda, görünen gerçekliğin ötesindeki Hakikat bize başka bir şeyler söyler. Bu alemdeki tecelli, nefsi heva, heves ve azularımızın penceresinden baktığımızda bize şer gibi görünse de Allah (cc) onda hayır murat etmiş olabilir. Hayır gibi görünende de o işin sonunda, dünya ve o işin ahiretteki karşılığı açısından şer olabilir. Önce şunu görelim, anlayalım ve kabul edelim ki, bu dünyada sahib olduğumuz ve sahip olmayı arzuladığımız halde gerçekleşmeyen her şey bir imtihan vesilesidir. Bu “iman” ile baktığımızda mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizin bizim için bir fitne yani zor bir imtihan vesilesine dönüşebileceğini düşünmemiz gerekiyor.
Hz. Yusuf’un suçu ve günahı neydi ki, kardeşleri tarafından kuyuya atıldı. Belki de 7 yaşlarındaydı. Onun suçu ve günahı neydi ki, onu köle pazarında sattılar. Onun hayatı hep 7’lerle hikaye edilir. Kader’e bakar mısınız, Kölelikten Sarayda müşavirlik makamına yükseldi. Oysa aslında ona iftira edeceklerdi. Suçu, günahı neydi ki, iftiraya uğradı da 7 yıl zindanda kaldı. Sonra çıktı, bu defa Saraya vezir oldu. Yusuf hep aynı Yusuf’tu bedenen ama çileler onu yıldırmadı, daha da olgunlaştırdı. Yusuf yine aynı Yusuf’tu da, 7 yıl bolluktan sonra, 7 yıl da kıtlıkla imtihan oldu. “7 Yıllık bollukta yaptığımızı yine yaparız, bizim yönetimimizde kıtlık olmaz” demedi. O biliyordu Allah’ın insanları “artırarak ve eksilterek imtihan edeceğini”. O biliyordu, toplum hayatındaki tecellilerin sadece yöneticilerin tasarrufunda olmadığını, toplumun liyakatı olmazsa, başlarındaki kişi bir peygamber ya da eşsiz bir komutan da olsa başarıya ulaşılamayacağını. Kişilerin ve toplumların kader’inin içiçe bir kader olduğunu o biliyordu. Kaderimiz zahir alemde birbiri ile anne-babanız, zevceleriniz, komşularınız, akrabalarınız, ortaklarınız ve arkadaşlarınız ve düşmanlarınızla içiçe gibi gözükse de, nasıl bütün insanlar birbirine benzese de, biz parmak uçlarımızda işaretlendiği gibi tek, biricik yaratıldık. Kaderlerimiz de öyle. Dostlar ve düşmanlar hepsi kaderimizin ayrılmaz bir parçası. Melekler, cinler ve Şeytan’lar da öyle. İçimizdeki ruh ve nefs, can ve akıl da öyle.
Onun için şöyle olmasaydı böyle olmazdı, şöyle oldu da onun için böyle oldu, demeyin.. Bu söz Şeytandandır. Olan şeyler zahir alemde imtihan gereğidir. “Şeytan olmasaydı, hepimiz Cennette olurduk”. Ama o zaman insan olmazdık. Sahi, babam kız olsaydı, ben kim olurdum? Doğduğunuz zamanı, mekanı, ana-babayı, derinizin rengini, cinsiyetinizi siz mi seçtiniz. Peygamber evinde doğsaydınız cennete gideceğinizi mi zannediyorsunuz. Yusuf’u kuyuya atanlar kardeşleri idi. Ya Yusuf’u kuyuya atanlardan olsaydınız, ya da Yusuf olmayı kabul etme konusunda hazır mısınız. Hz. İbrahim’in oğlu olmak ister miydiniz.. Babanız sizi kurban etmek isteseydi kabul edecek miydiniz. Anneniz Haacer annemiz gibi davranabilecek mi idi. “Turistik Hac”(!?) yapanlar Şeytan taşlarken, orada bu soruyu kendilerine sorduklarından emin değilim. Kurban keserken aslında ne yaptığımızın farkında mıyız?!
Allah (cc) zalim değildir. Başımıza gelenler, hepsi bizim “hakkedişimiz”dir. Allah (cc) bir kişi, topluluk ve halkın üzerine birilerini bela etmişse, bu ya imtihan gereği olarak, Allah (cc) o zalimler eliyle kendi ipini bırakanları cezalandırmaktadır. Ya da saldırıya uğrayanlara yardım edip, o zalimler topluluğunu cezalandırmak istemektedir. Aslında o zalimler de, mazlumlar da O’nun iradesi içinde hareket etmektedirler ve her iki halde de, Kaderin tecellisi sözkonusudur. Zalim’ler mazlumlara zulmederek cehennemdeki cezalarını artırmaktadırlar. Mazlumlar ise eğer zalimlere karşı direnmiyorlarsa, onlar da Allah’ın hükmü ile bu dünyada da zalimler eliyle cezalandırılmaktadırlar. Şeytan da Allah’ın iradesi içinde hareket eder. “Ve bil gaderi hayrihi ve şerrihi minallahu teala”. Karınız ya da kocanın, komşunuz ya da iş ortağınız, devleti yönetenler şöyle yapsalardı böyle olurdu, ya da böyle yaptıkları için bu işle başarılı ya da başarısız oldu. Bu işler öyle değil. İşler kötü giderken iyi şeyler yapanlar da, işler iyi giderken kötülük yapanlar hem bu dünyada, hem de ahirette bu dünyada yaptıklarının karşılığını görecektir. Bu güzel şeyler yapanların bu dünyada ödüllendirilmeyeceği ya da kötü şeyler yapanların bu dünyada cezalandırılmayacağı anlamına gelmez. Ama bu işler dünyada başlayıp-bitmeyecek. Bir de ahiret hayatı var. Zahir alemdeki zalimlerden, suçlulardan hesap soracak, hakkımızı almak için direneceğiz. Yardım edenler, iyi, güzel şeyler yapanları destekleyecek ve onlarla birlik olacağız. Ama bilelim ki kaderimizden başka bir kaderimiz yok. Anne-baba, çocuklar, akrabalar, komşular, akrabalarımızla kaderimiz hem iç içe ve hem de tek başına özgür bir hayattır. Bu hercümerç olmuş hayat içinde bizim rotamız İlahi rıza ise ve insanları Hak’ka, Adalet’e, barışa, kula kulluk etmemeye çağırıyorsak ilahi rızaya kavuşacağız, sonuçta mahzun olmayacağız demektir.
Bakın bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi gören bir Allah (cc) var, o karanlık bir gecede, karataş üzerindeki kara karınca yavrusunu da görmekte, duymakta bilmektedir. Karıncaların Rabbidir benim Rabbim. Benim Rabbim kelebeklerin, ay ve güneşin, rüzgarların dostu tozların, arılarla konuşan, toprağa hayat, renk ve koku yayan menekşelerin de Rabbidir. İnsanlar sürekli şikayet ediyor. Şükretmeyi, ya da, hekimler nasıl hasta bedenlerin şifası için çalışırsa, manevi ve ahlaki zaaf içinde nefisleri hasta kişileri yanlışların kurtarmak için niye Şifacı hekimler gibi davranmıyoruz ki! Hani bizi öldürmeye gelenler bize dirilsinler demiyoruz. Hekimler, hastalarını toprağa gömmemek için çabalarlar. Oysa biliriz ecel gelmişse başağrısı bahane. Cehenneme odun olmak, toprağa gömülmekten bin beter bir hadisedir. Peki Cehenneme doğru koşanları kurtarmak için manevi şifacılara dönüşmüyoruz.
Bu dünyada yaptıklarımız ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızla, ya da söylediklerimiz ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizle, ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyacağız. Dünya hayatı iman ve cihad’dan ibarettir. Yaşadığımız zamana, mekana, kişi ve olaylara karşı adil şahidler olacağız. Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız. Biz Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Yeryüzünden hesaba çekileceğiz. Bu anlamda imanımızı yeniden gözden geçirelim. Bazan insanlar kaçtıklarını zannettikleri şeye doğru koşarlar. Bizim birilerine uzaklığımız, onun bize uzaklığına eşittir. Kişi ya da topluluk olarak bu böyle. Anlaşamadığınız bir konuda bizden istenen birlikte Hakkı aramaktır. Ortada Muhkem bir hüküm yokken tarafların kendi arzu, heva ve heveslerini dayatmaları Şeytanın bir hilesinden başka bir şey değildir. 1000 yıl önce Çin’de bir kelebek gün doğarken kanadını çırpmamış olmasaydı güneş doğmazdı. (Haşa)! Kainatta bir boşluk, eksiklik, düzensizlik, uyumsuzluk görmezsin (Mülk suresi 3) Bize bir iyilik ya da bir kötülük isabet ettiğinde, bizim yapmamız gereken, bu şey benim için hangi imtihanın vesilesidir. Önce şükür ve sabır görevimizi yaptıktan sonra. Bu tecellinin imtihan boyutuna geçip, Allah’ın rızasını aramak, ona yönelmek gerekiyor. Bir kötülük dokundu ise, onun kaynağına gidip, önce onu Hakka çağırmamız ve zararın tazminini istememiz, tevbe etmiyorsa, hakka razı olmuyorsa onun cezalandırılması için istişare etmemiz ve başkalarını da ilgilendiren bir zarar konusu ise birlikte direnmemiz gerekiyor.
Gazze’de bunu görüyoruz. Gerekirse Şehid de oluyorlar. Haşa direnmeselerdi ölmeyecek değillerdi. Bolu’daki otel yangınında hayatını kaybedenlerin ecelleri gelmiş ölmüşler ya da kurtulmuşlar. Ama sebeb’ler aleminde, hayatta kalanlar ve hayatını kaybedenlerin yakınları bu işin sebeb’leri ve sorumlularını araştırıp, suçluların cezalandırılması ve zararların tazmini için ellerinden gelen herşeyi yapmaları gerek. Sorumlular kendi partilerinden olsa ya da hatta yakınlarından biri de olsa. Hangi konu olursa olsun, haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz Şeytana dönüşürler. Bu bir siyasi, bürokrat, ya da bir işportacı da olsa. Vay o rüşvet alanların, torpil yapanların, ihaleye fesat karıştıranların, hırsızların, adaleti engelleyen hali. Allah (cc) cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmez. Onların üstlerine pislik yağdırır, işlerini sarp dağlara sardırır. Bu şekilde haram mal, para, makam sahibi olanların bu elde ettikleri şeyler manen zehirlidir. Onların varisleri, dostları, o sofrada oturanlar, onları destekleyenler, onların yaptıkları karşısında sessiz kalanlar da o hastalıktan paylarına düşeni alırlar. Bir takım sorunlar yaşadıklarında bilsinler ki, o hastalığın sebebi kendileridir. Nefislerini o haramdan arındırmadan bedenleri şifa bulmayacaktır. Ah o siyasiler, bürokratlar, ah bu alemden nemalananlar Allah’ın peygamberi ile bildirdiklerini bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz. Arzu, heva ve hevesleriniz sonucu dua ile belanızı arıyorsunuz. “Kiramen katibin” bizi iyiliklerimiz ve yanlışlarımızla kaydetti. Aklımızdan ve kalbimizden geçenler, şifreli haberleşmeler, kriptolu mesajlar, kapalı kapılar arkasında yapıp-ettiklerimiz, fısıldaşarak konuştuklarımızın hepsi o defterde yazılı. Pişmanlıkları fayda etmediği gün gelmeden gelin Hades’ten ve o Necis olan mallardan bedenimizi, evimizi, dostlarımızı arındıralım.
Bu sadece kişiler ve topluluklar için değil, bir halk için de böyle. Korkarım dünya kitlesel bir helak’a doğru yokuş aşağı gider gibi gidiyor, hem de yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat hayali ile. Şimdi kendimize ve çevremize, dostlarımıza, başkalarına bakalım. Hadi gelin tevbe edelim, inatlaşmaktan vazgeçelim, daha sabırlı olalım. Hadi Yusuf’a dönüşelim, Bir Hacer alalım. Hesab sormadan önce hesab vermeyi öğrenelim, sonra hesab da sorarız. Hadi yüzümüzü kıbleye dönüyoruz ya, sadece bedenimizle değil, her şeyimizle yüzümüzü Hayra Hakka dönelim. Unutmayalım ki, biz kendimizi değiştirmeden, Allah (cc) bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. Ezeli ve ebedi olan Allah (cc), zamandan ve mekandan münezzeh olan makamında böyle hükmetti. Değişmesi gereken ötekiler değil, önce biziz biz. Unutmayalım, malımız, canımız, sevdiklerimiz, komşular, akrabalar, zevceler, gelinler, kaynanalar, kayınbabalar, uyuşturucu satıcıları, meleklerin ve şeytanların dostları, hepsi bu alemde bizim imtihanımızdır ve biz de onların imtihanıyız. Günde 40 kez “elhamdülillah” diyoruz. Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu söylüyoruz, sonra o yaratanın takdir ettiği Kadere itiraz ediyoruz. Bunun bir anlamı var mı? Birbirimizle İMTİHAN OLUYORUZ İMTİHAN! Ve işte ondan sonra Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Hani şu hep Allah’tan istediğimiz şey var ya, Allah, O’nun adına onu bizim yapmamızı istemektedir! Selam ve dua ile.
NOT: “Başına gelenler Kader değil” diyenlere, “Kaderinizi değişeceklerini” söyleyenlere inanmayın. Onlar yalancıların ta kendileridir. “Tanrım beni baştan yarat” diyenler Allah’a isyan ediyorlar. (Güfte: Ali Tekintüre, Beste: Muzaffer Özpınar. İlk 1974’de Solist Emel Sayın, daha sonra Gönül Akkor, Gönül Yazar, 1980 Ferdi Tayfur.. Kimi “Kader utansın” der, kimi “itirazda bulunur zalim kader’e”, kimi başına gelenleri “kader’in oyun”u olak görür. (Haşa)

Abdurrahman Dilipak

YORUMLAR