Bak beyim, sana iki çift lafım var...

Düşündüklerim dilime gelse; önce babam sonra mahalleli beni çarpar, hem vallahi hem billahi. Bari Allah çarpmasın diye Allah'a yalvarıyorum. Allah'la kul arasına hiç kimse giremez iyi biliyorum nasıl olsa. Siz de biliyor musunuz kardeşim?

Bak beyim, sana iki çift lafım var...
18 Kasım 2022 - 15:06

 

Karanlık günlerden geçiyoruz. Bize "Hadi işte bu önünüze koyduğumuz dikenli yol. Yürüyün yürüyebilirseniz?" deniyor. Aile yürüyüşleri, yasa tasarıları, "LGBT'liler idam edilsin" diye haykıran güruh bilmezler ki ne kadar uzun bir yoldan geldiğimizi.

Aynı Tanrı'nın çocukları olduğumuzu da bilmezler mi? 

Onlara kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım.
Onlara sevginin ve karşılıklı anlayışın insanı kendi zehrinden nasıl arındıracağını anlatacağım. 
Onlara, onların olmadığı zamanlardan bahsedeceğim. 
Senden olmayanı sevmenin huzurunu anlatacağım onlara. 
Onlara ne kadar geniş bir aile olduğumuzu anlatacağım.
Bizim aileyi anlatacağım onlara.

Bak Beyim… 

Kulağıma dualar okunarak adım konulmuş benim de. Günde beş vakit ezan sesiyle uyutulmuşum. Ezanın ve Allah'ın selamı eksik olmamış üzerimden. Kur'an'ın 28 harfini öğrenmişim, Türk alfabesini öğrenmeden. Elif, be, te, se…

Hepsini ezbere sayarım hâlâ ve belki yazarım da. Allah'ın dilini sökme imtihanından tam not almış çocukluğum, Türklükte de geri kalmamış. Türk ve Müslüman ulusunun üstünlüğünü, ne mutlu olduğumuzu, bizden başka hiç dostumuzun olmadığını hep bilmişimdir inan. Henüz şafak sökmemişken, donda ve ayazda ayaklarım titreyerek okumuşumdur bütün marşları ve bütün duaları. Soğuktan değil, vallahi heyecandan, üstümde bayraklar dalgalanarak.

Bütün dünyayı Türklerden ve Müslümanlardan ibaret sanmışım. Erkeğin evdeki yerini, kadınların erkeğe göre bir adım geride olması gerektiğini, ailenin devleti oluşturan en güçlü yapı olduğu hep öğretilmiş bize de. Ensemize vurula vurula kız evlat veya erkek evlat olmuşuz biz de…


Ads by Kiosked

Bir de aşk, sevgi var bilir misiniz? Bir de hayat var. 

Bir oğlan çıkmış karşıma. Adı Daniel. İsmi bana yabancı gelmiş Daniel'in. Gözleri çok yakın. Bana yabancı olan şeyle ilk defa o zaman karşılaşıyorum. 

"Kilise çanlarının eksik olmadığı şehrimde, Daniel bana nasıl olur da yabancı olur?" diye düşünüyorum. Beni çeken şeyin bu yabancılık olduğunu sonra anlıyorum. Sevginin, kalbin yabancısı yoktur çünkü, bunu sonra anlıyorum. Daniel ile kiliselere gidiyorum. Annesiyle tanışıyorum. Annesi bana bir defa sormuyor dinimi, yönelimimi, cinsiyetimi veya nereli olduğumu. Ne ben onun Hıristiyanlığını konuşuyorum ne o benim Müslümanlığımı.

Yürüyoruz beraber; aşkımızı paylaşıyoruz, acılarımızı. Ben ona Ramazan Bayramı'nda güllaç ikram ediyorum o bana Paskalya'da çörek… Daniel inançlı, ben hep sorgulayan. 'Sorgulayan' dedim ya; bu sorgulama yalnızlığa itmiş beni bulunduğum bedende. Kimseye açılamadan. Düşündüklerim dilime gelse; önce babam sonra mahalleli beni çarpar, hem vallahi hem billahi. Bari Allah çarpmasın diye Allah'a yalvarıyorum. Allah'la kul arasına hiç kimse giremez iyi biliyorum nasıl olsa. Siz de biliyor musunuz kardeşim? 

Halim böyleyken Linda ile tanışıyorum. Bizim mahalleden karşı kızların okuldan arkadaşları. Onunla ne konuşsam anlayışla karşılıyor. Linda mahalleden çıkarken herkes arkasından tuhaf tuhaf bakıyor. Kızlara soruyorum "Neden?" diye. "Gizliyor ama fellah" diyorlar. Linda'ya soruyorum. "Sana fellah diyorlar kötü bir şey mi?"

"Kimseye söyleme ama Aleviyim" diyor.

Aradan zaman geçiyor, ben sorgulamaya devam… Yapayalnız bir bedende kendimi var etmeye çalışıyorum. Yürürken hâkim olamadığım kıvrılan kalçalarıma taş atıyor okuldaki çocuklar. Susuyorum. 

Hâlim böyleyken Linda bana "Gel bizim belediyenin tiyatro ekibi var oraya gir, iyi gelir sana" diyor. "Orası Alevi mahallesi, döverler seni" diyor bir başkaları, sanki Müslüman mahallesinde hiç dayak yemiyormuşum gibi… 

Dinlemiyorum, gidiyorum. Her gün gidiyorum. Linda'nın benim mahalleme korkarak gelmesinin tersine ben onun mahallesine elimi kolumu sallayarak gidiyorum. Benim dışımda herkes Arapça konuşuyor. Ne konuşuyorlar diye hiç sormuyorum kendime. Gözlerimizin parlaklığı yetiyor hepimize. Sevginin dili ortak biliyoruz hepimiz de. Yüzlerce dostum oluyor. Onların derdi benim derdim oluyor, benim derdim onların.

Vallahi seviyoruz birbirimizi. Cebimizdeki son parayı paylaşıyoruz, duygumuzu, hayatımızı. Ne ben onları dışlıyorum ne onlar beni. Ne peygamberler giriyor aramıza ne din ne de dil. Kendimi geliştiriyorum. Bütün Arap köylerinde tiyatro grupları kuruyorum. Oyunları Türkçe yönetiyorum, çocuklara Arapça oynatıyorum. İnsanın anadili ana sütü gibidir biliyorum. Hiç sorun olmuyor. Çocukların yüzlerinin parlaklığından anlıyorum her ifadeyi. Çocuklar seviyor beni, ben de onları. Yaşlı amcalar ve teyzeler sımsıkı sarılıyorlar bana. Kendi dillerinde ağlıyorlar. Kuran sesinin eksik olmadığı evime geri dönüyorum. Ya annem, ya babam namaza durmuş… 

Zaman geçiyor. Bir semah ekibi kurulacak. Semah dönecek birilerini arıyorlar. "Ben dönerim" diyorum. Sivas'tan gelen hocam iki günde öğretiyor bana. Başlıyorum dönmeye. Adana'da, Mersin'de ne kadar cemevi varsa, ne kadar festival varsa çevre illerde hepsine katılıyorum. Adana'daki cemevinde bir teyze geliyor yanıma öpüyor beni.

"Nerelisin?" diyor, "Arap mısın?" diyor, "Değilim' diyorum. "Alevi değil misin?" diyor, "Değilim" diyorum. Boynuma sarılıyor, ağlıyor. Diğerleri geliyor. Tek tek öpüyorlar beni. Teyze numarasını veriyor. "İstanbul'dayım yolun düşerse misafirim ol" diyor. 

Yıllar geçiyor, İstanbul'da sokakta kaldığım bir zamanda teyzem beni evinde saklıyor, koynunda yatırıyor. Şarkılar söylüyor bana uyumadan. Kocasından kalan iki kuruş paranın yarısını benimle paylaşıyor. Ben İstanbul'a neden geldiğimi anlatıyorum ona, o kocasının katledilişini. Onun acısı benim acım, benimki onun oluyor. Biliyoruz. "Hissettiğin gibi yaşa," diyor teyze "Yol senin". 

Hortum Süleyman'ın çuvallara soktuğu kelebekleriz…

Başka bir eve geçiyorum. Urfalı iki kız kardeş. Ben üçüncü kardeş oluyorum bu evde. Tırşiki seviyorum. Et yemiyorum diye bana etsiz çiğ köfte yapılıyor. Sabah Kürtçe şarkılarla uyanıyorum. Aramıza ne devlet ne toprak ne de sınırlar giriyor. Annemiz geliyor Urfa'dan. Çok seviyorum. Koluna girip gezdiriyorum onu. Annem uzun, annem kapılardan geçmez. Yüreği o kadar güzel ki, bana dev gibi görünüyor belki de.

"Bana halay öğret. Üç ayağım iyi ama omuz titretemiyorum" diyorum. Gülüyor… Gece saat üçte uyandırıyorum. "Teyze hadi kalk halay çekeceğiz" diyorum. "Ayıptır oğlum pijamayla çekilmez" diyor. Kalkıp en güzel elbiselerini giyiyor. Ondandır ki hâlâ halay çekerken kıyafetimin düzgün olmasına özen gösteririm. 

"Ben uyumayayım sabah namazına az kaldı" diyor. Sabahları uyanıp savaşları konuşuyoruz, ölenleri, öldürenleri. Ayırt etmeksizin hepsine ağlıyoruz. Sevgide bir ayrım yoktur, ikimiz de biliyoruz. 

Zaman geçiyor… Bana kendimi, bedenimi, hayatı sevmeyi öğreten LGBT oluşumları ile tanışıyorum sonra. Taksim'in melekleriyle. O gün bugündür yoluma ve sevmeye devam ediyorum. 

Evet Beyim. Hâl böyleyken bırakın içinizdeki öfkeyi. Bırakın içinizdeki Zehri. Bu zehir kimseyi yaşatmaz. Senin gibi olmayandan, senin gibi yaşamayandan, senin gibi düşünmeyenden nefret en büyük zehridir insanın ve bu zehir ilk önce insanın kendisini öldürür bilmez misin?

Birinin saçını okşadığında, kanayan yarasını sardığında, gönlünü açtığında geri kalan her şeyin uçup gideceğini biliriz biz. Hepimizin yarasının aynı olduğunu biliriz. Hepimiz aynı yarayla kanıyoruz işte. Kanatıyorlar biliyoruz. Biz böyle bir aileyiz.

Biz adı Rumca olan ama içinde bir tane Rum'un olmadığı binaların içinde yaşayanlarız. Boşaltılmış Ermeni köylerinin derelerinde yüzen, bomba seslerinden kulakları sağır olmuş, gece evi basıldığı için korkudan dili kekeme olmuş savaş çocuklarının başlarını okşayanlardanız. Yurtlarda tecavüze uğrayan çocukların çığlıklarını duyarız biz. Her gün öldürülen kadınların çığlıklarını da.

"Aile" diyorsun ya; o ailelerde kaç kadın kocası tarafından öldürülüyor biliyor musun kardeşim? Biz bunu bilenlerdeniz. Tecavüzcüsüyle zorla evlendirilen, aile içi şiddette ağzı tıkanan, susturulan, zorla eve kapatılan kız çocuklarının feryadını duyarız biz. Hande Kader'in külleriyiz biz. Hortum Süleyman'ın çuvallara soktuğu kelebekleriz.

"İnsanlar isteği kıyafetle okur" deyip, "insanlar istediği gibi giyinir" deyip coplananlardanız biz. Çocuk işçileri, hakları çalınan işçi aileleri de biliriz biz. Biz böyle bir aileyiz.

 O meşhur 'Bizim Aile' repliğini günümüze uyarlayarak son veriyorum bu yazıya:

"Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana hayatlarla oynamak… Ama nasıl yakışmaz. Sen değil misin öz vatandaşına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören?

Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor? Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. Hıh. Sen büyük başkan, milyarder, para babası, saraylar sahibi. Sen mi büyüksün? Hayır biz büyüğüz biz. Ama şunu iyi bil, ne LGBT+'ya ne de kadınlara hiçbir şey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi.

Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık aileme. Dokunma LGBT'ye. Dokunma kadınlara. Dokunma insanlara…'"

Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Sen yokken de vardık sen varken de. Eminim ki sen gittikten sonra da var olmaya devam edeceğiz. 


T24 Haftalık Yazarı

Jilet Sebahat

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum