Büyülü Gerçekçilik; parçalanan kristal!

“Büyülü Gerçekçilik… Altmış tane kitabım olduğuna göre hayatımın büyük ve geniş bir anlamı, izdüşümü. İçinde yaşadığım bir değişik dünya. Bu dünyayı ben nasıl yakaladım? Gelin bir ona bakalım…”

Büyülü Gerçekçilik; parçalanan kristal!
07 Şubat 2021 - 10:36

15 yaşında sessiz, dünyayı izleyen bir çocuk; ortaokul son sınıfta ve Mösyö Hristo adlı büyülü gerçekçi bir hikâye yazıyor. 1960’lı yıllar… Şişhane yokuşundaki bir kapıcı, bir sabah vakti bir güvercin olarak Kuledibi’ne doğru uçan ve Pera’yı bir kuş olarak on iki saat tepeden dolaşıp hayatının muhasebesini yapan bir yaşlı adam... O yaşta bir gencin yazdığı bu öykü okul çevrelerini sallamış, bana ilk defa yazar olmanın nasıl olduğunu tattırmıştı. Galatasaray Lisesi’nden, İstanbul Üniversitesi’nden hayranlarım oluşmuştu.

PRİZMANIN KIRIKLARINDA SÜRÜLEN İZ

Benim gözüm dünyaya hep öyle bir prizmadan bakıyor. O prizmanın kırıkları ve pırıltıları da Büyülü Gerçekçilik. Kitaplarımda tarzım hep bu. O zamanlar bunun anlaşılması imkânsızdı. Fransa da Sürrrealizm (Gerçeküstücülük) hareketi yeni başlamıştı. Fakat gene de hikâyem büyük bir yankı yaptı ve Büyülü Gerçekçi dünyanın temelini ta o zamandan atmış oldum.

1982’de Gabriel Garcia Marquez’in Nobel Edebiyat Ödülünü alması Büyülü Gerçekçilik’in ne olduğunu iyice açığa çıkardı. 1998’de de Portekizli Jose Saramago Nobel Edebiyat Ödülünü aldığında ise Avrupa edebiyatında Büyülü Gerçekçilik’in hakimiyeti çoktan anlaşılmıştı. Bizde de artık “Ahmet Ayşe’yi seviyor” romanlarının zamanı geçmişti.

HEYECAN, ŞAŞKINLIK VE MUTLULUK VEREBİLMEK

Okuru yan kapıdan içeriye sokup, kendi dünyanda dolaştırıp ona inanamayacağını inandırıp, sarsıp, ağlatıp ve güldürüp bir başka kapıdan çıkarıyordun. İşte bir ustanın yapabileceği Büyülü Gerçekçilik buydu. Okuruna katılıma hissi, heyecan, şaşkınlık ve mutluluk verebilmek… Bir rüyada yaşar gibi onu yaşatmak ve sonra şu yaşadığımız dünyaya bırakıvermek…

O Mösyö Hristo’yu yazdığım yıllara geri dönebilsem, o çürük diş gibi eski apartmanın bir odasında düşüncelere dalsam, penceremden Şişhane Yokuşu gözükse, Tepebaşı’nın oralarda güneş batsa, içerdeki odada annem babam sağ olsa… İşte bu Büyülü Gerçekçilik olurdu.

KİTABIN ELEKTRONİK ÇAĞ İLE VALSİ

Daima süslü defterlere el yazısıyla yazıyorum romanlarımı. Doludizgin, soluk soluğa, kör olurcasına… Tarzım bu. Bir sanrı, bir hezeyan gibi yazarım. Freni tutmayan bir arabada uçar gibiyimdir. Belki romanlarımın çabuk okunmasının sırrı budur.

Artık elektronik bir çağda yaşıyoruz. Yavaş bir kitabı okumak güç kitabın yaşadığımız çağa ayak uydurması, ona sımsıkı sarılması gerek. Buna kitabın elektronik çağ ile valsi de diyebilirim. Hiçbir zaman planlı yazmam. Bir çetelem bile yoktur. Kalemimin beni koşturduğu yollardan giderim. Bu tehlikelidir, saplanıp kalabilirsin de ama bana hiç olmadı, şanslıyım.

BÜYÜLÜ BELGESEL GERÇEKÇİLİK!

Metinlerimde düzeltme, değiştirme yapılmıyor çünkü o zaman o Büyülü Gerçekçi kahkaha veya ağlayış bozuluyor, düzeltiler yama gibi duruyor. Onun için Büyülü Gerçekçilik yapılan, kurulan, kurgulanan değil, içten gelen bir görüş, bir duygu yelpazesi adeta bir kristal kadehin taş üstünde kırılıp parçalanmasıdır.

Yeni bir tarz denedim, daha önce denendi mi bilmiyorum; “Büyülü Belgesel Gerçekçilik”. Dört beş kitabımda bu var. Stalin’i, Eva Peron’u, Kennedy’i yazdım. Yaşamlarını kitaplar dolusu inceledim dolayısıyla bütün bilgiler gerçekti fakat sonra üstlerine büyülü gerçekçi tülümü attım ve öyle tamamladım.

TÜRÜN 20’İNCİ YÜZYIL EFENDİLERİ: GOGOL, BUZZATİ, KAFKA!

Okuduğum yazarlar arasında; William Shakespeare, Büyülü Gerçekçi olduğu yeni anlaşılan Nikolay Gogol, Portekiz edebiyatını şahlandırmış deha Fernando Pessoa, 20’inci yüzyılın edebiyat mimarisini şekillendirmiş Franz Kafka, Japon Yasunari Kavabata düşlerimi beslemiş, bende bir kardeşlik hissi uyandırmıştır. Fellini, Antonioni gibi birçok sinemacı da öyle…

Nikolay Gogol, Dino Buzzati, Franz Kafka; 20’inci yüzyılın ve Büyülü Gerçekçilik’in efendileri. Ölümsüz William Shakespeare de bence bir Büyülü Gerçekçi. Hamlet’in kurukafayla konuşması, kraliçelerin cinayetleri, Caliban ve peri Ariel, Bir Yaz Gecesi Rüyası benim için Büyülü Gerçekçilik.

Ahmet Hamdi Tanpınar da elbette beni çok heyecanlandıran bir yazar. Yer yer Büyülü Gerçekçilik’e kayışları var ama o çok başka türlü, ayrıntılı, değişiktir. Onu çok seviyorum. Yaşadığı zamanlar anlaşılmaması, ona karşı ilgisiz kalınması şaşırtıcı.

MARQGUEZ VE RÜŞDİ İLE TANIŞMAM

Ölüm fermanı ile aranırken Salman Rüşdi ile Oxford da buluştum. Rüşdi ile çekilen fotoğrafımı yayınlamamamı sıkı sıkı tembih ettiler ama o yıllarda yayımladım. Bunalım içindeydi, kimseyle konuşamıyordu. ABD’deyken Gabriel Garcia Marquez’i tanıma fırsatı buldum, ABD’ye sığınmıştı. O sıralar Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazıyordu. Büyük patlaması ve Nobel’i alışı bir, iki yıl sonra oldu. Bunlar heyecan verici, değişik deneyimler…

FANTASTİK İLE BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK FARKI

Çocuk kitaplarımı da Büyülü Gerçekçi yazıyorum. Fantastik ile Büyülü Gerçekçilik arasında büyük bir fark var. Fantastik deyince Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter, Spiderman gibi birtakım kitaplar, filmler akla geliyor. Büyülü Gerçekçilik ise bambaşka edebi bir tür.

Fantastik edebiyat ve fantastik sinema daha çok Batıda serpilmiş, ABD de İngiltere de ortaya çıkmış, daha değişik, içinde cadılar, büyücüler, krallar olan bir edebiyat türü. Büyülü Gerçekçilik ise bir ruhun içindeki kristalin güneşte rengârenk parlaması, zekâ oyunları, okurla adeta pinpon oynar gibi karşılıklı alışverişler, okuru o dünyaya katmaktır.

BÜYÜLÜ GERÇEKÇİ YAZDIM, YAŞADIM, KABUL ETTİRDİM!

İlk başta bütün editörlerim, Attila İlhan, Yaşar Nabi Nayır bunun çok zor olduğunu söylemişlerdi. Çok şanslıyım büyük bir okur kitlem var. Büyülü Gerçekçi yazdım, yaşadım ve kabul ettirdim.

Yeniden o 16 yaşındaki çocuk olabilmeyi isterdim. Bileğinde garip bir bilezikle doğmuş, hayatı hiç bilmeyen, cesur ve kendine güvenen bir kapıcıyı güpegündüz gökyüzüne uçuran… Bugünkü gibi cep telefonu, bilgisayar, böyle filmler gibi hiçbir şey olmadığı bir zamanda böyle bir dünyayı yakalayabilmiş o çocuk pekâlâ hayatında bambaşka şeyler de yapabilirdi. Ama ben ister miyim bunu? Hayır!

Yeniden dünyaya gelsem gene yazar olurdum, gene ruhumu ve kalbimi sayfalara akıtarak yazardım. Gene beni şu an çevreleyen 20-25 yıllık okurlarımla - ki bunların çoğu artık ailem gibi oldu, benimle yaşıyorlar -, sürdürdüğüm bu hayatı seçerdim ve dünya kabuğu üzerinde yaptığım seyahatleri hiçbir zaman bırakmazdım.

OKUMA LİSTESİ

William Shakespere: Hamlet, Fırtına, Bir Yaz Gecesi Rüyası, Othello (Türkiye İş Bankası Kültür Yay.)

Nikolay Gogol: Bir Delinin Hatıra Defteri (Türkiye İş Bankası Kültür Yay.), Palto (İthaki Yay.)

Kafka: Dava, Amerika (Türkiye İş Bankası Kültür Yay.)

Fernando Pessoa: Huzursuzluğun Kitabı (Can Yay.), Ophelia’ya Mektuplar (Sel Yayıncılık)

Dino Buzzati: Tatar Çölü (İletişim Yay.)

Yasunari Kavabata: Uykuda Sevilen Kızlar (Assos Yay.)

Jose Saramago: Bütün İsimler, Körlük (Kırmızı Kedi Kitabevi),

Ahmet Hamdi Tanpınar: Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Mahur Beste (Dergah Yayınları)

Gabriel Garcia Marquez: Yüzyıllık Yalnızlık, Yaprak Fırtınası, Kırmızı Pazartesi (Can Yayınları)

Salman Rüşdi: Şeytan Ayetleri

YORUMLAR

  • 0 Yorum