Can Dündar yazdı Veda vakti

Bir buçuk yıl önce, geçen yılın şubat ayında Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendiğimden beri başıma gelenler, ömrümün tamamında yaşadıklarımdan fazla: Saldırılar, alkışlar, tehditler, hedef gösterilmeler…

Can Dündar yazdı Veda vakti
15 Ağustos 2016 - 09:54 - Güncelleme: 15 Ağustos 2016 - 10:04
Yargılanma, tutuklanma, hapishane… 

Tecrit, mahkûmiyet, kurşunlanma… 

Hakaretler, ödüller, yeni soruşturmalar, sıradaki davalar… 

Dönemin ağır baskısı ile bizim gazetecilik coşkumuzun yarışmasının faturaları… 

Boyun eğmemenin gururuna eklenen bedeller… 

Temmuz başında, gazetemden kısa bir mola talep etmiştim. Bu yorucu serüvenin ardından biraz dinlenecek, kitabımla ilgilenecek, sonra işimin başına dönecektim. 

O arada 15 Temmuz geldi. 

Kanlı bir darbe girişimi, yıllardır yaptığımız uyarıların ciddiyetini gösterdi. İktidar, nihayet dediğimize geldi. 

Fakat bir de ne görelim: 

Cemaatle derin işbirliklerinin hesabını vereceklerine, bizden hesap soruyorlar; “Cambaza bak” yapıp darbecilerle eski ortaklıklarını unutturmaya ve fırsattan istifade muhaliflerinden kurtulmaya çalışıyorlar. 

Darbeden hemen sonra attıkları birkaç somut adım, en azından benimle ilgili bu niyeti açıkça gösterdi.

Tutuklama hazırlığı 

16 Temmuz’da, yani darbe girişiminin hemen ertesi günü, bizim üç aylık tutukluluğumuza son veren iptal kararına imza atan yüksek yargıçlardan ikisi gözaltına alındı. 

Aynı gün, 5 yıl 10 aylık mahkûmiyet kararımızı görüşecek olan Yargıtay’da operasyon başladı; 140 Yargıtay üyesi hakkında soruşturma açıldı; 11’i gözaltına alındı. 

Bundan 10 gün sonra, hakkımızda (idam cezasına tekabül eden) iki kez müebbet hapis talebiyle tutuklanma isteyen savcı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na terfi ettirildi. 

Savcının atanmasından iki gün sonra da, 14. Ağır Ceza Mahkemesi, MİT TIR’ları için açtıkları yeni “yardım- yataklık” davasını gerekçe göstererek, Erdem’le benim pasaportlarımıza el konması için Emniyet’e yazı yazdı.

Bütün işaretler, yeni bahanelerle, yeni bir hukuksuzluk ve uzun bir tutukluluk dönemi hazırlandığını gösteriyordu. Ne kadar süreceği bilinmeyen OHAL rejimi, hükümete yargıyı istediği gibi kontrol etme imkânı veriyordu. 

Böyle bir yargıya güvenmek, giyotine kafa uzatmak anlamı taşıyacaktı. Bundan böyle karşımızda mahkeme değil, hükümet olacaktı. Yapılan hukuksuzluğa hiçbir üst mahkemenin itirazı olmayacaktı. 

Bu nedenle, en azından Olağanüstü Hal kalkana kadar, bu yargıya teslim olmama kararı aldım.

Yazının devamı için tıklayın >>

YORUMLAR

  • 0 Yorum