Dijital zorbanın yaşamımızdan götürdükleri

Artık sahip olduğumuz teknolojiler vasıtasıyla işlerimizi evden hallediyoruz. Çocuklarımız sabah yataktan çıkmadan derslerine giriyorlar. Çoğumuz, çarşı pazar dolaşmadan, alışverişlerini internet üzerinden yapmayı hızla öğrendi, hatta sevdi bile diyebiliriz. Bu yeni yaşam tarzının geri dönüşü yok. Bu yeni koşullarda yaşamaya alışacağız

Dijital zorbanın yaşamımızdan götürdükleri
03 Nisan 2021 - 09:30 - Güncelleme: 03 Nisan 2021 - 18:29

Dijital teknolojilerin her türlü mal ve hizmetin üretiminde yarattığı gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Bu ilerleme ve gelişmelere, zorlansak da uyum sağlıyor, geçmiş iş ve sosyal yaşamımızı kolayca unutuyoruz.

Bu yazıdaki amacım, dijital teknolojiler sayesinde vazgeçmek zorunda kaldığımız şeyleri sizlere hatırlatmaktır.

Önce şöyle bir yakın geçmişe gidelim. Günümüzden 70 yıl öncesine, yani 50'li yıllara. Ülkemizin yüzde 50'den fazlası kırsal kesimden oluşuyordu. O yıllarda ülkemizde henüz traktör yoktu. Tarım 7-8 bin yıl öncesinin teknolojisi olan, kara saban ve öküzlerle yapılıyordu. Bugün tarım ile uğraşanlar ise yapay zekâ teknolojileri ile nasıl üretim yapılacağına kafa yoruyorlar.

Doksanlı yıllara kadar ülkemizde telefon sahipliliği bir sosyal statü göstergesiydi. Her evde telefon bulunmazdı. Telefon sahibi olmak da çok kolay değildi. PTT'ye başvurduktan sonra en az 10-15 yıl sıra gelmesini beklerdik. Zira mevcut telefon santrallerinde yer kısıtlı idi.

Şehirlerarası görüşmeler için PTT santraline talepte bulunur, sıraya girerdik. Sıranın ne zaman geleceği belli olmazdı. Bazen, sabah saatlerinde yazdırdığınız talebiniz gece geç saatlerde gerçekleşir, bazen de, o gün santrallerin yoğunluğundan dolayı görüşmenizi gerçekleştiremezdiniz. O günleri yaşamamış gençler için tarif edeyim; o yıllarda telefonların kabloları vardı. Bu kabloların bir tanesi PTT'ye bağlı bir hattı. O hat arızalanmadığı sürece, onun üzerinden konuşmalarımızı yapardık. Yani Wi-fi ve 4,5G ile çalışmıyorlardı. Ayrıca, evde her bireyin ayrı bir telefonu yoktu, bir telefonu tüm aile bireyleri ile (hatta bazı komşularımızla) paylaşırdık.

Bir de hızlı iletişimimizin vazgeçilmezi telgrafımız vardı. Özellikle başsağlığı ve kutlama mesajları telgraf marifetiyle yapılırdı. İletmek istediğimiz mesajımızı bir kâğıda yazar, en yakın postaneye giderdik. Ücret kelime sayısına göre alındığından, mümkün olduğu kadar kısa mesajlar yazmaya çalışırdık. Aynen Twitter'daki gibi, kısa cümlelerle çok şey anlatmaya çalışırdık. Bugün başsağlığı ve kutlama mesajlarını genellikle sosyal medya üzerinden iletiyoruz. Benim gibi Baby Boomer'lar ise elektronik posta ile mesajlarını iletmekte ısrar ediyorlar.

İş dünyasında ise, en gelişmiş iletişim cihazı teleks denilen aygıttı. Çok pahalı aygıtlardı. Genellikle çokuluslu şirketler, holdingler, bankalar, gazeteler gibi kuruluşlarda bulunurdu. Daktilo benzeri klavyesi olan aygıtınıza mesajınızı yazar, sonra da mesajınızı yollamak istediğiniz kişinin teleks numarasını girerek mesajınızı iletirdiniz. Mesajınız, karşı taraftaki teleksin yazıcısı vasıtasıyla kağıda dökülürdü. Örneğin bankalar, sabahları döviz kurlarını bu yöntemle şubelerine iletirlerdi. Ya da Anadolu Ajansı abonelerine güncel haberleri bu şekilde dağıtırdı. Şimdi interneti açmamız yeterli oluyor.

Doksanlı yılların parlayan teknolojisi fotokopi makineleri idi. O yıllarda her türlü bilgi, belge ve yazışma kâğıt ile yapılır ve birer kopyası arşivlenirdi. Tüm muhasebe evraklarını, devletin denetimi için beş yıl saklamak zorundaydık. Bu yüzden her sokak başında fotokopi çeken dükkânlar vardı. (Ders notlarımızı da fotokopi ile çoğaltır, birbirimizle paylaşırdık). Şimdilerde tüm bilgi ve belgelerimizi elektronik ortamda, bilgisayarlarımızda veya telefonlarımızda yada bulut teknolojilerinin sunduğu depolarda arşivliyoruz.

İyileştirilen PTT santralleri ve telefon aboneliğinin yaygınlaşması ile birlikte yeni iletişim teknolojileri de ülkemize girmeye başladı. 90'lı yılların ortalarında faks cihazları bir bomba etkisiyle iş dünyasına giriş yaptı. Mektup yollama vasıtasıyla günlerce süren iletişimimiz bir anda dakikalara sığmaya başlamıştı. Kartvizitinizde faks numarası olması da büyük prestij unsuru idi. Çünkü çok pahalı idi. Şirketime aldığım ilk faks cihazının fiyatı o zamanın bir Murat 124 otomobili ile aynı idi.

GSM hatları ile ilk iletişimin araba telefonları ile yapıldığını hatırlıyorum. James Bond çantası büyüklüğündeki cihazlar arabalara monte edilir, çalınmasın diye akşam arabadan çıkartılıp, eve getirilirdi. Tuğla büyüklüğündeki ilk mobil telefonlar ülkeye girdiğinde ise hepimiz kafayı yemiştik. GSM hatlarının çekebildiği her yerden görüşme yapabilmek ne büyük bir lütuf idi.

İlk bilgisayarlar üniversitelerde kullanılmaya başlanmıştı. Koskoca mekânlara sığmayan o devasa bilgisayarların kapasitesi bugün mutfaklarımızda bulunan bir elektronik aletin kapasitesi kadar bile değildi. Analiz etmek istediğimiz bilgileri önce kodlar, sonra bu kodları bilgisayara girerdik. Bu kodlar küçük kartonlara delinir, sonra da bu kartonlar bilgisayara okutularak bazı basit analizleri yapmaya çalışırdık. Y ve Z kuşaklarının bu süreci kafalarında şekillendirebileceklerini hiç zannetmiyorum.

Kişisel bilgisayarların ortaya çıkması ise tam bir dijital devrimdi. O hantal daktilolar hızla çöpe gitti. Oysa daktilo yazmak başlı başına bir meslekti. On parmak daktilo yazabilen gençlerin iş bulma olasılığı bilmeyenlere göre çok yüksekti. Daktilo yazma eğitimi bazı meslek liseleri ile özel kurslarda verilirdi. Kişisel bilgisayarların ilk yok ettiği mesleklerin biri de daktilograflardır.

Eski iş insanları ve yöneticilerin birer sekreteri bulunurdu. Bu sekreterler, o yönetici ve iş insanlarının eli-ayağı gibiydiler. Bir mektup yazılacağı zaman, sekreter odaya çağırılır ve önce yazılacak mesajlar dikte edilirdi. İyi sekreterler stenografi bilirlerdi. Yani dikte edilen konuşmayı çok hızla yazıya dökme bilgisine sahiptiler. Günümüzün Speech-to-Text (Sözelden yazıya dökme) teknolojisinin primitif haliydiler.

Sekreterler, kendilerine dikte edilen mesajları, daha sonra daktilo ile yazar ve amirine onay için götürürlerdi. Şansı varsa amirleri düzeltme yapmadan imzalarlardı. Aksi takdirde o dokümanı yeniden düzelterek yazmak zorunda kalırlardı. İşte kişisel bilgisayarlar bu nitelikli sekreterlik mesleğini de çökertti. Artık yöneticiler mesajlarını bilgisayarlarında kendileri yazıyorlar.

İnternetin yaygınlaşması tam bir iletişim devrimi oldu. Özellikle elektronik postalar, hem normal mektupların hem de faks makinelerinin kullanımının rafa kalkmasına neden oldu. Kişisel bilgisayarlarla yazılan mesajlar, paylaşılan belgeler, resimler vs. yönetici sınıfın pek çok işini kendisinin yapmasına neden oldu. Ama bu ayrılmaz ikili (bilgisayar ve internet) öyle bir hızla yaygınlaştı ki, neredeyse tüm insanların yaşamına belli ölçülerde girdiler.

Bilgisayar ve internet kullanımının yok ettiği pek çok meslek var ama konumuz o değil. Biz yitirdiğimiz alışkanlarımıza bakalım.

Kişisel bilgisayarlar, internet ve akıllı telefonların kullanımı ile birlikte hayatımızdaki değişimler büyük ivme kazandı. Şimdi şöyle bir geçmişi hatırlayalım: Mesela hepimizin evlerinde ve ceplerinde birer adet telefon rehberi vardı. Artık bu rehberler telefonlarımızın ve bilgisayarlarımızın içinde.

Tüm ofis çalışanlarının masasında birer ajandası olurdu. Bazı mesleklerdekilerin ceplerinde de bir ajanda olurdu. Randevular ve yapılacak işler bunlara yazılırdı. Şimdi bunları da dijital ortamda kullanıyoruz.

 

Genellikle memur ve yöneticilerin ceplerinde küçük birer not defteri olurdu. O dönemde dolma kalem kullanmak da bir prestij unsuru idi. Unutulmaması gereken notlar bu defterlere kaydedilirdi. O defterler de, dolma kalemler de yoklar artık.

Bakın aklıma ne geldi; çoğu gencin cebinde, arkasında horoz resmi bulunan aynalar vardı. Saçlarını tarayacakları zaman bu aynalara bakarlardı. Şimdilerde telefonun kamerasına bakarak bu işi hallediyorlar. Bir zamanlar hepimizin kolunda birer saat bulunurdu. Zenginler pahalı saatleri ile hava atarlardı. Şimdilerde ise telefonun saati işimizi görüyor.

Bir de akıllı telefon fonksiyonlarını taşıyan kol saatleri çıktı ki, akıllara ziyan! Henüz çok yaygın değiller ama her gördüğümde, Uzay Yolu dizisindeki karakterlerin haberleşmesi aklıma gelir. O yıllarda amma da dalga geçerdik. Hayaldi, gerçek oldu…

Geçmişte, film rulosuna fotoğraf çeken makinelerimiz vardı. O film ruloları çok pahalı idi. Aynı pozdan beş-on kopya çekemezdik. Sonra o filmler banyo edilir ve resimler fotoğraf kâğıtlarına basılırdı. O kâğıtlar da hiç ucuz değildi. Baskı yapılan fotoğraflar ise özel fotoğraf albümlerinde saklanırdı. Artık ne fotoğraf makinelerimiz ne de albümlerimiz var. Dijital fotoğraf makineleri ve sonrasında gelen mobil telefonlar, bu eski dostlarımızı da öldürdüler.

Benzer durum video kameralarımız için de geçerli. Kameraların pahalı olduğu dönemde düğün, doğum günü ve mezuniyet töreni gibi özel günlerimiz için kameraman kiralar, çekimleri yapmasını isterdik. Daha sonraki yıllarda video kameralar ucuzladı ve yaygınlaştı. Avuç içine sığacak kadar küçülen bu video cihazları da artık kullanılmıyor. Akıllı telefonlarımız o işleri de üstlendi.

Gençler pek hatırlamaz ama bir de Walkman adı verilen müzik cihazlarımız vardı. Müzik kasetlerini takıp, yolda kulaklıkla yürüyüş yapmak pek havalıydı. Sonra piyasaya sürülen iPod'lar Walkman'leri mezara yolladı. Ama alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste; akıllı telefonlar da iPod'ları yok ettiler.

Yazarken aklıma geliveriyorlar; bir zamanlar banka hesap cüzdanlarımız da vardı. Bankadan para çekeceğimiz zaman şubeye gider, kuyruğa girer ve beklerdik. Sıramız geldiğinde paramızı alır, banka hesap cüzdanımıza işletirdik. Bu işlem olmasa, aynı bankanın başla bir şubesinden para çekmemiz oldukça zor olurdu. Önce imdada ATM'ler yetişti. Şimdilerde ise her türlü bankacılık işlemimizi internet üzerinden yapar olduk.

Seyahatlere çıkarken çantalarımıza mutlaka gidilecek şehrin haritası atılırdı. Harita bulmak da öyle çok kolay iş değildi. Ya o şehre daha önce gitmiş birisinden ödünç alır ya da paraya kıyar, yabancı yayın satan kitapevlerinden satın alırdık. O yıllarda büyüteç de çok kullanılan bir aletti. Özellikle harita incelenirken çok işe yarardı. Ben bir de bunlara ek olarak yanıma pusula da alırdım. Zira, harita üzerindeki yönleri bulmakta zorlanırdım. Kuzey istikameti yerine güneye gittiğim çok olmuştur. Şimdi harita da, mercek de, pusula da akıllı telefonlarımızın içinde.

TV'ler yaygınlaşmadan önce en önemli haber kaynağımız radyo ve gazeteler idi. Her saat başı yayınlanan haberler dinlenir, sabahları ilk iş gazeteler okunurdu. Toplu taşımada insanlar genellikle gazete okurdu. İş yerine, kolunuzun altında 6-7 gazete ile gitmek sıradan bir adetti. TV haberleri radyonun yerini alsa da gazeteleri çok fazla etkilememişti. Ama bu internet ve sosyal medya yayıncılığı yok mu, tüm klasik medyayı yerle yeksan etti.

Artık haberleri izlemek için saatin gelmesini beklemiyoruz, istediğimiz saatte tüm haberlere ulaşmamız mümkün. Sabahları, gazeteleri evlerimizin kapısına bırakan bakkal çırakları da yok. Bilgisayarımızın tuşuna ya da telefonumuzun ekranına bastığımızda tüm gazeteler dijital olarak önümüze geliyor. Aynı şekilde, TV programları da dilediğimiz zaman elimizin altında. Artık hiç kimse, severek izlediği bir dizinin kaçırdığı bölümü için üzülmüyor; zira, dilediği zaman o bölüme internet üzerinden ulaşabiliyor.

Daha pek çok alışkanlığımız dijital teknolojiler sayesinde değişti. Bu pandemi koşulları da işin tuzu, biberi oldu. Artık sahip olduğumuz teknolojiler vasıtasıyla işlerimizi evden hallediyoruz. Çocuklarımız sabah yataktan çıkmadan derslerine giriyorlar. Çoğumuz, çarşı pazar dolaşmadan, alışverişlerini internet üzerinden yapmayı hızla öğrendi, hatta sevdi bile diyebiliriz. Bu yeni yaşam tarzının geri dönüşü yok. Bu yeni koşullarda yaşamaya alışacağız.

Bakalım, zaman aktıkça, başka hangi alışkanlıklarımızı dijital dünyaya feda edeceğiz.
Hayri Cem

T24 Haftalık Yazarı

Hayri Cem | Haftalık

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum