'Dünyayla kurduğumuz doğal akış koptu'

Dünyanın en önemli sanat etkinliklerinden 58. Venedik Bienali başladı. İnci Eviner’in ‘Biz, Başka Yerde’ adlı eserinin yer aldığı Türkiye Pavyonu, Der Spiegel, Art Newspaper, Artnet gibi yayınlar tarafından en başarılı 10 ülke pavyonundan biri olarak gösteriliyor.

'Dünyayla kurduğumuz doğal akış koptu'
18 Mayıs 2019 - 10:43

İşe “Günlük basit jestler ne zaman ve nasıl siyasileşir? En insani ihtiyaç, duygu ve arzular nasıl bu kadar tehlikeli hale gelebilir?” diye sorarak başladığını söyleyen Eviner ile Venedik’te buluştuk.



Bienalin genel konsepti ‘Tuhaf Zamanlarda Yaşayasın’… Eseriniz ‘Biz, Başka Yerde’ ile arasındaki bağı nasıl kurdunuz? 

Bu aslında, iyi küratoryal çalışmanın vasıflarından biridir. Küratör öyle bir konsept bulur ki, bu çerçeve çağın pek çok meselesini kapsar. Dolayısıyla benim dertlerim ve burada ortaya koyduğum işle doğal olarak dünyanın sorunları bir şekilde çakışıyor.

Sizin derdiniz ne?

Bir kere sanat yapma ihtiyacı kişisel bir ihtiyaçtır. Anlatmak için bir şey sizi zorlamalıdır. Siz ve ortaya çıkacak yapıt arasında koca bir sanat tarihi var. Dolayısıyla her sanatçı şunu ister herhalde: Kendine özgü bir dil yaratmak. Dünyada ilk kez o sözü söylemek değil, o sözü çok farklı bir şekilde söyleyebilmek ve başkalarından çok farklı bir şekilde olaylara bakabilmek ister. Dünyaya cevap verme tutkum, cesaretim, meydan okuma ihtiyacım, ortaya koyduğum formla çatışmalarım çocukluğumdan beri sahip olduğum günlük dilin yetersizliğiyle ilgili bir duyguyla gelişti. İkincisi Türkiye’de yaşadığımız ortam... Sohbetlerimiz politize olmuş durumda. Büyük paradigmatik kopuşlar ve değişimlerden sonra dünyayı yeniden tanımlamaya çalışıyoruz. Yeniden yeniden tanımlama ihtiyacı korkunç bir şey.

Bu yeniden yeniden tanımlama ortamı, bir yandan sanatçıyı da daha üretken olmaya teşvik eden bir durum mudur? 

Demokrasinin çok geliştiği ülkelerin sanatçıları da olağanüstü eserler ortaya çıkarıyorlar. İyi sanat için sadece problemlerin olması gerekmiyor, sanatçının o problemlerle nasıl ilişki kurduğu önemli. Kaldı ki benim işlerimde hayalgücü ve bilinçaltı çok önemli bir yer kaplıyor. Onu edebiyat ve şiirle beslemek ve bunu bir yaşam biçimi haline dönüştürmek, dünyaya bu şekilde bakmak hayatımın önemli bir parçası.

Her zaman metinlerden faydalanır mısınız? Bir yıl boyunca bu eseri üretirken başka nereye baktınız?

Her yere, en önemlisi yaşadığım yere bakıyorum. Atölyem Hasköy’de. Bizim gibi insanların yaşadığı Taksim ve Cihangir’den çıkıp oraya yerleşmek bana çok iyi geldi. Gözlem çok önemli. Üniversitede ders vermek de beni çok besliyor. Öte yandan günlük politikaya bu kadar bağlı olmamız, sürekli bizi alarm halinde tutuyor. Bunlara bir yandan cevaplar üretmeye çalışıyoruz fakat sanat kısa soluklu cevaplar üretmez. Niyeti hep kalıcı olmak, geçmişle hesaplaşıp ortaya gelecek umudu koymaktır. Dolayısıyla bu entelektüel olarak çok çalışmayı, okumayı gerektiriyor. Öte yandan bizim ülkemizde her gün bir şeyler olmakta, bunu takip etmeliyim ve en önemlisi beni ayakta tutacak ve sanatın sürekliliğini sağlayacak desen çizmeyi hiç ihmal etmemeliyim. Çalışma pratiğim hep desenle gelişiyor. Kendimi desenle anlayabiliyorum.

Bu eserinizi beş yıl sonra izleyen biri ne görecek?

“Bir zamanlar bunlar yaşandı” dese keşke ama demeyecek. Bu yer değiştirmelerin giderek artacağını düşünüyorum. Birçok sanatçı gibi kimlik problemini ulusal sınırların ötesine kurmaya çalışıyorum. Dünyayı saran zalimlik, kadınlar ve çocukları saran eziyet, yer değiştirmeler, aynı zamanda günlük hayatın içindeki haset, kıskançlık ve bütün mitolojiler belki şekil değiştirecek. Zalimliğin ortadan kalkacağını umut etmek isterdim ama olacağını düşünmüyorum.

Bugün size ‘Tuhaf Zamanlarda Yaşıyoruz’ dedirten nedir?

Tuhaf zamanlar yaşıyoruz çünkü eski teorik, kuramsal bakışların yavaş yavaş geçersiz olduğunu, başka türlü tanımlar yapmak gerektiğini düşünüyoruz. Benzer zamanlar daha önce de yaşandı. Fakat şimdi yaşanan durum, Batılı ya da Batı dışında, hangi milli kimlik içinde bulunursa bulunsun insanlar farklı bir cevap üretme ihtiyacı var. Bu zamanlar şöyle zamanlar: Kimlik meselesinin çok tehlikeli bir hale geldiği, günlük hayatın aşırı derecede politize olduğu, günlük jesti ve doğallığı Hannah Arendt’in dediği gibi kaybettiğimiz bir çağ.

‘Biz, Başka Yerde’, Hannah Arendt’in 1943’de kaleme aldığı Biz Mülteciler metnine gönderme yapıyor. Bu uzunca metnin hangi bölümünden ilham aldınız?

Bir paragraf var: “Evimizi kaybettik, yani günlük yaşamın aşinalığını. İşimizi kaybettik, yani bu dünyada bir işe yaradığımıza dair inancı. Dilimizi kaybettik, yani tepkilerin doğallığını, jestlerin sadeliğini ve duyguları olduğu gibi ifade etmeyi” der Arendt. Dünyayla kurduğumuz doğal akış koptu. Günlük jestlere, o yüz ifadelerine sızmış olan bir şey var. Dünyayla ilişkiyi yeniden tesis etmek istiyor, o beni çok etkiledi.

Arendt’in şöyle bir sözü var, “Yaşamlarımızı tekrar kurmak istiyorduk, tek derdimiz buydu…” Desenlerinize baktığımda ilk aklıma gelen aslında bu cümleyle bağ kuracağınızdı…

Evet, yer değiştirdiğinizde, günlük hayatınızı değiştirdiğinizde yeniden bir ilişki biçimi tesis etmek istersiniz. Aslında makalenin bütününde bu vardır. Benim hazırladığım iş de geçici bir habitat, geçici bir çevre oluşturuyor. Ben dünya içinde bir dünya yarattım. Görsel, işitsel, duyusal, bedensel, duygusal deneyimleyebileceğimiz bir ortam…

‘Ben ve biz’ kavramları üzerine epey kafa yormuşsunuz…

Evet, çünkü bu ilişkiyi yeniden tarif etmek gerektiğini düşünüyorum. Buradaki işlerde, çok anonim bir şey var. Türkiye’den birçok duygu var, anonim ve yerin altından gelmişler gibi. Ama aynı zamanda birey ve ölümlü olmanın filozofisinden ve mitolojisinden bir dolu ipucu var.

Bir de size ait görsel bir dil var…

Tabii. Şimdiye kadar yaptığım işler arasında bir tutarlılık, süreklilik söz konusu. Sonunda ben kendi dilimle bu işi yaptım. Bu iş bienalde yer aldığı, büyük çapta, çok katmanlı bir iş olduğu için farklı duyguları, farklı duruşları yan yana getirebilecek kadar büyük bir dünya yarattım. Kahramanlar eksik kalan hikâyelerini arıyorlar.

Bir tür meydan okuma mı?

Meydan okuma benim bütün işlerimde vardır, mağduriyet yoktur. Cesaret var benim işlerimde. Birileri tarafından hezimete uğratılmış olmanın kaybı yoktur. Yaşam devam eder.

İşlerinizin arasında yer alan hayvan postunun anlamı nedir?

Yaklaşık 20 senedir benim görsel dilimin bir parçası. Tıpkı kadınsı, seksi papuçlar gibi. Kadın bedenini din ve politik görüşler tekrar tekrar tanımlamak ister, erkek bedeninde böyle bir şey yoktur. Kadında beklenmedik bir şey, belki de şiddet hissediyorlar. Onu kontrol etmek istiyorlar. O yabancı bir şey. Bende o hayvan oluşa doğru gidiyor. Yani kadında korkulan bir şey var, saçının telinden, kahkahasından, gülüşünden, gözünden kaşından, o tehlike neyse onunla ilişkiyi hayvan dokusuyla, o peluşlarla kurmaya çalışıyorum. Aynı zamanda işlerimde hep kadınsı bir baştan çıkarma, cinsiyetle ilgili çatışmalar da var.

Türkiye Pavyonu’na gelenler hangi duyguyla ayrılsın istersiniz?

Öyle bir duygu olmalı ki, insanın içine bir şey oturmalı. Duygularında farklılık olmalı. Ne yaşadıklarını ancak bir hafta sonra anlayabilmeliler. Kolay tanımlara, tariflere düşmemeye çalıştım… Şu da bir gerçek ki, Batı dışı ülkelerden beklenen sanat eserleri o ülkenin problemlerini doğrudan yansıtan anlatımcı işlerdir. Ben bu Keskin ve temsili işlere hiçbir zaman girmemeye çalıştım.

 

 

‘Dünyayla kurduğumuz doğal akış koptu’

 



 

KENDİMİ HAYATTAN KOPARMAK İSTEMİYORUM

Atölyenizi farklı bir yere taşımanın gözleminizde etkili olduğunu söylediniz. Anlatır mısınız?

Hayatımın en büyük sıçramalarını yaptığım 90’lı yıllarda atölyem Ermeni manastırındaydı. Orada pekçok sanatçı dev bir manastırın odalarında çalışıyordu. Anadolu’dan gelmiş, geçici binalara yerleşmiş travestiler vardı. Oradaki hayat benim önümde başka bir ufuk açtı. Sonra Hasköy’deki atölyemde de benzer bir duygu yakaladım. Türkiye’de hep korktuğumuz ayrışmaların olduğu yerde jestleri takip etmek benim için başka bir ufuk açtı. Hayattan kendimi koparmak istemiyorum. Cihangir’in büyülü havası çok hoş, çok güzel ama bir an kendi kuşağımdaki birçok sanatçının düştüğü tuzağa düşmek istemiyorum.



HAFIZANIN EKSİKLİĞİ GİBİ

İnci Eviner, çizimden yola çıkarak hazırladığı videoların, performatif ve ortaklığa dayanan uygulamaların iç içe girdiği çok katmanlı, geniş bir çalışma alanına sahip. Özellikle kadın bedeni üzerinde iktidar ve temsil politikasının işleyişine değindiği işlerinde, öznelliğin nasıl şekillendiğini inceliyor. ‘Biz, Başka Yerde’ isimli yapıtında küratör Zeynep Öz’ün yanı sıra farklı disiplinlerden isimlerle birlikte çalışan Eviner, “Biz, Başka Yerde’yi etkileşime açık bir mekân olarak tasarlamayı düşündü. Bu mimari yerleştirmenin aktörleri olan videolar, hayatın akışını kesintiye uğratarak, onu bir an askıya almak için çalışacaklar. Bu aygıtın hayali aktörleri yer altından geliyor ve hafızalarının eksik kalan kısmını arıyorlar. Eviner, onları ortadan yarılmış bir mekâna yerleştiriyor. Mekân demir parmaklıkların yarattığı labirentlerle örülüyor ve tıpkı hafızanın eksikliği gibi burada yer alan nesneler de eksik.

2019 SANATA YATIRIM YILI

Türkiye Pavyonu, 2011’den beri Tofaş bünyesindeki Fiat Sponsorluğunda, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın koordinasyonunda hayata geçiyor. Bienalin açılışında konuşan Tofaş CEO’su Cengiz Eroldu, kendi sınırlarımızı aşıp yenilikçi ve farklı platformlar geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum derken Koç Holding Dış İlişkiler ve Kurumsal İletişim Direktörü Oya Ünlü Kızıl da konuşmasında topluluğun kültür sanat yatırımları açısından önemli bir sene olduğuna dikkat çekti: “Yeni çağdaş sanat müzemiz Arter’in yaklaşan açılışı, Sadberk Hanım Müzesi’nin yeni yerine taşınıyor olması, 2007 yılından bu yana ana sponsoru olduğumuz, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen İstanbul Bienali’nin 16’ncı kez kapılarını açmaya hazırlanması gibi aynı yıl içinde gerçekleşecek çok önemli gelişmelerin heyecanı içindeyiz. Bugün bizleri buluşturan Venedik Bienali Türkiye Pavyonu ile 2019’un bu zengin kültür içeriğine anlamlı bir başlangıç yapıyoruz.”

İpek Özbey

İpek Özbey

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum