Düz Dünya Komplosu: Dünya Düz mü?

Dünya’mızın düz değil de geoit (kutuplardan basık, ekvatordan şişkin) şekilde olduğu yüzyıllar boyunca bilinmesine karşın, günümüzde “Düz Dünyacılar” (İng.: Flat Earthers) denen bir kesim hâlen görülmektedir.

Düz Dünya Komplosu: Dünya Düz mü?
19 Mart 2020 - 15:08 - Güncelleme: 19 Mart 2020 - 15:17
Bu kişilerin bazıları Dünya’nın düz olduğuna inanmadıkları hâlde insanlarla alay etmek için bu tarz iddiaları yayabilirler; ancak bunların haricinde uzun yazılar, hesaplamalar ve videolar hazırlayıp, ortada bir “NASA komplosu” olduğuna inanıp sanki her birimiz aktör Jim Carrey’nin başrolde oynadığı The Truman Show (1998) filmindeki karaktermişiz gibi iddialarında ciddi olan insanlar da bulunmaktadır. İddialarını desteklemek amacıyla komplo teorilerine dikkat çekmeleri haricinde, bazılarının dinî referanslara da dayandıkları görülebilir. Yani kutsal görülen kitapların (Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim gibi) Dünya’nın düz olduğunu belirten ayetlere sahip olduklarını iddia ederler.

Daha rahat okunabilmesi için yazının devamında “Düz Dünya” için DD ve “Küresel Dünya” için KD kısaltmalarını kullanacağız. Öncelikle, DD iddialarını gündeme getiren ve güncel tutan çalışmalardan birine bakış atalım:

Old Bedford Nehrinde Yapılan Gözlem



Yazar Samuel B. Rowbotham, 1838 yılında İngiltere’de bulunan Old Bedford nehrinde “Bedford Level Experiment” olarak bilinen gözlemde, suyun 20 santim üzerinde bir teleskop tutarak 6 mil (9.7 kilometre) boyunca ilerleyen ve sudan 0,91 metre yükseklikte olan direkteki bayrağı taşıyan bir botu izlemiştir ve Welney Köprüsü’ne kadar giden botu hep görebildiğini belirtmiştir, ancak KD olsaydı bu direğin en üst kısmının 3,4 metre daha aşağıda olması beklenirdi, böylece DD sonucunu çıkarmıştır.

Rowbotham bu deneyleri seneler içerisinde tekrarladı, ancak asıl ilgiyi 1870 yılında görmüştü, çünkü DD fikrini savunan John Hampden bu deneyi tekrarlayıp DD’yi kanıtlayabileceğine dair bahse girmişti. Modern Evrim Kuramı’nın Charles Darwin’den bağımsız eş kâşifi Alfred R. Wallace da bu bahsi kabul ederek, Rowbotham’ın ölçüm metoduna atmosferik kırınımı hesaba katıp deneyi tekrarladığında KD olduğu sonucuna ulaşmıştı ve böylece bahsi kazanmıştı; ancak yöntemini kabul etmeyen Hampden, Wallace’ın burada hile yaptığını söyleyerek parayı geri alabilmek için kendisine dava açmıştı. Hampden, uzun seneler boyunca Wallace’a yönelik karalamalar düzenlemesiyle birlikte, onu öldürmekle tehdit ettiği için hapse atılmıştı. Wallace’ın eşine gönderdiği bir mektupta, Wallace’ın başındaki bütün kemiklerin bir gün kırılmasına şaşılmamasını, onun bir yalancı ve hırsız olduğunu, onunla birlikte yaşadığı için sefil bir kadın olduğunu ve henüz kocasıyla işinin bitmediğini yazmıştı. Kuşkusuz ki bu durum, iki zıt görüşlü insanın arasında olmaması gereken bir davranış. Elbette günümüzdeki DD savunucuları böylesine tehditkâr ve saldırgan bir kişiliğe sahip değiller.

 

Peki Wallace’ın hesaba katarak iddiayı kazanmasına neden olan “atmosferik kırınım” da neyin nesi? Şöyle düşünün: Suyla dolu bir kaba bir çubuk koyun ve yan taraftan suyun yüzeyine bakın. Suyun içindeki çubuğun suya girdiği noktadan ikiye kırılmış gibi gözüktüğünü görebilirsiniz. Bu, ışığın farklı ortamlar (“su” ve “hava”) içinden geçişi sırasında yön değiştirmesiyle ilgili bir durumdur. Her kimyasalın farklı bir “kırılma indisi” bulunmaktadır ve bu sayıya bağlı olarak, ışık bu maddeler arasından geçerken belirli yönlere doğru yön değiştirir. Aynı kırılım, Güneş ışınlarının uzaydan Dünya atmosferine girmelerinden sonra da görülmektedir. Bu olaya “Atmosferik Kırılım” (İng.: Atmospheric Refraction) denir. Buna bağlı olarak, Dünya’nın yuvarlaklığından ötürü normalde göremeyeceğimiz cisimler bile, teleskopla yeterince uzağa bakıldığında görülebilir.

Rowbotham bütün bunlara rağmen elde ettiğini düşündüğü sonuçlarına dayanarak “Zetetik Astronomi” adını verdiği bir görüşü icat ederek ilerleyen yıllarda Earth Not a Globe (1873) adlı bir kitap yazmıştır, bununla da kalmayıp Zetetik Topluluğu’nu kurmuştur. İddiasına göre Dünya düzdü, Kuzey Kutbu ise Dünya’nın merkezinde yer alıyordu. Antarktika da Dünya’yı çevreliyordu. Gezegenimizin “kenarları”, aşılamaz olan yüksek (iddialara göre 45 metre yüksekliğinde) buz duvarları ile çevriliydi. Kitaba göre bunların ötesinde nelerin olduğu bilinmiyordu (ve muhtemelen asla bilinemeyecekti). İddianın bazı versiyonlarında gezegenimizin sonsuza dek gittiği de ileri sürülmektedir. Bu komploculara göre, Güneş ve Ay yüzeyden neredeyse 4800 kilometre yüksekliktedir; dolayısıyla Güneş, aslında gezegenimizden çok daha küçüktür. Hatta bu kişilere göre evrenin kendisi de sadece 5000 kilometrelik bir yüksekliğe sahiptir. Bir diğer deyişle, bu iddialara göre “kozmos” olarak bildiğiniz o devasa yapı, üzerimizi örten bir gök kubbeden ibarettir. Tüm bu iddiaların temellerinin İncil’de geçen ayetlere dayandırıldığını, dolayısıyla Hristiyan köktendinciliğinin bir uzantısı olduğunu vurgulamadan geçmemek lazım. Bu akıl dışı ve asılsız iddiaların Hristiyanlığın kutsal saydığı kitabın literal yorumunun bir sonucu olduğu gerçeğini fark etmek, kendilerini Müslüman ilan etmiş ülkelerde, asli kimliklerini Müslüman olarak tanımlayan kişilerce bu iddiaların neden aynen yurtdışından ihraç edilip savunulduğunu anlamayı güçleştirmektedir.

Hikayemize geri dönelim: Rowbotham’ın ölümünün ardından Elizabeth Blount, Evrensel Zetetik Topluluğu’nu kurarak 1901 ila 1904 yılları arasında aylık bir dergi çıkartmıştır. Dinî referanslara daha az odaklanıp sözde bilimsel yönlerine daha çok ilgi duyan Samuel Shentonise 1956 yılında IFERS’i (Uluslararası Düz Dünya Araştırma Topluluğu) kurmuştur. 1971 yılında topluluğun başına meşhur Düz Dünyacı Charles K. Johnson geçtikten sonra, topluluk 2001 yılında dağılmıştır. Ancak 2004 yılında Samuel Shenton ile akrabalığı bulunmayan Daniel Shenton, topluluğu bir internet sitesi üzerinden yeniden canlandırmıştır. Bu şahıs ilginç bir karaktere de sahiptir: Düz Dünyacı olmasına rağmen, bilimin diğer temel gerçekleri olan evrim ve insan kaynaklı iklim değişikliğini kabul eden bir kişidir. Bizzat yalancılık ve kitlesel komplo ile itham ettikleri NASA’dan gelen verilerle doğrulanan iklim değişikliğini kabul ederken, aynı kurumun astronomik verilerini neden görmezden geldiğini anlamak da pek mümkün değil.

 


1967 yılında ABD'nin uzaya gönderdiği insansız uzay aracı Apollo 4 tarafından çekilen "hilal Dünya" fotoğrafı. Fotoğraf, kumanda modülünde yer alan 70 milimetrelik filmli kamera tarafından çekildi. Aracın Dünya'ya yaklaştığı 2 saat 13 dakikalık periyotta, Dünya'dan 13510 ila 18092 kilometre uzaklıktan, toplamda 733 adet renkli fotoğraf çekildi. Fotoğrafların hiçbiri bilimsel veri elde edilebilecek kadar yüksek çözünürlükte değildi; ancak genel bir "fotoğraf" olarak gerçekten etkileyiciydi. Dahası, coğrafi, kartografik, meteorolojik, oşinografik, jeolojik ve hidrolojik bazı bilgiler edinmemizi sağladı.
NASA

Tüm bu iddialar, daha önce de söylediğimiz gibi akıl dışıdır ve hiçbir bilimsel dayanağı bulunmamaktadır. Günümüz astronomisi gezegenimizin şeklinin ne olduğunu tartışmayı aşalı asırlar oluyor; günümüzde tartışılan konu evrenin şekli gibi çok daha kapsamlı ve uç düzey konulardır. Haklı olarak şöyle isyan edebilirsiniz: “İyi de fotoğraflar ve videolar var; nasıl yalan olabilir ki? Dünya’nın şeklini anlık olarak canlı yayın yapan uydulardan bizzat kendimiz de görebilmekteyiz; daha neyin Düz Dünyası bu?”

İşte sorun da burada zaten... Düz Dünyacılar, oyunu kurallarına göre oynamamaktadırlar. Çeşitli iddiaları art arda sıralayarak İspat Yükü’nü üstlendikleri gibi bir illüzyon yaratmaktadırlar; hâlbuki en temel argümanları, tamamen ispatsızdır. Varsayım şudur: Birbirinden bağımsız ve emelleri birbiriyle çelişen ülkelerin uzay ajanslarının her biri yalan söylemektedir. Örneğin NASA’nın Dünya’ya dair fotoğraflarının hepsi aslında Adobe Photoshop ile oluşturulmuştur. İnsanlar hiçbir zaman Alçak Dünya Yörüngesi’ni aşamamıştır; dolayısıyla Ay Görevleri yalandır. Aslında, gezegenimizin altında gizli üsler kurulmaktadır. Bu ve bunun gibi bir dolu kurgu varsayım, sayısız diğer iddianın temelini oluşturmaktadır. Ancak bu iddiaların doğruluğu ispatlanmaksızın, bu varsayım üzerine inşa edilen diğer argümanları değerlendirmek anlamsız bir çaba olacaktır. NASA’nın veya diğer uzay ajanslarının fotoğraf, video ve canlı yayınlarının sahte olduğunu düşünmemize sebep olabilecek hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. Rusya, Çin, ABD ve hatta Türkiye gibi emeller konusunda birbiriyle çatışma hâlinde olan ülkelerin hepsinin aynı anda, aynı yalanı, aynı şekilde söylemesini düşünmek abesle iştigaldir.

Bu gerici akıma kanan ve gönül veren bazı insanları ikna etmek mümkün olabilir; ancak sanıyoruz ki görüşlerinde daha katı olan DD savunucularının tamamen tükenmesi için “uzay turizmi”nin yaygınlaşmasını beklemek zorundayız. Yine de, meraklısı için burada DD komplosuna ait iddiaları ele alacak ve Dünya’nın neden düz değil, küresel olmak zorunda olduğunu sizlere anlatacağız. Bunu 21. yüzyılda yapmak zorunda kalmaktan utanç duyuyor olsak da...

Azimutal eşit uzaklıklı harita izdüşümü. Çoğu D.D. savunucusu bu haritayı bir kanıt olarak görmektedir.
Azimutal eşit uzaklıklı harita izdüşümü. Çoğu D.D. savunucusu bu haritayı bir kanıt olarak görmektedir.
Wikimedia Commons, Strebe, 2011

Diğer Gezegenler: Tüm Gök Cisimleri Neden Küresel?



Öncelikle şunu idrak etmek gerekmektedir: Doğrudan üzerinde bulunduğumuzdan Dünya’yı dışarıdan gözlemek için uzay araçlarına ihtiyaç duyuyoruz; ancak diğer gök cisimlerini gözlemek için ihtiyacımız olan tek şey bir teleskop. Ve teleskoplarımızı hangi gök cismine çevirirsek çevirelim, Güneş gibi yıldızlardan Jüpiter gibi gaz devi gezegenlere, Merkür gibi kayalık gezegenlerden Plüton gibi cüce gezegenlere, hatta Oort Bulutsusu’ndan gelen kuyrukluyıldızlar ve diğer gök cisimlerine kadar hemen hemen her gök cismi küreseldir. Bu durumda tek “düz” gök cisminin Dünya olduğunu iddia etmek saçmalık olacaktır.

İyi ama neden? Neden gök cisimleri hep küresel? Temel fizik, sorumuzun yanıtını veriyor: Gezegenler ve yıldızlar gibi gök cisimleri, kendilerinden önce gelen bulutsuların maddece yoğun bölgelerindeki kütleçekim kuvvetiyle oluşurlar. Birbirinin çekim alanına giren toz parçaları, giderek daha iri yapılar inşa ederler; tıpkı bir kartopunun çığa dönüşmesi gibi. Bu olurken, cisimlerin enerjisi ve momentumu korunmak zorundadır; çünkü bu en temel fizik yasasıdır. Tıpkı birbirine çarpan bilardo toplarının enerji ve momentumlarının her zaman korunması gibi... Momentumun korunması için, cisimlerin bir eksen etrafında dönmesi gerekmektedir. Bu nedenle gök cisimleri irileştikçe, bu devasa kütle de belli bir yöne doğru döner. Bu dönüşe bağlı olarak cismin yuvarlaklığı belirginleşir; nihayetinde küresel bir gök cismi ortaya çıkar. Hatta bu dönmenin etkisine bağlı olarak ortaya çıkan gök cisimleri kusursuz küreler değillerdir; daha ziyade, “ekvator” bölgesinde şişkin, “kutuplar” bölgelerinden baskın “Kutupları Yassılaşmış Küremsi/Sferoit” (İng.: Oblate Spheroid) bir cisim ortaya çıkar.

 

Dünya da bundan bağımsız değildir. Neredeyse hiçbir gök cisminin olmadığı gibi Dünya da yassı değildir; çünkü gezegen oluşumu 3 boyutlu bir süreçtir ve 3 boyutta en dengeli yapı küre ve küre-benzeri yapılardır. 2 boyutlu bir evrende yaşıyor olsaydık, gezegenlerimiz de yassı tabaklar olacaktı; ancak 2 boyutlu bir evrende yaşamıyoruz.

Aynı şey, Ay için de geçerli. Ay, Dünya’nın erken evrelerinde Theia isimli bir ön-gezegenin Dünya’ya çarpması sonucunda Dünya’dan koparak oluşmuş bir gök cismidir. Tıpkı Dünya’nın oluşumunda olduğu gibi, Ay’ın oluşumunda da enerji ve momentum korunumu iş başında olmuştur ve küresel yapılı bir gök cismi ortaya çıkmıştır.

Dünya’mız, yaşama elverişli olması bakımından Güneş sistemindeki diğer gezegenlerden farklı olabilir, ancak bir gezegendeki özellikler bakımından gezegenimiz bir istisna değildir. Diğer gezegenlerin şekilleri, izledikleri yörünge, çekim kuvvetinin etkileri, kısacası “davranışları” her ne kadar farklı şekillerde oluşup farklı maddeleri barındırsalar bile hepsi birbiriyle aynıdır. Gezegenlere dair tüm anlayışlarımızı yaptığımız gözlemlerden anlayabiliyoruz. Bu sebeple gördüğümüz tüm gezegenlerin düz olmayıp Dünya’mızı bu şekilde görmek, hiçbir bilimsel temele dayanmayan bir zorlamadır.

Ayrıca böyle bir iddia, bugüne kadar geliştirdiğimiz ve çalıştığını tekrar tekrar ispatladığımız sayısız astronomi ve jeoloji bilgimizin hatalı olduğunu ispatlamayı gerektirirdi. Hatta GPS (Küresel Konumlama Sistemi) ve koordinat sistemi gibi sayısız teknolojinin de aslında çalışmadıklarını iddia etmemiz ve mevsimler ile rüzgâr yönleriyle ilgili bildiklerimizi değiştirmemiz gerekirdi. Oysa bu bilgilerimizi değiştirecek hiçbir bilimsel sonuç yok.

 

Gezegen ve sistemlerin oluşumları kütleçekim kuvveti tarafından belirlenmektedir. evrenin dokusu ve kütleçekimi bildiğimiz şekliyle çalıştığı müddetçe bırakın Dünya’nın düz bir gezegen olmasını, evrende (bildiğimiz kadarıyla) düz bir gezegenin oluşması bile imkânsızdır.

Dünya'nın Ay Üzerindeki Gölgesi



Antik Yunan zamanlarında gezegenimizle yakından ilgilenen Aristo (MÖ 384-322), Ay tutulmaları sırasında ilginç bir şeyle karşılaşmıştı. Bildiğiniz üzere Ay tutulmaları, Dünya’mızın Güneş ile Ay’ın arasında yer aldığı durumda yaşanan bir fenomendir. Ay’ın yüzeyindeki karanlık yüzey aslında Dünya’mızın Ay’ın üzerindeki gölgesinden ibarettir.

Bilimi anlamanın değil de, bilimi cahilce reddetmenin
Bilimi anlamanın değil de, bilimi cahilce reddetmenin "havalı" görüldüğü günümüzde, elbette Dünya'nın düz olduğunu iddia edenler de çıkacaktır, evrimin gerçek olmadığını sananlar da... Ancak her şeyi bilimsel metodoloji çerçevesinde sorgulayanlar, er ya da geç gerçeğe ulaşacaktır. Çünkü gerçekler, bizlerin onları anlamasından tamamen bağımsız şekilde "gerçek"tirler ve er ya da geç ortaya çıkmak gibi hoş bir huyları vardır.
Individuality

Peki tutulmalar sırasında Ay üzerine düşen gölgenin şekli hiç dikkatinizi çekti mi? Her zaman eğri bir gölge görüyoruz, öyle değil mi? Hiçbir zaman düz bir çizgi hâlinde gölge görmüyoruz. Neden? Çünkü Dünya düz değil de ondan! Eğer DD doğru olsaydı, söz konusu gölge eğri olamazdı; hatta kimi zaman dümdüz bir hat halinde Ay’ın ortasından geçen bir çizgi görmeyi beklerdik. Ancak bu, hiçbir zaman yaşanmamıştır.

“Kanlı Ay” ile sonuçlanan Ay tutulmasının evreleri
“Kanlı Ay” ile sonuçlanan Ay tutulmasının evreleri
Pixabay

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, DD üzerinde farklı noktalardan Ay’ın her yüzü görülebilir olmalıdır. Çünkü eğer ki Ay, iddia edildiği gibi Dünya’dan çok küçükse, düz Dünya’nın farklı noktalarındaki insanlar Ay’ın farklı yüzlerini görürlerdi. Hatta modern astronomiden bildiğimiz kütleçekim kilidi diye bir olgu da geçersiz olacağı için, Ay döndükçe Dünya üzerinden her yüzü görünebilir olurdu. Ancak yapılan gözlemlerde böyle bir durumla karşılaşmamaktayız. Dünya’nın her yerinden Ay’ın daima tek bir yüzü görünür; çünkü Dünya ile Ay, kütleçekim kilidi adı verilen bir kütleçekim olayı etkisi altında kilitlenmiş hâlde dönerler. Yani Ay’ın kendi etrafında dönüşü ile Dünya etrafındaki dönüşü neredeyse birebir aynı hızda yaşanır, böylece Dünya üzerinde nereden bakarsanız bakın Ay’ın aynı tarafını görürsünüz.

https://evrimagaci.org/duz-dunya-komplosu-dunya-duz-mu-4860 tıklayınız


 

YORUMLAR

  • 0 Yorum