Ecdad meselesi

İçimizde "demokrasi" idealini öven, özlemini dile getiren yığınla insan var, ama biraz konuşunca, biraz dikkat edince, demokrasi isteyen bu insanların demokrasiden işlerin onların dediği ve istediği şekilde yürümesini anladığını görüyoruz

Ecdad meselesi
21 Eylül 2022 - 10:53 - Güncelleme: 22 Eylül 2022 - 09:30

 

Seçime yaklaşırken gerilim dozunun azalmasından hiç hoşlanmayacağı anlaşılan iktidarın hain muhalefet üstüne savlet etmekten vazgeçmeyeceği konulardan biri belli ki "ecdad" sorunu. İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer gibi "soycak" lanetli kişilere karşı Osmanlı'nın namı ve şanı korunacak. Korunması karar altına alınmış Osmanlı da—şimdilik—Vahdeddin! En azından, tuhaf bir seçim. Bahçeli bağırıyor: "Vahdeddin hain değildi!" Nasıl söylesem? Savunması zor bir pozisyon.

Olaya daha yakından ve daha genişlemesine bakınca, sanki sorun Vahdeddin kendisi değil gibi bir görünüm çıkıyor. Bu kadar hakarete uğrayan Tunç Soyer'in Vahdeddin hakkında söyledikleri yıllar ve yıllar önce Atatürk'ün söyledikleri: "gaflet, delalet ve hatta hıyanet"... Demek ki bunları söylemek bir tür "soysuzluk" oluyor! Bir Osmanlı padişahı böyle şeyler yapmış olamaz! Olayı böyle değerlendirince Kadir Mısıroğlu'ndan uzaklaşmamış oluyorsunuz. Bu eskiden MHP tipi sağcıların benimsediği bir tavır değildi çünkü kendilerine uymasa da Mustafa Kemal'i bir "Türk milliyetçisi" olarak görürlerdi. Devlet Bahçeli burada da Erdoğan tipi sağcılığa doğru çark etmekte sakınca görmüyor anlaşılan.

İktidarla yeni tanıştığı yıllarda Erdoğan Atatürk'le uğraşmayı iş edinmemişti. Daha "saman altı" denecek bir siyaset yürütüyordu. Hala da tam bayrak açmış değil, ama eskisine oranla çok daha etkin ve çok daha açık tavır alıyor. Burada "kültürel hegemonya"yı ele geçirme politikasında daha hızlı davranmaya başlamasının payı muhtemelen var. Tarihin "doğru"sunu yazmaya ve herkese belletmeye kararlı olduğu görülüyor. "Kararlı", ama "başarılı" mı? Orası belli değil. Hatta, genel üslubuyla, yapmak istediğini değil de onun karşıtını yarattığını gösteren belirti de çok. Şimdiye kadar yapabildiği de, düşmanı olduğu kültürü "yenmek" değil, "yasaklamak". Dünyada ve Türkiye'de Müslüman olan ama Erdoğan gibi olmayan pek çok insan var. Bunlar, ona göre, "makbul" değil. Olacaksan, Erdoğan gibi olacaksın.

Desen: Selçuk Demirel

Bu Vahdeddin kavgasında gerilimi artıran etkenler arasında "Tarkan Konseri" de vardı. Bunun da, Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin hedef yerine koydukları Atatürk'e bağlılığı vurgulayan bir olay olduğu belli. Erdoğan politikalarının Atatürkçülüğü güçlendirdiği görüşüne ben de katılıyorum. Hemen şunu da ekleyeyim: Atatürkçülüğün bu "Tarkan konseri" biçimi son analizde bir "hayat tarzı"na bağlılık anlamına geliyor; bir zamanların ("başlangıçtaki" diyelim) buyurgan, "dediğim dedik" ideolojisi değil. Bir panelde bir emekli subayın konuşmasını hatırlıyorum: "Doğmamış bebeğin beynine Atatürkçülük ilkelerini kazımamız gerekiyor" deyişini. Bu, bugünün Atatürkçü gencinin "kurtuluş reçetesi" değil. "Kazımak" peşinde değil o genç, kendisinin bir taraflarına bir şeyler kazınmasından kaçınmak istiyor.

"Kazıma" eylemi sahibine, "Erdoğan-Bahçeli" zihniyetine kaldı. Tek-parti alışkanlıklarını sürdüren kimse kalmadı diyebilmek için sanırım çok erken. Tarihi boyunca demokrasiyle bizim kadar kıt ilişki kurmuş toplum bulmak zor (elinde yığınla fırsat bulunduğu halde). Çünkü güçlü bir otoriter gelenek kurmuş ve yaşatmış bir toplumun çocuklarıyız. İçimizde "demokrasi" idealini öven, özlemini dile getiren yığınla insan var, ama biraz konuşunca, biraz dikkat edince, demokrasi isteyen bu insanların demokrasiden işlerin onların dediği ve istediği şekilde yürümesini anladığını görüyoruz. Biri üst katındaki namaz kılmayan komşusundan şikayetçisiyse, öbürü de beş vakit namazında komşusuna tahammül edemiyor; ve bu farklılığı sorun olmaktan çıkarmanın kendi ellerinde olduğunu hiç düşünmüyorlar. Biri gelip onların tarzını yasalaştırarak çözecek sorunu, o zaman demokrasi gelecek.

Evet, bugünün gençliği, yavaş yavaş, bu gibi düşünsel alışkanlıklardan sıyrılıyor, uzaklaşıyor. Ama seksen milyonun üstünde nüfusu olan bir toplum hakkında konuşuyoruz ve bu toplumun fiili "demokratik kültür" eğitimi adına neler görüp geçirdiği hakkında epeyce fikrimiz (ve deneyimimiz) var.

Bugünlere gelinceye kadar içlerinden geçmek zorunda kaldığımız askeri darbe yönetimlerinde Atatürk adına zorbalık yapılırdı. İşin tuhafı, Atatürk "adına" yapılan ne varsa bunun "ilerici" olduğu yolunda hayli yaygın bir kanı vardı. Bu yakınlarda Çağatay Anadol hayatının önemli bir kısmını dolduran TSİP anılarını yayımladı ("Şu Bizim Sosyalist İşçi Partisi") ve burada şu gözleme de yer verdi: Altmışlarda Mihri Belli'den söz ediyor: söyledikleri "... öğrenci gençliğin zaten Cumhuriyet idaresinin eğitiminden geçerken edinmiş olduğu Kemalist ve milliyetçi eğilimlerin, sanki bunlar Marksizmin bir gereğiymiş gibi daha da pekişmesine hizmet ediyordu." Çağatay bu saptamadan şu değerlendirmeye geçiyor: "Kemalizm ile komünizm arasındaki hayal edilmiş bağı kopartmak ve Türkiye sosyalizmine 'Atatürk milliyetçiliği' adı altında sızmış bulunan milliyetçilikle mücadele" etmek gereği. Bu, sosyalistler için bir "görev" olarak benimsenmeli.

Bu konuda şu aşamada basit (ve kısa) bir örnek vereyim. Marksizm, dünya tarihinin sınıf mücadelesi tarihi olduğunu söyler; Atatürkçülük "sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitleyiz" der. Hangisini benimseyeceğiz? Hangisi dünya tarihini daha iyi anlatıyor? Sosyalist bir partiye üye olup "Biz kaynaşmış bir kitleyizdir" diye konuşmak ne demek?

Bunları bugünlerde daha ayrıntılı tartışırız. Şimdi söylemek istediğim şey, başka bir şey: Kemalistler'le dindar muhafazakarlar arasındaki kavgaya ikisine de taraftar olmadan bakan ve bu arada klasik Kemalist pozisyonlara da bağlanmaya yanaşmayan az sayıda okur-yazar kişiye "liberal" dendi ve bunların "dinci" kesime destek verdiği iddia edildi. Bunun böyle olmadığını bugünlerde yazacağım. Şu son günlerde insanın dikkatini çeken konu, bu "dindar muhafazakar" kesimin Atatürk "eleştirisinin" kofluğu. Vahdeddin savunması bu bakımdan temsili; Kahraman'ın çıkıp "Biz kurşun mu attık ki kurtuluş' diyoruz?" demesi de tipik ve temsili. Olgularla, herhangi bir akla uygun düşünceyle ilgisi olamayacak, sadece kör bir nefret duygusunda kendine temel bulabilen bir yaklaşım. Dolayısıyla, bir sosyalistin Kemalizm söz konusu olduğu zaman dile getirebileceği eleştirilerle hiçbir akrabalığı olmayan, zaten dünya gerçekliği üstünde ciddi bir dayanağı da bulunmayan bir yaklaşım bu.

Devam edeceğiz.


Murat Belge

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum