Ensest istismarını ele alan 'Mavi -Görüldü'nün yazarları
Tuvalete gidip kustuk, nutkumuz tutuldu, kanımız dondu! Arif Bilgili: Mavi, hikâyesinin istismar edilmiş bütün yaralı yüreklere merhem olmasını istedi.
Fakat bir yandan da geçmişinden kurtulmak için -ne acıdır ki- hayata ve insana teslim edemeyeceğini çok iyi bildiği için edebiyata teslim etti hikâyesini
Bir roman düşünün… Çocukluk masumiyetini tokat gibi yüzümüze çarpan; annesinin korkutucu sessizliği, babasının affedilmez kötülüğüyle insanlığı ve aileyi sorgulatan bir hikâye. Mavi–Görüldü, yalnızca bir kurgu değil; toplumun kanayan yarasına tutulmuş acımasız bir ayna. OASIS Yayınevi’nden çıkan, Arif Bilgili ve Belgin Kuşoğlu’nun kaleme aldığı bu sarsıcı romanın ardında, ne yazık ki gerçek bir hikâye yatıyor. Evet, Mavi’nin yaşadıkları gerçek. Ve bu gerçek, sadece onun değil, görmezden gelinen sayısız mağdurun hikâyesini temsil ediyor.
Romanın yazılma sürecinde, hikâyenin anlatıcıları Arif Bilgili ve Belgin Kuşoğlu kendilerini farklı bir yüzleşmenin içinde bulmuşlar. Kuşoğlu, “Ensest istismarını kader olarak algılatmanın ya da dayatmanın kendisi bir suçtur. Bu kitabı yazarak bu boyun eğişe itiraz ettik,” diyor. Romanın kahramanı Mavi, geçmişindeki korkunç istismarın ardından hayatta kalmayı seçmiş bir kadın. Hayatını iyiliğe, başkalarının hayatlarına dokunmaya adamış. Ama bu yolculuğun kolay olduğunu kimse söyleyemez.
Ve baba kimliği altında bir canavar. Romanın karanlık yüzü. Kuşoğlu’nun deyimiyle, “Caner, romanda verildiği kadar. Onun duyguları ya da psikolojisi, insanlığa sonsuza dek kapalı.” Çünkü bazı kötülükler, yalnızca işlenmez; aynı zamanda kendini anlamanın ve affetmenin de çok ötesindedir.
Mavi, yalnızca bir hikâyenin değil, bir insanlık suçunun karanlığını ortaya koyuyor. Bu cesur romanın ışık tuttuğu gerçekleri görmeye, Mavi’nin çığlığını dinlemeye ve toplumsal yüzleşme çağrısına hazır mısınız?
- Mavi’nin hikâyesinde, yaşadığı korkunç olayları “kader” olmaktan çıkarıp toplumsal bir yüzleşme çağrısına dönüştürüyorsunuz. Bu noktada şu soru aklıma geliyor: Bu hikâyeyi yazmak sizin için bir vicdan borcu muydu?
Belgin Kuşoğlu: O kadar güzel söylediniz ki… Ensest istismarını “kader” olarak algılatmanın ya da dayatmanın kendisi de başlı başına bir istismar ve suç sayılmalı. Topluma, insanlığa, ahlaka, akla ve vicdana yönelmiş bir istismar ve suç. Toplumsal yüzleşmeye tam da buradan başlamak gerekiyor: Ensest istismarını tamı tamına ne olarak görüyoruz?
- Romanda Mavi’nin çocukluğu, bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Ancak hikâyesinde en çarpıcı olan şey, anne figürünün korkutucu bir sessizliğe gömülmüş olması. Hande’nin sessizliğinin arkasında ne yatıyor: Korku mu, teslimiyet mi, sapkın bir suç ortaklığı mı? Anne(ler) nasıl sessiz kalabiliyor?
Arif Bilgili: Görünen o ki Hande’nin sessizliğinin arkasında saydıklarınızın hepsinden bir parça var. Üstü örtülü bir biçimde, erkeği tanrılaştırma ve o tanrının ilgisini dilenme de var. Çocuklarını gözden çıkartacak kertede edilgin fakat affedilmez bir dilenme bu. Kendini, kendi gözünde, tanrısı Caner üzerinden, yani tanrısı ne derse onu yaptığını düşündüğü için aklıyor belki de. Çocukların babası Caner’le Hande’nin yaptıkları aynı derecede insanlık dışı. “Yapabileceğim bir şey yoktu,” diyebilir mi Hande? “Kendini de mi öldüremedin?” gibi bir soru gelmesi ihtimali çok yüksekken...
- Roman boyunca baba Caner’in suçlarının ayrıntıları verilse de onun duygusal ya da psikolojik tarafı çok az gösteriliyor. Bu, bilinçli bir tercih miydi? Baba’dan bahseder misiniz?
Belgin Kuşoğlu: Caner’in kendisi, romanda verildiği kadar. Caner, tam da o. Çünkü onun duyguları ya da psikolojisi, insanlığa sonsuza dek kapalı. Öylesine kapalı ki, bizimki bilinçli bir tercih miydi, bu sorunun yanıtını biz bile bilemeyiz.
- Deniz, Mavi’nin aynası gibi. Deniz’in erken ölümü, Mavi’nin yalnızlığını derinleştirirken, hayatta kalma direncini de artırıyor. Deniz’in ölümü, Mavi’nin hikâyesinde bir dönüm noktası mı, yoksa geçmişin karanlığıyla yüzleşmenin başlangıcı mı?
Arif Bilgili: Deniz, her çocuk gibi aslında masum olduğu hâlde, büyüdüğünde annesinin aklından bile geçirmediği şeyi yapıyor. Babasını kalbinde öldüremeyince kendini öldürüyor. İntiharında kardeşinin, yani Mavi’nin kapanmaz yarasına ve dinmez acısına hürmet etme isteğinin uçları da yakalanabilir. Biri, biraz da sizin için, sizin hayatınız daha fazla lekelenmesin diye kendi hayatından vazgeçmişse, ne hissederdiniz? Tam da dediğiniz gibi, bir yandan daha da yalnızlaşırken bir yandan da hayatta kalma direnci edinirdiniz. Çünkü Deniz’in intiharı, bir yönüyle, Mavi’nin hayatta kalabilmesi için de kalkışılmış bir eylem. O yüzden, Mavi için bunun bir dönüm noktası olduğunu söylemek daha doğru.
- Psikolog Ender’in hikâyeye dahil olması, okuru Mavi’nin içsel dünyasında derin bir çatışmaya sürüklüyor. Mavi’nin, karmaşık ruhlu bir erkekle duygusal bağ kurmaya çalışması bir çelişki yaratıyor. Ender, hem kurtarıcı hem de tehdit edici bir unsur olabilir mi?
Belgin Kuşoğlu: Ender, Caner gibi gerçek hayattan alınmış biri değil; tamamen kurgu ürünü. Ender’in hem psikolog hem de pedofil oluşu ve Down sendromlu minik yeğeni Ela’ya yaptıkları, “kurtarıcı” sanarak aldandıklarımızın çoğu zaman neye benzediğini gösteriyor Mavi’ye. Ve bunu gördüğünde, insani bir erkek ruhuyla hiç tanışmamış olan Mavi, dediğiniz gibi, ciddi bir çelişki yaşıyor. Hatta Ender’in Ela’ya yaptıklarını itiraf etmesini umduğu bir sahne bile var. Ama bu itirafı Ender’i affetmek ve sevmeye devam etmek için beklemiyor. İnsanlığa inanma çabasını tümden yitirmemek üzere bekliyor.
- Lanet gece’yi yazarken, Mavi’nin ve Deniz’in çocukluk masumiyetini bu denli incelikle koruyup aynı anda mahvetmek, okura sarsıcı bir deneyim yaşatıyor. Bu yaşanılanlar gerçek olaylara mı dayanıyor? Böylesine hassas bir sahneyi yazarken kendinizi nasıl bir duygusal durumda buldunuz?
Arif Bilgili: Yaşananlar gerçeğe dayanıyor ne yazık ki. Mavi’yi dinlerken kanımız dondu. Nutkumuz tutuldu. Sonrasında, anlattıklarını kurguya taşıyarak hissetmeye başladığımızda ise ağladıkça ağladık, kustukça kustuk. Bayağı tuvalete gidip kustuk. Bazen elimiz titredi, bazen kalemimiz kırıldı ama böylesine akıl almaz bir acının üzerini örtmek, o acıya hürmetsizlik olacaktı. Bunu yapamazdık.
Arif Bilgili ve Belgin Kuşoğlu
- Mavi’nin yaşadığı istismar, onun hayatını bir korku ve güvensizlik zinciriyle örüyor. Ama en çarpıcı olan şey, bu travmayı iyilik yaparak aşmaya çalışması. Mahkûm mektuplarını okurken “kendine ait olmayan hayatları” sahiplenmesinin nedeni nedir? Geçmişine karşı bir tür sessiz isyan ve direniş mi?
Belgin Kuşoğlu: Devlet, “aile” denen şeye karşı Mavi ile Deniz’i koruması altına aldığında, çocukların bu yeni adlarını bile yurt müdürü koyuyor. Mavi, dört yıl sonra Deniz’i de kaybedince, yapayalnız bir 16 yıl geçiriyor. Ve o süreçte şunu anlıyor: “Ne kadar ararsan ara, yeni bir hayat bulamazsın. Ve yeni bir hayat aramak, hayatın olur. Senin yazgın bu olur; bulamayacağın o hayatı aramakla geçirirsin hayatını…” Kitabı “yeni bir hayat arayan, tüm istismar edilmişlere” adamamızın da nedeni bu. Mavi hayatını yeni bir hayat aramakla geçirirken, dediğiniz gibi, çareyi kendine ait olmayan hayatları sahiplenmekte, kurtuluşu ise iyiliği seçmekte buluyor.
- Mavi, Nazım Geylani’nin bahçesinde yedi gün geçirirken “sıfır noktasına” ulaşmayı öğreniyor. Ancak geçmişte bu kadar derin yaralar almış biri gerçekten yeniden doğabilir mi?
Arif Bilgili: Romandaki bölüm başlıklarından birini paylaşarak yanıtlayalım: “Bir Geleceği Olacaktı, Geçmişini de Elinden Aldılar.” Geçmişi elinden alınmış olanlar, hayatı yeni bir hayat aramakla geçenler, yeniden doğmayı da isterler ve belki de bunu asıl onlar becerebilirler.
- Mavi’nin hikâyesi, adalet arayışı ile intikam arasında ince bir çizgide yürüyor. Bir noktada, geçmişteki istismarının “hesabını” başka bir mağduru kurtararak kapatmaya çalışıyor. Sizce Mavi, geçmişine dönük bir hesap kapatma mı yapıyor, yoksa kendini geleceğe taşımaya mı çalışıyor?
Belgin Kuşoğlu: Her ikisi de. Geçmiş hesapları kapatarak, hayata daha sıkı tutunmayı diliyor. Aile içi istismarın yıllarca sürdüğü geceler, Mavi için ölüm kokan geceler. Ölüm kokusu, cinsellik söz konusu olduğunda ezelden beri zaten duyulan bir kokudur. Mavi’nin aldığı koku ise çok keskin. Bu kokunun izini başkalarına göre çok daha rahat sürebiliyor. Ve kokuyu takip etmeye başladığı anda, adalet arayışı ile intikam arasındaki çizgi inceldikçe inceliyor.
- Mahkeme koridorlarında ya da adaletin soğuk mekanizmaları içinde yer bulamayan hikâyelerden birini anlatıyorsunuz. Adaletin gerçekliği ve Mavi’nin adalet arayışı arasında bir paralellik kurdunuz mu?
Arif Bilgili: Mavi’nin aşkla sevdiği Pınar, bir avukat. Onun da geçmişinde derin bir yara, hatta çok ciddi bir de suç var. Adaletin gerçekliğinden ya da sürekliliğinden kuşku duyup buna isyan eden çoğu kişi gibi, adaleti kendileri aramak zorunda kalıyorlar. Üstelik bunu kendileri için değil; masum çocuklar adına yapıyorlar.
- Mavi gibi bir karakter yaratmak, muhtemelen yazarken sizi de dönüştürmüştür. Bu süreçte kendinizi nelerle yüzleşirken buldunuz?
Belgin Kuşoğlu: Görmeye, duymaya, bilmeye cesaret etmenin sadece kendimizi değil, tuhaf bir şekilde anılarımızı bile değiştirdiğini fark ettik. Sadece kendi yaşadıklarınızdan ibaret sanırız anılarımızı, değil mi? Meğer başkalarının anıları da sizin anılarınıza karışabiliyormuş. Mavi’nin hikâyesi, yazdıkça, bizim de geçmişimize ait oldu sanki. Ölünceye kadar da bizimle olacak galiba.
- Romanın sonunda biz okurları “Acaba gerçekten bitti mi?” sorusuyla baş başa bırakıyorsunuz. Ben de size sormak istiyorum. Sizce Mavi’nin hikâyesi gerçekten bitti mi, yoksa her gün başka bir Mavi’nin hikâyesi yeniden mi başlıyor?
Belgin Kuşoğlu: Söyleşinin başındaki harika tespitinizi tekrarlarsak, Mavilerin hikâyelerini “kader” olarak kabullenmeye isyan edip toplumsal bir yüzleşmeden alnımızın akıyla çıkamazsak, ne yazık ki her gün bir başka Mavi’nin hikâyesi başlayacak. Ama buna izin vermeyebiliriz. Biz Mavi’nin romanını yazarak itiraz etmek istedik bu boyun eğişe.
- Gerçek hayattaki Mavi’yi, hikayesini size ve edebiyata teslim etmeye nasıl ikna ettiniz?
Arif Bilgili: İlk gençliğimden itibaren uzun yıllarımı romanın başladığı ve bittiği Kıbrıs’ta geçirdim. Kendisiyle orada tanıştık. İnsanlar yazan biriyle karşılaştıklarında, çoğu zaman kendilerini anlatmak isterler. Yazılmayı umarlar. Eğer hayatları yazıya aktarılırsa, bütün o yaşadıklarının nihayet bir anlama kavuşacağı hissine kapılırlar. Mavi ise, öyle sanıyoruz ki, tam tersi bir isteğe kapıldı. Hayatını ya da kendini efsaneleştirmek gibi bir isteği asla yoktu. Zaten tek şartı vardı, o da gerçek adının kullanılmamasıydı. Mavi, hikâyesinin istismar edilmiş bütün yaralı yüreklere merhem olmasını istedi. Fakat bir yandan da geçmişinden kurtulmak için -ne acıdır ki- hayata ve insana teslim edemeyeceğini çok iyi bildiği için edebiyata teslim etti hikâyesini.
YORUMLAR