"Eser siyasetinin" doğal sonucu

Çetin Altan vaktiyle isabetle altını çizmişti: Bizde siyaset Hazine’den nemalanmak için yapılıyor

"Eser siyasetinin" doğal sonucu
27 Kasım 2023 - 09:58

 

Yıllık 3 milyon yolcu kapasiteli Rize-Artvin Havalimanı’nı yılın ilk 10 ayında 863 bin yolcu kullandı.

2 milyon yolcu kapasiteli Tokat Havalimanı’nı kullananların sayısı ise 124 bin ile sınırlı kaldı.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da canı bu tabloya çok sıkılmış. “Uçaklar boş, doldurun” talimatı vermiş.

Uçaklar nasıl doldurulacak, bilmiyorum.

Belki Vali ve Kaymakamlar sokaktan rastgele “yolcu” seçip, zorla uçaklara bindirebilirler. Millet zaten işsiz. Mesela sabah uçağıyla İstanbul’a gönderip akşam da geri getirtseler uçuş süresi gidiş geliş toplam 4 saat 10 dakikayı buluyor. Havaalanında beklemeydi filan derken işsiz insanlarımız 6 saat hoşça vakit geçirebilirler. Uçakta ikram da var zaten; sıcak sandviç, ayran ya da çay, meyve suyu. Kahve istemesinler ama! (Nedense son dört iç hatlar uçuşumda da uçakta kahve yoktu. “Yüklenmemiş efendim” yanıtını verdi hostesler. Geçerken bunu da sorayım, ikram hizmetlerinin o sabahki keyfine mi kalıyor, o gün uçakta nelerin ikram edileceği? Yoksa THY kahveden tasarruf ederek kâr maksimizasyonu mu hedefliyor?)

Bu iki güzide ilimizin nüfusu toplam 525 bin. Demek ki herkes ikişer kere zorunlu uçuş hizmetine tabi tutulursa DHMİ’nin uzman projecilerinin hedeflediği yolcu sayısını tutturabilmek çocuk oyuncağı olur.

Acaba yolcu kapasitesini nasıl hesapladılar ki 3 milyon yolcuya ulaştılar?

Bu yolcu sayısına ulaşmak için Airbus’un 321 Neo modeli uçaklardan, Business sınıfı olmaması şartıyla 13 bin 43 sefer yapmak gerek. Yani karşılıklı 6 bin 521 uçuş. Yani bir günde bu havalimanına inecek uçak sayısının 18 olması lazım. Muhtemelen günün birinde bu rakama ulaşmak mümkün olabilir ancak korkarım ki o tarihe kadar “ışınlanarak” yolculuk yapmanın önündeki engeller de kaldırılacağından havaalanına da ihtiyaç olmayacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rize-Artvin Havalimanı açılışında (Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı)

Tokat uçuşlarını doldurmak daha kolay tabii. Hem nüfus daha yüksek; 624 bin. Hem de kapasite daha az; 2 milyon yolcu.

 

Ama onun için bile Tokat’a günde 12 uçağın inip, 12 uçağın kalkması lazım.

Belki Tokat’a uçanlara Tokat Kebabı promosyon olarak verilebilir. Böylece win-win durumu da ortaya çıkar. Hem Tokat esnafı kazanır hem DHMİ.

Bunlar Erdoğanizmin seçim kazanma taktiklerinden biri olan “eser siyasetinin” iki küçük örneği sadece.

Kıt kaynaklar, ihtiyaca göre değil, Reis’in keyfine göre harcanıyor.

Sırf bu nedenle Çanakkale Köprüsü’nün orta açıklığı ilk hesaplanan 1510 metre yerine 2023 metre yapıldı.

Kamunun bütçesi böyle keyfe keder harcanınca gerçek ihtiyaçlar erteleniyor haliyle.

Geçtiğimiz hafta TBMM’de Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bütçesi komisyondaydı.

Komisyon toplantısındaki milletvekillerinin anlattıklarına bakılırsa Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’in yolları feci durumda. Başlanıp bitirilmeyenler de var, kazma vurulmayanlar da!

Ama İstanbul’dan Ankara’ya birbirine paralel iki otoyolumuz var o yetmiyor, bölünmüş yol da hizmetimizde!

Üzerinden araç geçmeyen Çanakkale Köprümüz var. Osmangazi’yi de unutmayalım. Bu köprülere ödenen garanti ücretleriyle Türkiye’nin bütün dersliklerini yenilemek, hepsine internet bağlamak, çocuklara tablet dağıtmak mümkün olabilirdi oysa.

Bu konular açıldığında bazı münafıkların yorumları da kulağıma geliyor: Ne kadar çok böyle “eser” yaptırırsanız onun avantası da o kadar çok oluyormuş.

Çetin Altan vaktiyle isabetle altını çizmişti: Bizde siyaset Hazine’den nemalanmak için yapılıyor. Kimi doğrudan “indira gandi” yöntemiyle, kimisi de eşe dosta, partililere, tarikat yoldaşlarına iş ve avantaj sağlama yoluyla.

Buna bir itirazım yok çünkü itiraz etsem de boş.

Ancak bütçe, ihtiyaçlar hiyerarşisine göre yapılması gerekenlere harcansa daha iyi olmaz mı? Hem Hazine’den nemalanma işi sekteye uğramaz hem de vatandaşın işi görülür, para da çere çöpe harcanmamış olur. Win – win – win yani!

***

“Faziletsiz döngüye” nasıl girmiştik?

Erdoğan, Cezayir dönüşü uçakta (Fotoğraf: İletişim Başkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cezayir’den dönerken uçakta bulundurduğu gazeteci süsü verilmiş mürettebata “Türk lirasının reel olarak değer kaybettiği süreç sona gelmiştir” dedi.

Onun sözlerine geçmeden önce gazeteci süsü verilmiş mürettebattan birinin sorusunu okuyalım ve hep birlikte gülelim:

“Dünyanın krizlerle savaştığı bu ekonomik ortamda Türk Lirasının pozitif ayrışmasını nasıl karşılıyorsunuz?”

Erdoğan’ın bu soruya verdiği yanıt şöyle başlıyor: (Buna gülmek yok, akıllı olun!)

“Bizim uyguladığımız dezenflasyon programı çok büyük ihtimalle lirada reel olarak bir değerlemeye sebep olabilir. Yani Türk Lirasının reel olarak değer kaybettiği süreç sona gelmiştir. Özetle Türk Lirasının reel olarak değer kazanma ihtimali yüksektir.”

Nasıl buldunuz?

Büyük ihtimalle lira reel değer kazanacak, yani değer kaybettiği sürecin sonuna gelmişiz, özetle liranın reel değer kazanma ihtimali yüksek!

Reis ne de olsa iktisatçı, böyle anlamlı bir açıklamayla bulanık zihinlerimizi aydınlatması tabiidir!

Sonra da şunu söylüyor:

“Neticede hem makul düzeyde büyüyeceğiz hem enflasyon düşecek bu koşullarda. Yani faziletli bir döngüye gireceğiz inşallah.”

“Faziletli döngüye” girmek üzere olduğumuza göre şu anda içinde bulunduğumuz “faziletsiz döngüye” nasıl girmiştik, bunu anlatmamış ama.

Faizler düşerken enflasyon artmıştı, çünkü “Türkiye baş ekonomisti” faiz sebep enflasyon sonuçtur diyordu. Şimdi faizler artıyor ekonomistimiz “enflasyon düşecek” diyor. Kafamızı özellikle mi karıştırmak istiyor diye merak ediyorum.

Yoksa ufukta doğmakta olan yepyeni bir iktisat teorisinin ilk ışıkları mı gözümüzü kamaştıran?

Ha bir de “nass vardı nass”? Ne oldu ona?


Mehmet Y. Yılmaz

@MHMTYKPYLMZ[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum