Ev kendinin mi, kira mı?

Devlet; toplumu, piyasa anarşisinden korur. Yasalara göre ev sahibi kiracısına yüzde 25'in üzerinde bir kira artışını dikte edemiyor.

Ev kendinin mi, kira mı?
16 Eylül 2023 - 10:30

Kağıt üzerinde 'okeyiz'. Peki, karşılığı var mı? Yok! İnsanlar birbirinin yolunu kesiyor, kapısına dayanıyor, yolda birbirine bıçak çekiyor, "çocuğunu sokağa salma, döverim" tehdidi savurarak kiracıyı kaçırmaya çalışıyor, kiracı evi ateşe veriyor! Arabuluculuk mekanizmasına çok da gerek yok aslında, ev sahibi ve kiracı birbirini kasten öldürmeye teşebbüs ederek bir ara yol bulmaya çalışıyor halihazırda!

 

Yoksa siz hâlâ bir evin kaça kiralandığını duyunca "Kim veriyor bu paraları?" diye şaşıranlardan mısınız?

 

Ya da bir satılık ilanı görünce "Çıldırdılar artık, satılmaz ki o fiyata" diye söylendikten sadece birkaç gün sonra satılmasına hayret edenlerden?

"Kim vermiş ki bu parayıYaaa amaa vermeyin, vermeyin!" diye atarlananlardan?

"Zam" kelimesini duyduğunuz anda beyninizde bir zil çalıyor ve "Onu bırakbizim orada bi ev kaça tutuldu, söyleyeyim de şok ol" diye söze mi dalıyorsunuz?

Tüm sorulara "evet" diyenleri, gazeteci Ayşenur Arslan'ın efsanevi seslenişiyle selamlayayım o zaman: "Nasılsınız fakirler?  Nasılsınız fas-fakirler?"

Bu denklemde en fasfakir benim. "Hayatta o fiyata satılmaz" dediğim her ev satıldı. "Bu kiraları kimse ödemez" dediğim tüm evler, aynı gününde tutuldu. Şaşkınım. Mesela bugün bir adet bagete 24 TL verdim, "Emin misin, gerçek mi?" deyince, fırıncı da bana "Ben artık hiçbir şeye şaşırmıyorum, sen nasıl şaşırıyorsun?" dedi. "Daha da baget almam" dedim, "Senin köy ekmeği 80 TL oldu, onu alıyorsun ama!" demez mi? Daha da ekmek almam. 'Köy'ünden almam. Yani bugün almam. Şaşırmazsam yarın alırım. Şaşırsam da alırım galiba.

Benim mahallemde 80 bin TL'ye de 12 bin TL'ye de kiralık ev var. Hepimiz aynı fırından ekmek alıyor, aynı manavdan alışveriş yapıyoruz. Bu mahalleden ya 80 bin TL ödeyenler gitmeli ya da 12 bin TL ödeyenler isyan etmeli. Birileri bir şey yapmalı. Ortalık çok karışık.

Ben İzmir'de büyüdüm. En iftihar ettiğim konulardan biri şuydu: Aynı mahallede iş insanı, işçi, memur, hakim, esnaf ve hatta işsiz bir arada yaşardı. Ben kim ev sahibi, kim kiracı, asla bilmiyorum. Kimsenin geliri, malı, mülkü hakkında da en ufak bir fikrim yok. Hepimiz aynı okula gider, benzer giysileri giyer, aynı sinemalara, aynı gazinolara, aynı restoranlara -farklı sıklıklarda belki ama- mutlaka giderdik. Türkiye o yıllarda şahane eşit veya adil bir ülke olduğundan değil, şahane bir adap olduğundan... Zaten 80'lerde "Ev kendinin mi?" diye bir soru da yoktu. Ben bu soruyu 2000'lerde İstanbul'a gelince duydum. Belki İzmir'de yoktu. Ama bana sorarsanız Türkiye'nin belli bir döneminde kimse kimsenin tapu memuru değildi. Çünkü ayıptı. Çok ayıptı.

 

Artık herkes birbirine "Ev kendinin mi, kira mı" diye soruyor, ev alsan kaça aldın, kiralasan kaça tuttun… "Kendinin mi" sorusunu ilk duyduğumda "Ev kedinin mi?" sanmıştım. Bazı zaman aklıma şeker kız Candy geldiği de oldu. Zaten bu soru, yüze tükürülür gibi ani geliyor, öyle gelince ben gülüyorum, içinden çıkılmaz bir çukura düşüyoruz. Kendimin de olabilir, kedimin de… Candy'nin olayla alakası yok.

Malumumuz; İstanbul zenginlerin İstanbul'u, iyi para kazananların İstanbul'u. Hikâyeler muhteşem! Elini salladığın her yer hikâye, her yer haber. Bence haftanın haberi: Bebek'te, Boğaz'a nazır bir dairede oturan kiracı aylık 60 bin TL ödüyormuş. Ama o kiracı bugün çıksa evin aylık kira bedeli 400 bin TL'ymiş. Yasal yoldan çözülemedi herhalde- ev sahibi kiracısını çıkmaya ikna etmek için tam 2 milyon TL ödemeyi teklif etmiş. Anlaşmışlar. İşte Türkiye, işte hukuk, işte uzlaşma.

'Kendi'me döneyim: Ben bu evin kiracısı olsam böyle bir teklif söz konusu olamazdı. Çünkü "çık" denilirse "çıkabilecek" bir potansiyele sahip olduğumdan iş asla o raddeye gelemezdi. Ev fiyatlarının patlaması, kiraların uzaya çıkması, buna bir önlem alınmaması, alınan önlemlerin işe yaramaması, benim veya ev sahibimin suçu değil. Huzursuzluk sevmem. Hukuken doğru değil, ama ben çıkarım. İşte tam olarak benim gibilerin varlığı yüzünden sistem patladı. Haklısınız.

Ekonomik tablo belli. Ciddi bir barınma krizi var. Bu arada barınma diyenler fakirmiş. Zenginler gayrimenkul dermiş. Bu bilgiyi de alalım, neyimize yarayacaksa… Türkiye'de konut fiyatları kontrolden çıktı. Türkiye bu kadar değer üreten bir ülke değil. Bir illüzyon yarattık. Ev fiyatları gerçeklikten koptu. Artık kimse kendisini yaşadığı kentin, mahallenin, evinin bir parçası gibi hissetmiyor. Kedi fare oynuyoruz evlerle. Esenyurt'ta -mağaradan bozma diye haberleri çıktı ama mağara daha iyi durumda olabilir- kapısından içeriye adım atmaya tenezzül etmeyeceğiniz bir ev, 7 bin TL kira ile ilana çıkmış. Erdoğan'ın "Vatandaşlarımızı açgözlü bir avuç azınlığın kar hırsına kurban edemeyiz." sözünde işaret ettiği açgözlü, bu evin sahibi işte.

İstanbul'da kiralar son bir yılda yüzde 120 ile 200 oran arasında arttı. Hayaletler gelip de tutmuyor bu uçuk kaçık fiyatlı evleri. İçlerinde baya baya insanlar yaşıyor. Yeni teslim bir apartman var yakınımızda, 30 binlerde olur kirası diye konuşuluyormuş, 60 bine kiralanmışOrtalık karıştı. Çünkü tek bir evin fiyatı değişince, semtin ederi değişiyor. Gerçekten ev sahipleri, o rakamı referans aldı.

İstanbul'daki evler New York'tan, Londra'dan pahalı. "İnşaat maliyetleri pahalı, ondan" diyor müteahhitler. Demir, beton, alçı mı yükseltiyor yani rakamları? Hepimiz biliyoruz, hepimiz buradayız: Bugün evler pahalıysa, talebin gereksiz pompalanması yüzünden oldu. "İlla gayrimenkul al, yatırım yap, oturmak istemezsen, kiraya verirsin" diye diye betona parayı gömmek popüler bir yatırım aracı oldu… Neyimiz var yok sattık, borçla- krediyle ev sahibi olmaya ant içtik adeta.

Sonuçta ne oldu? Yine kaybeden biz olduk. Ben otomobilinde yaşayan bir doktora öğrencisi ile tanıştım! O kadar olağan anlattı ki, benim şaşırmama tepki de gösterdi: "Uzayda mı yaşıyorsunuz acaba siz, kiralardan haberiniz var mı, bir yıl böyle idare edeceğim" dedi!

Hayattan ne bekleriz? Nasıl bir hayat yaşamak isteriz? Eğer evimizde huzurlu değilsek nerede olabiliriz? Herkesin bir çatı altında yaşanabilir bir hayat kurmaya hakkı vardır. Bir anda ev sahibiniz kirayı üç katına çıkarmak istediğini bildirirse hangi hayat, hangi huzur kalabilir geriye? Netflix'e Kulüp gelmiş, sabaha kadar oturup bitiririm diye keyif planı yaparken, kendinizi emlak sitelerinde bin beş yüzüncü ev ilanına bakıyorken bulabilirsiniz. Hayatınız bizatihi kulübe döner bir gecede!

Uzmanlara göre ödediğimiz kiranın, gelirimizin dörtte birini geçmemesi gerekiyormuş. İki sene önce İstanbul'da 2+1 bir ev; 2-3 bin liraydı: 15 bin lira gelir için dengeli bir harcama kalemi. Bugün aynı evin kirası 15 bin TL'lerde: Gelirin 100 binler seviyesinde olması lazım. İki sene içerisinde gelirini en az altı kat artıran hayaletler burada mı? Bir akademisyen arkadaşım Bebek'te yaşıyordu. Kirasına anormal artış istenince direnmedi, önce Beşiktaş'a oradan Halkalı'ya gitti. İstanbul'da resmen kiralık kavimler göçü yaşanıyor. Son çare de şehirden gidiliyor malum… Kiraları tolere etmeye gücü kalmadı kimsenin.

Ekonomistlere göre, "Türkiye tarihinin en büyük gayrimenkul anlaşması" krizi yaşanıyor. Kiracılar ve mal sahipleri arasında büyük itilaf var. Mahkemeler de kilitlendi, en erken altı aya duruşma tarihi veriliyor. Bu yüzden kira uyuşmazlıklarında 1 Eylül'den itibaren yeni sistem uygulamada: Ev sahipleri ve kiracılar mahkemeden önce arabulucularla çözüm aramak zorunda artık. Arabuluculara sabır, kiracılara şans, ev sahiplerine başarılar diliyorum.

"Devlet, toplumsal hayata hangi alanda ve ne kadar karışmalı?" sorusu, siyaset teorisinin en çok tartışılan meselesi. Fakat ister mutlak bir varlık gibi kabul edilsin, isterse bir araç olarak kalsın, genel kabul gören bir yanıtı var: Devlet; toplumu, piyasa anarşisinden korur. Zira yasalarımıza göre ev sahibi kiracısına yüzde 25'in üzerinde bir kira artışını dikte edemiyor. Kağıt üzerinde okeyiz. (Yalı Çapkını başladığına göre bir Ferit ooo-key'i ile selam göndereyim yeni sezona.) Peki karşılığı var mı? Yok! Niye yok? Bir taraf "kira gelirim eriyor, zam yapabilir miyiz" derken, diğer taraf "gelirim artmadı ki, zam yapamayız" diyor. O zaman ne oluyor? Kimse yüzde 25 barajını dinlemiyor. Zaten "kiracıyla ev sahibi farklı bir rakamda anlaşırsa o ayrı konu" diyor yasa. İşte "o ayrı konu" dediğimiz mesele yüzünden insanlar birbirinin yolunu kesiyor, kapısına dayanıyor, yolda birbirine bıçak çekiyor, "çocuğunu sokağa salma, döverim" tehdidi savurarak kiracı kaçırmaya çalışıyor! Hatta geçen gün bir kiracı çıkmadan önce evini ateşe verdi, bina yandı. Arabuluculuk mekanizmasına çok gerek yok aslında, ev sahibi ve kiracılar zaten birbirini öldürmeye kasıt ederek bir ara yol bulmaya çalışıyor şu anda!

Bu tablonun – fırsatçılar hariç- sorumlusu ev sahipleri ya da kiracılar mı? Yıllık enflasyon yüzde 58,94. Bir yılda üç katı zam gören gıda ürünleri var. İstanbul'da bir ailenin asgari düzeyde geçim maliyeti bir yılda yüzde 80 arttı. Bu arada bir şişe sütün 40 TL olmasını içime sindiremiyorum, yazıktır. Şimdi bakkala, kasaba, tekstilciye, okula, taksiciye, fırıncıya ne diyelim - zaten onlara mı diyelim? Türkiye'nin bu krizden çıkması şu an için mümkün görünmüyor. Kiminle kavga edeceğimizi bile bilemiyoruz. Süt 40 lira diye, kasiyere mi yürüyeyim? Vergilerimizle maaşı ödenen bir imam çıkıp "voleybol takımını izlemenin büyük günah olduğunu" söyleyebiliyor, "bunun maaşını ben vermeyeyim, benden kesilmesin" bile diyemiyorum, zaten kime söyleyeceğim bunu?

Ama kiracıyla ev sahibi birbirini tanıyor, biliyor. Çok rahat kavga çıkar. Sözleşmeyi imzalarken oturup karşılıklı çay içtik. Ama hiiiç çaktırmadan bir tarafı "işgalci", diğerini "dolandırıcı" ilan ettiler. Resmen düşman olduk. Oysa iki taraf da mağdur, iki taraf da masum, iki taraf da haklı olabilir. Kafasına estiği gibi kirayı ya da kiracıyı değiştirmeye çalışan ya da bir başkasının evini işgal eden açgözlüleri tenzih ediyorum – onların hiç biri mağdur veya haklı değil. İşte bizim çaresiz kaldığımız yerde, devletin gelip bu işi bir düzene koyması gerekir. Sosyal adaleti biz kendi başımıza mı sağlayacağız? Benim gücüm anca "Daha da bu ekmekten almam" demeye yetiyor. Ne paramızla ne de birbirimizle geçiniyoruz.  Olan yine bize oluyor. Yine müthiş bir adaletsizliğin ortasında, yine büyük bir kavganın tam ortasında, birbirimizle ama karşı cephelere yerleştirilmiş durumdayız. Birbirimizi yiyoruz.

Olan bu ülkenin çocuklarına oluyor. İstanbul'da Nazi Sempatizanları diye bir genç grup protesto düzenlemiş geçen gün, Nazi bayrağı açıp "Kimseden korktuğumuz yok, gözünüzün önünde açtık işte bayrağımızı" demişler, herkes şok. Şu an Türkiye'de iş arayan üniversite mezunlarının yüzde 69'u aylık 1.500 TL ile geçiniyor, ondan. Akıl sağlığı mı kalır bu çocuklarda?

En çok mutlu olmamız gereken zamanda, en çok mutlu olmamız gereken yaşlarda, en çok mutlu olmamız gereken yerlerde mutlu değiliz. Çünkü – kendimizin ya da kiralık fark etmez-  'ev'lerde huzur kalmadı. Her an kovulabilir, her an kapıya konabiliriz. Ya da her an birinin kapısına dayanabiliriz.

Çok söyledik zamanında şu şarkıyı, ondan: Saadet neymiş, tatmadım bilemem ki, alnımın yazısıydın, ne yapsam silemem ki!..
 

T24 Haftalık Yazarı

Şükran Pakkan

[email protected]https://t24.com.tr/

YORUMLAR

  • 0 Yorum