Gezegenimiz ölüme mi yürüyor?

22 Mart Dünya Su Günü nedeniyle çevreye karşı işlenen suçları hatırladık. Ve gezegen elden gidiyor vehmine kapıldık.

Gezegenimiz ölüme mi yürüyor?
25 Mart 2021 - 09:00

Sadece vehimden ibaret olsa…Ovalar, göller, akar sular kuruyor. Doğa-iktidar-rant üçgeninde yaşanan tahribat insanlığın felaketine yol açıyor.

Adalet tarihine geçecek bir yargı kararına tanık olduk;

İngiltere Yüksek Mahkemesi, annesiyle birlikte Londra'da yoğun trafiğin olduğu bir yolun yakınında yaşayan 9 yaşındaki Ella Kissi Debrah'ın ölüm nedenleri arasında hava kirliliğinin bulunduğuna karar verdi.

Hava kirliliği kaynaklı sağlık sorunları yaşayan milyonlarca insan var yeryüzünde.

Ne gibi önlemler alıyoruz? İşin sıfır noktasındayız.

Nasıl mı… Sayıştay, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın çevreye karşı işlenen suçlara ve çevreyi katletmek amacıyla hileye başvuranlara karşı işlem yapmadığını tespit etti. 2019 yılı Sayıştay Denetim Kurulu Raporu'na göre Bakanlık, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarını önemsemedi, yeterli ve etkin denetleme yapmayarak birçok olumsuzluğa izin verdi.

Devletten hareket beklerken yurttaş ciddi bir adım attı… Çevreciler ve bölge halkı, Türkiye'nin doğa harikası Kaz Dağları'nı tahrip eden şirket yetkilileri hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde (UCM) dava açtı. Dava konusu: insanlığa karşı suç.

Nasıl ki soykırım uluslararası bir suç ise, çevreyi katletmek de ekokırımdır ve tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suç türü olarak UCM'nin yetki alanındadır.

Türkiye'de çevre suçlarına ilişkin alanı yokladığımızda;

Çevre suçlarına ilişkin uygulamanın verimli olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Örneğin, Türkiye ile Almanya'yı kıyasladığımızda, çevre suçlarından yargılanan kişi sayısı Almanya'da 2062, Türkiye'de 751'dir. Mevcut farklılığın Türkiye'de çevre duyarlılığı daha yüksek olduğundan, çevre suçlarının daha az işlenmesiyle açıklanmasının mümkün olmadığı ortadadır. Dolayısıyla Türkiye'deki adli makamların çevre suçlarını mahkeme önüne getirme konusunda daha başarısız ya da isteksiz olduğu sonucuna ulaşılabilir.

Anayasa ne diyor: "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir" (m.56).

Bu anayasal hak, üçüncü kuşak haklardan kabul edilir. Yani kronolojik olarak 1970'li yıllar ile birlikte gündeme gelen, dayanışma hakları olarak da tanımlanabilir.

İçeriği somut olarak çevre kirliliği sorunu tarafından belirlenen çevre ve çevre hakkı hukuka yatırılırken;

Doğrudan siyasal iktidarın politik tercihleri doğrultusunda çevrenin talanı, hakkın açık gaspı, yağma alanlarının oluşturulduğu unutulmamalıdır.

Özellikle Özal döneminden bu yana çevrenin, doğanın yağmalanması, talan ve rant alanı haline getirilmesinin  önü her geçen gün daha da açık hale geliyor. Bu 40 yılın son 18 yılında AKP iktidarı ile birlikte geçmişten kalan projelerin büyük ustalık ile tamamlandığını, yeni "çılgın projelerin" başladığını, bu sürecin özellikle hukukun piyasalaşması ve yargıdaki dönüşüm ile daha da rahat yapılır olduğunu belirterek örneklere bakalım:

Atatürk Orman Çiftliği, Kaz Dağları, Cerattepe, Salda Gölü, Gediz Deltası, Kuzey Ormanları, HES'ler, ülkenin her yerine yayılan taş ve maden ocakları, imar afları… Liste uzayıp gider.

Sermayenin kâr hırsı, ülkenin emperyalizme bağımlılığı karşısında yapmamız gereken şey, tam bağımsızlık slogan ve davasıyla ekolojik emperyalizmin inşasına engel olmak!
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu


 

YORUMLAR

  • 0 Yorum