Güney Kıbrıs'a sempati öpücüğü mü?

Erdoğan, karşılığında nasıl bir diplomatik kazanım elde etmiş olabilir ki Kıbrıs Rum yönetimi liderinin, böyle bir toplantıya katılmasına olan itirazımızı geri çekti?

Güney Kıbrıs'a sempati öpücüğü mü?
01 Temmuz 2022 - 10:31

Türkiye'nin dış politika sorunlarının "ana" kaynaklarından biri kuşkusuz ki Kıbrıs sorunu.

Ve zaten sorunun çözülmesi yolunda Kıbrıslı Rumların ayak diretmesinin en önemli nedeni de bu.

Çözüme en çok yaklaşılan Annan Planı referandumunda, Rumların "hayır" demelerinin ardında yatan da bu.

Hatırlarsınız, Annan Planı, Türk milliyetçileri ve ulusalcıları açısından "Kıbrıs'ı satan hain plan" olarak görülüyordu.

Ama Kıbrıs'ı Rumlara satacağı ileri sürülen planı, en başta Rumlar istememişti.

Tuhaf bir çelişkiydi elbette ama bu coğrafyada tuhaflık, normal kabul ediliyor zaten.

Sorunun çözülmeden durması, Türkiye'nin birçok konuda elini kolunu bağlıyor ki bu da Yunanistan açısından "mükemmel pozisyon" sayılıyor.

Akdeniz'in doğusunda ve Kıbrıs çevresindeki doğal gaz yataklarının işletilmesi konusunda Türkiye'yi devre dışı bırakmaya yönelik tutum da bu "mükemmel pozisyondan" gücünü alıyor.

Herkesin bildiği gibi Türkiye, bütün dünyanın Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdığı devleti tanımıyor. Bizim için onlar "Kıbrıslı Rumlar" ya da "Güney Kıbrıs"!

Türkiye, AB üyelik müzakerelerinin en canlı olduğu günlerde bile bu konuda bir tutum değişikliği yapmadı. Sorun, dondurulup, buzdolabına konmuştu.

Ve büyük sürpriz ile Madrid'deki NATO toplantısının sonunda karşılaştık.

İspanya'nın ev sahibi olduğu akşam yemeğine "NATO üyesi olmayan AB üyesi" sıfatıyla Güney Kıbrıs yönetiminin başkanı Anastasiades de katıldı.

Bunun mümkün olabilmesi, Türkiye'nin bu konudaki itirazını geri çekmesiyle sağlandı.

Hatta haberlere göre Erdoğan, yemek öncesinde Anastasiades ile ayaküstü bir görüşme bile yaptı.

Bu Kıbrıs'ta bir çözüm için umut ışığı yakar mı derseniz, bana göre mümkün değil.

Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan, bu statükonun kendi çıkarlarına olduğunun farkındalar ve sonuna kadar kullanıyorlar, kullanmaktan da vazgeçmeyeceklerdir.

Peki Erdoğan, karşılığında nasıl bir diplomatik kazanım elde etmiş olabilir ki Kıbrıs Rum yönetimi liderinin, böyle bir toplantıya katılmasına olan itirazımızı geri çekti?

Açıklasa da öğrensek iyi olurdu.

Böylece ileriye dönük olarak yapılacak yorum ve tahminler daha sağlıklı değerlendirmeler içerebilir.

* * *

Az gittik, uz gittik, elde var sıfır

Uluslararası ilişkilerde "ya hep ya hiç" olmaz.

Diplomasi, çıkarları ortak bir yerde uzlaştırabilmek ile ilgilidir.

Bunun için karşılıklı tavizler verilmesi de gerekebilir, fedakârlıklar yapılması da.

Ancak söylediğim gibi çıkarları ortak bir yerde uzlaştırmak için diplomasi gerekir.

İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyesi olma istekleri, Türkiye açısından iyi bir diplomasi fırsatıydı.

Türkiye'nin, görüşmeler kesilmiş de olsa AB adayı ve NATO üyesi olmakla birlikte, genel olarak Batı, özel olarak ABD ile sorunları var.

Erdoğan'ın dış politikayı, iç politikasının zeminini güçlendirmek için kullanma hevesinin bazı sonuçları oldu.

İdeolojik saplantıları nedeniyle Mısır ve İsrail ile bozduğu ilişkilerimizi, Yunanistan'ın kullanmakta gecikmeyeceğini öngörmesi gerekirdi, birçok şey gibi bunu da öngöremedi.

Doğu Akdeniz'de bugüne kadar Yunanistan – Türkiye sorunlarında mesafeli durmayı tercih eden bu iki ülke, Erdoğan'ın izlediği politika nedeniyle Yunanistan'ın savunduğu çizgiye yakın duruyor.

Bu, sonuçları itibariyle Yunanistan ve Güney Kıbrıs üzerinden AB ile de çatışma anlamına geliyor.

Dışarıda bunlar olurken içeride de otokratik bir yönetim kurmak, demokratik hakları askıya almak, AB ile ilişkileri 1999 öncesinden bile kötü duruma getirdi.

Ukrayna krizi, Türkiye'nin Batı dünyası ile olan temel sorunlarını çözebilmek, en azından bir çözüm yolunda mesafe alabilmek için bir fırsat penceresi sunuyordu.

  • ABD ve Avrupa, Rusya'ya karşı NATO'nun güçlendirilmesini savunurken, Türkiye'ye uyguladığı silah ambargolarını ve yaptırımları nasıl izah edecekti?
  • Ukrayna'nın ve eski Doğu Bloku ülkelerinin toprak bütünlüğünü savunurken, Suriye sınırımızda, Türkiye'yi bölmek amacıyla yola çıkmış bir örgüt ile yaptığı askeri ortaklık da aynı şekilde izaha muhtaçtı.

Erdoğan, bir Cuma namazından sonra yapmayı alışkanlık haline getirdiği "basın mitinginde" esip gürleyerek, bu yolu tıkadı.

Sonraki günlerde de hep aynı şeyi tekrarladı, uzlaşmaz bir görüntü çizdi.

Konuyu görüşmek için Türkiye'ye gelmek isteyen İsveç ve Finlandiya heyetlerine "bizi ikna etmeye mi gelecekler, kusura bakmasınlar, yorulmasınlar" bile dedi.

Konunun gündeme geldiği ilk günden beri yapmaması gereken her şeyi yaptı, krizin bittiği gün de dahil olmak üzere!

Yayınlanan memorandum, İsveç ve Finlandiya'ya herhangi bir yükümlülük getirmiyor.

Nitekim İsveç Dışişleri Bakanı "Erdoğan'a boyun eğmedik" derken, Finlandiya Cumhurbaşkanı, "YPG'ye insani yardım devam edecek" diye açıklama yaptı.

ABD Başkanı Biden, Erdoğan'ın "mutlaka yapılacak" dediği Kuzey Suriye operasyonunun yapılmaması ve Ege'de gerilimi arttırmaması için Türkiye'yi uyardı.

Erdoğan'ın eline geçen ise Biden ile baş başa bir görüşme fotoğrafından ibaret!

Türkiye bu işten ne kazandı derseniz, matematikte bunu "0" sayısıyla ifade ediyoruz.

Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında Finlandiya ve İsveç'in NATO üyelik süreçleri hakkında 28 Haziran'da üçlü memorandum imzalandı. İmzalanan mutabakat metniyle birlikte Ankara'nın Helsinki ve Stokholm'ün NATO üyeliğine destek vereceği açıklandı.

* * *

Mübarek Cuma Soruları – 37

36 haftadır yanıtlarını alamadığımız sorulara devam ediyorum. Bu 37. yazı.

Üzerine bir 37 hafta daha geçse yanıt vermeyeceklerinden de kuşkum yok.

Çünkü esasen bu sorulara verebilecekleri "ahlaklı" bir yanıtları yok.

Yanıt vermiyor olmaları, iddiaların doğruluğu konusunda karine teşkil eder mi diye sorarsanız, ben hukukçu sayılmam.

Ben gazeteciyim, soruyorum, yanıt bekliyorum.

1 – Kendisine gazeteci süsü veren birisi, iş adamı Sezgin Baran Korkmaz'dan, İçişleri Bakanı Soylu'ya verilmek üzere 10 milyon Euro istedi.

Korkmaz bu amaçla "kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu" da söylüyor.

Bu iddiaya göre Soylu, bir iş adamından avanta 10 milyon Euro istemekle kalmamış, bir de devletin polisini mafya tetikçisi gibi kullanmış!

2 – Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını saklayıp, savcılıklara göndermeyen İçişleri Bakanı, "mafyadan para alan AKP'li politikacıyı" da biliyor ama açıklamıyor.

AKP yöneticilerini ve milletvekillerini de bu durumun hiç rahatsız etmediğini görüyorum. Dışardan size bakanlar her birinizin bu adam olabileceğini düşünebilir, bunu hiç aklınıza getirmiyor musunuz?

"Muhafazakâr hassasiyetlerinize" ne oldu?

Aralarında "bu iş bize bulaşmasın, kimse bu adamı açıklayın kardeşim" diyecek bir babayiğit çıkmıyor.

Üstelik mafya tarafından maaşa bağlanmış AKP'li politikacının adı bir soruşturma dosyasında da var.

Bakan da büyük olasılıkla oradan öğrendi zaten.

Mafyanın maaşa bağladığı politikacıyı savcı neden koruyor? O da mafya politikacısının ortağı mı?

3 – Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlığı üzerindeki tedbiri kaldırdılar.

Böylece 150 milyon dolarlık malın kaçırılması mümkün oldu.

Adalet Bakanı, yardımcısına bunu nasıl yapabildiğini hiç sormuyor mu?

Savcı ve hâkim bu işi nasıl oldu da yapabildi?

Emir mi aldılar, para mı aldılar?
 

Mehmet Y. Yılmaz

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum