İki liderin amacı da birbirini kafalamak
Prof. Yaycıoğlu: Trump ve Erdoğan otoriter liderlerin ruh halini yansıtıyor Peki yeniden Trump Amerikası, Türkiye’nin Ortadoğu ve ekonomi politikalarını nasıl etkileyecek?

İpek ÖzbeyTrump’ın öngörülemez lider rolünün, bir müzakere şekli olduğunu belirten Prof. Ali Yaycıoğlu, ABD-Türkiye ilişkilerini değerlendirdi: Trump Erdoğan’ı, Erdoğan Trump’ı biraz avam bir ifade olacak ama özür dileyerek kullanayım, “kafalayabileceğini” düşünüyor
Bugün Donald Trump, Amerika Birleşik Devletleri’nin 47. Başkanı olarak yemin ederek göreve başlıyor. Peki yeniden Trump Amerikası, Türkiye’nin Ortadoğu ve ekonomi politikalarını nasıl etkileyecek? Stanford Üniversitesi’nden Prof. Ali Yaycıoğlu’na sordum.
Prof. Ali Yaycıoğlu
- Trump bugün göreve başlıyor. Sırasıyla gidelim, uluslararası ilişkilerde ve küresel siyasette hangi taşları yerinden oynatabilir?
Birçok uzman küresel bir Trump fırtınası bekliyor. Ben bu konuda emin olamıyorum. Trump öngörülmez bir lider rolü oynuyor. Bu aslında bir tür iletişim ve müzakere şekli. ABD dış politikasında muhakkak bazı oynamalar olacak. Başta yöntemde değişiklik olacak. Kişisel ilişkiler öne çıkacak. Devletler arası ilişkilere alışılagelmiş diplomatik temsilcilerin ve konvensiyonların yanı sıra başka aktörler ve ilişki türleri de etkin şekilde dahil olacaklar. Bugün Elon Musk ABD-Çin ilişkilerini koordine eden bir küresel oligarka dönüştü. Trump, NATO, NAFTA, BM gibi çok devletli ittifaklara ve platformlara ve etkin uluslararası hukuk ve yönetişimim mekanizmalarına mesafeli. ABD’nin liderliğinde liberal demokratik bir küresel ittifaka inanmıyor ama zaten böyle bir ittifak çoktan manasını yitirdi. Şunu söylemeye çalışıyorum: Her şeye rağmen Trump söylediği ya da hissettirdiği kadar radikal değişikliklere gitmeyecek, gidemeyecek. Zaten dünya olarak radikal bir dönüşüm içindeyiz, Trump da o değişimin önemli bir aktörü, ama tasarımcısı falan değil.
REJİMİN OTORİTERLEŞME ARACI OLARAK ‘AÇILIM’
- Trump’ın Türkiye siyasetini öngörebiliyor muyuz? Özellikle Orta Doğu bağlamında soruyorum. Trump yönetimi gelinen noktada Türkiye’nin ulusal güvenlik ve terör ile mücadele önceliklerini ne kadar dikkate alacak?
Trump yönetiminde ABD ile Türkiye ya da daha doğru ifade edelim, Erdoğan rejimi arasındaki ilişkilerde bir yumuşama olacak gibi gözüküyor. Ama yumuşamanın ötesinde çok dramatik bir değişiklik olur mu, emin değilim. Son 10 yılda ABD ile Türkiye arasında ilişkiler Suriye ve Suriye’deki Kürt ya da SDG’nin kontrolündeki bölgenin statüsünden dolayı gerilimliydi. Aynı zamanda 15 Temmuz darbesi, Fetullah Gülen meselesi, Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma sistemi alması ve F35 projesinden çıkarılması gerilimi artırdı. Suriye konusunda anlaşmazlık devam ediyor. İmralı açılımı bu konuda bir sonuç doğuracak mı, pek sanmıyorum. Ama bu açılımın öncelikle Suriye ile ilgili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
TRUMP’IN KABİNESİ ZITLARIN KOALİSYONU
- İmralı açılımı ile ABD-Türkiye ilişkilerinin bir bağlantısı var mı?
Muhakkak var. Türkiye Suriye’deki Kürt varlığını ABD ve İsrail ile ilişkisini sınırlamak, mümkünse SDG’nin yeni Şam rejimi içinde eritilmesini istiyor. Bu çok mümkün değil. Aslında Türkiye’nin Suriye ve Kürtlerle ilgili tavrında daha derinlemesine, tarihsel bir değerlendirme yapması gerekiyor. Türkiye’nin demokratikleşme, hukuka dönmeyle birlikte gerek ülke içinde gerek ülke dışında barışa ve iş birliğine odaklanmış bir siyaset kurması gerekiyor. Ama şu anda Türkiye’deki rejimin böyle bir değerlendirme yapma ihtimali yok. Kürt açılımı bir yandan rejimin artarak devam eden otoriterleşmesinin bir aracına dönüştürülüyor, diğer yandan Suriye’deki Kürt yapısının Erdoğan’ın Trump ile kuracağı ilişkiyi zedelememesi için bir önlem olarak tasarlanıyor.
- Trump, son yaptığı açıklamalarda Erdoğan’a övgü yağdırdı. Kimi yorumculara göre iyi, kimi yorumculara göre başka birçok mesaj içeriyordu. Siz nasıl okudunuz?
Trump Erdoğan’ı, Erdoğan Trump’ı biraz avam bir ifade olacak ama özür dileyerek kullanayım, “kafalayabileceğini” düşünüyor. Bu otoriter liderler arasında yaygın bir ruh hali. Müzakereleri böyle kişisel flört ya da kişisel kavgaya dönüştürüyorlar. Tiyatral bir durum. İzlemesi çok eğlenceli. Ama bu kişiselleştirme ülkeler için ciddi riskler taşıyor. Yine de bence ne Trump ne Erdoğan, sanıldığı kadar birbirleri üzerinde etkili değil. Trump’ın Erdoğan’dan kişisel olarak hoşlandığını pek düşünmüyorum. Zaten eğer böyle bir durum varsa, Erdoğan’ı bilmem ama bu Türkiye’nin de ülke olarak pek hayrına bir gelişme sayılmamalı.
TÜRKİYE DAHA KÖTÜ BİR NOKTAYA GELEBİLİR
- Kabinesine baktığımızda da bizim için pek iç açıcı değil, ne dersiniz?
Kabine’de Marco Rubio ve Mike Waltz gibi daha klasik Cumhuriyetçi bir akımın, MEGA’cı ve ABD siyasetinde çılgın bir değişiklik isteyen radikal grubun ve Biden’ın ifadesi ile teknolojik-endüstriyel kompleksin temsilcilerinin bir araya geldiği bir kabine. Ne kadar uyumlu çalışacak, göreceğiz. Ama Trump çıkarları ve beklentileri birbiriyle çelişen gruplardan kendi liderliğinde bir koalisyon kurdu. Türkiye konusunda da farklı pozisyonlar var. Marco Rubio Türkiye’deki insan hakları ihlallerini sert bir şekilde eleştiren bir siyasetçi. Bu iyi mi kötü mü okuyucular karar versin.
- İkinci Trump iktidarının Türkiye üzerindeki olası ekonomik etkileri de tartışma konusu. İlk döneminde her ne kadar dost gibi görünse de ekonomik olarak Türkiye’ye zarar verdiği zamanlar hatırımızda. Şimdi ne beklemeliyiz?
Trump neo-merkantalist (dış ticaret ile maliye ve para politikalarında korumacı) bir siyasetçi. Belli oranda korumacı bir ekonomik model kurdu. Ne kadar işler emin değilim. Gümrük vergilerini dediği gibi artırırsa şu anda düşen enflasyon, yeniden yükselişe geçecek. Türkiye’nin ABD ile olan ticareti menfi şekilde etkilenecektir. Ama asıl olan Türkiye’nin dış finansman ihtiyacı. Trump bu konuda Türkiye’ye pek yardımcı olmaz sanırım. Türkiye kendini öyle kötü bir yere soktu ki, muazzam bir yoksullaşma oldu. Şimdi biraz belki toparlanacak ama bir iki sene sonra seçim sürecinde tekrar açılan musluklarla yeni ve öncekinden daha kötü bir noktaya gelecek. Bu rejimler ekonomide ancak tam otoriterleşerek reform yapabileceklerini düşünürler. Benim korkum bu konuda kendilerini ve toplumun bir kısmını ikna etmeleri.
Grönland’ı ilhak etmez
- Neden Kanada ve Grönland’ı istiyor?
Grönland çok önemli. Büyük buzullar iklim krizi sonucunda erimeye başlayınca ABD, Rusya ve Çin için kuzey deniz yolu çok önemli oldu. Aynı zamanda Grönland’da muazzam yer altı zenginlikleri var. ABD, Grönland’ı ilhak etmeyecek ama bir şekilde buradaki hakimiyetini güçlendirecek. Kanada konusu da yine bu işle bağlantılı.
- NATO’ya bakışını biliyoruz. Orada bir hamle bekliyor musunuz?
Çok fazla beklemiyorum. ‘Bir üye devlete yapılan saldırı, tüm üye devletlere yapılmış bir saldırıdır” prensibini içeren 5. maddenin revize edilebileceği söyleniyor. NATO üyesi ülkelerin askeri harcamalarına takmış durumda Trump. ABD’nin NATO’dan çıkacağını düşünmüyorum. Belki NATO konusunda daha etkili olmak, ya da NATO’yu daha da ABD çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden formüle etmek isteyecektir. Ama kolay iş değil bunlar.
İsrail’le ilişkilerde dindar taban belirleyici oldu
- Ya İsrail? ABD İsrail’i koşulsuz destekliyor. Türkiye ise tehdit olarak algılıyor.
Bugün İsrail tehdidi Türkiye’nin güvenlik doktrininde merkeze oturdu. Bunun nasıl bir mantığı var? Bu durumun Türkiye’nin jeopolitik öncelikleriyle ya da iktidarın insan hakları konusundaki hassasiyetiyle pek ilgisi yok. Hatırlayalım: İsrail ve Türkiye arasındaki ortaya çıkan bu husumet iç politik bir kurgu ile Erdoğan rejiminin Türkiye’yi kutuplaştırma ve dindar tabanı mobilize etme ihtiyacından çıktı. Buna klasik İslamcı antisemitizm ve AKP’nin İhvancı tavrı eklendi. Eski Türkiye’nin Filistin meselesine bakışında hem vicdani, hem tarihsel, hem rasyonel bir pozisyonu vardı. Bu terk edildi. Bir süredir ne Türkiye’nin çıkarlarını ne Filistin halkının çıkarlarını gözeten, buna mukabil Filistin meselesini araçsallaştıran bana kalırsa kuvvetli bir ahlaki eleştiriyi hak eden bir söylem hakim oldu. Bu söylem öyle hakim oldu ki, muhalefet de farklı bir pozisyon alamadı.
TİCARET DEVAM EDİYOR
Belki bugün bu durum 7 Ekim katliamı sonrası İsrail’in Gazze’deki sivillere karşı düzenlediği ve artık soykırım olarak nitelendirilen saldırısıyla gölgelendi. Ama işin aslı Türkiye ve İsrail’in iki düşman ülke olmalarının Türkiye’nin ne tarihsel konumu ne jeopolitik çıkarları açısından pek bir mantığı yok. İlle dost olsunlar demiyorum. İsrail’in Gazze’deki tavrı İsrail ile normal bir ilişki kurulmasını neredeyse imkânsız hale getirdi. Ama unutmayalım ki İsrail’in Türkiye’nin stratejik düşmanı olarak konumlanması aynı zamanda Türkiye’nin Filistin halkının çıkarlarını korumak için İsrail üzerinde kurabileceği baskıyı da tamamen yok etti. Tabi bu arada İsrail’in bazı ülkelerle Türkiye üzerinden yaptığı ticaret de devam ediyor.
Fırtınanın ilk evresindeyiz
- Siz ABD’de yaşayan bir akademisyen olarak demokrasinin nasıl bir sınavdan geçeceğini düşünüyorsunuz? Bunun dünyaya yansımaları nasıl olur?
Liberal ve sosyal demokrasi derin bir krizden geçiyor. Demokrasi yok mu oluyor, hayır. Seçimler, halk ya da millet egemenliği kavramı devam ediyor. Ama eski siyasal kurumlar, tarihsel siyasal partiler dağılıyor. Kurumlar işlerliğini yitiriyor. Kişisel liderlikler güçleniyor. Kapitalizmi ve sosyal hayatı düzenleyen regülasyonlara büyük bir tepki var. Bir tür deregülasyon dönemine giriyoruz. Ama bunla paradokslar olarak, güvenlik devleti de güçleniyor. Eskiden askeri-endüstriyel kompleksten bahsedilirdi, şimdi teknolojik-askeri-endüstriyel kompleks dönemine geçtik. Dev teknoloji şirketleri ekonomik, sosyal ve siyasal hayat ve askeri yapı üzerinde korkunç bir güç elde etti. Söylenecek çok şey var. Şu kadarını ifade edeyim. Ritmi hızla artan, büyük bir değişim -değişimi olumlu ya da olumsuz anlamda kullanmıyorum- fırtınasına girdik. Dediğim gibi Trump bu fırtınanın mimari falan değil. Daha ziyade semptomu. Fırtınanın ilk evresindeyiz. Önümüzdeki yıllar çok hareketli geçecek. Umarım dünya olarak bu fırtınadan sağ salim çıkarız.

YORUMLAR