Irkçı siyaset saldırıya zemin hazırlıyor

Yerel seçim için son iki haftaya girildi. Miting meydanlarına ‘beka sorunu’ söylemi damgasını vurdu.

Irkçı siyaset saldırıya zemin hazırlıyor
17 Mart 2019 - 11:59

AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’a göre son altı yıldır yaşanan olaylarla eski Türkiye’nin siyasi iktidarlarından biri karşılaşmış olsaydı alır şapkasını giderdi. Kurtulmuş ile buluştuk, S400’den ‘ezan krizi’ne, AB’nin kararından Yeni Zelanda’daki korkunç saldırıya gündemi konuştuk. Kurtulmuş, bu saldırganın dünyadaki gelişen aşırı sağcı faşist ideolojiden etkilendiği ve eylemiyle de bu tür etkilenmelere açık olan gençleri motive ettiğini söyledi.



 -Beka meselesi 31 Mart'ın öne çıkan argümanı… Anlatır mısınız, nedir beka sorunumuz? Neye, nelere karşı uyarılıyoruz?



Beka meselesi bizim uydurduğumuz, siyaset malzemesi yaptığımız ya da fantezi olsun diye kullandığımız bir terim değildir. Türkiye’nin son 6 yılına bir bakalım. 2012’nin 7 Şubat’ından, yani MİT Başkanı Hakan Fidan’ın sorguya çekilmek istendiği tarihten itibaren Türkiye çok büyük olaylarla karşı karşıya kaldı. O olay, sadece MİT Başkanı’nın sorguya çekilmesi değil, o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın alaşağı edilmesini planlayan bir FETÖ operasyonuydu. Ardından Gezi Parkı eylemleri ortaya çıktı. Önce bir çevre hassasiyeti diye başladı, ancak bir anda Türkiye’nin en marjinal, en aşırı radikal terör örgütlerinin sahaya çıktığı, Taksim Meydanı’nın duvarlarına teröristbaşı Apo’nun resminin asıldığı, Türk bayrağının meydanda alenen yakıldığı, bir devlet, hükümet karşıtı gösteriye dönüştü. Onu da geçtik, arkasından 17-25 Aralık operasyonu geldi. Sonra 6-8 Ekim olayları... Kobani meselesi bahane edilerek sokaklar yakıldı. Arkasından malum çukur eylemleri ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimi… Arkasında kimlerin olduğunu, ne şekilde destek verdiğini biliyoruz. Onu da önledik. Şimdi bu olaylardan herhangi birisi, diyelim ki Almanya, Fransa, İngiltere gibi bir Batı ülkesinde olsaydı bu bir beka sorunu olarak algılanır, bütün siyaset bu olaylara karşı kendisini konumlandırırdı. Eğer siyaset bu unsurların karşısında iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir noktada durmayı, ‘Biz hükümete karşıyız ama bu yapılanları da tasvip etmiyoruz’ diyerek muhalefet milletten yana durmayı başarabilseydi, inanın biz de beka meselesini ağzımıza almazdık.

 

Irkçı siyaset saldırıya zemin hazırlıyor

 







-Ancak siz beka sorunu dedikçe, muhalefet de ‘bu ülkeyi 17 yıldır siz yönetiyorsunuz, eğer bir beka sorunu varsa bu sizin sorununuz’ diye cevap veriyor…



Son altı yıldır karşılaştığımız olaylarla eski Türkiye’nin siyasi iktidarlarından biri karşılaşmış olsaydı alır şapkasını giderdi. Biz sonuna kadar, can pahasına direndik. Kolay değil. 15 Temmuz gecesi, darbenin daha nereye gideceğinin henüz belli olmadığı saatlerde başka bir siyasi lider olsa saklanacak delik arardı. Sayın Cumhurbaşkanımız, cesaretle, ferasetle milletimizin önüne çıkıp, ‘Ben buradayım, hiçbir yere gitmiyorum, haydi meydanlara çıkın, FETÖ’ye haddini bildirin. Ne olursa olsun halkın iradesinin üzerinde hiçbir irade tanımıyorum’ dedi. Şayet eski Türkiye’nin siyasi alışkanlıklarına devam ediyor olsaydık, zayıf siyasi iktidarlar söz konusu olsaydı, zaten bu olayların herhangi birinde hükümet düşer, devletin birlik ve beraberliğini, milletin istiklalini, istikbalini koruyacak siyasi irade ortaya çıkmazdı. Dolayısıyla ’17 senedir ne yapıyorsunuz’ diyenlere '17 senedir eski Türkiye’nin karanlık odaklarının alışkanlıklarıyla mücadele ediyoruz diyoruz.



-Sürekli alandasınız, meydanların dili ne söylüyor?



Çok siyasi kampanyaya katıldım. Bu kez meydanların dilinin son derece olumlu olduğunu, bizim açımızdan cesaret verici olduğunu söyleyebilirim. Gittiğimiz her yerde büyük bir destek görüyoruz. Ben bu seçimlerde Cumhur İttifakı’nın birçok seçimçevresinde açık ara önde çıkacağına inanıyorum.



-Sandık boykotçuları bu seçime damgasını vuracak gibi gözüküyor. Eskiden ‘sandığa gitmeyecek seçmen’den CHP'yi anlıyorduk, ancak anketçilere göre bu kez iktidarın seçmeninde de bu oran yüksek. Size de böyle bir bilgi geliyor mu?



Kampanyanın başlangıcında kararsız seçmenin sayısının fazla olduğunu biliyoruz. Ancak kampanya ilerledikçe kararsız seçmen sayısı süratle azalıyor. Ve kararsız seçmenin ana akım siyasi parti olduğu için AK Parti etrafında toparlandığını görüyoruz. Her seçimde kararsızlar olur. Kampanya ilerledikçe kararsızlar kararlarını verirler.



-Seçim sürecine ekonominin de damga vurduğu gözleniyor... Bir iktisat uzmanı olarak 31 Mart sonrasının tablosunu çizer misiniz?



Her seçim döneminde meydanlarda ekonomiyle ilgili konuşulur. Milletin beklentileri ortaya çıkar. Türkiye’de ekonomik olarak karşı karşıya kaldığımız durum hakikaten önemli. Ancak bu durum, Türkiye ekonomisinin kendi yapısından kaynaklanmıyor. Özellikle 24 Haziran seçimlerinden sonra ortaya konan ve yurt dışı kaynaklı olduğunu artık hepimizin bildiği bir manipülasyonla karşı karşıya kaldık. Kurban Bayramı’ndan önceki hafta dolar neredeyse 8 Lira seviyesine gelmek üzereydi. Türk varlıkları üzerine bazı operasyonlar yaparak Türkiye’de dövizin pahalanmasını temin etmek, böylece ekonominin dengelerini sarsmak gibi amansız bir saldırıyla karşı karşıya kaldık, epey sürdü. O süre içinde Türkiye ekonomi yönetiminin yerinde ve tutarlı politikalarıyla bu yangın vaktinde söndürüldü. Diğer taraftan vatandaşımızın hayat pahalılığına karşı tanzim satışlarının ortaya konulması gibi tedbirler alındı. Şimdi önümüzdeki dönem ekonomide iyileşme, ayağa kalkma dönemidir.



-Türkiye IMF’nin kapısını çalmayacak yani…



Birilerinin zihninde hâlâ Türkiye’yi IMF’nin kapısına götürmek gibi bir plan var. Çünkü herkes biliyor ki IMF ile herhangi bir ülkenin ilişkisi sadece borç ilişkisi değildir. Siyasi emir-komuta ilişkisidir. IMF’den borç almaya başladığınız zaman dünyanın egemenleri önünde düğme iliklemeye başlarsınız. Türkiye bunları ne yazık ki yaşadı. IMF’nin Türkiye masası şefleri buraya geldiği zaman bizim maliye bakanları, başbakanları adamın önünde düğme ilikliyordu, çünkü Türkiye’nin paraya ihtiyacı vardı. Bunu tecrübe etmiş bir ülkeyiz. Dolayısıyla Türkiye bir daha IMF’ye muhtaç kalmayacak.
 

SUSUP, HÜRMET GÖSTERMELERİ GEREKİRDİ



-8 Mart’tan bu yana bir ezan tartışması yaşanıyor. Türkiye’de ezan düşmanları olduğuna gerçekten inanıyor musunuz?



Taksim’deki görüntüde belki o topluluğun içindeki herkes ezanı protesto etmek için öyle bir hareketlilik içinde değildi. Ama bu memlekette gayrimüslim yurttaşlarımız bile ezanı duyduğunda saygı gösterir. Ben Türkiye’de ezana, dini yaşayışa, dinin görünür olmasına karşı olan çok az sayıda bir azınlığın olduğunu düşünüyorum. Her dönemde de var olmuştur. Ama Taksim’deki gösteri, belki polis İstiklal Caddesi’ni açmadığı için yapılan bir protestoydu ama ezan duyulduğu anda bütün vatandaşların susup, ezana karşı hürmet göstermeleri gerekirdi. Orada maalesef en azından ezana karşı bir saygısızlık yapıldı.

BÜTÜN KAYNAKLAR DAĞA GİDİYORDU



-Doğu ve Güneydoğu’nun kanaat önderleriyle bir araya geldiniz, 31 Mart’ı konuştunuz. Kürt seçmenin hangi motivasyonla hareket edeceğini düşünüyorsunuz?



Türkiye’nin her yerinde öyle ama Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki seçmen huzur istiyor, güvenlik, esenlik, kalkınma ve hizmet istiyor. Yerel yönetimlerde daha evvel belediyenin bütün kaynaklarını neredeyse dağa ve dağın kontrolündeki şehir eşkiyalarına gittiğini, artık bunların yerine orada görevlendirilmiş olan belediye başkan vekillerinin ne kadar başarılı hizmetler verdiğini görüyor. Bu hizmetlerin devamını istiyor. Bu seçimde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da önemli gelişmeler elde edeceğimizi görüyorum.

KIYAMETE KADAR BU TOPRAKLARDAYIZ

- Tam da yeniden diyalog çalışmaları yapılırken Avrupa parlamentosu, müzakerelerin askıya alınmasını öneren bir raporu kabul etti. İlişkiler yine kopma noktasında mı?



Bunun Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri açısından önemli ve derin anlamları olduğu gibi esas vahim anlamı Avrupa Birliği içindir. Avrupa Parlamentosu’nun önemli bir çoğunluğunun Avrupa’da uzun bir süredir gelişen yabancı düşmanı, İslâm karşıtı ve bunun somuta indirgenmiş hali olan Türkiye karşıtlığı gibi ırkçı siyaset tarafından zehirlendiğini gösteren bir sonuçtur. Avrupa’nın makul ve mutedil siyasetçileri bu sonucu düşünmeliler. Türkiye-AB arasında birçok gerginlik yaşandı, biz bunları atlatır geçeriz. Ama Avrupa bakımından bir tehlikenin var olduğunu gösteren bir işaret fişeğidir. Avrupa, ırkçı, Türkiye karşıtı, İslâm karşıtı siyasetin etkisi altında kalıyor, Avrupa siyaseti zehirleniyor. Ve kendi değerleriyle çelişen kararlar alabilecek bir noktaya geliyor.



-Yeni Zelanda’daki korkunç saldırı da bu siyasetin hangi noktaya gelebileceğine bir örnek sayılabilir mi?



Yeni Zelanda'daki bu saldırının dünyada gelişen ırkçı, faşist, İslâm karşıtı ve yabancı düşmanı siyasetlerden etkilendiği, daha doğrusu bu ırkçı faşist siyasetin bu tür terör saldırıların zeminini oluşturduğuna hiç şüphe yoktur. Bu kitlesel ölçekte dünyaya dalga dalga yayılan bir yeni akım olarak görünüyor. Teröristin silahında kullandığı isimler ve semboller üzerinden dünya kamuoyuna anlatmak istedikleri, ayrıca 70 küsur sayfalık manifestosunda dile getirdiği görüşler de tek kelimeyle korkunç, vahim, insanlık dışıdır. Bu anlamda gerçekten bu saldırganın dünyadaki gelişen aşırı sağcı faşist ideolojiden etkilendiği ve eylemiyle de bu tür etkilenmelere açık olan gençleri motive ettiği ortadadır. Bu teröristin arkasında destek veren gruplar kimlerse ortaya çıkarılması hem Yeni Zelanda hükümetinin ülkesinin güvenliğinin sağlanması hem de insanlığın yeni bir korku sarmalının içerisine girmesini önlemesi bakımından fevkalâde önemlidir.



-Teröristin Türkiye’ye yönelik ifadelerini nasıl okudunuz?



Kabul edilebilir ifadeler değildir. ‘Türkler boğazın doğu yakasında barış içinde yaşayabilirler. Batı yakasında onlara hayat yoktur’ ya da ‘Ayasofya'nın minarelerini yıkacağız orayı kiliseye çevireceğiz’, ‘Sultanahmet, Süleymaniye gibi İslam eserlerini İslam mabedlerini yok edeceğiz’ şeklindeki ifadeler de zaten zihninin arkasındaki bu ırkçı arka planı çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak bu terörist ve bunun gibi düşünen şer odakları, terör grupları şunu çok net bilmelidirler ki; Müslüman Türk milleti İstanbul'da asırlardır yaşıyorlar, Anadolu topraklarında asırlardır yaşıyorlar, Rumeli topraklarında asırlardır yaşıyorlar. Allah'ın izniyle bugün varız, dün vardık, inşallah kıyamete kadar da bu topraklarda var olmaya devam edeceğiz. İstanbul, Sultan Fatih'in fethinin sembolüdür. Dünya'nın başkenti olan İstanbul, Sultan Fatih'in fethinin milletimize bırakmış olduğu büyük bir mirastır. Bu miras bize kıyamete kadar sahip olacağımız büyük bir miras olarak bırakılmıştır. Dolayısıyla saldırıyı gerçekleştiren teröristin bu sözlerini de lanetliyoruz. Kabul edilemez ve tüm dünya kamuoyunun da bu gerçeği görmesini temenni ediyorum.

ONLAR AMERİKA’YSA BİZ DE TÜRKİYE’YİZ



-Amerika ile gerginlik bir türlü bitmiyor. Şimdi de S400 sorunu yaşanıyor, nasıl aşılır?



S400 meselesi de bir fantezi olarak ortaya çıkmış bir mesele değildir. Türkiye’nin geçtiğimiz 6-7 yılda özellikle Suriye ve Irak’taki krizler ve oradan Türkiye’ye yapılan saldırılar gösterdi ki Türkiye’nin bir füze savunma sistemine ihtiyacı var. Amerikalılar ile bir dostluğumuz, müttefikliğimiz var. Bana patriot verin, hava savunma sistemi almak istiyorum, hayır vermem. Niye vermiyorsun ? Dillerinin altındaki baklayı da tam söyleyemiyorlar.



-Siz söyleyin…



‘PKK-PYD-YPG ile savaştığınız için size bir hava savunma sistemi kuramayız’ demek istiyorlar da, bu kadar açık diyemiyorlar. E peki, ben Ruslar ile anlaşayım. S400 anlaşması Türkiye’nin çıkarlarına uygun olarak yapıldı. Ondan da alamazsın. Bizim esas amacımız, kısa süre içinde kendi savunma sanayimizi, milli sanayi içinde üretmektir. Onu üretip, ayaklarım üzerinde durana kadar ihtiyacım var. Bir şekilde bunu Ruslar temin ediyor. Amerikalıların bu tavrının anlaşılması da mümkün değil.



-Bizim için bir bedeli olacak mı?



Vatandaşımız rahat olsun, Türkiye ile Amerika ilişkileri hiçbir zaman güllük gülistanlık olmadı. Bazen çok iyi dönemler oldu, bazen büyük sorunlar… Rusya ile de öyle. AB için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu da Türkiye’nin konumunun, iddialarının doğal bir sonucudur. Ne zaman Türkiye güçlü bir şekilde kendi iradesini ortaya koysa, ambargo kozu oynanır. Nihayetinde hiçbiri Türkiye’yi gözden çıkaramaz. Türkiye’nin önemli bir özelliği de şudur: Bir taraftan siyasi gerginliği sürdürebiliyoruz, bir taraftan diplomatik müzakereyi sürdürebiliyoruz. Örnek Suriye’de Fırat’ın doğusunda Amerikalılar ile çok gergin ama diplomatik müzakerelerin devam ettiği bir süreç var, Fırat’ın batısında da ruslar ile görüşebiliyoruz. Dolayısıyla vatandaşlarımız rahat olsun. Onlar Amerikaysa biz de Türkiye’yiz.



-Yani seçimden sonra dolar 8 liraya sıçramaz, öyle mi?



Allah’ın izniyle olmaz. Türkiye bütün bu gerginlikleri çözerek yoluna devam eder.

NETANYAHU ÖNCE ELİNDEKİ KANI TEMİZLESİN



-Netanyahu’nun mesnetsiz sözleri İsrail'le gerginliği tavana sıçrattı…



Bu söylediği sözler asla kabul edilemez, son derece çirkin, yakışıksız, seviyesiz ve tamamıyla kendisini tanımlayan sözlerdir. Netanyahu içeride sıkıştıkça, hele hele seçim atmosferine girdikçe kendisine çıkar yol olarak cumhurbaşkanımıza ve Türkiye’ye saldırmayı öngörüyor. Ama önce Netanyahu, İslam’ın ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa üzerindeki baskılarının ne anlama geldiğini hatırlasın. Tam olarak din ve inançlar üzerinde bir zulümdür bu. Filistin halkının masum insanlarını nasıl katlettiğini hatırlasın. Şu anda İsrail’in elinde bulunan Filistin cezaevlerinde mahkumların ne tür zulümlere uğradığını hatırlasın. Önce kendi elindeki kanı temizlesin de sonra konuşsun. Türkiye olarak sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi bütün dünya Filistin davasını unutsa da biz unutmayacağız. Netanyahu, bu tür sözleri söyleyerek aslında bir şeyi itiraf ediyor. Netanyahu, dünya siyasetinde giderek yalnızlaşan siyonist saldırganlığı temsil eden siyasi bir figürdür. Siyonist saldırganlık giderek yalnızlaşıyor. Türkiye burada meşale gibi Filistin davasını canlı tutmaya gayret ediyor.

 

İpek Özbey

[email protected]

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum