İstanbul'un işgali 6 Ekim 1923'te son buldu

8 Şubat 1919’da Fransız General d’Espèrey’nin İstanbul’a ikinci gelişinde kendisini Fatih’e benzeterek bindiği beyaz atla yürüyüşü de, düzenlediği zafer alayı da Mustafa Kemal’in “Geldikleri gibi giderler” sözünde varlık buldu.

İstanbul'un işgali 6 Ekim 1923'te son buldu
06 Ekim 2020 - 08:11 - Güncelleme: 06 Ekim 2020 - 08:16
Milli Mücadele ordularının 9 Eylül 1922’de zaferle İzmir’e girişi 5 yıllık işgal için sonun başlangıcı oldu.

24 Temmuz 1923’te Lozan’da Barış Antlaşması sonrası 2 Ekim 1923’te işgal kuvvetleri İstanbul’u terk etti. 6 Ekim 1923’te General Şükrü Naili Gökberk komutasındaki Türk birliği, halkın coşkulu gösterileri arasında İstanbul’a girdi. 29 Mayıs’ta nasıl Fatih İstanbul’u fethetti diye düğün bayram ediyorsak aynı bayramı 6 Ekim’lerde İstanbul’un kurtuluşunda da yapmak gerekir.

Bugün İstanbul’un İngiltere, Fransa, İtalya, Yunan işgal güçlerinden kurtuluşunun 97. yıldönümü.

İstanbul’un fethi nasıl kutlanıyorsa, İstanbul’un işgalcilerden kurtuluşu da aynı heyecan ve tutkuyla kutlanmalı.

KISA BİR TARİH



Fatih, 1453 yılında İstanbul’u fethetti. İstanbul’u almak kolay olmadı. Uzun savaşlardan sonra 20 Mayıs 1453 Pazar günü fetih zaferle sonuçlandı ve İstanbul Osmanlı topraklarına katıldı.

Kuşkusuz İstanbul’un fethi İslam dünyası ve Türk dünyası için son derece önemli bir tarihtir.

İstanbul’un ilk yerleşimi MÖ 700 yıllarına dayanır. Böylece 2 bin 153 yıllık İstanbul, Türklerin eline geçiyor ve Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu yıkılıyordu.

EMPERYALİST İŞGAL



İstanbul 1453’ten tam 465 yıl sonra, 13 Kasım 1918 Çarşamba günü 1. Dünya Savaşı galipleri tarafından işgal edildi.

Kısaca anımsayalım: Osmanlı Devleti ve savaşa birlikte girdiği müttefikleri, Ekim 1918’de 1. Dünya Savaşı’nı kaybettiler. 30 Ekim 1918’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında “Mondros Ateşkes Antlaşması” imzalandı.

Bu antlaşma, silahları bırakmanın çok ötesinde, siyasal nitelikli hükümler içeriyordu. Avrupa’daki devletlerin çok önceden ve özellikle savaş sürerken aldıkları kararlara dayalı olarak Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını ve Anadolu’da planlanan yeni devletlerin ortaya çıkmasını sağlayan hükümler vardı bu ateşkes antlaşmasında. 

Osmanlı ordusunun dağıtılması ile silahlarının toplanmasını, İstanbul’un ve imparatorluğun önemli bölgelerinin işgalini, haberleşme ve ulaşımın denetlenmesini öngören maddelere ateşkes antlaşmasında açıklıkla yer verilmişti.

BOĞAZLAR DENETLENİYOR



Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan bu antlaşmanın temel ilkeleri dehşet vericidir. Can alıcı noktalar ön plana çıkarılırsa, antlaşmanın en önemli hükümleri şöyledir:

- Çanakkale ve İstanbul boğazları açılacak, buralardaki istihkâmlar (siperler), galip devletler (İngiltere, Fransa ve İtalya) tarafından işgal edilecekti.

- Suriye, Irak, Hicaz, Yemen, Trablusgarp ve Bingazi’de Osmanlı kuvvetleri teslim olacaklardı.

- Bütün bunlardan da daha önemli olarak galip devletler, kendi güvenliklerini tehdit edecek bir durum karşısında Anadolu’da herhangi bir stratejik noktayı işgal etmek hakkına sahip olacaktı.

ÇANAKKALE BOĞAZI



Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ilk haftasında işgaller başladı. İlk adım, petrolün bulunduğu Musul 3 Kasım 1918’de, ardından Çanakkale Boğazı 6 Kasım 1918’de ve stratejik İskenderun Limanı 9 Kasım 1918’de, savaş galipleri tarafından işgal edildi.

1. Dünya Savaşı’nın başlangıcında 1915’te Çanakkale’yi geçemeyen İngilizler, Boğaz’ın stratejik noktalarına egemen oldular.

İSTANBUL İŞGAL EDİLİYOR



Mondros Ateşkesi’nden 14 gün sonra, 13 Kasım 1918 günü galiplerin savaş gemilerinden oluşan büyük bir filo, İstanbul’u işgal etmek üzere limana girdi.

Bu savaş filosunda 22 İngiliz, 17 İtalyan, 12 Fransız, 4 Yunan savaş gemisi ve ayrıca 4 denizaltı vardı. Zaman içinde işgalci savaş gemilerinin toplam sayısı 167’ye kadar çıkmıştı.

KADERİN CİLVESİ



13 Kasım 1918 Çarşamba günü savaş gemileri bir düzen içinde limana girerken savaş gemilerinin topları Dolmabahçe ve Yıldız saraylarına çevrilmişti.

1. Dünya Savaşı’nın son Filistin savaşında Yıldırım Orduları Grubu’nda 7. Ordu komutanı olan Mustafa Kemal, Mondoros Ateşkesi’nden sonra Yıldırım Orduları Komutanlığı’na atandı. Ardından İstanbul’da Sadrazamlık’a gönderdiği telgraflarla ateşkes antlaşmasının maddelerine karşı çıkmaya başladı. 

İskenderun’u işgal etmek isteyen İngilizlere müsaade etmeyeceğini söyledi ve silah kullanacağını bildirdi. Hemen ardından görevinden alındı, İstanbul’a çağırıldı. 10 Kasım 1918’de Adana’dan trene binerek İstanbul’a gelmek için yola çıktı ve 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa Garı’na ulaştı.

İşte aynı gün, savaş galiplerinin savaş gemileri İstanbul Limanı’na giriyorlardı. Kaderin cilvesi Çanakkale savaşının efsane komutanını, işgal güçlerinin gemileri ile yüz yüze getirmişti. Mustafa Kemal, ne yazık ki tören disiplini içinde İstanbul Limanı’na giren bu savaş filosunu izlemek zorunda kalmıştı.

‘GELMEMELİYDİM’



Atatürk, yanında bulunan başyaveri Cevat Abbas’a “Mehmetçik Çanakkale’de bunun için mi şehit oldu. Çanakkale’de binlerce şehidi bunun için mi verdik. Hata ettim, İstanbul’a gelmemeliydim” dedi.

İşgal gemilerinin İstanbul Limanı’na ve Boğaz’a girişleri bitince Atatürk, küçük bir motorla Karaköy’e geçti. Kartal ismini taşıyan motor, işgalci savaş gemilerinin arasından geçerek Karaköy’e giderken, Mustafa Kemal tarihe geçen ünlü “Geldikleri gibi giderler” sözünü işte bu hazin ve acılı durum içinde söylemişti.

İşgale tanıklık eden Halide Edib, “Türkün Ateşle İmtihanı” adlı kitabında işgalcilerin çirkin yüzünü şöyle betimlemiştir:

“Müttefiklerin İstanbul’a girişi ile azınlıklar, Türk vatandaşlarına çok kötü davranmaya başladılar... Fesler, kadın peçeleri yırtılıyordu... Hıristiyan azınlığa silah verilmişti. İşte bundan dolayı Fatih ve Aksaray gibi yangından harabeye dönüşmüş yerlerde çok acı vakalar oluyordu.”



İstanbul’u işgal eden Fransız General d’Espèrey’nin Fatih’in fetih törenini anımsatan tören yürüyüşü. Fransız işgal kumandanı ve beraberindekileri alkışlarla karşılayan azınlıklar...

YER GÖK ÇINLIYORDU



Yazar Şevket Süreyya, “Bütün karşı sahiller, Rumların, Levantenlerin sarhoş çığlıkları ve Palikarya naraları ile çınlıyordu” diyor.

İngiliz yazar Lord Kinross, o işgal günlerindeki İstanbul’u ve İstanbul’daki azınlıkların ve Müslüman Türklerin durumunu çok çarpıcı bir dille şöyle yazmış:

“Türkler evlerine kapanmış, kendi kendilerinin gölgesi gibi, ancak ekmek almak için dışarı çıkıyorlardı. Bazıları şehre girmiş olan İtilaf Devletleri kuvvetlerinin yanında iş bulabilmek için feslerini atarak Türk olmadıklarını bile ileri sürüyorlardı. Beri yandan Rumlar, sokaklarda caka satarak dolaşıyor ve rastladıkları Türkleri itip kakarak duvar kenarına sürüyorlar, geleni geçeni Yunan karargâhında dalgalanan mavi beyaz bayrağı selamlamaya zorluyorlardı. Türkler bu aşağılamaya boyun eğmemek için arka yollardan dolaşmak zorunda kalıyorlardı.”

İŞGAL TABURLARI



Beyoğlu’nda, Karaköy’de ve Boğaz’da bir İngiliz taburu, bir Fransız taburu, bir İngiliz tugayı ve bir Fransız tümeninin önemli bir bölümü bulunuyordu. İngilizler, Kilyos’a kadar olan bölgeleri işgal etmişler, işgal kuvvetleri Karadeniz’den gelebilecek denizaltılara karşı Boğaz girişinin her iki yanına birer batarya yerleştirmişler; İngiliz savaş gemileri de Boğaz ağzına konuşlanarak Boğaz’ı gözetlemeye başlamışlardı.

KENDİNİ FATİH’E BENZETİYOR



8 Şubat 1919’da Fransız General d’Espèrey’nin İstanbul’a ikinci gelişinde yaşananlar işgalin sert ve acı yüzünü olanca açıklığıyla gözler önüne sermişti. General d’Espèrey, Karaköy’den çıkmış ve Beyoğlu’na doğru bir zafer alayı düzenlemişti. D’Espèrey törende, Fatih’in İstanbul’u fethini anımsatırcasına bir ata binerek yer almıştı. 

Kendisini karşılayan Osmanlı bandosunu atını ürküttüğü için kırbacını sallayarak ve “sus” diye bağırarak durdurmuştu.

Bu şatafatlı İstanbul girişi üzerine gazeteci Süleyman Nazif, 9 Şubat 1919’da Hadisat gazetesinde, “Kara Bir Gün” başlıklı bir yazı yazdı. Bu yazıyı okuyan Fransız General d’Espèrey, çok sinirlendi. Süleyman Nazif’in yakalanarak “kurşuna dizilmesini” istedi. Ancak sonra Malta’ya sürgün edilmesiyle yetinildi.

MECLİS BASILDI



Osmanlı Devleti’nin son meclisi, 12 Ocak 1920’de açılmıştı. Bu meclis, misakımilliyi kabul edince işgal güçlerinin hedefi haline geldi. Meclis ancak 2 ay çalışabildi. 16 Mart 1920’de işgal güçleri Meclis’i bastılar. Rauf Orbay dahil kimi milletvekilleri ile toplumda bilinen eski sadrazam ve yazarları tutuklayıp Malta Adası’na sürgüne gönderdiler. 

16 Mart, İstanbul’un ikinci kez işgalidir çünkü bütün bakanlıklara birer İngiliz kontrol subayı atandı.

ATATÜRK 6 AY KALDI



Atatürk, işgal İstanbul’unda 6 ay kalmıştı. “Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay” adlı kitabımızda onun İstanbul’da bu 6 ay içindeki çalışmaları anlatılmıştır. Daha sonra neler oldu biliyoruz. Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişi, Erzurum ve Sivas kongreleri, Meclis’in Ankara’da açılışı, Kuvayi Milliye’nin örgütlenmesi...

Hiç kimse vatanın kurtulabileceğine inanmıyordu. 1. Dünya Savaşı’nın galipleri İngiliz ve müttefiklerine karşı bir savaşı nasıl kazanılabilirdi?..

Dünya lideri İngilizlere karşı çıkılabilir miydi? Milli Mücadele Mustafa Kemal’in inanç ve güçlü liderliği sayesinde başarıldı. İnönü, Sakarya, Dumlupınar savaşları... Tüm bunlar 19 Mayıs 1919, 9 Eylül 1922 arasında üç yıl içinde gerçekleşti.

İSTANBUL’UN KURTULUŞU



Milli Mücadele ordularının 9 Eylül 1922’de zaferle İzmir’e girişinden sonraki gelişmeleri biliyoruz.

Önce Mudanya Ateşkes Antlaşması, sonra 8 ay süren çetin Lozan müzakereleri. Lozan’da diplomatik başarı...

24 Temmuz 1923’te Lozan’da barış antlaşması imzalandı ve 23 Ağustos 1923’te Lozan Antlaşması TBMM’de onaylandı.

Lozan Antlaşması gereğince 2 Ekim 1923’te işgal kuvvetleri İstanbul’u terk ettiler. 6 Ekim 1923’te General Şükrü Naili Gökberk komutasındaki Türk birliği, halkın coşkulu gösterileri arasında İstanbul’a girdi. Böylece 13 Kasım 1918’de başlayan ve tam 5 yıl süren İstanbul’un işgali 6 Ekim 1923’te son buluyordu.



İstanbul’da Kadıköy’de Türk askerleri, halkın büyük coşkusuyla karşılandı.

Dile kolay tam beş yıl işgal altında kalan İstanbul kurtarılıyordu. 29 Mayıs’ta nasıl Fatih İstanbul’u fethetti diye düğün bayram ediyorsak, aynı bayramı 6 Ekim’lerde İstanbul’un kurtuluşunda da yapmak gerekir.

Kuşkusuz bu törenlerde Milli Mücadele’nin büyük önderi Mustafa Kemal’in de içtenlikle anılması gerekir.

Eğer Mustafa Kemal olmasaydı, İstanbul’un işgali devam edecekti. Şimdi her vesile ile Mustafa Kemal’e çatanlar da herhalde işgal güçlerinin emrinde birer köle olacaklardı.

Alev Coşkun CUMHURİYET

YORUMLAR

  • 0 Yorum