Kadınlar öldürülüyor ve hepimiz bakıyoruz

Kadın cinayetlerine karşı ama, lakin, fakatlı cümleler kurmadan ve hiçbir biçimde yumuşatma girişimlerinde bulunmadan hayır demek zorundayız. Cinayeti işleyen erkeklerin adamlıkla, herhangi bir ideolojiyle, partiyle falan ilişkisinin kurulması gibi gariplikler sadece ve sadece var olan durumun üzerinin örtülmesine yarayacaktır

Kadınlar öldürülüyor ve hepimiz bakıyoruz
22 Temmuz 2020 - 09:53 - Güncelleme: 22 Temmuz 2020 - 11:27
Kadına yönelik şiddet ve cinayetler tam gaz devam ediyor. Münevver KarabulutÖzgecan AslanCeren DamarŞule ÇetEmine Bulut ve adlarını hatırlayamadığımız binlercesi son on yıl içerisinde aramızdan çalındılar. Her defasında öldürülen kadınların arkasından benzer tuhaf açıklamalar yapan ve olup bitenin suçlusu olarak kadınları göstermeyi maharet sayan zihniyetten artık gına geldi. Giydikleri ile gecenin bir vaktinde sokakta bulunduğu için ve hepsinden önemlisi kuyruk salladığı için gibi ahmakça ve ipe sapa gelmez bahaneler içeren cümleler kurmayı matah bir halt sanıyorlar. Erkeğin kadın üzerinde her türlü hakkı olduğu gibi bir anlayış üzerinden gitmek suretiyle tüm olup biteni normalleştirebileceklerini düşünüyorlar. Oysa her defasında bu ve benzer paylaşımlar üzerinden giderek içinde yaşadıkları dünyaya ne kadar büyük bir zarar verdiklerini göremeyecek kadar bakarkörler ve kalpsizler.

Öldürülenler, dövülenler, tecavüze edilenler, korkutulanlar bizim insanlarımız ve onların yok edilmesi ile bizlerin birer parçaları kaybolup gidiyor. 2020 yılında Türkiye’de her ay ortalama 25 ila 30 kadın öldürülüyor ve bütün bu ölümler birer sayı olarak istatistiki çeteleye ekleniyorlar. Oysa öldürülenler içimizden birileri ve onların yok sayılması ile birlikte Türkiye giderek daha fazla içine kapanan bir ülkeye dönüşüyor. İstediğiniz kadar çağdaşlıktan, modernlikten yol yapmaktan, otobanlardan bahsedin asıl meselenin yaşama kültürü olduğu noktası isteseniz de istemesiniz de gelip sizi bulacaktır! Ve bu coğrafyada kader olarak nitelendirilen halbuki içinde yaşadığımız sakat kültürel anlayışın sonuçları sonucunda gerçekleşen ölümler, ülkemizde durumun ne kadar vahim bir hal aldığını ortaya koyuyor. Bu ülkede kadınlar özgürce nefes alamıyorlar çünkü onları daha dünyaya gelmelerinden önce kısıtlamalar içerisine sokmaya başlıyoruz. Elalem ne der diye sürdürdüğümüz ve kadınlara hayatı zindan eden namus bekçiliği düşüncesi ile birlikte bütün kadınları potansiyel olarak erkeklerin gözünde bir yere yerleştiriyoruz. Oysa bu durum kadın ve erkek arasındaki en ufak bir teması bile namussuzlukla eş değer kılıyor.



Pınar Gültekin’in ölümü sonrasında yapılan paylaşımlarda ısrarla ölen kişinin evli ve bir çocuk babası bir erkekle birlikte olduğunu belirten yaklaşım her nedense erkek olmanın evli dahi olsa her şeyi yapmaya muktedir olma anlamına geldiğini ve erkekleri baştan çıkartanın kadınlar olduğunu ima etmeyi sürdürüyor. Oysa evliliğin kanun önünde verilen bir söz olduğu gerçeğinin yanı sıra erkeğin her istediğini yapabilme hakkının devam ettiğini gösteren bir durum söz konusu değildir. Lakin gelin görün ki bu ülkede erkeklerin büyük çoğunluğu açısından evlilik kurumu aynı zamanda çapkınlıkların sürmesine vesile olan ve amiyane tabiriyle "bir çiçekle hayat geçmez" mantığının ete kemiğe büründüğü yerin adıdır. Aslında her kadın cinayeti sonrasında üzerinde ısrarla durmamız gerekenin hem bu ülkenin aile kurumu hem de kültürel kodları olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmak durumundayım. Çünkü şiddet ve bayağılıktan beslenen son derece eril bir dil hem bu kültürden hem de bu kültürün önemli ayaklarından birisini oluşturan aile içi ilişkilerden beslenmektedir. Sevginin, iletişimin, cinselliğin yasaklarla dolu bir dünya içerisinde anlaşılmaya çalışılırken söz konusu erillik giderek daha fazla dolaşıma sokulmakta ve erkek egemen bir dünya ön plana geçirilmektedir.

Bu dünyanın kurulmasında kültürel kodlarda kullanılan sözlerden başlayarak, dayak ve namus ile sürdürülen son olarak da yeri geldiğinde kefenle toprağa verilen sakat bir sevginin etkisi bulunmaktadır. Ya benimsin ya toprağın mantığı içerisinde hareket eden erkeklikler sayesinde bugünleri yaşamak durumunda bırakılıyoruz. Ve ne yazık ki bunu gerçekleştiren erkekler, kendilerine benzeyen erkekler kadar onları destekleyen kadınların da etkisiyle dolaşıma sokulmaya devam ediliyorlar. Bir kadının istemediği şeyleri yaşamak zorunda bırakılması ve karşı çıktığı anda öldürülmesi yetmiyor üstüne beton dökülüyor ve bu durum bile garip tepkilere yol açabiliyor. Oysa kadın cinayetlerine karşı ama, lakin, fakatlı cümleler kurmadan ve hiçbir biçimde yumuşatma girişimlerinde bulunmadan hayır demek zorundayız. Cinayeti işleyen erkeklerin adamlıkla, herhangi bir ideolojiyle, partiyle falan ilişkisinin kurulması gibi gariplikler sadece ve sadece var olan durumun üzerinin örtülmesine yarayacaktır.

Bir diğer önemli husus ölümlerin ardından daha bir yüksek sesle artık öldürülenlerin değil ölenlerin kınanması ve medyada var olan tuhaf dilin ortadan kalkması için haykırmak durumundayız. Öldürülenler içinde yaşadığımız ülkenin birer parçaları, tanıdıklarımız, belki yakın arkadaşlarımız. Hukukun kadın cinayetleri konusunda çok daha net ve öldürenlerin yanında kâr kalmayacak bir biçimde düzenlenmesi gerekiyor. Şiddetin kol gezdiği bir toplumsal yapının sağlıklı bireyler yetiştirebilmesi mümkün değildir. Kadınların can güvenliğinin olmadığı bir ülkenin hem aile hem de toplumsal huzur açısından da problemli bir görünüm arz etmesi kaçınılmazdır. Aymazlık ve sessizlik bütün kültürlerde tehlikeleri daha da arttırıcı işlevleri yerine getirmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına doğru giderken kadın cinayetlerinin her geçen yıl biraz daha fazlalaşması hepimizi endişelendirmelidir. Çünkü şiddetin kol gezdiği bir toplumsal iklimde kimsenin hayatı garanti altında değildir!

 

Ahmet Talimciler



[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum