Kanlı-canlı sanat: Sürüngen beyninden şiddete bakış

Günümüzde kanlı-canlı sanat sürüngen beynine ulaşmak için yaratıcı bir şekilde kullanılıyor. Böylece şiddet normal kabul edilmeye başlanıyor hatta izleyicilere alışkanlık kazandırıyor. Daha da kötüsü şiddet uygulamak meşrulaşıyor. Gazetelerin üçüncü sayfaları bu konuda örneklerle dolu...

Kanlı-canlı sanat: Sürüngen beyninden şiddete bakış
10 Ocak 2021 - 10:15

Rambo filmlerinde sorunları yumruk veya silahla çözen bir kahraman tipini canlandıran Silvester Stallone kendisine benzemeye çalışan kalabalık bir hayran kitlesi kazanmıştı. Robert de Niro'nun Avcı (The Deer Hunter) filmini seyreden pek çok kişi filmdeki Rus ruleti sahnesini canlandırırken ölmüştü. "Top Gun" filmindeki savaş pilotu Tom Cruise hayranlarının olay çıkardıkları ve kadınlara şiddet uyguladıkları belgelenmişti.

Günümüzde gençler okulda geçirdikleri zamandan daha fazlasını görsel medya ve bilgisayar oyunları ile harcıyor. Küçük çocukların seyrettiği "Tom ve Jerry" gibi çizgi filmlerinde bile ciddi miktarda şiddet var. Kahramanlar şiddet uygulayarak adaleti sağlıyor. Şiddete maruz kalanlar da hak ettikleri için onlara acımak gerekmiyor. Mağdur olan bir kahraman için şiddet dışında hiçbir bir seçenek olmayışını garip buluyorum. Televizyonlarda sigaranın görüntüsü kapatılırken, korkunç silahlar ve şiddet sahnelerinin açıkça sergilenmesine anlam veremiyorum.

Görsel medyanın izleyiciler üzerindeki etkilerini araştıran Ann M. S. Barry'ye göre film, televizyon ve bilgisayar oyunlarındaki şiddet ve cinsellik izleyicilerde alışkanlık yaratıyor. Reklam dünyası da pazarlama için bu unsurlardan faydalanıyor. Görsel medya şiddet ve cinsel tacizi sıklıkla kullanarak, onların yaygın ve normal davranışlar olduklarını ima ediyor. Daha da kötüsü bu davranışlar izleyiciler tarafından taklit ediliyor. Örneğin, televizyonun ilk defa girdiği bölgelerde şiddet içeren suçların yükselişe geçtiği görülüyor. İnsanlar ne kadar televizyon seyrederse, şiddete o kadar eğilimli oluyorlar.

Şiddet ve cinselliğin sinema ve televizyonda oluşturduğu akımı ben kanlı-canlı sanat olarak tanımlıyorum. Son yıllarda ülkemizde artış gösteren kadına şiddet ve cinayetlerle görsel medyanın ilişkisini sorgulamak gerektiğini düşünüyorum.

İkinci doktoramı güzel sanatlar alanında yaparken, nöroestetik konusunu yani beynin görsel eserleri nasıl algıladığını incelemiştim. Bu çerçevede, kanlı-canlı sanat ile şiddetin ilişkisini kurabilmek için eksik kalan halkaları ayna nöronlar ve sürüngen beyni ile ilgili nörobilim çalışmalarının tamamladığını düşünüyorum.

Beynin içinden görsel sanata bakış: Nöroestetik

Beyindeki süreçleri izlemek için kullanılan teknolojiler son elli yıllık dönemde geliştirildi. Londra'da yaşayan Türk nörobilimci Prof. Dr. Semir Zeki bu teknolojileri sanat alanındaki araştırmaları için kullandı. Böylece görsel sanat eserlerini oluşturan renk, çizgi ve şekillerin beyinde nasıl algılandığını inceleyen nöroestetik bilimi doğdu.

Zeki, portre, manzara ve natürmortların beyinde uyardığı bölgeleri ortaya çıkardı. Nöroestetik bize görsel sanat eserlerindeki görüntülerin beyinde gerçek olarak algılandığını gösterdi. Yani bir manzara resmindeki insanları seyrederken, biz de o doğal ortamda onların arasındaymış gibi hissediyoruz.

Renklerin nasıl algılandığını araştıran psikolog A. Elliot, sınav soruları kırmızı renkli dosyada verilen öğrencilerin diğerlerinden daha az başarılı olduklarını gördü. Kırmızı ve turuncunun ağırlıklı olduğu ortamlara kıyasla, mavi ve yeşil insanları daha rahat hissettiriyor. Bu nedenle orman, deniz ve gökyüzünden oluşan manzara resimleri beğeniliyor ve duvarlara asılıyor.

Özetle, nöroestetik bilimi odaklandığımız görüntünün içindeymişiz gibi hissettiğimizi söylüyor. Bu açıdan bakıldığında, etrafımızdaki çiçekler ve resimler ile aslında görsel dünyamızı tasarladığımız öne sürülebilir.

Ayna nöronlar

İtalyan nörobilimci G. Rizzolatti, bir insanı izleyen kişilerin beyinlerinde onun yaptığı hareketi kendileri yapıyormuş gibi uyarılmalar olduğunu keşfetti. Yani eylem halindeki insanı seyreden biri kendisinin de o işi yapmakta olduğunu düşünüyor. Buna neden olan ayna nöronların bir davranışı izleyerek öğrenmeye yardımcı olduğu anlaşılıyor. Ayrıca bu nöronlar yardımı ile insanlar başkalarının adımlarını öngörerek birlikte hareket edebiliyorlar.

Eskiler sinemanın ilk günlerinde filmdeki olaya müdahale etmek isteyen bir kişinin beyaz perdeye tabancası ile ateş ettiğini anlatırlardı. Yani, bir gösteriyi seyredenlerin beyninde o olayın içindeymiş gibi uyarılma oluyor. Başka bir deyişle, ayna nöronlar izleyiciyi eyleme ortak ediyor. Böylece izlediğimiz sanat gösterileri ve filmler sayesinde bu deneyimleri yaşamış gibi oluyoruz.

Sürüngen beyni

Tanınmış nörobilimci P. MacLean üçlü beyin modeli ile, insanın farklı ihtiyaçlarına yönelik uzmanlaşmış beyin bölgelerini tanımlıyor. En büyük bölgeyi oluşturan neokorteks strateji ve yaratıcılık gerektiren karmaşık zihinsel süreçleri yönetiyor. Memeli beyni duygusal ilişkilerde ve iletişimde öne çıkıyor. Sürüngen beyni ise tehlike, çatışma ve cinsellik durumlarında devreye giriyor. MacLean Komodo ejderini sürüngen beyni için iyi bir model olarak gösteriyor.

Sürüngen beyninin ilgisini çekmek için filmlerde ve bilgisayar oyunlarında öncelikle şiddeti hak edecek düşmanlar yaratılıyor. Onlar bazen herkese saldırmaya hazırlanan gizli bir organizasyonun üyeleri oluyor. Yaratıcı olmak isteniyorsa, dünyayı yok etmeye niyetlenen uzaylılar tasarlanıyor. Böylece kahramanın düşmanlarla mücadele ederken istediği kadar şiddet kullanması için şartlar hazırlanmış oluyor. Savaş tamtamları eşliğinde macera başlıyor. Artık sayısız cinayet işlenebiliyor, trafik kazalarına neden olunabiliyor ve binalar havaya uçurulabiliyor. İzleyiciler de bu şiddet şölenini keyifle seyredebiliyor.

Şiddet içeren filmlerde ilginç olan bir şey de iletişime gerek duyulmaması. Böylece düşmanlarla mücadele etmek için tek yöntem olarak silah kullanmak kalıyor. Bourne dizisinde Matt Damon'un sadece 288 kelime kullandığı hesaplanmıştı. Kahraman kendini eylemleri ile yeterince ifade etmişti.

Pazarlama dünyası da sürüngen beyninden yararlanarak insanların dikkatini çekmeye çalışıyor. Kimi zaman korkulardan, kimi zaman da cinsellikten yararlanmak için reklamlar hazırlanıyor. Örneğin güzel kadınlar spor otomobillerin tanıtımında yerlerini alıyor.

Özetle, kanlı-canlı sanatın öne çıkardığı şiddet ve cinsellik keyif verirken sürüngen beynimize hitap ediyor.

Son söz

Nöroestetik araştırmaları görüntülerin beynimiz tarafından içinde yaşadığımız ortam olarak algılanabildiğini gösterdi. Ayna nöronlar da seyrettiğimiz eylemleri kendimiz yapıyormuşuz gibi algılamamıza neden oluyor. Yapan ile izleyen aynı eyleme ortak oluyor. Şiddet içeren bir eylemi keyifle seyredenler masum kalamıyor. 

Günümüzde kanlı-canlı sanat sürüngen beynine ulaşmak için yaratıcı bir şekilde kullanılıyor. Böylece şiddet normal kabul edilmeye başlanıyor hatta izleyicilere alışkanlık kazandırıyor. Daha da kötüsü şiddet uygulamak meşrulaşıyor. Gazetelerin üçüncü sayfaları bu konuda örneklerle dolu.

Televizyonda bir filmi veya diziyi izlerken kahraman, çevresindekileri öldürmeye başlayınca sürüngen beyninize ve kalbinize mukayyet olun. Kanal değiştirdiğinizde bir tartışma programında bağırarak kavga edenlere veya birbirini tekmeleyen sporculara rastlarsanız oradan da hemen uzaklaşın.

Kanlı-canlı sanattan sonra komedi programları size iyi gelebilir. Eğer pandemi nedeniyle parkta veya ağaçlı bir yolda yürüyüşe çıkmanız mümkün değilse bir manzara resmine bakmayı deneyin. Nöroestetik gezmeye gitmiş gibi hissedeceğinizi söylüyor.
Talat Çiftçi

T24 Haftalık Yazarı

Talat Çiftçi

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum