Köşe yazarlarının bugünkü gündemi

Köşe yazarlarının bugünkü gündemin Almanya'nın almış olduğu sözde soykırım kararı vardı. Kimi yazarlar dış politikadaki hatalara dikkat çekerken kimileri de Almanya'nın bu tavrına tepki gösterdi. İşte sizler için seçtiğimiz medyada öne çıkan yazarlar.

Köşe yazarlarının bugünkü gündemi
04 Haziran 2016 - 12:13 - Güncelleme: 04 Haziran 2016 - 12:19
Böyle dost olmaz olsun / Ali Eyüpoğlu / Milliyet

Sözde stratejik ortağımız Amerika’nın Suriye’de yaptıkları ortada... Türkiye, “YPG, terör örgütüPKK’nın Suriye şubesidir” demesine rağmen ne yaptı Amerika? Silah ve destek vermeyi sürdürdüğü YPG’yi, IŞİD’e karşı savaşta cephe ortağı yaptı.    



Amerikalı “Coni”lerle YPG’liler şimdi “cephe arkadaşı” olarak omuz omuza savaşıyor Rakka’da...  



3.5 milyon Türk’ün, bir avuç Ermeni’nin yaşadığı “dost ve müttefikimiz” Almanya ne yaptı?  

Türklerin, Ermenilere karşı soykırım yaptığına dair yasa tasarısını oybirliğiyle kabul etti.  

Parlamentodaki Türk asıllı milletvekilleri de yasaya “Evet” dedi. Hiçbiri öneriye “Hayır” oyu veren Alman milletvekili Bettina Kudla kadar Türk dostu olamadı.

 

Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını düşünen ve bunun için el kaldıranlar sadece dışarıda yok. Bizde de var.  



Baksanıza TBMM, HDP’liler imza vermediği için Almanya parlamentosunun aldığı bu kararı kınayamadı. O yüzden Ak Parti, CHP ve MHP ortak bildiri imzalayıp, kararı kınadı.  

Amerika’nın yaptıkları stratejik ortaklığa, Almanya’nınki dostluk ve müttefikliğe yakışmadığına göre demek ki iki ülkeyle ilişkilerimizin yeni adlara ihtiyacı var.    

 

***

Soykırım Saplantısı / Sami Kohen / Milliyet

Alman parlamentosunun “Ermeni soykırımı” tasarısını iki fire dışında oybirliğiyle kabul etmesinin nedenini anlamak gerçekten çok zor.

Kararı destekleyen çeşitli partilere mensup milletvekillerinin kendilerine göre argümanları ve gerekçeleri var tabii. Ancak bu görüşlerin ne kadar rasyonel olduğu büyük bir soru işareti.

Bundestag’ın durup dururken bu kararı alması için bir vesile ortaya çıkmış değil. 1915 olaylarının 100. yıldönümü ve de her yıl anılan 24 Nisan tarihi geride kaldı. 100. yıldönümü sırasında, benzer bir tasarıyı meclise getirme girişimi, Türk-Alman ilişkilerinin selameti düşünülerek askıya alınmıştı.

Peki, şimdi ne oldu? Herhangi bir vesile olmadan, tasarı meclisin gündemine geldi. Almanya’da bu girişimi körükleyecek (Fransa gibi) bir Ermeni Diasporası veya (ABD gibi) güçlü bir Ermeni lobisi yok...

Üstelik bu çıkış, Almanya’nın özellikle mülteci akını nedeniyle Türkiye’nin yardımına ihtiyaç olduğu bir zamanda yapıldı ki bu da ayrı bir hata...

Hep aynı nakarat

O halde Alman parlamenterler neden böyle hareket ettiler?

Alman analistlerden değişik argümanlar ve gerekçeler duyuyoruz.

Yaygın görüş -Almanya’nın kendi yakın tarihi için yaptığı gibi- Türkiye’de “geçmişteki hatalarla yüzleşmesi” gerektiğidir.

Bunun aynı zamanda Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesine katkıda bulunacağı öne sürülüyor.

Bu gerekçe, durup dururken şimdi neden böyle bir karar alındığını izah etmez. Ayrıca kararınAnkara-Erivan ilişkilerine yardımcı olacağı görüşünü sakatladığı, daha önceki deneyimlerle sabit...

Kısacası, bu karar için ileri sürülen iyi niyetlere inanmak saflık olur. Olsa olsa bunu diğer birçok ülkede olduğu gibi Almanya’da da yaygınlaşan “Ermeni soykırımı saplantısı”na atfetmek daha doğru olur...

Kararda iç politika faktörleri de rol almış görünüyor. Bu da “ucuz popülizm”in bir göstergesi...

Yeni strateji gereği

Alman parlamenterleri bu tür kararların kimseye bir şey kazandırmadığını herhalde zamanla anlayacaklardır. Nitekim şimdiye kadar 20’den fazla ülkede parlamentoların aldığı benzer kararlar neyi değiştirdi?

Bu tür kararların Türkiye’yi öfkelendirdiği ve sıkıntıya soktuğu bir gerçektir. Ankara böyle hallerde artık klişeleşmiş tarzda tepki gösteriyor. Alınan tedbirler, verilen karşılık ikili ilişkileri bozuyor. Bu ilişkilerin düzelmesi zaman alıyor...

Aslında bu tür çıkışların önünü kesecek yeni stratejilere ihtiyaç vardır. Açıkçası, şimdiye kadar denenen tepkisel hareketler benzer durumları frenleyemediğini gösteriyor. Şimdi kafaları daha değişik ve daha etkin stratejiler belirlemek için zorlamak lazım...

***

Rezillerin Sevinci / Rahmi Turan / Sözcü

Rezillerin sevinci! Hitler kafalı soykırımcı Almanların böyle alçakça bir karar alacakları belliydi. İftiracı Alman Federal Meclisi üyeleri, Türklerin soykırım suçlusu olduğu şeklinde küstahça bir karar almakla kendi iğrenç suratlarını gösterdiler! Hele Cem Özdemir diye Türk ismi taşıyan Türk düşmanı bir soytarı var ki, onu adam yerine bile koymamak gerekir. Bu olayda asıl önemli olan, içimizdeki hainlerin sevinçleri... Ayranı kabaran HDP’liler âdeta bayram yapıyor! Hem bu ülkenin ekmeğini yiyorlar, hem de kuyusunu kazıyorlar! Biz onlara vatandaşımız diye nasıl güveneceğiz? Güvenemeyiz! Her fırsatta kanlı teröristlere destek oluyor, canilerin cenazelerine gidiyor ve PKK'nın uşaklığını yapmayı sürdürüyorlar. Alman Meclisi'nin soykırım kararı, ülkemizdeki bölücüleri Ermenilerden daha fazla sevindirdi. Türkiye düşmanlarının aldığı, aslında yok hükmündeki kararı bölücüler sevinçle karşılarken, AKP, CHP ve MHP'nin, yalana karşı yaptığı ortak açıklamayı sadece HDP imzalamadı. Bu da, PKK uzantısı olan bu partinin çirkin yüzünü bir kez daha gösterdi

***

Türkiye 1’den Büyük / Necati Doğru / Sözcü

Türkiye'nin hedefi vardı.

1 kişiye esir olmaz.

1 egoya kanmaz.

1 boş kibre uymaz.

Dünyadan kopmaz.

İçine kapanmaz.

Ne oldu bu hedef?

Türkiye nereye gidiyor?

Amerika ilişkileri.

Patinaj yaptı.

PYD askerini sala bindirdiler.

Fırat'ın batısına geçirdiler.

Rusya ilişkileri.

O da patinaja saplandı.

Şam'da namaz kılacaktık.

Burnumuzu çıkaramıyoruz.

Üçüncü patinaj da geldi.

Almanya dostluğu alev aldı.

Hemen çoğu Avrupa Birliği üyesi 19 ülkenin parlamentosundan “soykırım kararı” zaten çıkmıştı. Bunların içinde; “20. Yüzyılın son soykırımı” diyen Papa bile vardı. Almanya bugüne kadar bekledi; tarihin, belgelerin, aklın, vicdanın, derin dostluğun, en önde gelen ekonomik ve sosyal birlikteliğin kabul etmeyeceği kararı sonunda o da meclisinden geçirdi.

Bu Almanya!

Türkiye'yi AB'ye alacaktı.

Vizesiz günler hazırlıyordu.

Türkiye'nin başına taş indirdi.

Ne oldu?

***

Tehcir ve Kürtler / Taha Akyol / Hürriyet

ALMAN Parlamentosu'nun soykırım kararına karşı TBMM'nin yayınladığı ortak bildiriyi HDP yine imzalamadı, İdris Baluken "Tarihle yüzleşelim" dedi.

Selahattin Demirtaş öteden beri 1915 olaylarının “soykırım” olduğunu söylüyor, hem de vurgulu ifadelerle.Lozan’ı da yine vurgulu ifadelerle reddediyorlar.Türkiye’yi zaafa uğratacak her siyasi olaya destek veriyorlar, son tavırları da sürpriz değil.

Ben yine de birkaç tarihi gerçeği hatırlatmak isterim.

ERMENİ-KÜRT ÇATIŞMASI

Ermeni meselesinin ortaya çıkmasının temel sebebi, daha 1800’lerin ilk yıllarından itibaren gelişen Ermeni milliyetçiliğidir.

Bunun yanında Doğu Anadolu’daki arazi sorunları da önemli bir faktördür ve genellikle gözden kaçmaktadır.Kürtler göçerlikten yerleşik hayata geçtikçe arazi talepleri artmış ve doğu illerinde Ermenilerin arazilerini ele geçirmek istemişlerdir.

Osmanlı’da Müslümanlarla Ermeniler arasındaki çatışmalar bu sebeple yoğun olarak doğu illerinde ve Kürtlerle Ermeniler arasında yaşandı.Ermeni meselesini uluslararası boyuta çıkaran 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. maddesinde Ermeni reformu öngörüldüğü gibi Doğu Anadolu’da Ermenilerin “Çerkezlere ve Kürtlere karşı güvenliğinin sağlanması” hükmü de yer alıyordu.

Çerkezler Ermenilere karşı öfkeliydiler çünkü Kafkasya’dan tehcir edilmişler, yerlerine Ermeniler ve Ruslar yerleştirilmişti.Din farkından başka esasen toprak sorunları sebebiyle de Ermeni çeteleriyle Kürt aşiretleri arasında çok kanlı çatışmalar yaşanıyordu.

TARİHTEN BİR ÖRNEK

Tuna vilayeti gibi Doğu Anadolu’yu da kaybetmemek için Abdülhamid, doğu illerinde Hamidiye alaylarını kurdu; sorun önlenemedi.İttihatçılar Rumeli gibi Doğu Anadolu’yu da kaybetmemek için toprak sorunlarını çözmeyi öncelikli hedef olarak ele aldılar.

Hatta reformu Avrupalı yöneticilerin yürütmesini bile kabul ettiler.O sırada Ermeni yayınlarında Kürtlere ağır sözlerle hücum edilmektedir.

Ayrıntıya girmeden bir tek örnek...

Ermeni patriği Zaven Efendi Kürtleri “eşkıyalık, yağmacılık, Ermenilere mezalim” yapmakla suçladı. Kürt asıllı Osmanlı vatanseveri Babanzade İsmail Hakkı Bey, 11 Mayıs 1913 günlü Tanin gazetesinde “Ermeni patriğinin beyanatı” başlıklı uzun bir başyazı yayınladı:

Başyazıdan sadece bir cümleyi alıyorum buraya:

“(Reform) teşebbüsleri Kürt unsurunun izzetinefsini ve haysiyetini kıracak deyimler ve şekillerden azade olmalıdır...”

Anayasa hukuku profesörü ve Bağdat mebusu İsmail Hakkı Bey makalesinde problemin ne kadar karmaşık ve zor olduğunu, kimlikçi yaklaşımlarla değil hukuki ve etkin idari reformlarla çözüleceğini savunuyor, Ermenileri itidale davet ediyordu.

Fakat maalesef Ermeni komitelerinin sırtlarını Rusya’ya dayaması ve Birinci Dünya Savaşı çözümü engelledi, facialar yaşandı.

Tarih Ermeni komitelerinin istediği gibi cereyan etseydi Ankara’nın doğusu Ermenistan olacaktı.

TERÖRSÜZ DEMOKRASİ

HDP’lilerin sadece teröre değil, dünyada Türkiye karşıtı her faaliyete destek vermesi Kürt meselesinin demokratik yöntemlerle bir çözüm yoluna girmesini engelliyor. Halbuki 7 Haziran’da kendilerine 6 milyon oy niye verildi.

Silah sussun, siyaset öne çıksın diye.

HDP ile Türkiye’nin geneli arasındaki iletişimin ve ortak değerlerin azalması herkes için endişe verici bir geleceğin işaretidir. Burnumuzun dibindeki Suriye faciası hepimiz için uyarıcı olmalı.Terörsüz siyaset, eksiksiz demokrasi, Türkiye’nin onuruyla ilgili konularda biraz olsun hassasiyet.Bunda da anlaşamazsak hepimize yazık!.

***

Tepki göstermek marifet değildir / Ahmet Hakan / Hürriyet

CUMHURBAŞKANIMIZIN, Başbakanımızın, bakanlarımızın, milletvekillerimizin temel görevi...

- Almanya’ya tepki sallamak mıdır?

- Büyükelçi’yi ülkeye çağırmak mıdır?

- “Bunu bize yapmayacaktın Almanya” falan demek midir?

- “Alman gâvuru” falan diye laf sokmak mıdır?

*

İyi ama bunların tümünü yapabilmek için...

Beceriye, birikime, ustalığa, diplomatlığa, siyaset adamlığına falan gerek yok ki.

Memleketi anneannem Nuriye Hanım yönetse bunların tümünü gayet büyük bir muvaffakiyetle yapar.

*

Literatürde had bildirecek ne kadar sözcük varsa hepsini Almanya’nın üstüne boca etmek bir marifet değildir.

*

Cumhurbaşkanı isen, başbakan isen, bakan isen, milletvekili isen...

Başka şeyler yapacaksın.

Tepki göstermek, had bildirmek, “büyükelçi çağırmak” dışında şeyler gelecek elinden.

*

- Mesela yüz binlerce Türk’ün yaşadığı Almanya gibi bir ülkede doğru dürüst bir lobi faaliyeti örgütlemeyi başaracaksın.

- Mesela Alman hükümetinde “Aman Türkiye’yi kızdırmayalım” etkisi bırakacaksın.

- Mesela diplomasi ustalığı sergileyeceksin.

- Mesela sonuç alacaksın.

- Mesela Merkel üzerinde bir ağırlığın olacak.

- Mesela Alman Parlamentosu’nda en az yüz dostun olacak.

*

Kısacası...

Ülkeyi yönetirken...

Anneannemin asla beceremeyeceği şeyleri yapacaksınız.

Ölçünüz en azından bu olacak.

BİRİ SİLSİN ŞUNLARI

HİLAL Kaplan şunu yazmıştı:

“Soykırım olup olmamasından çok devletin aklanma çabasına karşıyım. 1915’te devletin suç işlediği gün gibi açıktır.”

*

Yıldıray Oğur şöyle yazmıştı:

“İnşallah bir gün başbakan da Meclis kürsüsünden belgeleriyle 1915 Ermeni soykırımını anlatır.”

*

Yasin Aktay bunu yazmıştı:

“Dersim’i de biz hatırlarız, Zilan’ı da... Newala Qasaba’yı da... Ermeni soykırımını da... Ve asla bunu yapanları aklamayız.”

*

Markar Esayan böyle yazmıştı:

“1915’te yaşananların 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Beyannamesi’ndeki şartları karşıladığını düşünürüm.”

***

Dış Politika neden değişmeli / Murat Yetkin / Hürriyet

Hayır, Alman Meclisinin bayram değil, seyran değil Ermeni kararı nedeniyle söylemiyorum bunu.

Ama o da Türk dış politikasında son yıllarda yaşanan gerilemenin, mevzi kaybının bir parçası.

Giden Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Avrupa Birliği (AB) ile göçmen-vize anlaşmasını erkene alma çabası, dış politikanın daha iyi günlerinden geriye ne kaldıysa kurtarma çabasıydı. Belki yine yüzümüzü Batı’ya dönüp, Orta Doğu işlerine bu kadar dalmanın yaralarını sarabilmek mümkün olurdu. Hala iş işten geçmiş değil, ama o anlaşma da şimdi tehlikede.

Gelişmeler, ülkenin ve halkın çıkarları adına dış politikada bir değişikliği zorunlu kılıyor.

Ve bu değişikliğin daha az ideolojik, daha çok siyasi ve diplomatik yönde olması gerekiyor.

Neden mi?

Türk dış politikası belki uzun bir dönemdir yıldızının en parladığı dönemleri 2008-2009 yıllarında yaşadı.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 2007’de cumhurbaşkanı seçilince yerine dış dünyada iyi tanınan Hazine Bakanı Ali Babacan getirilmişti. O dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dışişleri danışmanı Davutoğlu’nun “Komşularla sıfır sorun” sloganı, aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sloganının başka türlü ifadesiydi ve o dönem gerçekten sanki uygulanıyor gibiydi.

Türkiye 2008-2009 yıllarında gerçekten de Kuzey Afrika’dan Balkanlara, Karadeniz’den Hazar’a ve Arap dünyasına kadar hemen hemen bütün devlet ve belli başlı devlet dışı aktörlerle konuşabilir durumdaydı.

Düşünsenize, bugün ikisinde de büyükelçimiz bulunmayan İsrail ve Suriye’nin arasını bulmaya çalışıyordu.

Suriye, Mısır (ki orada da büyükelçimiz kalmadı), Yunanistan, Rusya (ilişkiler dibe vurmak üzere), Irak (dün askerleri çekmemizi istedi) gibi komşularla ortak bakanlar kurulu toplantıları düzenleniyordu.

Erdoğan “kardeşim” dediği Beşar Esad ile ailece Bodrum’da tatil yapıyordu.

Ermenistan ile irtibat kurulmuş görüşmeler başlamıştı.

Türkiye’nin dışarıdaki yıldızı öyle parlak görünüyordu ki, yeni seçilen ABD Başkanı Barack Obama, denizaşırı ilk seyahatini Türkiye’ye yapmış, Müslüman nüfuslu bir ülkede laik demokrasi ve serbest ekonomiyi bütün İslam dünyasına örnek göstermişti.

Yasadışı PKK ile MİT üzerinden ilk temaslar o zaman kurulmaya başladı. Bölgede başarılı dış politika için Kürt sorunu terörizm boyutundan kurtulmalıydı.

Davutoğlu 2009’da dışişleri bakanı olarak göreve başladığında Kürdistan Bölgesel Yönetimini (MBY) Erbil’de ziyaret etti ve bir bakıma belki de tepe noktası bu oldu.

Sonra, 2010’da bir dizi aksilik yaşanmaya başladı. İkisi önemlidir. Birincisi, Gazze ablukasını delme niyetiyle yola çıkan Mavi Marmara’yı basan İsrail komandolarının 9 Türk vatandaşını öldürmesidir. İkincisi de o yılın son aylarında (devlet başkanının adı Wikileaks belgelerinde yolsuzlukla anılan) Tunus’ta patlayan Arap Baharıydı.

Türk dış politikasındaki ağırlığın siyasetten ideolojiye kayması, Arap Baharının 2011’de ivme kazanmasıyla oldu.

Dönüşüm Libya’da başladı. NATO müdahalesiyle Libya’da iktidar değişikliğinden sonra “Baharın” Mısır’a sıçraması, AK Parti çevrelerinde Müslüman Kardeşlerin (MK) bölge siyasetinde yükselişi işareti olarak yorumlandı.

Mısır’da ve Suriye’de muhalefetin belkemiğimi Müslüman Kardeşler oluşturuyordu ve içlerinde AK Parti gibi seçimle işbaşına gelmeyi hedeflenen çizgi güç kazanıyordu.

Erdoğan ve Davutoğlu, ABD ve Batı’nın “hemen müdahale” eğilimini durdurarak Esad’ı ciddi ciddi seçime gitmeye ikna etmeye çalıştılar; nasıl olsa MK kazanacaktı. Aylar böyle geçti.

Nihayet olmayacağını anlayınca Erdoğan ve Davutoğlu tam bir u-dönüşüyle bu defa Esad’ın devrilmesi için müdahale istemeye, Suriye iç savaşına müdahil olmaya başladı.

Ancak artık çok geçti. Bütün Akdeniz ve Orta Doğu’daki tek askeri üssü Suriye’de bulunan Rusya, Libya’da Amerikan oyununa getirildiği inancıyla devreye girmiş, ABD askeri müdahaleden vaz geçmişti.

Bunu Mısır’da seçimle iktidara gelen MK’nın Suudi Arabistan ve ABD destekli bir darbeyle devrilmesi ve MK’nın sadece Mısır değil Suriye’de de dağılması izledi. Suriye’deki tabanın çık kısa sürede önce El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra 2013 başından itibaren de yeni ortaya çıkan IŞİD’e kaymasına Ankara’nın aynı hızda uyum sağlayamadığı bugün daha açık görünüyor.

Üstelik Suriye krizi Türkiye’nin sadece Rusya ile değil ABD ile de arasını bozdu. Üstelik ABD ile PKK’nın Suriye kolu PYD ile eylem birliği ekseninde patladı görüş ayrılığı.

Yani Almanya ile mevcut gerilime gelene kadar, bardak zaten ağzına kadar dolu hale gelmişti, taşacak damla arıyordu.

Şimdi Davutoğlu gitti, ama dış politika daha iyiye gitmiyor.

Dış politikanın ülke ve halkın çıkarları için bir an önce güncellenmesi gerekli.

Bu güncellenmenin de daha keskinleşme yönünde değil, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ekseninde, uluslararası hukuk ve içeride hak ve özgürlükler temelinde güncellenmesi, daha fazla siyaset ve diplomasi, daha az ideoloji temelinde yapılması zorunlu.

Siyaset ideolojisiz, ilkesiz yapılmaz, ama sadece ideolojiyle, ilkeyle de yapılmaz. Yapılınca böyle sonuçlanıyor.

***

YORUMLAR

  • 0 Yorum