Köşe yazarlarının bugünkü yazıları

Köşe yazarlarının bugünkü yazılarında Başbakanlık görevinden istifa eden Davutoğlu, Başkanlık sistemi isteyen Erdoğan, Kilis'e düşen roketler vardı..

Köşe yazarlarının bugünkü yazıları
08 Mayıs 2016 - 12:37
MHP ve Kurultay (2) / Metin Boşna / Milat



Liyakati hem siyasi sistem, hem ülke çapında esas almazsak, aslında herkesin ıstırabını oyla meşrulaştırmış oluruz. Hz. Peygamberin vefatından sonra, Hz. Ömer'e, Hz. Ebubekir'in hatırlattığı gibi, “Kim ki Muhammed'e (SAV) inanmışsa bilsin ki o ölmüştür. Kim ki Allah'a inanıyorsa, bilsin ki o bakidir.” Bendeniz liderden öte, mefhumlarla çalışan mekanizmaya inanırım. Liderlerin değişmesiyle de mefkûre değişmez. O da zannımca, Müslüman Türk milletinin gark olduğu zilletten çıkması, yeniden İslam âlemine önderlik etmesidir.

Kurultay vesilesiyle nefis muhasebeleri yapılacaktır. Ancak bunu yaparken lider adaylarının mefkûre bazında yaklaşımlarını ortaya koymaları gerekmektedir. Bu bağlamda, AB ve ABD ile ilişkilerden tutunda, ülkenin geleceğine dair kültürel, ekonomik, stratejik planların ortaya konulması, ülke içindeki etnik ve dinsel kabileciliklere dair tedbirlerin belirlenmesi, kitlesel-kurumsal istişare mekanizmalarının açılmasına dair düşüncelerin ilamı, bireysel ve kitlesel çıkarlar arasında tercihlerin tayinini yapmak gerekmektedir.

Bunları yaparken de, zaten tasdik etmeye hazır kitleye anons yaparak değil, en koyusundan liberal faşiste (rengi var mı bilmem ama), en azılısından Kürt faşistine, hem MHP'nin hem de Ocakların neden gerekli olduğuna ikna edecek yaklaşımların sergilenmesi elzemdir. Bilvesile, eski ihtilafları bırakarak BBP ile ittifak yollarının tekrar denenmesi hayati önemdedir. Eğer, konu “ümmet” ağırlığı ise, o zaman ümmet olmanın “millet” olmamızdaki büyük katkısını da ortaya koymak lazımdır. Hâlbuki bizler hem milletin hem ümmetin yükünü omuzlara alarak, “kanımız aksa da zafer İslam'ın” demiştik.”

Dahası, belagatin ötesinde bir yaklaşımla ve daha da ileri giderek, Türk Milletinin varlığı ve dirliğinin, dünya Müslümanları ve halkları için neden ve nasıl bir anlam ve ümit ifade ettiğini sağlam bir mantık ve slogan ötesi dille anlatılmalı, yarışın çıtasının yükseltilmesi lazımdır. Yani Ülkücülüğün hem ülke içinde hem de dünya açısından neden gerekli olduğunu anlamak ve anlatmak gereklidir. Bu söylem, zaten davaya ikna olmuş insanları değil, bizzat muhaliflerini hatta düşmanlarını ikna edecek tarzda olmalıdır. Sonrasında adayların kendi aralarındaki faziletlerin muhakemesi gelecektir. Bu da camia olarak kimlik konusunu yeniden yapılandırmak anlamına gelir.

Çıtanın yüksek tutulması, eğer hâlâ heyecanı varsa—davanın yücelmesi ve yükselmesi anlamına gelecektir. Kurultayı öncesinde, MHP'nin eleştirisini bizzat Genel Merkez'de milliyetçi camiaya en eleştirel bakan insanların dinlenmesiyle başlanmalı ve nerede boşluklar varsa bizzat onların eleştirileriyle boşlukları doldurarak kurultaya gidilmelidir. Necip Fazıl'ın ifadesiyle, “düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın” düsturuyla hareket etmektir esas olan. Bu silsileye, eğer varsa—Sosyalistlerin davet edilerek seminer verdirilmesi de katkıda bulunacaktır. Korkular, ancak kendimizdendir; sadece yansıtarak rahatlamak kendimizden kaçmak olacaktır.  Varlığa, birliğe, erliğe, dirliğe selam olsun!

 

***



Erken seçime gitmek saray için bir zorunluluk olabilir / Can Ataklı / Korkusuz



AKP baskın bir seçimde 330'u geçebilir

Kimileri “AKP son seçimde yüzde 49.5 oyla 317 milletvekili kazandı, neden seçime gitsin?” diye sorabilir.

Normal bir demokratik ülkede bu geçerli bir söylemdir.

Ancak Türkiye farklı. Bütün amaç bir kişinin güvenliğini sağlamak olunca ne yüzde 49.5 oranındaki oy ne de 317 milletvekili ile güçlü bir tek başına iktidar yeterli olmuyor.

Sarayın güvenliğinden kastım anayasal güvenlik. Erdoğan daha başında bir anayasal değişiklik yapılmadığı için, cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini tanımlayan mevcut anayasa maddelerine uymak zorunda.

Bu maddeler de kendisine icra yetkisi vermiyor.

O halde Erdoğan tanımı nasıl yapılırsa yapılsın “başkanlık sistemine” muhtaç durumda.

Başkanlık sistemine geçilmesi için yapılacak anayasa değişikliğinin Meclis'ten az 330 oy desteği olmalı ki referanduma gidilebilsin.

Gerçi referandum çantada keklik olarak görülemez ama Erdoğan devletin tüm gücünü ve elindeki medyayı kullanarak bunu aşabileceğine inanıyor.

Peki, bir baskın seçime gidilirse AKP 330'u bulabilir mi?

Eğer oyalanmaz ve hemen seçime gidebilirse bulabilir.

Uzatırsa kendi adına yeni riskler doğmaya başlayabilir.

Bugünkü manzaraya bakalım;

CHP bütün araştırmalarda yerinde sayıyor. Demek ki tehlike değil.

MHP eğer bu yönetimle devam ederse baraj sorunu bile yaşayabilir, barajı belki kıl payı geçer.

HDP'nin baraj altında kalacağına kesin gözle bakabiliriz.

Bu durumda sadece HDP'nin baraj altında kalmasıyla bile AKP 50'den faz la milletvekiline sahip oluyor ki 330'u geçiyor.

Sarayın bu planını bozacak iki unsur var.

Birincisi AKP'deki hoşnutsuzların kazan kaldırması ve en az 50 milletvekilinin ayrılarak ayrı bir parti kurması. Bu şimdilik düşük ihtimal.

İkincisi MHP'de muhalefetin kazanması. Bu MHP'yi bir anda cazibe merkezi haline getirebilir.

Ancak böyle olsa bile HDP barajı aşamazsa AKP yine 330'u geçebilir.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

AKP kongresinde kimler tasfiye olacak?

İktidar partisinden olanlara şu soruyu soruyorum, buna da cevap veremiyorlar; “Sorun madem Davutoğlu'nun bazı konularda saraya ayak uyduramamasıydı ve görevden alındı, peki olağanüstü genel kurul nereden çıktı, neden buna gerek duyuldu, hükümet değişirdi olur biterdi.”

Çünkü amaç düşük profilli başbakansa genel başkanın değişmesine gerek yok.O görevine devam eder hükümeti bir başkası kurar.

Demek ki sorun sadece Davutoğlu'nun yönetim biçimi değilmiş.

Saray her ne kadar “Genel kurulu sayın Başbakan istedi” dese de, herhalde Erdoğan Davutoğlu istiyor diye durup dururken kongreye gitmez.

O halde bu genel kurulda parti yönetiminde de çok ciddi değişiklikler olacaktır.

Hiç beklenmedik isimler bir anda saf dışı bırakılabilir.

Tabii o zaman şu soru geliyor akla; “Böyle bir tasfiye olursa partiden kopmalar olmaz mı, ayrıca tasfiye edilenler baskın seçim için oy kullanırlar mı?”

Saray buna da çare bulur.

Bildiğimden söylemiyorum ama AKP olağanüstü genel kurulu toplanmadan önce Meclis'ten “erken seçim” kararının çıkması şaşırtıcı olmaz.

Erdoğan başkanlıkta bu kadar kararlıyken bazı konuları şansa bırakmak istemeyecektir.



***

 

KİMSENİN SUÇU YOK ASLINDA Çok Kızdım Başbakanı Görevden Aldım / Lütfü Şehsuvaroğlu / Vahdet



Başbakanlık Sırayla Olsun

Ahmet Turan Alkan yazmıştı; ben de yıllar evvel bugünkü durumla hiç alakası yok ama benzer bir şey yazmışım.

Profesörden evliya koyma avluya…

Akademisyenlerin siyasete girmesine oldum olası karşıyım.

Bürokrat girdiğinde pek geri dönüşü kabil olmuyor.

Akademisyen ise siyasete giriyor yarım yamalak; başarısız olursa üniversiteye geri dönüyor.

Yani yeri garanti…

O yüzden ipin ucunu tam tutamıyor hocalar.

34 / B diye bir maddeden yararlanırlardı üniversite hocaları…

Siyasete gemilerini yakarak girmezlerdi.

Ya danışman olurlar, ya kamuoyu araştırması filan yaparlar, ya genel başkanın nutuklarını yazarlar, ya bir parti projesini hazırlayan ekipte olurlar… Ama hiçbir zaman dava adamı olmazlar.

Ahmet Hoca dava adamlığı diskuru çekti son zamanlarda…

Ama anlayan olmadı, dinleyen olmadı…

Belli ki eski günlerin hatırbilirliğine işaret etmek istedi…

Şimdilerde MHP’nin iktidar alternatif olabilirliği üzerine ahkâm kesenler var.

İhtimaliyet hesabı içinde bu, bence de…

O yüzden iktidar yanlıları kesinlikle Bahçeli’nin kalması gerektiğinden, eğer kaçınılmaz biçimde gitmesi söz konusu ise bu potansiyelin ikiye üçe filan bölünmesinin temin edilmesi lüzumundan bahsediyorlar.

Ne gerek var canım?

Ben tam bir formül ortaya atacaktım; meğerse aklın yolu birmiş, bizim Yavuz Ağıralioğlu da aynısını sanal ortamda paylaşmış.

Devlet Bahçeli’yi AK Partililer madem bu kadar seviyorlar o zaman Başbakan Devlet Bahçeli olsun.

Bence de…

Bir ara tetrarşi yönetimi olsun demiştim.

Roma’daki gibi…

Ama senatomuz yok, bu pek akıllıca olmaz şimdilik.

Senato kurarsak belki…

Şimdi yarı başkanlığa geçtik…

Hem de anayasa filan değiştirmeye lüzum kalmadan.

Başkan ya da yarı başkan, başbakanı seçsin bundan böyle…

Sıra Devlet Bahçeli’de…

Ardından Kemal Kılıçdaroğlu olsun…

Partiler niye var?

Genel başkanlarını başbakan yapmak için…

Değil mi?

O halde sırasıyla parti başkanlarını başbakan olarak atasın Sayın Başkan.

Bu da bizim siyasi formülümüz.

Tam nokta koyacaktım bizim Orhan oradan atıldı.

Tuğrul Bey ne olacak?

Kenan düzeltti hemen.

O da olur, niye olmasın?

İşte böyle bizim dergâh bütün formülleri inşa etmeye muktedir.

Geçenlerde muzip bir trol ben ve arkadaşlarımı mesela Muhsin Başkanı MİT’çi filan diye taltif etmiş…

Ben de kendimden şüpheleniyordum öteden beri…

Yahu bütün öğrencilerim bu ülkedeki bütün siyasi oluşumların fikir babaları olmuşlar…

Demek ki gerçekten bizim dergah yönetiyor bu ülkeyi de haberimiz yokmuş…

Üç nokta…

 

***

 

Ahmet Davutoğlu'nun sekiz kabahati varmış / Ahmet Hakan / Hürriyet



"AHMET Davutoğlu'nun kabahati neydi?" sorusunun cevabı...

Cumhurbaşkanı’na yakın düşünce kuruluşu SETA’nın bir çalışanının yazdığı ve Sabah gazetesinde yayınlanan makalede verildi.



Buna göre Ahmet Davutoğlu’nun 8 kabahati varmış:

- BİR: Hakan Fidan’ı milletvekili adayı yapmak...

- İKİ: Dolmabahçe Mutabakatı’na geçit vermek...

- ÜÇ: 7 Haziran’dan sonra koalisyon kurmaya çabalamak.

- DÖRT: AK Parti kurulları ve milletvekili aday listelerinde ön almaya çalışmak.

- BEŞ: Akademisyenlerin yargılanmasıyla ilgili olarak farklı bir tutum sergilemek...

- ALTI: Çözüm Süreci’ne dönülebileceğinin işaretini vermek.

- YEDİ: Dokunulmazlık konusunda izlediği politika.

- SEKİZ: AB ile vardığı mülteci anlaşması...

 

Bu sekiz kabahate baktığımızda ne görüyoruz?

Şunu görüyoruz:

Sizin “Saray’ın emrinden çıkmıyor” dediğiniz Ahmet Davutoğlu, Saray’ın gözünde “kafasına göre takılan bir başbakan” olarak değerlendiriliyormuş.

 

Buradan ne çıkar?

Şu çıkar:

Yeni başbakan, Ahmet Davutoğlu kadar bile kafasına göre takılamayacak.

 

***

 

“Kukla” olmayı kim kabul edecek? / Rahmi Turan / Sözcü



Seçmenin 23 milyon oyu metelik etmiyor!

Hani halkın iradesi geçerliydi?

Hani seçmenin oyları kutsaldı, onların üzerinde hiçbir güç yoktu? Ne oldu?

Başbakan Davutoğlu, AKP Genel Başkanı olarak 1 Kasım seçimlerinde yüzde 49.5 oy aldı. Bu oran rakam olarak 23 milyon oy eder.

Demek ki 23 milyon oy metelik etmiyor ve tek bir adam seçimle gelen AKP Genel Başkanı ve Başbakan'ı makamına çağırıp görevden alabiliyor.

Yaşasın demokrasi!

Aslında adı konulmamış sivil bir darbedir bu!

*  *  *

Şimdi anayasaya “Başkanlık Sistemi”ni koyarak, Başbakanlık makamını ve Parlamenter Sistemi ortadan kaldıracak bir Başbakan adayı aranıyor.

Türkiye'de sistem zaten “Tek adam” ya da “Tek seçici” olarak işliyor. Böylece bu durum resmileştirilmiş olacak.

Ülkenin gidişatından korkuya kapılıp “Bundan sonra Türkiye'de rejim değişikliğine bile gidilebilir” diyenler var.

Endişelerinde haksız değiller. Artık ülkemizde her şey olabilir!

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başkomutan, Meclis Başkanı, velhasıl bütün makamlar onun… Ülkenin tek sahibi gibi…

Bunun da adı demokrasi, öyle mi?

 

***



DAVUTOĞLU PİŞMAN MIDIR? / Mehmet Tezkan / Milliyet



Şaşırtıcı olan, izahı zor olan..

Sadece Başbakan’ın ağlamaklı bir sesle ‘Şunu da yaptım, bunu da yaptım, dört yılda yapılacak işleri üç ayda yaptım; şöyle başarılıyım, böyle başarılıyım ama zaruretten gidiyorum’ diyerek veda etmesi değil..

Tamam, bu finali kimse beklemiyordu..

Aslında kendi de beklemiyordu..

Saray’a çıktığında galiba blöf yaptı.. Cumhurbaşkanı’nın kendisinden vazgeçmeyeceğini düşündü.. Saray’dan güçlenerek çıkmayı planladı..

Başbakanlığı bırakma kozunu oynadı..

Cumhurbaşkanı blöfü görmedi.. Sen bilirsin dedi, kesti attı..

Galiba işin özü bu..

Yoksa şu il başkanının kim olacağı, bu ilçe başkanına kimin getirileceği Davutoğlu’nun dert edeceği bir mesele değil..

Kendini farklı konumda görüyordu.. Geçmişle gelecek arasında köprü olduğunu düşünüyordu.. Kendine kadimle moderni buluşturma misyonu biçmişti..

Bunca yıl siyasetin içinde parti işlerine hiç bulaşmadı.. Memleketi Konya’ya bile karışmadı..

Teşkilatlarla haşır neşir olmadı.. MKYK’ya adam sokmaya kalkmadı..

Birden bu ilgi niye?

Şaşırtıcı olan bu.. Adıyaman il Başkanı’nın kim olacağını sorun yapması..

Köşk ile Saray arasındaki sorun daha büyük, daha derin, daha sarsıcı olmalı ki Davutoğlu son çare olarak bırakma kozunu oynadı, blöf yaptı, tutmadı..

Cumhurbaşkanı ne dedi; kendi kararı dedi.. Noktayı koydu..

Bu durumda en çok Davutoğlu şoke olmuştur!.

Gerçekten bırakma niyetiyle Beştepe’ye gitse cebine istifa mektubunu koyardı..

Merak ediyorum; pişman mıdır?

Veda konuşması durumu kurtarma çabasıydı.. Saray’a övgüler yağdırması, nefer olacağını söylemesi, parti için gece gündüz çalışmaya devam edeceğini ilan etmesinin nedeni ortada..

Blöf tutmayınca, kendi kararıymış havası yaratmak istedi..

Başbakanlık makamını elinin tersiyle itti görüntüsü vermeye çalıştı..

Bravo, ilkeli siyasetçiymiş dedirtmeyi planladı..

Alkış aldı mı?

Aldı.. İktidar yanlıları gidişini de gidiş şeklini de alkışladı..

Ama kimse niye gittiğini yazmadı.. Neden gitmek zorunda kaldığı mevzuuna girmedi..

Şaşırtıcı olan, sadece Başbakan’ın ani vedası değil dedim..

Asıl şaşırtıcı olan, bu durumun iktidara yakın yazarlar tarafından doğal karşılanması.. Sanki başbakanlar her zaman böyle değişirmiş gibi hareket edilmesi.. Hiçbir şey olmamış gibi davranılması..

Sıradan bir değişiklik muamelesi çekilmesi..

Beni en çok bu şaşırttı..



***



Anayasa yine çiğneniyor! / Emin Çölaşan / Sözcü



Ülkemizde yaşanan şu son olayları hayretle, dehşet ve ibretle izlemeyi sürdürüyoruz.

Bir başbakan cumhurbaşkanının ittirmesiyle şutlanıyor, yerine yenisi getirilecek. Başbakandan tık yok! Kadere boyun eğmiş, başına gelenlere razı…

Ezik, mahcup, yaşananlara ve göz göre göre kovulmasına karşı tavır koyamıyor, ağzını bile açamıyor.

Birkaç gün öncesine kadar ikisinin arasından su sızmazdı, sadrazam hazretleri şimdi suspus olmuş, boynunu kurbanlık koyun gibi uzatmış bekliyor.

Bir kez daha vurguluyorum, son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti'nin başına ne geldiyse, ikisinin ortak sorumluluğu altında geldi.

Şehit cenazelerini falan da bir an için bırakalım bir yana, Suriye bataklığına ülkemizi ikisi birden sürükledi.

Bir hata, yanlış ve suç varsa her ikisi de her aşamasında ortaktır.

*  *  *

Şimdi yine gelelim anayasada yer alan cumhurbaşkanlığı yeminine!..

Hepimiz ezberledik ve okumaktan bıktık ama o makama seçildiğinde Meclis kürsüsünden etmiş olduğu yemini bir kez daha özetliyorum:

Anayasa madde 103: “Cumhurbaşkanı görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde ant içer:

‘Cumhurbaşkanı sıfatıyla… üzerime aldığım görevi TARAFSIZLIKLA yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda NAMUSUM ve ŞEREFİM üzerine ant içerim.”

Şimdi de anayasanın 101. maddesine bir daha bakalım:

“…Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile İLİŞİĞİ KESİLİR.”

*  *  *

Şimdi burada iç ve dış kamuoyu önünde bir kez daha soruyorum:

Recep Tayyip partisiyle ilişkisini kesti mi?

Hayır, kesmedi. Elini AKP'nin içinden hiç çekmedi ve bunu da fütursuzca, hiç çekinmeden, göz göre göre yaptı.

Ama resmi olarak bakarsanız kesti!..

Kendisine sorsanız diyecektir ki “Kestim kardeşim, cumhurbaşkanı seçilince partimden istifa ettim. Daha ne yapayım yani!..”

Recep Tayyip anayasanın bu hükmünü de paspas gibi çiğnemiş oldu. Bundan sonra da çiğnemeyi sürdürecek.

 

***



Profili düşükler! / Melih Aşık / Milliyet



Bir makam, bir koltuk boşaldığında adaylar oraya kendileri gelebilmek için ne yaparlar? Direkt ya da dolaylı kişisel reklamlarını, propagandalarını yaparak, değil mi? Ben o işi şöyle güzel yaparım, o koltuğu böyle güzel temsil ederim, eğitimim şöylesine yüksektir, yeteneklerim böylesine büyüktür türünden konuşurlar...

Tayyip Erdoğan da 20 ay önce Davutoğlu’nu atarken yeni yönetim anlayışını “Güçlü cumhurbaşkanlığı, güçlü başbakanlık” olarak özetlemişti. Önceki gün Tayyip Erdoğan’a çok yakın bir milletvekili bu formülün bittiğini, yeni yönetim anlayışının “Güçlü cumhurbaşkanı, düşük profilli başbakan” olduğunu söyledi.

Bu durumda gönüllerinde “Başbakanlık” yatanlar Cumhurbaşkanı’na kendilerini nasıl ve hangi yöntemlerle beğendirmeye çalışacaklar, sanırız az çok belli olmuştur.

Örneğin biri “Efendim” diyecektir, “En iyi düşük profilli başbakanınız ben olurum, benden daha düşüğünü bulamazsınız...”

Bir başkası, “Efendim, o düşüğüm dese de aslında pek düşük değildir, benim yanımda Eyfel Kulesi gibi kalır”...  Öteki, “Bende profil yoktur, varlığımla yokluğumu ayırt edemezsiniz”... Berikisi, “Düşük profil ne ki, siz emredin ben çukur profilli Başbakanınız bile olurum” diyerek kendisini övecektir.

Düşükler arasında birinci olanı başbakan seçmeye hazırlanırken geçmiş olsun Türkiye diyoruz.



***

 

‘Devlet bizi korusun!’ / Güngör Mengi / Vatan

 

Kilis’e dün de 2 roketatar mermisi atıldı. Önceki gün de atılmıştı, ondan önceki gün de…

 

18 Ocak’tan bu yana 21 kişinin hayatını kaybettiği ve bunların arasında çocukların bulunduğu biliniyor.

 

Başbakan Davutoğlu “Kilisliler rahat olsunlar, her türlü önlem alınıyor” demişti ama maalesef  Hükümet’ten Kilis’e “kasıtlı olarak atılan” mermiler konusunda da, birçok ilde sürmekte olan terör konusunda da açıklama duyulmuyor.

 

İzmir Konak’ta durdurulan şüpheli araçta “bomba düzeneği, el bombaları, silahlar” çıktı. Gözaltına alınan 4 kişinin PKK’lı olduğu söylendi.

 

Cuma günü  “Gaziantep’ten Suriye’ye geçmek isteyen IŞİD’lilere” ateş açıldığı, 3 IŞİD’linin öldüğü, 11 kişinin yaralandığı haberi çıktı (Bunların hepsi neden ve nasıl Türkiye’de?)

 

Abd’nin derdi

 

Giresun Jandarma karakoluna PKK’lılar tarafından roketatarlı saldırı yapıldı.

 

Hakkari Çukurca’nın birçok köyünde sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

 

Kahramanmaraş’ta Suriyelilerin barınacağı 20 bin kişilik konteyner kenti istemeyen halkın “oturma eylemi”ne Vali emriyle güvenlik güçleri “basınçlı suyla” müdahale etti. Çadırlar mahalleli tarafından yakıldı.

 

Sadece bu olaylara bakmak bile Türkiye’nin Hakkari’den İzmir’e, Kilis’ten Giresun’a kadar, başta terör olmak üzere büyük tehlikelerle boğuştuğunu göstermeye yeter.

 

Biz bunları yaşarken ABD’nin Davutoğlu görevden ayrıldıktan sonra yaptığı açıklama ise “sadece kendi çıkarları” konusundaki önceliğini bir kez daha ortaya koyuyor.

 

“Davutoğlu’nun iyi bir çalışma arkadaşı olduğunu ama onun görevden ayrılmasının IŞİD’e karşı mücadelede ABD-Türkiye ilişkilerini etkilemeyeceğini” söylediler.

 

Yani tek dertleri “IŞİD” başka sorun yok.

 

***



Dev derbiyi Beşiktaş kazanır / Ziya Şengül / Star

 

Galatasaray-Beşiktaş derbisi ilginç görüntülere sahne olacak. Lider Beşiktaş’ın şampiyon olabilmesi için derbiyi kazanması gerekiyor.

Galatasaray ise ezeli rekabete prestij mücadelesi için çıkacak. Beşiktaş kazanmaya daha yakın gözüküyor. Orta sahayı Atiba, Jose Sosa ve Oğuzhan’la iyi kontrol altına alıyor, üretken futbollarının yanı sıra özellikle  Sosa ve Oğuzhan’la gollere de kavuşu-   yorlar. Derbinin Gomez ile Podolski’nin maçı olacağını varsayıyorum. Gomez pozisyon bulursa golleri çabuk sıralıyor. Podolski de öyle.. Ama bir adım önde olan bana göre Gomez.

Maçın kaderi ile oynayacak olan her iki takımın kalecisidir derim. Fernando Muslera’ya yine çok büyük iş düşecek. Bu maçı Galatasaray alırsa, Uruguaylı Musle-   ra’nın sayesinde olur diye düşünüyorum. Her iki takım savunması da pozisyonlar veriyor. Savunması iyi olan takım bu maçı kazanır diyorum. Ama son haftalardaki performanslarına bakacak olursak, Beşiktaş maçı kazanmaya çok daha yakın.

Galatasaray’ın kaptanı Selçuk ile Hollandalı yıldızı Sneijder oynarsa, Sarı-Kırmızılılar’ın gol ayakları olur diye düşünüyorum. Daha sakin olan taraf maça damgasını vurur gibi geliyor. Beşiktaş maça stresli çıkacak, Galatasaray’ın ise rahat bir futbol oynayacağını sanıyorum.

Her şey bir yana, yine de bana göre maçın favorisi Beşiktaş’tır.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum