Köşe yazarlarının bugünkü yazıları

Köşe yazarlarının bugünkü yazılarında AKP'nin "Partili Cumhurbaşkanı" çalışmaları ve bu konuda Devlet Bahçeli'nin koltuğunu korumak için iktidara yakın durmasını yazdılar.

Köşe yazarlarının bugünkü yazıları
12 Mayıs 2016 - 11:29
‘Bahçeli ihraç edilebilir beni edemezler’ / Tunca Bengin / Milliyet



MHP’de ‘Olağan-üstü Kurultay’ bu pazar olacak mı olmayacak mı? Bu sorunun yanıtı hâlâ flu. Çünkü Yargıtay’dan karar yerine açıklama geldi. O nedenle de muhaliflere göre takvim işliyor, Genel merkez ise yapılamayacağı konusunda ısrar ediyor. Yani belirsizlik ve varsayımlar üzerine tartışmalara devam. İşte Yargıtay’ın açıklamasından saatler önce MHP Genel Başkan adayı Sinan Oğan ile konuştuklarımız:

Kurultay yapılacak mı?

Yargıtay çok olağanüstü bir karar vermezse ki içeriden duyumlarımız müspet karar yönünde, yapılacak.

Teşkilat kurultay konusunda ne düşünüyor?

Bu defa teşkilatlarda da kamuoyu da halk da herkes artık kurultay diyor, hele salı günkü grup toplantısından sonra. Artık parti bu duruma düşürülmemeliydi, resmen AKP’ye gel beni kurtar diyor. Ne istersen yaparım diyor. MHP’nin düşürüldüğü duruma bakın. Yazık.

Başka bir aday lehine çekilme gibi bir durumunuz olabilir mi?

Yok, hayır. Benim kimse lehine, aleyhine çekilme gibi bir tavrım söz konusu değil. Güçlü bir adayım, o açıdan benim öyle çekilme gibi bir durumum söz konusu değil ama diğer arkadaşlar için bir şey diyemem.

Bazı adaylar gibi sizin hakkınızda da yeni soruşturma iddiaları var.

Yok, olamaz. Bu partide Devlet Bahçeli bile ihraç edilebiliyor, ben ihraç edilemiyorum şu aşamada. Sebebini de söyleyeyim. İhraçtan yeni döndüm, üyeliğim onandı, genel merkez de bu kesin kararı kesin olmasına rağmen bir üst mahkemeye taşıdı. Dolayısıyla, şu an benimle ilgili herhangi bir işlem yapamıyorlar; ne soruşturma açabiliyorlar, ne ihraç edebiliyorlar. O açıdan durumu en garanti olan benim. Algı operasyonlarıyla işi yürütmeye çalışıyorlar ama korkunun ecele faydası yok.

15 Mayıs’ta kurultay yani?

15 Mayıs’ta tüzük kurultayı, ondan sonra da yaklaşık 5 Haziran’da da inşallah genel başkanlık seçiminin yapılacağı kurultay olacak. Tahminen.

Yargıtay yok derse?

Ortalık karışır biraz herhalde. O zaman büyük bir sıkıntı olur çünkü insanlar kurultay olsa da olmasa da, karar çıksa da çıkmasa da geleceğiz diyorlar. O açıdan durum sıkıntılı biraz.

Yargıtay hayır derse Devlet Bey koltuğunu kurtarır mı?

Yok, hayır. Böyle olursa bu defa 548 değil, 748 imza toplanır; hem de bir ay içerisinde. Artık delegenin neredeyse tamamı imza verir bu defa.

Yeni bir parti gündeme gelebilir mi?

MHP’den kopmak benim açımdan yok. Tavşan parti falan o tür şeyler söz konusu değil... 

Pazara daha üç gün var... Yaşanacakları hep birlikte göreceğiz...

 

***



Yargıtay'ın MHP yükü / Akif Beki / Hürriyet

18. Hukuk Dairesi'nin kapısına bir duyuru asıldı.

MHP’yle ilgili dosyanın mayıs ayı içinde karara bağlanacağı bildiriliyor. 

Mahkemece atanan kayyum heyeti, 15 Mayıs’ta kurultayı toplayacaktı. 

Şimdi Yargıtay, kararın kurultaya yetişemeyebileceğini söylüyor. ‘Mayıs ayı içinde’ diyerek, beklentiyi daha geniş bir zamana yayıyor. 

Kayyumların belirlediği 15 Mayıs tarihi geçirildikten, muhaliflerin verdiği kurultay randevusu kaçırıldıktan sonraki bir güne kalabilir karar. Bu da fiilen, kurultayın 15 Mayıs’ta yapılamaması anlamına gelecek. Fiili iptal gibi.

Duyuru, kapıyı türlü olasılıklara ve spekülasyonlara açıyor.

Soru şu; kurultaya yetişemeyen karar, karar mıdır? 15 Mayıs’a geç kalan iptal ya da onama, iptal ya da onama mıdır?

Yargıtay’ın ya acelesi yok ya da eli çok dolu.

Kasten ağırdan aldıklarını düşünmüyorum.

Fakat duyuru, “Kamuoyunda merakla beklenen...” diye başlıyor.

Ardından başvuruyla ilgili ön incelemenin tamamlandığı bilgisi veriliyor. Dosyanın öne alınma talebinin görüşüldüğü de kaydediliyor.

Sıradaki soru şu; öyleyse neden bu gecikme? Değerlendirme tamamsa bir an önce kararı verip açıklamak için ne bekleniyor?

Ayrıca dosya, çetrefilli bir dosya değil. Teferruatında boğduracak bir dosya değil. Gayet basit ve düz.

MHP’de gerekenden 2 kat fazla imza toplanmış, delegeler kurultay istiyor. Genel Merkez ise bu talebi yerine getirmiyor.

Konu mahkemeye intikal ediyor. İmzaların da delegelerin de sahte olmadığı tespit edilince mahkeme, bir kayyum heyetiyle partinin kurultaya götürülmesine karar veriyor.

Delegeler ve imzalar gerçekse mahkemenin kararı doğru mudur, yanlış mı?

Altı üstü buna bakacak Yargıtay. Çözülecek ihtilaf bu. Uyuşmazlık, bundan ibaret.

Açık seçik bir mevzuda, önceki mahkeme kararının haklılığıyla haksızlığını ayırt edecek. Ya onayacak ya bozacak.

Üzerinde uzun uzadıya kafa patlatılacak, ateşli tartışmalar boyunca irdelenecek, karar vermekte zorlanılacak, ertelenecek, ötelenecek bir giriftlik görünmüyor.

Fakat madalyonun öbür yüzünde de ‘Yargıtay ne yapsın’ yazıyor.

İş yükünün ağırlığından oldum olası yakınılırdı. Yalan da değil, rakamlar göz korkutucu. Senede ortalama bir milyon dosya geliyor Yargıtay’a. Bir önceki seneden de yarısı kadar dosyanın devrettiğini düşünün. Her sene temyiz için sıra bekleyen bir buçuk milyon dosyadan söz ediyoruz.

Yargıtay’da 15’i ceza, 23’ü hukuk olmak üzere 38 daire, bu yükün altından kalkmak zorunda. Baş etmek mümkün mü?

O zaman da soru şu; haksız mı şimdi 18. Daire?

Zaman zaman paylaşılan istatistiklerden biliyoruz. Yargıtay, önündeki dosyaların ayda ortalama 60 binini bir sonuca bağlıyor. Gün başına yaklaşık 3 bin karar çıkması demek. Daire sayısına böldüğünüzde her bir daireye aşağı yukarı 90 dosya düşüyor.

Senede toplam 900 bin civarında dosyayı sonuçlandırıyor mahkeme. Kalan bakiye ise bir sonraki seneye sarkıyor. Unutmayın, her sene, üstüne bir milyon kadar dosya daha binmeye ve bu bakiye, kar topu gibi seneden seneye büyüyerek artmaya devam ediyor.

Karşımızda böyle bir Yargıtay var. Yıllar içinde birikmiş dağ gibi bir iş yükünün altından kalkmaya uğraşıyor. Ama kalkması fizik kurallarına aykırı.

Soru tekraren şu; haksız mı yani 18. Daire?

Soruların sorusuna gelince...

Madem yalınkat bir dava var ortada... 

Ve madem çok zaman alacak bir iş değil... 

Ayrıca madem karar aşamasına gelinmiş... 

Üstelik madem ‘kamuoyunda merakla bekleniyor’... 

Hem madem gecikmesi, sadece MHP’de değil ülke siyasetinde de belirsizlik ve kaosa yol açıyor...

Öne alınamaz mı, aradan çıkarılamaz mı, bu dosyaya bir geçiş üstünlüğü tanınamaz mı gerçekten? O kadar mı yani?

 

***

 

MHP ‘ortak hükümet’ kuralım ile Saray anayasasına evet der mi? / Orhan Bursalı / Cumhuriyet



MHP kilit noktada duruyor AKP ve Saray için. 

Tüm oyunlar şimdi bu parti üzerinden... 

Saray anayasası Meclis’te referanduma gidecek oyu alır mı? Alırsa MHP oylarıyla alır... 

Peki, bir ara çözüm olarak “Partili Cumhurbaşkanı” için bir anayasa değişikliğine izin verir mi?

AKP türlü çeşitli senaryolarını MHP üzerinden düzenliyor. 

Tabii, sepetteki büyük balık, erken seçimler... Seçimler için de MHP’den beklenen, baraja takılması, Meclis’e girememesi ve Saray anayasasına yolu iyice açması. 

Bu kıyağı yaparlar mı? Valla, vatan, millet, ülke için üzerimize düşen tüm vazifeleri yerine getiririz benzeri açıklamalara bakılacak olursa, bundan kaçınmayabilirler. Tabii 

istemeyerek de olsa! 

Meclis’te Saray anayasasına, isteklerine evet der mi MHP yönetimi?

Henüz Yargıtay, MHP kongresi konusunda bir karar vermeden bunu söylemek zor. 

Eğer MHP kongresi yapılmazsa, Meclis’te en az 14 MHP milletvekili Meclis’te evet oyu kullanır mı?

14 MHP milletvekili aranıyor

Bu da koşullara bağlı. Bahçeli istese bile, milletvekilleri oy vermeyebilir. 

Bunun nedeni, MHP yönetiminin Bahçeli’den muhaliflere, Akşener’e geçeceğinin ağırlık kazanması halinde, Bahçeli bir “topal Başkan”dır. Yani geçici ve gidicidir. Ve milletvekilleri muhtemel yeni MHP yönetiminin istekleri doğrultusunda oy kullanırlar. 

Şöyle bir durum da var: Bahçeli MHP yönetimini bırakmamak için elinden gelen çabayı gösterecektir. Mesela öncelikle Akşener’i partiden atmaya varıncaya kadar. Böyle kavgalı ve birbirine girmiş MHP’nin, giderek saf dışı bırakılması, Meclis dışına atılması kolaylaşır. 

MHP gittikçe Saray için kolay lokma olmaya doğru yol alıyor.

MHP’yi toparlama önerisi 

Bahçeli, dikkat edin “ortak hükümet kuralım” anlamı çıkacak bir teklifte bulundu ve “iktidar ortaklığı” ile cephesini toparlama yolunu arıyor. 

Böyle bir ortaklığa Saray’ın çıkartacağı fatura, başkanlık anayasasına MHP’nin evet demesidir. 

Evet, iktidar ortaklığı bunu sağlayabilir! Çünkü iktidarda olmak böyle bir şeydir. Buna karşı çıkacak muhalifler de hainler olarak saf dışı bırakılır.

4 partili Meclis’i bozma oyunu 

Tabii, Saray’ın anayasa hesapları sadece MHP üzerinde değil, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırarak, Meclis’te oluşabilecek muhtemel boşluğu doldurmak için bazı ara seçim hesapları da bulunuyor. Veya erken seçimde HDP’yi Meclis dışına itmek ve en azından parti olarak girmesini önlemek. 

Saray için en kötü senaryo, bir erken seçimde Meclis’in yeniden dört partili olarak kurulmasıdır. 

Saray adamlarının tüm hesapları, bu 4 partili Meclis’i bozmak üzerine olacaktır... Yazın bir kenara. 

Saray’ın oyunu tüm partilere ayar vermek üzerine kuruludur. CHP dahil.

Kaç kere ‘Bak kardeşim’ dedik

Bak kardeşim, neredeyse Başbakanlık koltuğuna oturduğundan beri Davutoğlu’nun en az 15 kez RTE’ye ters düştüğünü, Davutoğlu’nun durumu yumuşatıp geri çekildiğini ve sonuçta Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında gerilimin güçlü bir çatışmaya dönüşeceğini yazarken ve söylerken, yüzlerimize bakıyor ve “abartmayın, fitne fücürlük yapıyorsunuz, AKP içine nifaka sokmaya çalışıyorsunuz. Yok öyle bir şey” diyordunuz... 

Size diyorduk ki “Bak kardeşim biz analiz yapıyoruz, siz ise, iktidar görevlisi olarak uyduruyorsunuz, örtbas ediyorsunuz, sanal gerekçeler ileri sürüyorsunuz ve her şeyden önce Saray’ın koruyuculuğunu yapıyorsunuz...” 

Hayat bizi doğrulayınca, şimdi de onlara, “Davutoğlu’nun aslında Cumhurbaşkanı’na ne kadar da ters düştüğünü, bunun iki başlılık yarattığını, dolayısıyla bu operasyonun kaçınılmaz olduğunu” söylemek kalıyor... 

Tabii onlardan bazıları da cellat elbiseleriyle dolaşıyor. 

Şu Davutoğlu ne kadar kötü birisiymiş! 

Bunu neden fark edemedik, nasıl da iktidarın Twitter, Facebook, köşe ve ekran trolleri bu gerçeği bizden sakladılar, helal olsun!

 

***

 

AKP artı MHP 330 eder mi? Hakan Çelenk / Posta



İktidar partisi AKP, Haziran'da TBMM'ye partili cumhurbaşkanlığı için anayasa değişikliği önerisi sunacak. Böylece Erdoğan partiyi resmen yönetebilecek. 

Anayasa değişikliği 367 milletvekilinin oyu ile yapılabiliyor. Teklifi halkoyuna götürmek için 330 oy gerekiyor. 

AKP'nin ise 316 oyu var. Değişiklik imkansız gibi. Öyleyse neye güveniyor? 

 

Uzatmadan yanıtı verelim: Bahçeli'nin ikna edileceğine güveniyor. MHP nin 40 milletvekili var. iki partinin toplam sayısı 356. Hesapta Bahçeli, bir talimatla tüm milletvekillerinin AKP için oy kullanmasını sağlayacak. Hem de kapalı oy kabininde. 

Bahçeli kendi delegesinin iradesine saygı gösterip kongreyi toplasa bugün muhtemelen partinin başında değildi. Partisini kontrol edemeyen Bahçeli'nin en az 14 milletvekilini AKP için ikna etmesi, çantada keklik değil. 

Aynca partili cumhurbaşkanlığının önündeki tek güçlük bu da değil. 

AKP'nin gizli oyda fire vermeyeceğini kim garanti ediyor? Erdoğan'ın her şeyi yönetme ihtirası yüzünden başbakan yemesine kızan, Davutoğlu ile hatır gönül ilişkisi olan 10-15 AKP'li vardır o Meclis'te. Hem geçmişte parlamenter sistemden yana olduğunu deklare etmiş bazı isimler halen AKP'de milletvekili. 

 

Tamam AKP'nin TBMM'deki gücü önemli. Hatta CHP, HDP'den bile 1-2 münferit oy çekip teklifi geçirebilirler. 

Bununla birlikte, AKP'nin her hamlesinde olduğu gibi son cumhurbaşkanlığı teklifinde de erkenden oldu-bitti havasının oluşması algı yönetiminin başansı. 

Sözün özü partili cumhurbaşkanlığının Meclis'ten geçmesi hiç kolay değil. 

AKP risk alıyor Partili cumhurbaşkanlığı teklifi TBMM'den geçmezse, Erdoğan'ın bundan sonra parti siyasetine müdahalesi daha sevimsiz hale gelir. 

Öyle ya, TBMM senin partili cumhurbaşkanlığını reddetmiş, yaptığının milli iradeye aykın oluğu resmi tutanakta tescillenmiş, sen çıkıp parti iplerini tutacaksın! Erdoğan'ın partideki tahakkümü AKP seçmeninde bile meşruiyet sorgulamasına yol açabilir. Başkanlık anayasası süreci de darbe alır. Ciddi risk alıyor. 

Tehlikeye meydan okumaktan vazgeçip teklifi çekerlerse şaşırmam. 

 

***



O çantada Başbakan Yardımcılığı var / Seda Şimşek / Yeni Yüzyıl 

 

Bahçeli’nin siyah çantasından ‘Başbakan Yardımcılığı’ çıktı...

O SIYAH çanta. Malum, 7 Haziran seçimleri sonrasında meşhur olmuştu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin koalisyon çalışmalarına ilişkin dosyaları, o siyah çantanın içindeydi. Görüşmelere o siyah çanta ile katılmış ama açması kısmet olmamıştı. Rivayet o ki Bahçeli çantayı yine yanında taşımaya başlamış. MHP Genel Başkanı’nın hükümete terörle mücadelede verdikleri fiili desteğin hukuki desteğe dönüşebileceğini söylemesi ile birlikte, çanta kaldırıldığı yerden indirilmiş. Çantadan Bahçeli’nin Başbakan Yardımcılığı çıkabilirmiş. Biraz şapkadan tavşan çıkarmaya benziyor! Peki, bu nasıl mümkün olabilir?

Siyasi tarihimizde eşine, benzerine rastlanır bir durum değil. Tek başına iktidar gücünü elde eden partiler, böyle bir imkânı elde etmişken, güçlerini rakipleri olan bir siyasi partiyle paylaşmaz. Evet, AK Parti’nin hükümeti tek başına kuracak sayısal çoğunluğu var, hükümet kurmakta herhangi bir partiye ihtiyacı yok, ayrıca hükümette bir boşluk da yok. Lâkin cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle oynayan taşların yerine oturması, bunun için gerekli anayasal değişikliklerin yapılması zarureti de orta yerde duruyor. AK Parti’nin çoğunluğu bu anayasal değişikliklerin gerçekleşmesi için referanduma gidilmesine yetmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni anayasayı ve anayasa değişikliklerini AK Parti ile MHP’nin birlikte yapabileceğini söylemişti.

Siyasette olmaz denilen bir çok şey de değişti, olmaz denilenlerin olduğunu gördük. Bahçeli’nin “MHP’nin hukuki boyutta vereceği destek bir hükümet mantığı içerisinde ele alınmalıdır” sözü ile birlikte gözler, 22 Mayıs’ta yapılacak AK Parti olağanüstü kongresinden sonra kurulacak yeni hükümete çevrildi. Ankara kulislerinde hemen herkes Bahçeli’nin bu açıklaması ile kurulacak o yeni hükümeti işaret ettiği görüşünü dile getiriyor. Bu hükümete Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısı olarak girebileceği Ankara kulislerinde konuşuluyor.



DAVET BEKLİYOR

İddialara göre, Türkiye’nin içinde bulunduğu cendereden zayıf ve meşruiyeti sorgulanacak bir başbakan ve hükümet yapısıyla çıkılamayacağını düşünen Bahçeli, grup toplantısında, “Dayatma ve tehditleri reddeden bir milli devletin, onurlu, bağımsız ve kararlı duruşunun tüm dünyaya duyurulmasını temin ve terörizmi yok etmek amacıyla MHP her uzlaşma teklifine, her ahlaklı çağrı ve davete gönüllüdür” sözleriyle ifade ettiği üzere, iktidar partisinden MHP’nin hükümete katılmasına yönelik “ahlâklı” bir çağrı ve davet beklediği mesajı veriyor.

Bu modele, aslında bir “koalisyon” demek pek mümkün değil. Çünkü Bahçeli’nin bu hükümette MHP’yi kendisinin temsil edeceği ifade ediliyor. Bahçeli’nin “Bizim amacımız AKP’nin zor günlerinde siyasal rant devşirmek değildir” diyerek de AK Parti ile bir hükümet pazarlığına girmeyeceğini kesin bir dille söylediğine dikkat çekiliyor. “Tuğrul Türkeş’in yerine Bahçeli’nin hükümete girerek Başbakan Yardımcısı olmasının ne sakıncası olabilir ki?” sorusu soruluyor ancak Bahçeli’nin Türkeş’in de kabinede bulunmasından herhangi bir rahatsızlık duymasının söz konusu olmayacağı bile öne sürülüyor.

PARTİLİ CUMHURBAŞKANI

Bahçeli’nin bu siyasi hamleleri ile birlikte AK Parti’nin başkanlık sistemini öngören yeni anayasadan önce “partili cumhurbaşkanı” düzenlemesini içeren birkaç maddelik bir “midi anayasa değişikliği paketini” Haziran ayının ortalarında Meclis gündemine getirmeye hazırlandığı açıklandı. Bu iki hamleyi birbirinden bağlantısız okumamız mümkün değil. Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısı olarak yeni hükümete girebileceği iddialarını güçlendiren biraz da AK Parti’nin “partili cumhurbaşkanı”na ilişkin anayasa değişikliği teklifi oldu. Teklif şu anda sadece, Anayasa’nın 101. Maddesinde yer alan “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” ifadesinden, “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir” bölümünün çıkarılmasını öngörüyor. Böylelikle, bir parti genel başkanının cumhurbaşkanı seçilmesi halinde partisiyle ilişiği kesilmesine gerek kalmayacak. Aslında bu maddenin anayasaya 60 ihtilalinden sonra girdiğine dikkat çekiliyor. Celal Bayar ve Demokrat Parti örneği veriliyor. Düzenlemenin gerçekleşmesi halinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Genel Başkanlığı’na dönebilecek.

Bu düzenlemenin rejim ya da sistem değişikliği tartışmalarına yol açmayacağı üzerinde duruluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında “partili cumhurbaşkanı” önerisinde bulunmuştu. Diğer yandan anayasadan cumhurbaşkanı seçilenin partisi ile ilişiği kesilmesinin hükmünün çıkarılması ile “partili cumhurbaşkanı” sisteminden daha çok yarı başkanlık sistemine geçilmiş olacağı görüşünü dile getirenler de var.

AK PARTİ–MHP UZLAŞMASI

Bu zeminde AK Parti ile MHP arasında bir uzlaşmanın sağlanabileceği umut ediliyor. MHP’nin Bahçeli ile yeni hükümette terörle mücadele şartı ile temsil edilmesinin ardından, iki partinin birlikte yaşanan sistem karmaşasına karşı anayasal düzenlemeleri Meclis’ten referanduma götürebilecek çoğunluğu bulabileceği anlatılıyor.

Bahçeli’nin yine son grup toplantısındaki, “Biz, neyi yapacaksak, neyi başaracaksak, mevcut hukuk ve sistem ölçüleri içerisinde kalarak düşünmeli, bunun yol ve çarelerini aramalıyız.”, “AKP’de sular durulmaz, tartışmalar bıçak gibi kesilmezse, önümüzdeki anayasa ve referandum çekişmeleri Türkiye’yi dibe çekecektir”, “Bu aşamada yasal ve anayasal çalışmalar elbette kendi mecrasında akacak ve gereği de meşruiyet dairesinde yapılacaktır” sözlerine atıfta bulunuluyor ve bu sözler bir “yeşil ışık” olarak algılanıyor. Bütün bu gelişmeler, “siyasette 24 saatin çok uzun olduğu özdeyişini” hatırlatıyor.

 

***



Yargıtay'ın açıklaması ne demek? / Yazgülü Aldoğan / Posta

MHP'li muhaliflerin binlerce imza toplayıp gitmeye hazırlandıkları kongre, mahkeme yoluyla engellenmeye çalışılıyor ve iş Yargıtay'a kaldı ya. 

Mahkemede, kapının önüne bir kağıt asmışlar: "Bu konudaki karar Mayıs ayı içinde verilecektir" diye. Bu ne demek şimdi? Kongre tarihi 15 Mayıs.

Senin vereceğin karar o tarih için önemli. Kongre yapılacak mı yapılmayacak mı? 

Her hukukçudan bir ses çıkıyor. 

Maksat, kongrenin yapılmasını engelleyip Bahçeli'nin kalmasını ve MHP'nin AKP'ye destek çıkmasını mı sağlamak?

Başka türlü düşünülebilir mi? 

Bir taraftan MHP'yi elinde tutup, öte taraftan HDP'lileri meclisten atıp, başkanlık yolunu da partili cumhurbaşkanlığı diye iki aşamalı hale getirirsen oldu bu iş kanka. 

Hemen değilse, sonbahara! 

 

***

 

MHP’de muhaliflerin 367 krizi / Büşra Erdal / Yeni Hayat



MHP, muhaliflerin yeterli imza toplamasına rağmen parti lideri Devlet Bahçeli’nin olağanüstü kongreye onay vermemesi üzerine mahkemelik oldu. Ankara Sulh hukuk mahkemesi, mevzuata göre kongrenin yapılması gerektiğine hükmederek MHP’ye kayyım atadı. Kayyımların görevi, kongre yapılamasını sağlamak. Nitekim 15 Mayıs için kongre tarihi belli oldu.

Bu sırada bir el devreye girerek, Ankara Sulh hukuk mahkemesinin verdiği karar için Kastamonu Tosya ve Sivas Gemerek Asliye Hukuk mahkemelerinden  yürütmeyi durdurma kararı aldırdı. Ankara’da yetkili bir Sulh hukuk mahkemesince verilen karar, yetkili ve görevli olmayan mahkemeler tarafından durdurulmuş oldu. Bu son dönemde Türkiye’nin alıştığı bir yöntem artık. Şekli olarak bile kanunları uygulayan bir yargı yok. Ankara Sulh hukuk mahkemesinin kararı  için temyiz mercii ve düğümü çözecek olan Yargıtay 18. Hukuk Dairesi. Günlerdir sesi soluğu çıkmayan daire, dün MHP başvurusuyla ilgili kararını Mayıs ayı içinde açıklayacağını duyurdu. Yani krizi çözmesi beklenen Yargıtay, yangına körükle gidiyor.

Nereden nereye!

Benzer bir süreç 2007’de cumhurbaşkanı seçimi sırasında yaşanmıştı. Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, AKP’nin adayı Abdullah Gül’ün seçilememesi için 367 milletvekili şartını öne sürmüştü. Yani seçim sırasında 367 vekil hazır bulunmazsa cumhurbaşkanı seçilemeyecekti. Sonuç olarak AKP’nin de 354 milletvekili olduğu için seçilemedi. Bu kriz sonucu aylarca cumhurbaşkanı seçilememişti. O sırada AKP’nin başına gelen krizin benzeri bugün MHP’li muhaliflere yaşatılıyor. Bu noktada da MHP’nin 367 krizi doğmuş oluyor.

Yüksek yargıya darbe

Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin, MHP kararını belirsizliğe bırakıp, 15 Mayıs’taki olağanüstü kongre sürecini krize dönüştürmesi yargının içinde bulunduğu durumu gözler önüne seriyor. Hal böyleyken gündemde Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görevlerini toptan sona erdirecek bir yasa çalışması var. İktidara yakın medyada çıkan haberlere göre, yapılan bir kanun değişikliği ile şu an seçimle gelmiş tüm Yargıtay ve Danışta üyelerinin görevlerine son verilecek. Sonra yeni üyeler tekrar atanacak. Kısaca yüksek yargıya darbe. İktidara yakın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz, bunun haberini sosyal medyada ‘yargıya neşter’ şeklinde duyurdu. Meslektaşları olan yargı mensuplarına yapılacak müdahaleyi, yüksek yargıya dönük toplu infazı ‘neşter’ diye adlandırmak bir hukukçunun dile getirebileceği bir şey değil. Öte yandan değerli hukukçu Sami Selçuk’un dediği gibi seçimle gelmiş yüksek yargıçları kanunla görevinden almak da Anayasa’nın ihlali olacak.

Kendinden kurmalı yargı isteği

Yargıtay’ın MHP dosyasındaki tavrına bakınca ise ‘Yüksek yargıya dönük bu Anayasa ihlaline filan ne gerek var?’ sorusu akla geliyor. Cevabı tahmin etmek mümkün. Yargının iradesini şu anda esir halinde, korkutma, sindirme ve tehdit ile istediklerini yaptırıyorlar. Doğal olarak bunun için biraz efor, uğraşı, mesai gerekiyor. Risk de var; ya tutmazsa. O nedenle kökten değiştirmek ve yeniden istedikleri adamlarıyla yüksek yargı kurmak istiyorlar ki çabalamadan, hiç emek sarf etmeden istedikleri kararlar çıksın. O zaman iktidarın söylemesine, araya adam, tanıdık sokmasına, talimat iletmesine bile gerek kalmayacak. Çünkü yüksek yargı zaten ne karar vermesi gerektiğini, iktidar adına nasıl davranması gerektiğini bilecek. Kendinden kurmalı yargı olacak.

 

***

 

Demokratlar galip / Melih Aşık / Milliyet



Muhalifler, sağduyulu demokratlar, yurtsever aydınlar sessiz sedasız bir zafer kazandılar... AKP’ye yeni anayasa ve başkanlık konusunda havlu attırdılar.

Aylardır ne diyorduk; Bu Meclis yeni anayasaya yapamaz... Başkanlık sistemi Türkiye’de uygulanamaz...

AKP yaptırdığı anketlerde yeni anayasa ve başkanlığın ne Meclis ne referandumdan geçemeyeceğini gördü. B Planını uygulamaya koydu. 

Nedir o? Partili Cumhurbaşkanı...

AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli “Partili Cumhurbaşkanı” için üç dört maddelik bir anayasa değişikliğini Haziran ayında Meclis’e getireceklerini söylüyor. Sonrası mı? CHP Anayasa Komisyonu üyesi Namık Havutça’nın yorumu:

- Görünen o ki AKP, nihai hedefleri olan başkanlık sistemini gerçekleştirmede 1. aşama olarak ‘Partili Cumhurbaşkanı’nı hayata geçirmek istiyor. Tayyip Bey acilen meclis grubunun iplerine eline almak istiyor. Çünkü genel başkanlık bir başkasında olduğunda milletvekillerini kontrol edemediğini Davutoğlu olayı ile net şekilde gördü. 1. aşama ‘Partili cumhurbaşkanlığı’ ile gerçekleştirilince ilk fırsatta ikinci aşama olan ‘başkanlığa’ geçmeyi planlıyorlar.”

Demokrat aydınlar ve muhalefet şimdi ikinci etap mücadeleye başlıyor. Bu da “Partili Cumhurbaşkanı” sistemine geçiş için Meclis’te gerekli 330’un bulunmasını önlemektir. Önlemek gerekir çünkü açılmak istenen yol sınırsız başkanlığa gidiyor.

 

***

 

Önce yayın yasağı getir, sonrasına bakarız! / Emin Çölaşan / Sözcü



Sevgili okuyucularım, önceki gün Diyarbakır'da yine bir patlama oldu. Zırhlı polis aracına yapılan saldırı akşamüzeri medyaya düştü…

Televizyonlar haberi vermeye başladı…

Üç kişi ölmüştü, çok sayıda yaralı vardı ama ölenlerin polis olup olmadığı bilinmiyordu. Milyonlarca insan haberleri, geçilen altyazıları ve olay yerinin görüntülerini merakla izlemeye başlamıştı.

Saat 19 haber bültenleri başladı…

Ve anında gündeme bir haber düştü:

Olaya ilişkin yayın yasağı getirilmişti!

* * *

Her terör olayı sonrasında bunu yapıyorlar. Hemen yayın yasağı getiriliyor.

Nedir yayın yasağı?

Olayla ilgili haber vermeyeceksin, yorum yapmayacaksın.

Her seferinde yayın yasağı getirmek her şeyden önce anayasa ve yasaların açık hükümlerini çiğnemektir.

* * *

Emniyet Genel Müdürü Celalettin Lekesiz kısa süre önce 81 ilin Emniyet Müdürlüklerine bir genelge gönderdi.

Terör olayından sonra 30 dakika içerisinde ve öncelikle yapılması gereken işleri tek tek yazdı. Sırasıyla özetliyorum:

– Olayla ilgili ilk bilgilerin alınması.

– Üst makamlara ilk bilgilerin sunulması.

– Gerekiyorsa YAYIN YASAĞI alınması.

– Olaya gidecek ekiplerin yeni patlama ve saldırılara karşı tedbirli olması.

– Çevre emniyetinin alınması.

– (Olay yerine) Ambulans gönderilmesi.

– İtfaiye gönderilmesi.

– Hastane güzergahının açık tutulması.

– Bomba imha uzmanı gönderilmesi…

Evet, Emniyet tarafından yapılması gereken işlerin öncelik sırası böyle belirlenmiş.

* * *

Şu işe bakınız ki, yayın yasağı üçüncü sırada…

Ve her olay sonrasında ne yazık ki yayın yasağı getiriliyor.

Olay yerine ambulans ve itfaiye gönderilmesinden bile öncelikli.

Tam da bu iktidarın kafa yapısını gösteren acı bir gerçek…

Yani sansür!

Medya, vereceği haberleri ister istemez kısıtlayacak, eline geçen bilgileri kullanamayacak, toplum ne olduğunu bilmeyecek!

Terör karşısında boyun eğenlerin sığındığı yer işte bu yayın yasakları oluyor.

 

***



Komşuluk meselesi ve başkanlık! / Güngör Mengi / Vatan

 

HDP Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in “İnsanlar bir evde birlikte yaşayamıyorsa komşu olmalıdır. Şimdi durum komşuluğa doğru gidiyor” sözleri yenir yutulur gibi değil.

 

TBMM’ye girmiş, verdiği “barış-kardeşlik” sözleriyle 3’üncü partiliğe çıkmış bir parti açıkça “ülkeyi bölmekten” söz ediyor.

 

Baydemir “şimdi durumun komşuluğa gittiğine” neye göre karar veriyor acaba?

 

Ona bu cüreti veren “PKK’nın sivil-asker-polis, Türk-Kürt, ev, lojman, karakol, askeri üs demeden yaptığı bombalı saldırılar” mıdır?

 

Hani bağınız yoktu?

 

Baydemir “PKK’ya lanet okuyan Kürt şehit analarının feryatlarını, ağıtlarını” hiç mi duymuyor, görmüyor?

 

Sokaktaki masum insanlara yapılan ve yüzlerce hayata mal olan canlı bomba veya bombalı araç saldırılarını destekleyen bu sözleri söylemek “Biz de PKK’yız” demekle eşdeğer değil midir?

 

Hani seçimden önce Eş Başkanınız Demirtaş “HDP ile PKK arasında organik bir bağ olmadığını” söylemişti?

 

Hani “PKK’nın amasız olarak saldırılarını durdurması lazım, bu ölümler durmalı” demişti?

 

Halkı, seçmeni aldatmak için miydi o sözler? Buna mı “siyaset” diyorlar, önce bu soruyu cevaplamaları gerekiyor.

Kaynak: Medya Arkası (12 Mayıs 2016)

YORUMLAR

  • 0 Yorum