Medya Arkası

Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde ağırlıklı olarak MHP'deki kongre tartışmaları vardı. Yazarların çoğu hukuk kaosu yaşandığı görüşünde birleşti

Medya Arkası
14 Mayıs 2016 - 11:10 - Güncelleme: 14 Mayıs 2016 - 14:41
Yargı Kaosu MHP’yi Çatlattı / Muharrem Sarıkaya / Habertürk

Olağanüstü kurultaya yargı yoluyla çözüm aranmasının yarattığı kaos, MHP’de çatlağı da getirdi.

MHP 1997’ye döndü.

Bundan sonra Yargıtay hangi kararı alırsa alsın, son 19 yıldır MHP’de yaşanan“birlikte dertlenme” süreci zemini olmayacak.

Bütün bunlara neden de yıllardır değişmesi yönünde görüş belirtilmesine karşın bir türlü dokunulmayan Siyasi Partiler Kanunu...

Çünkü SPK’nın 14. maddesi, “Üst kurul delegelerinin beşte birinin imzasının bulunması halinde olağanüstü kurultay yapılır” diyor.

Ancak ne kadar sürede yapılacağına açıklık getirmiyor.

Bu da kaosun ana çıkış noktasını oluşturuyor.

Nitekim benzer süreci 2010’da Saadet Partisi de yaşamış, aynı yoldan geçmişti.

Sonunda SP kurultayını yaptı, Yargıtay ise ancak 3 yıl sonra “Evet yapabilirsiniz”kararını verdi.

MHP’de ise bu süreç 18. Hukuk Dairesi’nin de kısa süre önce yazılı bir açıklamayla kamuoyuna duyurduğu gibi o kadar sürmeyecek, bu ay içinde tamamlanacak.

YOLLAR TÜKETİLDİ

Bu durumda iki tarafın da önünde iki yol vardı.

Muhalifler 15 gün daha bekleyip Yargıtay kararı sonrasında yol haritasını çizebilirdi.

Genel merkez de Tosya ve Gemerek sürecini yaşatmadan uzlaşı içinde çözüm üretebilirdi.

Ancak her iki taraf da bunun yerine, kendi dışındakilerin hakkında karar vereceği mekanizmalara yöneldi.

Yargının da içinde bulunduğu durum buna eklenince var olan sorun kaosa dönüştü.

Üretilebilecek hiçbir çözüm yolu kalmadı.

Çünkü işin özeti ortada; muhalefet her şeye rağmen yarın olağanüstü kurultayı toplayacağını söylüyor.

Genel merkez ise yaptırmamak için yargı ve polisi göreve çağırıyor.

MHP de tam anlamıyla 1992’de MÇP Lideri olan Alparslan Türkeş’in MHP Kurultayı’na Ülkü Ocaklı gençlerle gittiği veya 1997’de Ülkü Ocakları Başkanı’nın“Yaşasın illegalite” sloganı attığı kurultay sürecine benzer pozisyona itiliyor.

Her iki kurultay sonrası MHP’de yaşanan uzlaşının ve değişimin adresi Devlet Bahçeli olmuştu, özellikle partinin liderliğini üstlendikten sonra değişimi gerçekleştiren isim olmuştu.

Ziya Gökalp’ten kalma “Kızıl Elma”cı yaklaşım yerine çağın gereğine uygun milliyetçilik tanımı getirmiş, teşkilatını sokaktan salonlara taşımış, ideolojik örgütlenmeden toplum partisine dönüşü gerçekleştirmişti.

ÇATIŞMACI ÇÖZÜM

Ancak gelinen noktada MHP’nin içinde bulunduğu durum dün partinin etkin isimlerinden birinin de söylediği gibi, bir otomobilin “bilye dağıtması veya şanzıman dağıtmasından” farklı değil.

Böyle bir durumdaki araçtan ne ses geliyorsa, bugün MHP’den de aynı ses çıkıyor.

İşin ilginç yanı, bu süreçte yargının ne kadar siyasallaştığı veya siyasi suçlamalara maruz kaldığı da sergilenmiş bulunuyor.

Bir mahkeme karar alırken, diğerinin onun tersini ilan etmesi; bir başkasının alınan tedbir kararının 1 hafta içinde uygulamasına dönük talep gelmediği için tedbirin düştüğünü ilan etmesi, diğerinin kararını 24 saat sonra hatırlaması, bir başkasının partilere ahkâm kesmesi de bunun en açık göstergesi.

Özetle, bu süreçte yıpranan sadece MHP değil, yargı da oldu.

***

Yargısal Kaos / Taha Akyol / Hürriyet

YARGITAY MHP kongresiyle ilgili olarak bu satırlar yazılırken henüz bir karar vermemişti.

Son gelen haber, kongreyi durduran kararın Ankara 2. İcra Mahkemesi tarafından kaldırıldığı yolundaydı... Gemerek Asliye Mahkemesi yeni bir tedbir kararı vermişti... Falan...

Beni birinci derecede ilgilendiren husus, partilerin iç süreçleri değil, yargıya güvenin yerlerde sürünmesidir: Yargının kaçıncı çelişkili kararları! Daha hazin olanı Yargıtay’ın o anlaşılmaz kararsızlığıdır.

YARGITAY’IN İŞİ NE?

Yargıtay’ın “kararı geciktirme” tutumu öylesine siyasi yorumlara yol açtı ki ilgili Yargıtay dairesi 11 Mayıs’ta açıklama yapmak zorunda kaldı: “Dosyanın ön incelenmesi tamamlanmıştır. Davacı tarafın, dosyanın öne alınması talebi incelenmiştir...”

Eeee...

E’si şu, “Mayıs içinde müzakere edilerek gerekli karar verilecektir!”

Yani kongre tarihi geçtikten sonra!

Tarafsız ve bağımsız olması gereken yargının bir parti kongresini geciktirmek gibi bir işlevi olabilir mi?! Niye geciktirildiği konusunda tatminkâr bir açıklama yapılmazsa bu durum adalet tarihine ağır eleştirilerle geçecektir.

Yaygın görüş iktidarın bu yolda Yargıtay’a baskı yaptığıdır. Ben siyasi yorumları bir tarafa bırakarak başta hâkim ve savcılar olmak üzere hukukçulara ve herkese tarihten bir olayı hatırlatmak istiyorum.

GÜCE GÖRE ADALET!

Yıl 1954, benim partim Menderes’in Demokrat Partisi iktidarda... Emeklilik Kanunu’nda bir değişiklik yapıyor: 65 yaşında emekli olan hâkim ve savcılarla profesörler bundan sonra 60 yaşında emekli olacaklar, ancak Bakanlar Kurulu ihtiyaç gördüğü durumlarda kişiler için emeklilik süresini 65 yaşa kadar uzatabilecek.

Ne demek bu? Bizden olanların emekliliğini uzatırım, diğerlerini emekliye sevk ederim!

Milli irade değil mi? DP Seyhan milletvekili Sinan Tekelioğlu 21 Haziran 1924 günü Meclis’te konuşuyor:

“Mahkemeler TBMM’ye bağlı birer teşekkül haline getirilmelidir!”

Ne demek bu?

Tek Parti devrindeki İstiklal Mahkemeleri’ni geri getirmek demek!

Güç kimdeyse ona göre çalışacak yargı cihazları yani!

TARİHİN UYARISI

Demokrat Parti Trabzon milletvekili büyük tarihçi Prof. Osman Turan kendi partisinin bu tasarısına karşı çıktı. Avrupa’da bile insanlar 70 yaşında emekliye sevk edilirken, yetişmiş insan gücü çok yetersiz olan Türkiye gibi bir ülkede 60 yaşında emekliye sevk etmenin yanlış olduğunu hatırlattı.

Kimseye sözünü dinletemedi, o kanun çıktı.

Selçuklular çağının büyük tarihçisi merhum Osman Turan oy vermedi ama netice değişmedi. Anayasa hukukçusu Prof. Ali Fuat Başgil’in de Demokrat Parti iktidarına benzer uyarıları olmuş ama maalesef o da etkili olamamıştı. Bu konular benim “Türkiye’nin Hukuk Serüveni” kitabımda ayrıntılı olarak anlatılır.

YARGIDA ENDİŞE

Birkaç gün önce yazmıştım; Adalet Bakanlığı Yargıtay ve Danıştay’da kadroları sıfırlayıp HSYK’nın yeni atamalar yapmasını öngören bir kanun hazırlıyormuş.

Yargıtay ve Danıştay’da “Benim hakkımda ne işlem yaparlar?” endişesi var.

HSYK “mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı” ilkesine göre çalışan bir kurum olsaydı, mesele yoktu... HSYK’nın da “yürütmeyle uyumlu” davrandığı yolunda yaygın endişeler var.

Siyasetin artık yargıdan elini çekmesi gerekmiyor mu?

Hukuk diliyle soralım; “uzlaşmazlıkların giderilmesi” nasıl sağlanacak? İhilafların sürüp gitmesi toplumu ne hale getirir?

Ey yargı, çelişkili kararlarınla ve karar vermeyi geciktiren kararınla bir partinin kongre sürecini ne hale getirdin, görüyor musun?

Yargıtay zamanında bir karar verseydi bunlar olur muydu?

Yargıya güvenin sarsıldığı bir ülke nasıl huzurlu olur?

***

MHP göz kırpsa da başkanlığa evet diyemez / Can Ataklı / Korkusuz

Gözler MHP'de. Tabii öncelikle yarın kongrenin toplanıp toplanmayacağı konusunda.

Kafalar çok karışık. Aklına esen mahkemeye gitmiş, her mahkeme farklı karar veriyor.

Kişisel tahminim, daha önce de birkaç kez belirttiğim gibi en azından yarın kongre toplanmayacağı doğrultusunda.

Kamuoyunun bir bölümü MHP'de muhalefetin kazanması halinde çok şeyin değişeceğini düşünüyor.

Mevcut durumun devamının ise MHP'nin baraj altında kalmasına bile neden olacağını savunanlar da var.

Ancak bana göre MHP'nin durumunu sarayın bastırdığı başkanlık sisteminde alacağı tavır belirleyecektir.

Saray şu anda MHP'ye muhtaç. Çünkü CHP ve HDP'nin başkanlık için oy vermeyeceği neredeyse kesin. HDP'nin AKP'ye yatacağını ileri sürenler var ama o zaman iki parti de tabanlarına durumu anlatamaz.

MHP ise sürekli göz kırpıyor. Zaten iktidarı altın tepsi içinde AKP'ye teslim eden MHP bu sabıkasıyla güven vermediği için kamuoyunda “Bahçeli sarayın istediğini yapacaktır” endişesi hakim.

Ben bu konuda farklı düşünüyorum. Bahçeli AKP'ye göz kırpsa da başkanlık için oy vermeyecektir.

Son grup toplantısında iktidara desteğinin “terörle mücadele” konusunda olacağını söyledi ve başkanlık için kapıları kapattı.

MHP Erdoğan'a iktidarı vermenin ağırlığı altından zaten kalkamayacaktır, bir de onu başkan yapmasının yükünü taşıması mümkün değildir. MHP tabanı Erdoğan'ı başkan yapacak MHP kadrolarını tükürükle boğar yoksa.

***

AK Parti ile MHP anlaştı mı / Batuhan Yaşar / Türkiye

Bu sorunun evet veya hayır şeklinde bir cevabı yok. En azından şimdilik. Her ne kadar daha sonra; terörle mücadeleyi kastettim dese de, MHP lideri Bahçeli’nin cümlelerinde siyaseten parantezler yoktu. Yaptığımız araştırmalar neticesinde;

AK Parti ile MHP arasında Anayasa değişikliğine yönelik bir temas var ve bu temas hâlihazırda devam ediyor diyebiliriz...

MHP, rahmetli Alparslan Türkeş’ten bu yana, sisteme kritik anlarda kritik müdahaleleriyle hep dikkat çekmiştir. Alparslan Türkeş, Türkiye’nin 1990’ın karanlık dehlizlerinden çıkabilmesi için âdeta siyaseten bir savaşın içine girmiştir. Bunda da kısmen başarılı olmuştur.

Devlet Bahçeli’nin MHP’si de aynı yolda yürümeye devam etmiştir.

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı ve başörtüsü yasağında AK Parti ile MHP aynı kulvarda yer almıştır.

Bu örnekleri, sistem tıkanıklıklarının aşılmasında oynadığı kritik rol sebebiyle veriyoruz.

Gelin isterseniz AK Parti’de neler oluyor biraz da o cenaha bakalım..

AK Parti haziran ayında atacağı hem yeni Anayasa hem de Başkanlık sistemi adımları ile ilgili harıl harıl çalışıyor. Hafta başında Nurettin Canikli, Partili Cumhurbaşkanlığı modelinin detaylarını anlattı. Ardından Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “AK Parti’nin hedefi tam Başkanlıktır” dedi. Bu sözler önce birbirini boşa düşürüyor gibi anlaşıldı.

Daha önce de yazmıştık. AK Parti Başkanlık sistemi konusunda birbirinden farklı, alternatif çalışmalar yapıyor. Referandum için gerekli olan 330’un bulunması için de MHP’nin desteği gerekli biliyorsunuz. 

MHP’nin hassasiyetlerini de hatırlatalım isterseniz:

“Üniter yapının korunması ve terörle etkin mücadele”

Güvenilir kaynaklardan aldığımız bilgilere göre, MHP, "partili Cumhurbaşkanlığı"na daha sıcak bakıyor.

Neden mi?

MHP’ye göre zaten fiili olarak böyle bir durum oluşmuş durumda. Sadece ilgili Anayasa maddesinden “varsa partisi ile ilişiği kesilir” ibaresi çıkarılacak.

En kolayı bu. Başka bir maddeyi değiştirmeye de gerek yok. Anayasa hukukçuları, 1960’a kadar zaten böyle olduğunu, Atatürk, İnönü ve Bayar’ın partili Cumhurbaşkanı olduklarının altını şu yüzden çiziyorlar:

“Anayasa 101’de bu değişiklik yapılırsa, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 3. Olağanüstü Kongre ile AK Parti Genel Başkanlığına dönebilecek.”

Hükümeti direkt kendisi kurabilecek. Başbakan ve Bakanları atayabilecek.

Başbakanlık makamı devam ettiği için buna yarı başkanlık da diyebiliriz.

Parti içinde bunun “şimdilik ve pansuman” gibi görüldüğünü de belirtelim ama. Yani aslında biz, 3 değil 2 farklı modeli, Partili Cumhurbaşkanlığı Yarı Başkanlık Sistemi ve Tam Başkanlık Sistemlerini konuşuyoruz.

Gelelim ikincisine.

Tam Başkanlık modeli ile ilgili de MHP ile temasın olduğunu biliyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçildiği tarihten itibaren yasama ve yürütme ile ilgili tüm yetkilerini sonuna kadar kullanıyor mu? Evet, kullanıyor. Çünkü o TBMM’nin değil milletin seçtiği bir cumhurbaşkanı. Başka bir deyişle artık Anayasada yazdığı gibi sorumsuz bir cumhurbaşkanı değil. Bir fiili durum daha oluştu yani. Anayasada aksi yazsa da halka karşı sorumlu bir cumhurbaşkanımız var artık. Kim itiraz edebilir ki? Özal, Demirel ve Sezer tarafsız mıydı?

1961 Anayasasına “partisi ile ilişiğini keser” ibaresini koyarak cumhurbaşkanlarını halktan kopartmadılar mı?.. Millet ile devleti birbirinden ayırmadılar mı?..

Soruyorum size: Cemal Gürsel, Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk’ü halk seçer miydi?

Ta ki 2007’deki anayasa değişikliğine kadar.

Anayasaya “Halk tarafından seçilir” diye yazılana kadar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kim seçti.. Marslılar mı? Neptünlüler mi? Yüzde 52’lik oyun kendisine, kim tarafından verildiğine gözlerini mi kapatacak.

Komik olmayalım.

Dünyanın hiçbir ülkesinde partisiz Başkan veya Cumhurbaşkanı olmadığını da hatırlatalım. Getirilecek tam Başkanlık teklifinin ayrıntılarında da şunlar var:

-Halkın önüne iki seçim pusulası getirilmesi öngörülüyor.

-Birinde TBMM üyeleri yani milletvekilleri, diğerinde Başkan adaylarının isimleri olacak.

-Milletvekili seçiminde baraj tamamen kaldırılacak.

-TBMM, kanun yapmaya devam edecek. Ayrıca Başkanı ve Bakanları denetleyecek. Yani hesap soracak.

Tam Başkanlık için de biliyorsunuz 330 milletvekilinin 'evet'i gerekli.

Daha geniş yelpazenin temsili anlamında MHP’ye Başkan Yardımcılıkları veya Bakanlık pekâlâ verilebilir.

AK Parti de MHP de bütün bu modellerin, sistemlerin tartışılmasını istiyor.

Özetle her şey masada her şey konuşuluyor. 

Siyaset her zaman sürprizlere açıktır. Siyaseti hiçbir zaman statikleştiremezsiniz. 24 saat her zaman siyasette daha uzun olmuştur.

CHP, Kemal Kılıçdaroğlu döneminde politika yapamaz ve siyaset üretemez hâle geldi. Siyaseti sadece masayı terk etmek gibi bir basitliğe kadar indirgedi. Siyasetten ne kadar uzaklaştığını ispat edercesine "kan" çağrısı yaptı!

Resmen HDP ile aynı konuma düştü.

Nerelere işaret fişeği çaktığı ortadadır.

Değişim rüzgârları er-geç CHP’ye ulaşacaktır.

***

Böyle Gitmez / Melih Aşık / Milliyet

Güneydoğu’da terör çoktan savaşa dönüştü. Her sabah yeni bir “acı haber”le uyanıyoruz. Çatışmasız, şehitsiz, tuzaksız, patlamasız gün geçmiyor.

Bu kanama nasıl duracak?

İlçeleri temizlemekle sonuç alınmıyor... Kaldı ki o da belalı iş... Nusaybin’de operasyonlar iki aydır sürüyor, şehit sayısı 58 oldu...

Arada bir Hava Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’taki hedefleri bombaladığı haberleri geliyor. Ancak bugüne dek örgütün beyin kadrosuna bir zarar verildiğine tanık olmadık. Oysa sonuç almak için ilk ve gerekli şart PKK’nın beyin kadrosunu tasfiye etmek. Bunun için ne yapmalı?

Irak devleti PKK örgütünün yönetici kadrosunun varlığına, kamplarına, cephaneliklerine, eğitimalanlarına engel olmuyor. Oysa Irak Anayasası’nın 7. maddesi bakın ne diyor:

“Devlet terörizmin bütün şekilleriyle mücadele edecek ve topraklarının terör eylemleri için bir üs, bir geçiş yolu veya eylem alanı olmasını önlemek için çalışacaktır.”

BM Güvenlik Konseyi’nin 1373 sayılı kararında ise:

“Bütün ülkelerin, terörist eyleme karışmış kişilere aktif veya pasif hiçbir destek veremeyeceği, terörist faaliyetlerin önlenmesi için gerekli bütün tedbirleri alacağı” yazılı.

Türkiye’nin konuyu BM nezdinde mesele yapması, protesto etmesi, Irak müdahale etmediği takdirde Türkiye’nin bu müdahaleyi bizzat yapacağını açıklaması ve bu doğrultuda adım atması gerekir. Bunları yapıyor muyuz? Hani nerede?

YARGI

C.B. adlı 18 yaşından küçük çocuk, Melih Gökçek’e “O... çocuğu” vb. benzer hakaretlerle dolu bir tweet atıyor. Melih Gökçek çocuğu mahkemeye veriyor. Çocuk mahkemede o Tweet’i Melih Gökçek’in “Sizin o Ata’nız sünnetsiz idi, dinsiz idi” sözlerine karşılık attığını söylüyor. Sözlerinden dönmüyor.

Mahkeme çocuk hakkında beraat kararı veriyor. Bu kararı TCK’nın “Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir” diyen 129’uncu maddesine dayandırıyor. Gökçek’in avukatları davayı Yargıtay’a taşıyor, Yargıtay da mahkemenin kararını onaylıyor. Gökçek ayrıca Atatürk’e hakaretten yargılanmalıdır.

İktidar “Biz sadece Kızılay’a kan veririz” diyor. 

Oysa vatandaş ayrıca PKK’ya, IŞİD’e, kazalara, cinayetlere de veriyor...

***

Düşük profilli başbakan aranıyor! 

Millet artık CV’sine yeteneklerini değil, acizliklerini yazacak…

Akif Kökçe

***

Lider Değişimi Yolunda / Güngör Mengi / Vatan

Kurultay geliyor

Ankara 2. İcra Mahkemesi MHP’li muhaliflerin “olağanüstü kurultayın engellenmesi kararına yapılan itirazı kabul etti.

MHP’de genel başkan adayı olduğunu açıklayan isimler kurultayın 15 Mayıs’ta yapılacağını açıkladılar

Bu çekişmenin artık bitmesi, istifalara, teşkilat feshetmelere, karşılıklı hakaretlerle partinin yıpranmasına varan karmaşanın “Kurultay’dan çıkacak sonuca saygı” ile sonlanması gerekiyor.

CHP’de de Yalova Milletvekili Muharrem İnce ve onu destekleyen milletvekilleri Balıkesir’de düzenleyecekleri mitingle, MHP’li muhaliflerin yaptığı gibi “seçimli olağanüstü kurultay” talebiyle ortaya çıkıyor.

Demokrasiyi sağlamak!

Eski CHP Milletvekili Şahin Mengü’nün başını çektiği bir başka grup ise yurt genelinde “kurultay çağrısı” yapmak için harekete geçti.

Seçimlerde üst üste başarı gösteremeyen liderlerin İngiltere seçimlerinde “başarı gösteremeyen 3 muhalefet partisinin liderinin yaptığı gibi” istifa etmesi geleneği olsaydı, bunlara gerek kalmayacaktı.

Burada önemli olan, “daha demokratik kurultay istiyoruz” diye ortaya çıkan muhaliflerin “bundan önceki kurultaylardan daha demokratik” bir kurultay yapma başarısını göstermesidir.

Tek genel başkan adayı ile kurultay yapılıyor, “parti içinden ve dışından” başka hiç kimse aday olmuyorsa o partide bir sorun var demektir.

Demokrasiden söz edebilmek için “isteyen ve şartlara sahip, delegeden oy alma ihtimali olan herkes, milletvekili olsa da olmasa da” aday olabilmelidir.

Milletvekillerini de halk seçmelidir. Genel başkanların milletvekili seçtiği ülkede zaten demokrasi, özgür milli irade yok demektir.

***

AB çadır eylemini terör olarak görmüyor / Murat Çelik / Vatan

pa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjörg Haber, Türkiye ziyareti kapsamında Ankara’da gazetelerin Ankara temsilcileriyle bir araya geldi. Vize meselesinin doğrudan göçmen meselesiyle bağlantılı olmadığını söyleyen Haber’in mesajlarından satırbaşları şöyle:

- Vize muafiyeti 2017’de planlanıyordu. Geri Kabul Anlaşması (GKA) için de 6 aylık bir deneme süreci öngörülmüştü. Ancak 30 Haziran’a çekilince geri kabul anlaşmasında taviz verildi. Deneme süreci 6 aydan bir aya çekildi.

- Türkiye ile AB arasında aslında şöyle bir fark var. Türkiye vize muafiyetinin ne zaman yürürlüğe gireceğine yoğunlaştı. Biz ise yerine getirilmesi gereken kriterlere vurgu yaptık. 2013’te başlayan görüşmelerde de kriterlerde değişiklik yapılamayacağı belirtilmiştir. Kriterler değişmez.

‘Terör konusunda  yorumunuz geniş’

- Terör konusunda Türk makamlarının yorumu çok geniş. Örneğin Türkiye’de terörden suçlanan bir kişinin eylemi AB’de ifade özgürlüğü sınırları içinde değerlendirilebilinir. Bu kişi de vize serbestisinden yararlanarak Avrupa’ya gelebilir, sığınma başvurusunda bulunabilinir ve büyük bir olasılıkla da kabul edilir. Bu tabii ki üye devletlerin kaygılarından sadece bir tanesi.

Terörün tanımı konusunda somut uluslararası bir mutabakat yok. Ama Türkiye’nin tanımı son derece geniş. Bu sorunu biz terör eylemini tanımlama yoluyla çözmeye çalıştık.

- PKK, AB’nin terör listesinde. PKK’ya karşı Türkiye ile AB işbirliği yapıyor. Elbette bu konuda bazı iyileştirmeler yapılabilir. Ancak Brüksel’de çadır kurulmasını terör eylemi olarak değerlendirilmiyor. İşte tam da bu noktada ayrışıyoruz. İfade özgürlüğünü fiziksel olarak terör eylemi sayamayız. Londra’da bir kişi otoparkta IŞİD bayrağı gördüğü için güvenlik güçlerine başvuruda bulundu ve bu kişiye, ‘hemen bu bayrağın kaldırılacağını beklemeyin’ denildi. Evet PKK ve IŞİD terör örgütleridir. Ancak AB’de ifade özgürlüğü vardır.

***

Rezaletin son aşaması / Emin Çölaşan / Sözcü

Dün yine acı haberler aldık. Çukurca'da Kayseri Komando Tugayı'ndan altı şehit. Aynı harekatta düşen (ya da düşürülen) helikopterimizde iki pilotumuz şehit.

Bir de Nusaybin'de yaralanıp GATA'da tedavi edilmekte olan bir askerimiz daha şehit.

Bir günde toplam dokuz şehit.

10 Mayıs tarihli yazımda “Umarım yanılırım ama bu rakam en geç üç hafta sonra Kıbrıs şehitlerinin sayısını geçmiş olacak” demiştim.

Keşke yanılsaydım… Az bile yazmışım.

Şehit sayısı dün itibarıyla 491 oldu. 

Sadece 10 ayda 491… Üstelik bizim bilmediklerimiz de var. Örneğin tedavi edilirken can verenlerden kamuoyunun haberi olmuyor. 

Dolayısıyla çok az kaldı… Birkaç gün sonra bu rakam Kıbrıs şehitlerinin sayısını kesinlikle geçmiş olacak.Bunları üzülerek, hem de utanarak yazıyorum.

*  *  *

Allah sizin icat ettiğiniz o “Çözüm sürecinin” bin defa belasını versin. Adına PKK denilen terör

örgütüne zaman kazandırıp nefes aldırdınız.

Herifler Güneydoğu'daki bütün il ve ilçeleri kazıp köstebek yuvasına döndürdüler. Hem de sizin gözlerinizin önünde.

Evler ve okullar işgal edildi, cadde ve sokaklarda hendekler kazıldı, tüneller açıldı, kamu binaları örgütün karargahı yapıldı. 

Bunlar olurken siz Ankara'dan, badem bıyıklı valilerinize emir gönderiyordunuz:

“Çözüm sürecine zarar verecek davranışlardan kaçınacaksınız. Asker kışlasında, polis karakolunda bekleyecek. Üzerine ateş edilmedikçe hiçbir şeye karışmayacak…”

Bölgedeki komutanlar o badem bıyıklılara gelip yakınıyordu ama değişen bir şey olmuyordu… Zira terörle mücadele dahil il ve ilçelerin bütün yetkileri bademlere devredilmişti.

“Sayın valim operasyon yapalım, adamlar her yeri ele geçirip mevzi hazırlıyor. Sonra bunları oldukları yerden temizlemek için çok sıkıntı çekeriz…”

Verilen yanıt hep aynı oluyordu:

“Haklısınız ama hükümetin emri böyle. Biz şimdilik bir şey yapmayalım. Açılım süreci bozulmasın!”

*  *  *

Burada bir konuyu daha ısrarla yazıyorum. Her terör olayı sonrasında açıklamalar yapılıyor:

“Dün 68 terörist öldürülmüştür. Bugüne kadar etkisiz duruma getirilen terörist sayısı beş bin bilmem kaç olmuştur. Misliyle karşılık verilmiştir, mücadelemiz aynen devam edecektir. Vatan toprağını kimselere bırakmayız!..”

Sizden vatan toprağını bırakmanızı isteyen yok. Elbette ki hiçbirimiz bırakmayız.

Ama lütfen şu abartılı rakamları artık kullanmayın…

Biliyoruz, bu yöntem ve rakamlar psikolojik savaşın bir boyutudur ama korkarım ki artık inandırıcı olma özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. 

Heriflerin binlercesini öldürüyorsunuz ama, nasıl oluyorsa hiçbir etkisi yok!

Nereden fışkırıyor, Çin ordusu mu bunlar?

*  *  *

PKK pisliğinin ana merkezi burnumuzun dibinde, Kuzey Irak'ta Barzani'nin topraklarında.

O mikropları orada adına Barzani denilen herif besliyor. Gıda, silah, barınak ve mühimmatı doğrudan ve dolambaçlı yollardan o sağlıyor.

Tavşana kaç tazıya tut deyip ikili oynuyor.

Bizim AKP hükümetleri ise Barzani ile fevkalade dost. Aralarından su sızmıyor. İşin temelinde karşılıklı ticaret, çıkar ve para hesapları var. 

Şunu herkes çok iyi bilsin:

Bugüne kadar Güneydoğu'dan gelen her şehit cenazesinde, bayrağa sarılı her tabutun üzerinde o iğrenç herifin kirli ellerinin izi var.

Bugün düğünümüz var!

Sevgili okuyucularım değerli büyüğümüz ve biricik liderimizRecep Tayyip Bey'in biricik bekar sultanı Sümeyyanımbugün dünya evine girecek.

Bazıları şimdiden tutturdu…

“Vay efendim düğün salonu ve çevre düzenlemesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi milyonlar harcıyormuş da, bu paralar kimin cebinden çıkıyormuş da, yağcılar tarafından kilolarca altın ve mücevher hediye edilecekmiş de, ülke matemde saray düğünde imiş de, Erdoğan Ailesi bu gelen hediyeleri şehitlerin geride bıraktığı fakir fukara ailelerine vermeliymiş de!..”

*  *  *

İnsaf be kardeşim, kıskançlığın ancak bu kadarı olur yani. Size ne lan belediyenin harcadığı paralardan, size ne gelecek hediyelerden…

Ülke matemde diye koskoca düğünü mü ertelesin sayın cumhurbaşkanımız, ne yapsın?

Gelecek kilolarca altını niye şehit ailelerine bağışlasın, devlet onlara maaş bağlamıyor mu, bozdura bozdura harcasınlar.

*  *  *

Başkalarını bilmem ama Erdoğan ve ailesini ben şahsen severim ve saygı duyarım. Bu nedenle onlardan istirham ediyorum…

“Lütfen bu bozgunculara kulak asmayın. Gelen torbalar dolusu altın ve diğer hediyeler hepinize ananızın ak sütü gibi helaldir. Şehitleri mehitleri aklınıza getirip sakın ola ki keyfinizi bozmayın. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir deyip geçin.”

Sayın dünya liderimizin kızı Sümeyyanım ve damat bey'e mutluluklar ve başarılar diliyorum.

Ömrünüz boyunca her tuttuğunuz altın olsun…

Ve hiç endişe etmeyin, olacaktır!

***

Şehitler kimin umurumda / Mehmet Türker / Sözcü

Dün gö­zü­mü­zü aç­tık 8 şe­hit!..

Te­rö­rist­ler­le ça­tış­ma­da 6 şe­hit ver­dik, dü­şen Kob­ra he­li­kop­te­ri­nin 2 pi­lo­tu da şe­hit düş­tü…

Kı­sa bir sü­re son­ra GA­TA'dan ha­ber gel­di, te­da­vi gö­ren ya­ra­lı as­ke­ri­miz­den bi­ri şe­hit ol­muş­tu…

13 Ma­yıs Cu­ma sa­ba­hın­da 9 in­sa­nın ha­ya­tı yi­tip git­ti…

Ve o ha­yat­la­rın et­ra­fın­da­ki in­san­la­rın acı­sı, fer­ya­dı!.

Ama ki­min umu­run­da?..

Var­sa da yok­sa da baş­kan­lık…

Tür­ki­ye'nin tek der­di ve 365 gü­nün tek gün­de­mi yi­ne baş­kan­lık!..

*  *  *

“Ken­di gö­be­ği­mi­zi ken­di­mi­zin kes­me­sin­de­n” söz edi­yo­ruz; bi­zim gö­be­ği­mi­zi baş­ka­la­rı is­te­dik­le­ri gi­bi ken­di­le­ri­ne uy­gun ola­rak ke­si­yor far­kın­da de­ği­liz!..

De­ği­şen hiç­bir şey yok…

Sa­de­ce 7 Ha­zi­ran se­çim­le­rin­den bu ya­na ge­çen sü­re için­de 500'e ya­kın şe­hit ver­dik…

Su­bay, ast­su­bay, uz­man, söz­leş­me­li­ler ve va­ta­ni gö­re­vi­ni ya­pan ço­cuk­lar…

Gö­be­ği­mi­zi böy­le kes­ti­ler!..

Ba­şı­mı­za ge­len bu fe­la­ke­te sa­de­ce “te­rör be­la­sı­” de­yip geç­me­ye­lim ve şe­hit Yüz­ba­şı Ali Al­ka­n'­ın ağa­be­yi Yar­bay Meh­met Al­ka­n'­ın ce­na­ze tö­re­nin­de­ki o sö­zü­nü tek­rar­la­ya­lım:

“Ne ol­du da ba­rış di­yen­ler şim­di so­nu­na ka­dar sa­vaş di­ye ba­ğı­rı­yor­lar?”

*  *  *

Ön­ce­ki gün Os­ma­ni­ye'de kar­de­şi­nin me­za­rı­nı zi­ya­ret eden Yar­bay Meh­met Al­kan, “Dağ­da­ki te­rö­rü şeh­re in­di­ren­ler akan ka­nın so­rum­lu­su­du­r” di­yor…

Kim­dir bu so­rum­lu­lar?..

Sa­rı çiz­me­li Meh­met ağa de­ğil, bu ül­ke­yi yö­ne­ten­ler!..

Her gün 5-10 şe­hit ve­rir­ken, baş­ba­kan ola­bil­mek için bı­yık bı­ra­kan­lar…

Se­çim­le­rin üze­rin­den he­nüz 6 ay geç­miş­ken kon­gre­ye gi­den ik­ti­dar par­ti­sin­den par­sa kap­ma­ya ça­lı­şan­lar…

Se­çim­ler­de halk­tan ve­ka­let alıp Tür­ki­ye'nin kan gö­lü­ne dön­me­si­ni sey­re­den­ler…

*  *  *

Yar­bay Meh­met Al­kan so­ru­yor:

“As­ker­sin kar­de­şim öle­cek­sin, ey­val­lah… Bu ka­dar şe­hi­di­miz var… Bun­lar ka­nı­nı, ca­nı­nı ver­di, 32 yıl­dır böy­le… Ül­ke­yi yö­ne­ten­ler ne yap­tı?

Biz ca­nı­mız­la ka­nı­mız­la be­del öde­dik, ül­ke­yi yö­ne­ten­ler han­gi be­de­li öde­di?”

Yar­ba­yım, ben sa­na söy­le­ye­yim…

Bu­gü­ne ka­dar as­ker, po­lis, ko­ru­cu 10 bi­ne ya­kın gü­ven­lik gö­rev­li­si va­ta­nın bö­lün­mez­li­ği uğ­ru­na be­del öde­di…

Asıl be­del öde­me­si ge­re­ken si­ya­set­çi­ler ise, bu­gün­le­re sı­fır be­del­le gel­di­ler…

Sı­fır… Ko­ca­man bir sı­fır!..

***

Temayül yoklaması tiyatrosu / Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

AKP'de kongre hazırlıklarını yürüten Teşkilat Başkanı Mustafa Ataş, Milliyet gazetesinden Şebnem Hoşgör'ün sorularını yanıtladı ve "genel başkan adayının belirlenmesinde temayül geleneğini sürdüreceklerini" açıkladı.

Anlattığına göre olay şöyle cereyan edecekmiş:Milletvekillerinin, MKYK üyelerinin, il başkanlarının, kadın ve gençlik kolu başkanlarının görüşleri alınacak, sonra bu görüşler doğrultusunda genel başkan adayı açıklanacakmış.

Ataş, Anadolu Ajansı’na da şunu söylemiş: “Cumhurbaşkanımızı yok mu sayacağız? Mutlaka onun görüşlerini de alarak bu önemli kararları birlikte vereceğiz.”

Bu haberi okuyunca gülmekten karnımın ağrıdığını söylemeliyim.

Belli ki Mustafa Ataş Bey, memleketim insanlarının hepsini salak zannediyor.

Bu söylediklerine inanacak kaç kişi bulabilir acaba?

Başkasını bırakın acaba kendisi inanıyor mu diye merak etmedim de değil!

Erdoğan partiden ayrılırken yapılan temayül yoklamasında birinci sırada Abdullah Gül, hem de uzak ara çıkmıştı.Ahmet Davutoğlu ise listenin son sırasındaydı.

Ama tek seçici onu seçti ve bir işaretiyle Davutoğlu’nu genel başkan ve başbakan yapıverdi.

Yine öyle olacak.Çünkü o partide Erdoğan’dan başka kimsenin “özgül ağırlığı” yok.Kendinde böyle ağırlıklar olduğunu vehmedenlerin hepsi, kongreyi dışarıdan seyredecek.

Kendilerinden bekleneni yerine getirecekler: Parmak kaldıracaklar!Erdoğan işaret edecek, onlar da gidip oylarını verecekler.

Hepsi bu.

Temayül yoklamasıymış, yetkili kurullarmış filan büyük bir palavradan ibaret!

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum