Sinemanın başkenti mi yoksa bir lunapark mı: Hollywood!

ABD gezisinden geriye, burası görülmeden dünyadaki egemen gerçekliğin kavranmasının mümkün olmadığı ve bir şeylerin eksik kalacağı düşüncesi aklınızda yer ediyor

Sinemanın başkenti mi yoksa bir lunapark mı: Hollywood!
04 Eylül 2019 - 09:38
Bir süredir Amerika'dayım. Bu büyük ülkeye ilk gelişim. Büyüklük kavramının içini her anlamda dolduran, hatta biraz da abartan bir yanı var Amerika'nın. Yolların genişliğinden tutun binaların yüksekliğine, dünyanın hiç bir yerinde göremeyeceğiniz abartılı uzunlukta limuzinlere kadar her şey Amerika'da abartılı büyüklüklerde. Hele imitasyon şehir Las Vegas'ı gördüğünüzde abartının, lüks ve şatafat tutkusunun sınır tanımadığını daha iyi anlıyorsunuz.
Amerika'da ilk durağım Miami oldu. Dizi filmlerden aşina olduğumuz Miami, televizüel dünyanın (Tayfun Atay'ın kulakları çınlasın) abartılarını hissetmenize neden oluyor. Büyük bir Hispanik nüfus barındıran Miami'de, ana dil neredeyse İspanyolca olmuş. Küba devrimi sırasında kaçarak ABD'ye yerleşen Kübalıların oluşturduğu Little Havana ve Calle Hoco, şehre hakim olan modernist fırça darbelerinin dışında daha samimi bir görünüm, sanata ve kültüre daha açık bir ortam sunuyor. Küba mutfağını ve müziğini deneyimleme fırsatı ise cabası. Bu bölgede Londra'da Soho'da benzeri ortamı gerçekleştirenlerin düzenlediği duvar resimleri ise görülmeye değer.



Şüphesiz sadece Amerika'nın değil dünyanın en etkileyici şehirlerinin başında gelen New York, şüphesiz benim de favorim. İçinde barındırdığı kültürel zenginlik, yoğun nüfusuna karşın kaosun hakim olmadığı yaşamı ve işleyen kurallarıyla New York, görülmesi gereken olağanüstü bir kent.  Darısı bizim başımıza diyerek İstanbul için hayıflanmadan edemiyorsunuz. Merkezinde barındırdığı Central Park'ın bir vaha gibi sağladığı olanakların dışında; ayrıca Guggenheim, Metropolitan, Moma, Natural History Museum ve daha niceleri gibi dünya çapında çok önemli müzeleri barındırıyor. Bu görkemli şehrin şüphesiz en ilgi çeken mekanlarının başında "Times Square" ve "Özgürlük Heykeli" geliyor. Bir tekne turuyla "Liberty Island" ve ABD'ye 1892-1954 yılları arasında gelen göçmenler için giriş merkezi olan Ellis Adası'na ulaşabiliyorsunuz. Kaidesiyle birlikte 93 metre yüksekliğinde olan ve kuruluşunun 100. Yılında ABD'ye Fransızlar tarafından hediye edilen Özgürlük Heykeli (Statue of Liberty) ise çok görkemli ve yakından görülmediğinde bir şeylerin eksik kalabileceği duygusunu uyandırıyor.



Mesleğim gereği benim en çok ilgimi çeken yerlerin başında Los Angeles ve şüphesiz Hollywood geliyordu. Bu otantik Amerikan şehri aynı zamanda dünya sinemasına egemen olmuş ABD'nin sinema sektörünün üretim merkezi. Santa Monica dağlarında bulunan Hollywood Hills'in, Mount Lee tepesinde bulunan Hollywood yazısının da öyküsü manidar. Aslında "Hollywoodland" ismiyle gerçekleştirilen bir kent yaşam projesinin reklamı yapılmak için konulmuş bu yazı. Proje bittiğinde sökülmek istendiğinde, belediye "land" ekinin çıkarılarak sökülmesini  engellemiş. Günümüzde ışığa koşan kelebekler misali elllerinde fotoğraf makinalarıyla yüzlerce turisti çeken bir mekana dönüşmüş. Diğer yandan lüksün tepe yaptığı "Beverly Hills" ve Santa Monica'daki "Pasific Park ve Pier" görülesi diğer mekanlar... Ayrıca Titanic sınıfı transatlantiklerden Long Beech' deki "Queen Mary" gemisi de, önceleri otel şimdi müze olarak hizmet veriyor.



Benim için hayal kırıklığı yaratan yer ise Oskar Ödül törenlerinin de yapıldığı Kodak ve Çin Tiyatrolarını barındıran Hollywood Bulvarı oldu. Sinemanın sembolik bağlamında kalbi sayılabilecek bu mekan, modern bir Mahmutpaşa görünümünde. Fazlaca sıradanlık kokan Oskar heykelleri vb.sembollerin satıldığı bir milyoncu (beş dolarcı) dükkanlarının yanı sıra, bir dizi fastfood restoranı ve alışveriş mekanlarıyla, işportacıların arasına sıkışıp kalmış Kodak ve Çin tiyatroları mahzunlaşmış biraz... Dünya sinemasına akord yapan ABD'de sinemanın merkezi ve çoğu günümüzde tema parkı haline gelmiş meşhur stüdyoları daha iyi sunulamaz mıydı diye ister istemez sormadan edemiyorsunuz.



Yazımızın başında bahsettiğimiz Las Vegas ise, çöl sıcağı ve imitasyonun tepe yaptığı kumarhane otelleriyle turistlerin ve Amerikalıların gözde mekanlarının başında geliyor. Diğer yandan yapımı  1936'da biten ve dünyanın en eski barajlarından olan "Hoover Barajı" ve efsanevi milli park "Grand Canyon" bu şehrin periferisindeki en ilgi çeken mekanlar.



Son durağımız olan San Francisco ise gerek insan hakları alanındaki aktivist canlılığı, gerekse de turuncu renkli görkemli "Golden Gate Köprüsü" ve ABD'nin en büyük parkı "Golden Gate Park" ile ABD'nin özellikle entelektüel potansiyele sahip insanların en çok ilgisini çekebilecek şehirlerinin başında geliyor. Geriye ise ABD görülmeden dünyadaki egemen gerçekliğin (yani kapitalizmin) kavranmasının mümkün olmadığı ve bir şeylerin eksik kalacağı düşüncesi aklınızda yer ediyor.

Fotoğraflar: Bülent Vardar

 

Bülent Vardar



[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum