Şizofrenik dış politika

Muharrem Bayraktar YAZDI Bu satırları yazarken Güneydoğu’da bir günde 23 şehit verdiğimiz haberleri geliyordu. Aynı saatlerde de Türk ordusunun Suriye’deki ilerlemesinin sürdüğü, bilmem neredeki birkaç köyü ele geçirdiğimiz haberlerini duyuyorduk.

Şizofrenik dış politika
06 Eylül 2016 - 08:52
Türk askerinin Suriye harekâtının PYD’nin Kürt koridoru oluşturma emelini engelleme planından çıkıp, Halep’te sıkışan muhalif grupları rahatlatıcı bir koridor açma planına doğru evrildiği iddialarını duyuyoruz.

Kendi ülkemizde “dehşet verici bir güvenlik zafiyeti” yaşarken, komşu coğrafyalarda güvenlik sağlama gibi bir uçuk-kaçık bir dış politika girdabına girmiş durumdayız.

Suriye’de bulunan bütün “dış aktörlerin” ortak olarak oluşturdukları bir cephe var. Birçok ülke birlikte hareket ediyor. Birlikte savaşıyor. Birlikte strateji belirliyor.

Bizim ise “cephemiz” yok!

Suriye, Rusya, Çin, Irak, İran, Hizbullah Suriye’de askeri ve siyasi olarak büyük bir işbirliği ve dayanışma içindeler, aynı cephedeler.

ABD ve Avrupa ülkeleri ise başka bir ittifak modeli içindeler ve yanlarına İsrail’i de alarak Kürt bölgesini İsrail’e yamamak için çabalıyorlar; değer cepheler.

Peki, Türkiye’nin arkasında hangi ülke, hangi cephe var?

Hiçbir ülke, hiçbir cephe!

Türkiye, sınır ötesinden atılan füzeleri engellemek ve kendi şehirlerinin güvenliğini sağlamak amacıyla Carablus’a girdi girmesine ama başlangıçta sessiz kalan ülkeler daha şimdiden homurdanmaya başladı.

ABD’den AB’den olumsuz mesajlar geliyor.

Rusya, “Suriye’den izin alınmalı” diyor.

İran dışişleri bakanlığı “Türkiye’nin Suriye’nin egemenlik haklarınsa saygı göstermesini, operasyonları durdurmasını” istiyor.

Bu görüş aslında “dolaylı olarak Rusya’nın da tepkisidir.”

Putin, Türkiye ile ilişkilerin tam da düzelmesi arifesinde yeni gerginlikler çıkmaması için “planlı bir sessizlik” içinde. Ama unutmayalım ki Rus ordusu, Suriye devletinin legal müttefiki olarak Suriye’de savaşıyor.

Türk askeri ise Ruslarla savaşan ÖSO militanlarıyla Suriye topraklarında ilerliyor!

Halep’i muhalif isyancılardan kurtararak barış sürecini hızlandırmak isteyen Rus-Suriye-İran ittifakı, bu süreci baltalamaya yönelik gelişmelerle karşılaşınca “uçak krizinden” çok daha vahim bir tablo karşımıza çıkabilir.

Batı cephesine gelince:

650 kilometrelik Suriye sınırı PYD’nin eline geçerken her türlü lojistik desteği veren, Kobani’ye giden Barzani Peşmergelerine koridor açan Türkiye’nin bugün Carablus’a girerek Suriye’de ilerlemeye başlaması ABD-AB-İsrail hattını da çok şaşırtmış durumda. Türk askeri NATO üyesidir ve bugün NATO’nun hiçbir desteği ve izni olmadan Suriye topraklarında “tek başına!” ilerlemektedir.

Elbette NATO da ABD de umurumda değil ve Türk askerinin ülke menfaatleri gereği her şeyi yapmasına taraftarım.

Benim derdim yarın başımıza bir bela gelince, yanımızda “hiç kimsenin olmayacağı çıplak gerçeğinin altını çizmektir.”

“Batıdan, NATO’dan izin almadan böyle bir operasyon yapamaz mıyız? Artık o günler geçti” diyerek hamaset yapmak kolay, ama bir uçak dolusu turist gönderdi diye Rusya ile krizin bittiğini, Türk ordusunun Halep’teki durumu etkileyecek bir harekât tarzı ortaya koyduğunda yaşanacak vahameti ve “dönülmez yalnızlığı” konuşuyorum.

Siz G-20 zirvesinde liderlerle verilen fotoğraflara aldanmayın; O liderler verilen sözlere ve menfaatlere bakarlar.

YORUMLAR

  • 0 Yorum