Tilkinin kuyruğundaki kızıllık!

Sabit fikirlerin, kafadan bir türlü sökülüp atılamayan önyargıların insanların birbirleriyle olan ilişkilerini zehirlediğini düşünüyorum. Buna insanlar arasındaki ilişkilerin her boyutunda rastlayabiliyoruz. Özellikle de âşıkların ilişkilerinde...

Tilkinin kuyruğundaki kızıllık!
16 Aralık 2023 - 09:42

Baudrillard'ın "tilkinin kuyruğundaki kızıllık" öyküsünü çok sevdiğim bir arkadaşım anlatmıştı bana, ben de size anlatayım.

Bir gün bir oğlan çocuğunun karşısına bir peri çıkmış: "Dile benden ne dilersen, her şeyi yerine getireceğim" demiş.
 

Bir de şart koşmuş: "Ama hayatının sonuna kadar tilkinin kuyruğundaki kızıllığı hiç düşünmeyeceksin. Bunu düşündüğün anda her şeyi geri alırım."

Oğlan kabul etmiş.

İyi bir eğitim, yaparken hem zevk aldığı hem iyi para kazandığı bir iş, sevdiği bir kadın, güneşli, güzel günler.

İlerleyen yıllar boyunca tilkinin kuyruğundaki kızıllığı hiç aklına getirmediği için istediği her şeye kavuşmuş.

Ve bir gün beynini kemiren bir soruyla uyanmış: Tilkinin kuyruğundaki kızıllık neydi?
Sonunu tahmin edebilirsiniz, peri sözünün eriymiş, hepsini geri almış!

Sabit fikirlerin, kafadan bir türlü sökülüp atılamayan önyargıların insanların birbirleriyle olan ilişkilerini de aynen böyle zehirlediğini düşünüyorum.

Her ilişkide var

Buna insanlar arasındaki ilişkilerin her boyutunda rastlayabiliyoruz. Özellikle de âşıkların ilişkilerinde.

Charles Bukowski'nin "Lilly'yi öptün" isimli öyküsünü okumuş muydunuz? (Aşık Katiller Antolojisi, Everest Yayınları, Hazırlayanlar: Enver Ercan - İdil Önemli.)

Öykü 56 yaşındaki Theodore ile 50 yaşındaki karısı Margaret'in, televizyonda bir film izledikten sonra uyumak üzere yatağa girmeleriyle başlıyor.

 

Margaret'in istediği iyi geceler öpücüğünü baştan savma bir hareketle yerine getiriyor Theodore.
Margaret kocasına "Lilly'yi öptüğün gibi öp" diyerek, Bukowski usulü bir tartışmanın kapısını aralıyor.
Yazar Bukowski olunca sonrasını tahmin etmek zor değil.

Geçmişte kalmış bir aşk, ihanetin acısını her zaman içinde taşımış bir kadın, kurulu düzenine teslim olmuş bir erkek.



Dehşet verici bir çifte cinayete dönüşen aile kavgası.

Geçmişte kalmış bir aşk ilişkisinin kahramanı olan Lilly, Margaret'in kafasının içinde tıpkı tilkinin kuyruğundaki kızıllığın yarattığı sonucu yaratıyor.

"Tilkinin kuyruğundaki kızıllık" elbette her aşk ilişkisinin cinayetle bitmesine yol açmıyor. Ama belki ondan da kötü bir sonuca yol açıyor, insanlara yaşamı zehrediyor. Bunu basit bir kıskançlık sorunu olarak görmüyorum.

Freud'un da altını çizdiği gibi kıskançlık normal olmanın bir sonucu.
İnsan doğasının bir parçası.

Sevilen kişinin, bir başkasını yeğleyeceğine ilişkin olarak duyulan olağan korkunun ürünü.

Tilkinin Kuyruğundaki Kızıllık Sendromu ise bunun çok daha ötesinde.

Burada ilişkiyi hastalıklı bir duruma sokan şey, çiftlerden birinin bir önyargıyı, bir hareketi, bir sözü, bir davranışı getirip ilişkinin merkezine koyması.

Böyle bir durumdaki kişinin kafasının içinde öyle bir perde iniyor ki o perde iyi ve güzel olan öteki şeylerin de görünmesine engel oluyor, onları anlamsızlaştırabiliyor.

Böyle bir ruh durumu nedeniyle ilişkileri mahvolmuş birçok insan tanıyorum.

Eminim, sizler de çevrenizde böyle örneklere sıkça rastlamışsınızdır.

Bizim "sakallı comandante"nin Küba'daki rejimi devirdiği tarihten sonra bu güzel adadaki ilk Hollywood filmi 2015 yılında çekildi. Daha önce malum nedenlerle böyle bir film çekmenin olanağı yoktu.
Ve bu film de doğal olarak, Allah'ın rahmeti üzerine olsun, Ernest Hemingway'in Küba günleri ile ilgiliydi.

"Papa Hemingway in Cuba", Hemingway'in, Yaşlı Adam ve Deniz'i yazdığı Küba günlerinde geçiyor.
Miami'li genç gazeteci Ed Myers'in kendi yazar kimliğini arayışı sırasında Hemingway ile yolu kesişiyor ve iki yıla yakın onun adeta oğlu gibi oluyor.

Filmin bir sahnesinde, Hemingway'in 59. yaş günü için eski bir gazeteci olan eşi Mary bir sürpriz parti hazırlar.

Bu nasıl sürpriz?

Bu sürpriz doğum günü partileri ne kadar sürpriz oluyor, onu da aslına bakarsanız hiç anlamıyorum.

Bir arkadaşım eşine böyle bir sürpriz doğum günü partisi organize etmişti.

Kız partiye bir geldi ki tuvaletler içinde, eski yaşının son beş saatini de kuaförde geçirmiş!

Şimdi gelin de beni inandırın bakayım, sürpriz partiden kızın haberi yoktu diye!

Öte yandan bu sürpriz bir partiyse neden hediye almamız gerekiyor?

Bu konuda bizim Trabzonlu Samim Kaptan'a katılıyorum: Sürpriz ise herkese sürpriz olmalı!

Neyse sözü uzatmayayım, sürpriz parti boyunca Hemingway ile Mary arasındaki gerilimin giderek yükseldiğini görüyoruz.

Sonunda eve döndüklerinde aşırı alkolün de etkisiyle olanlar oluyor, korkunç bir karı - koca kavgası izliyoruz ki insanın telefona sarılıp polisi arayası geliyor.

Türünün tek örneği

O sırada evde misafir olarak bulunan Ed Myers ile şair Evan Shipman da bu tatsızlığa tanık oluyorlar.
Shipman, Hemingway gibi lanet bir tip ile en uzun süre arkadaş kalmayı başaran tek insan. Hemingway, "Kadınsız erkekler" isimli öykü kitabını ona ithaf etmişti. Ed Myers soruyor: "Ne oldu, eskiden burası bir cennetti?"

Shipman yanıtlıyor:

"Görünürde her şeyleri var gibi. Bu muhteşem malikâne. Bol para, güzellik, sağlık, şöhret... Ama ikisinde de olmayan bir şey var. Gerçek dostluk. Kendi egonu bir kenara bırakma isteği ve arzusu. Sevdiğin insanı her gün dolu dolu yaşama dileği. Onlarda eksik olan bu evlat."

Kritik meseleye Shipman işaret ediyor: Egonu bir kenara bırakmayı gönüllü olarak kendin istemen.

Zorunlu olduğun için değil, o kadını/erkeği çok sevdiğin için egondan vazgeçmen!
Aşk dediğin de esasında budur arkadaşlar.

İnsanın kendi egosunu yenebilmesi ve bir başkasının içinde eriyip yok olma isteğidir. Egoların çatıştığı, iki tarafın da kendisi olmaktan vazgeçmediği ilişkiler, önünde sonunda filmdeki gibi patlamalarla sonuçlanır.

Hermann Hesse, "Sevilmek mutluluk değildir" diye yazmıştı.

Ona göre mutluluk bir başkasını sevmek ile ilgiliydi. Bir başkasını seviyorsan da onu olduğu gibi kabul etmen gerekir.

Değiştirmeye çalıştıkça, çatışma da kaçınılmazdır.

Tabii her ilişki iki kişiliktir ve bu iki kişiden birinin egosundan vazgeçmesi de yetmez.

Öyle bir durumda zaten bir ilişkiden değil, taraflardan birinin teslim olmasından söz edebiliriz.

Bir tarafın tam olarak iktidarı ele geçirdiği, diğerinin çaresiz bir boyun eğişle olup biteni kabul ettiği ilişki, aşk değildir.

İnsan kendisini inandırabilir bunun aşk olduğuna ama değildir, kendine ne söylersen söyle.

Çaresizlikle kendinden vazgeçiş, bir ilişkinin ömrünü uzatır belki ama hepsi bu kadar.

Ona da artık ne kadar "ilişki" diyebilirsiniz, aynaya bakıp kendiniz yanıtlayın.


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.
 

Mehmet Y. Yılmaz | Hafta Sonu

[email protected]


YORUMLAR

  • 0 Yorum