Vaatleri gerçekleştirecek kişi nerede?

"Erdoğan'a asla oy vermem" diyen çoğunluğu Erdoğan'ın kendi ötekileştirici politikaları yarattı ancak Erdoğan'a asla oy vermemek, "muhalefetin adayı kim olursa olsun gider oyumu ona veririm" demek de değil

Vaatleri gerçekleştirecek kişi nerede?
23 Ağustos 2022 - 08:26

Altı Masa'nın 12 Şubat 2022 günü başlayan ve geçtiğimiz hafta sonu tamamlanan birinci turunun ardından öğrendik ki aradan geçen altı ayda masanın "kararlılığı" artmış.

İkinci tur görüşmeler 2 Ekim'de CHP Genel Merkezi'nde devam edecekmiş.

Türkiye gibi bir ülkede, siyaset yelpazesinin aslında birbirlerine hayli uzak altı partisinin bir masa etrafında kavga dövüş çıkarmadan, meseleleri konuşarak bir ortak yol bulma arayışı içinde olmaları kuşkusuz ki önemli.

20 yıllık AKP iktidarının ayrıştırıcı ve farklılıkları derinleştirici politikalarından yorulan bir ülkede yaşıyoruz ve böyle bir siyasi medeniyet gösterisi herkes için yararlı.

Ağzını her açtığında birilerine "bedel ödettirmek" isteyen, kendisi gibi olmayanı nobran tavırlarla küçümseyen, her çakıl taşının ardında bir hain arayan bir iktidarın yorduğu insanlar için altı partinin uzlaşma görüntüsü vermelerinin siyasi sonuçları elbette olumlu olacaktır.

Partilerin liderleri de bu siyasi iklimi kuşkusuz ki içinde yaşayarak görüyorlar ve bu güvenle "ortak adaylarının 13. Cumhurbaşkanı seçileceğini" söylüyorlar.

Elbette muhalefet bloğunu oluşturan bu altı parti "adayımızın seçilip seçilmeyeceğini şimdiden bilmiyoruz" diyecek değillerdi.

Adaylarını seçtireceklerini söylemeleri normal.

Ancak bu, söylendiği kadar kolayca gerçekleşecek bir iş de değil ki bunu da sanırım bugüne kadar girdikleri seçimlerdeki deneyimleriyle öğrenmişlerdir.

Sorun altılı masanın ne olduğunun bile henüz belli olmaması.

İn midir, cin midir?

Bir seçim ittifakı mıdır yoksa siyasi parti liderlerinin oluşturduğu bir fikir kulübü mü?

"Ata tohumlu yemekli" toplantıdan sonra yayımlanan bildirinin son bölümüne bakarsanız bu bir seçim ittifakına benziyor.

Çok kapsamlı vaatler içeriyor.

O zaman bunun adını koymak için neden bu kadar oyalanılıyor?

Peki bu kapsamlı vaatleri gerçekleştirecek kişi nerede?

Artık yazmaktan sıkıldım ama tekrar yazayım: Seçimde birbirinden ayrı ayrı yürütme ve yasama organlarını seçeceğiz.

Çok yetkili bir Cumhurbaşkanı, tek başına idareyi ele alacak.

Bunun donanımsız, ehliyetsiz ve ideolojik saplantıları olan bir kişinin elinde Türkiye'yi nereye getirdiğini gördük.

Ve öyle görünüyor ki bu Anayasa'yı değiştirecek bir çoğunluğa bu seçimde ulaşabilmek mümkün değil.

Eğer Cumhurbaşkanı adayı bu altı liderden biri olmayacak ise o masada cumhurbaşkanı seçileceği garanti görülen kişi de olmalıydı.

Birçok kişiye göre Kemal Kılıçdaroğlu, bu masanın ortak Cumhurbaşkanı adayı olmaya çok yakın.

Ve bu bir garip çelişki yaratıyor gibi geliyor bana.

Kılıçdaroğlu, Türkiye seçmeninin muhafazakâr ve sağ eğilimli bir seçmen olduğunu düşünüyor olmalı ki toplamda önemli bir tabanı olmayan siyasi partilerle aynı masayı eşit olarak paylaşıyor.

Burada bir parantez açıp, konudan uzaklaşacağım.

(Araştırmaların bu partilerin oy potansiyellerini nasıl ölçebildiği de ayrı bir muamma benim için.

Bu partilerin alacakları oy oranı diye verilen rakamlar, araştırmaların hata payının içinde kalıyor.

Araştırmalar nasıl bir örneklem ile yapılıyor ki yüzde 1,5 – 2 gibi oranları tespit edebiliyorlar?)

CHP Genel Başkanı, bu partiler ile aynı masada oturuyor, helalleşme turlarına çıkıyor ki muhafazakâr seçmeni AKP ve MHP'den uzaklaştırabilsin.

Ancak bunda çok başarılı olmuş gibi de görünmüyor.

Zaten AKP ve MHP'nin Kılıçdaroğlu'nu adaylığını açıklamaya zorlamalarının nedeni de bu.

İktidar Kılıçdaroğlu'nu aday olarak görmek istiyor çünkü kim olduğunu, nasıl bir rüzgâr yakalayacağını bilmedikleri bir aday ile mücadele edebilmeleri daha güç olacak.

"Erdoğan'a asla oy vermem" diyen çoğunluğu Erdoğan'ın kendi ötekileştirici politikaları yarattı ancak Erdoğan'a asla oy vermemek, "muhalefetin adayı kim olursa olsun gider oyumu ona veririm" demek de değil.

AKP'den kopup, nereye gideceğini bilmeyen seçmeni muhalefet ittifakına çekebilmek için o adayın kimliği çok önemli ve öyle görünüyor ki muhalefet masası bu en temel konuda bir fikir birliği içinde olamadığı için adayın ilanı geciktikçe gecikiyor.

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu

* * *

Hâkim, Anayasa'ya da karşı

Mardin Derik'te 20 kişinin yaşamını yitirdiği kazaya ilişkin haberlere yayın yasağı getirildi.

Bu konuyla ilgili haberlerin yayınlanması, mahkemeye göre, "toplum sağlığını, milli güvenliği, kamu düzenini, kamu güvenliğini" etkileyebilir ve "suç işlenmesinin önlenmesini" tehlikeye düşürebilirmiş.

Mahkeme hızını alamıyor:

"Soruşturma dosyası kapsamı hakkında yazılı, görsel ve internet medyasında, sosyal medyada, her türlü haber, röportaj, eleştiri ve benzeri yayın yapılmasının yasaklanmasına!"

Derik'teki hâkim hukuk eğitimini nereden aldı bilmiyorum.

Ancak hazırlık soruşturmasının gizli olması ilkesi ile diğer konuları birbirine karıştırdığı görülüyor.

Daha da fenası Anayasa'dan haberi yok gibi!

Bilgi edinmesi ricasıyla Anayasanın 26. maddesinin 1. Fıkrası:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar."

Hâkimliğin koyduğu türden yasaklar, kapalı rejimlere özgüdür.

Demokrasilerde bu açıklıktan korkulmaz.

Olay kamuoyunda en ince ayrıntısına kadar tartışılmalı ve didik didik edilmelidir ki benzeri üzücü vakaların ortaya çıkmaması için kamu yönetimi gerekli önlemleri alabilsin.

Bu yasak olmasaydı, Derik'teki kazanın çıplak gözle görülmeyen nedenlerini araştırabilir, önlenebilmesi için nelerin yapılması gerektiğini otaya koyabilirdik.

Mahkeme sadece halkın haber alma hakkını çiğnemekle kalmadı gelecekte bu tür kazalarda ölecek ve yaralanacak olanların veballerini de yüklendi.

Kapalı rejimlerde bu tür konuların konuşulması, yazılıp çizilmesi istenmez çünkü bu tür olayların serbestçe tartışılması, medya tarafından didiklenmesi eninde sonunda kamu otoritesinin zafiyetlerinin oraya konması sonucunu da yaratır.

Otoriter rejimlerin bundan ödü kopar.

Medyanın bu yolla kısıtlanması da Türkiye'deki rejimin karakteri ile ilgili kanaatlerimizi netleştiriyor, mahkemenin bu kararının tek yararı belki de bu olacak.
 

Mehmet Y. Yılmaz

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum