Aydın İZBUDAK

Aydın İZBUDAK

HAYATIN İÇİNDEN HİKAYELER
[email protected]

BİRAZ UZUN AMA OKUYUN DERİM.. GEÇMİŞTE EVLİLİK RİTÜELLERİ...

22 Mayıs 2021 - 11:42

Kuzey Avrupa Germen kökenli Got kavimlerinde, erkekler kendi topluluğundan bir kadınla evlenirdi. Şayet evlenmek için kadın yoksa, o zaman müstakbel gelini komşu köyden kaçırırdı. Evinden çıkmış herhangi bir genç kız, başka bir erkeğin eşlik ettiği damat adayınca yakalanırdı. İşte sağdıç kavramı bu silahlanmış adamdan gelmektedir. Ne de olsa böyle önemli bir görevde kişiye ancak sağ kolu, en iyi adamı, arkadaşı eşlik edebilirdi. Gerçek anlamda gelinin ayaklarını yerden kesen bu kaçırma eylemi, sonradan sembolik hale gelen gelini eşikten taşıyarak geçirme adeti olarak yaygınlaşmıştır.... M.S. 200’de sağdıç çok önemliydi. Zira ailesinin her an bir baskınla gelini geri götürme tehlikesi mevcut olduğundan, tören boyunca sağdıç damadın yanında silahlı bir şekilde dururdu. Ayrıca yeni evli çiftin evlerinin önünde bir nöbetçi olarak da görev yapabilirdi. Tabii bu bilgiler çoğunlukla Germen folklorundan ediniliyor. Yazılı belgeler ve somut nesneler de buna dayanak oluşturmakta. Alyansın kökeni ve anlamı çokça tartışılmaktadır. Bir görüş modern yüzüğün kaçırılan kıza takılan prangaların bir sembolü olduğunu iddia etmektedir. Diğer bir düşünceye göre ise nikah töreninde değiş tokuş edilen ilk gerçek halkalar üzerinde durmaktadır. Yüzük ilk olarak M.Ö 2800 civarında Eski Mısır krallığının üçüncü hanedanlığında kullanıldı. Mısırlılar için başı sonu olmayan bir çember, sonsuzluğu sembolize ettiğinden böylelikle yüzük evliliği de sonsuz kılmaktaydı. Özellikle altın yüzüklere varlıklı Mısırlılarca ve sonradan da Romalılarca çok değer veriliyordu. Pompei’deki kazılarda ortaya çıkan iki bin yıllık yüzüklerden birinin eşsiz bir tasarımı vardı, altın alyansın üzerine el sıkışan iki el işlenmişti. 1503 tarihli bir Venedik evlilik belgesi ise elmas bir evlilik yüzüğünü listeler. Modinalı Mary adındaki bu kadının elmas taşlı alyansı, en eski nişan yüzükleri arasındadır. Söz konusu yüzük muhtemelen sonsuza kadar sürecek olan bir geleneği de başlatmış olur... İbraniler alyansı işaret parmağına takardı, Hindistan’da ise evlilik yüzükleri başparmağa takılırdı. Alyansı, dördüncü parmağa geçiren batılı adet ise şöyle yaygınlaştı. M.Ö 3. yüzyılda Yunanlı doktorlar dördüncü parmaktan aşk damarı denilen bir damarın doğrudan kalbe gittiğine inanmaktaydı. Böylelikle bu parmak, bir kalp meselesini simgeleyen yüzüğü taşımak için uygun bir parmak haline geldi. Romalılar, Yunanlılardan kopya ederek yüzük adetini benimsemiş oldu. Bu, aynı zamanda Romalı doktorların ilaçları karıştırmaya yarayan iyileştirici parmağıydı. Avrupa’da, derebeylik dönemi boyunca ölüm, vergi ve doğum ile alakalı tüm duyurulara (ilanlara) banns denirdi. Evlilik ilanı kavramı ise, M.S 800’de Noel’de Romalıların imparatoru olarak taçlandırılan Frankların kralı Şarlman’ın emriyle ortaya çıkmıştır. O dönemde zengin ve fakirler arasında çocukların soyu her zaman belirli değildi. Bu durum üvey kardeşlerin birbirleriyle evlenmelerine yol açabiliyordu. Kardeşler arasında evliliklerin artmasından ve bunu sağlık problemleriyle doğan çocukların izlemesinden telaşa kapılan Şarlman, birleşik krallığının bir ucundan diğerine bir bildiri yayınladı. Buna göre bütün evlilikler en az yedi gün önceden halka duyurulacaktı. Müstakbel gelinle damat arasında kan bağını önlemek için de, böyle bir kardeşlik ilişkisinden haberdar olanların ortaya çıkması emredilmişti... Uzun bir süre bereket sembolü olan buğday, yeni gelinlerin başlarından serpilirdi. Evlenmemiş genç kızlar da şanslarını arttırmak için, günümüzde gelin buketinde olduğu gibi bu tahılları kapma yarışına girerdi. Tatlı yapımındaki yetenekleri ile bilinen Romalı fırıncılar bu adeti değiştirdi. M.Ö 100 dolaylarında düğün buğdayını atılmak için değil, yenmek üzere küçük, tatlı pastalar şeklinde pişirdiler. Düğündeki konuklar ise geline buğday atma eğlencesini terk edemediklerinden olsa gerek geline buğday yerine bu pastalardan atmaya başladı. Romalı şair ve filozof, De Rerum Natura’nın (Şeylerin Doğası Üzerine) yazarı Lucretius pastaların gelinin başında ufalandığı bir tür törenden söz eder. Ve yine bir bereket sembolü olarak çiftten, pastanın kırıntılarını yemeleri istenirdi, buna da beraber yeme anlamına gelen confarreatio adeti denirdi. Pastalar bitince bu sefer konuklara avuç dolusu, yemişlerden, kurutulmuş meyvelerden ve ballı bademlerden oluşan şekerlemelerden ikram edilirdi. Küçük düğün pastalarının kırıntılarından yeme adeti Batı Avrupa boyunca yayıldı. İngiltere’de pastadan arta kalanlar özel bir birayla yenirdi. Buna byrd ealu ya da gelinin birası anlamındaki bride’s ale denirdi. Bu da sonradan düğünle veya gelinle ilgili anlamındaki bridal’a dönüşmüştür. Fırlatılan yiyeceğin, çoluk çocuk açısından bolluk ve bereketi sembolize ettiği düğün pastası töreni, Ortaçağ başlarındaki yokluk zamanlarında şekil değiştirdi. Gelin yeniden çiğ buğday veya pirinç yağmuruna tutulmaya başlandı. Bir zamanların süsleme amaçlı yapılan pastaları, yenilecek basit bisküviler, çörekler halini aldı. Ayrıca konuklar merasime kendi pişirdikleri pastaları getirme yönünde teşvik ediliyordu. Kalanlar ise fakirlere dağıtılıyordu. Zamanla bu sade adet, Fransızların etkisiyle düğün dekorunun en gösterişlisinin ortaya çıkmasına evrildi. Efsaneye göre, İngiliz düğün törenlerinde çörekler, bisküviler ve pişirilmiş diğer şeyler kocaman bir dağ oluşturacak şekilde bir yere yığmak gelenek haline gelmişti. Bu yığınak, ne kadar yüksek olursa o kadar iyiydi. Zira yükseklik, çift için refaha işaretti. 1660’larda Kral II. Şarl döneminde bir Fransız şef Londra’yı ziyaret eder ve orada bu pasta yığma merasimine şahit olur. Rastgele üst üste yığılan ve sonrasında yıkılan pastaların görüntüsünden şefin aklına, bu yumuşak bisküvi dağını kremalı, çok katlı pastaya dönüştürme fikir gelir. Günün İngiliz gazetelerinin bu Fransız aşırılığına acıdıkları söylenir, ancak daha yüzyıl sona ermeden İngiliz fırıncılar da aynı görkemli eserleri sunmaya başlamışlardı bile.. Balayının asıl anlamıyla günümüzdeki anlamı arasında dağlar kadar fark vardır. Kelimenin kaynağı İskandinavca hjunottsmanathr kelimesi, kötümser bir anlama sahipti; zira burada bahsedilen inziva huzurlu olmaktan öte bir şeydi. Kuzey Avrupa toplumundan bir adam komşu köyden kız kaçırdığında kızla beraber bir süreliğine saklanması zorunluydu. nerede olduğunu ise sadece sağdıç bilirdi. Kızın ailesi onları aramayı bıraktığı zaman dönebilirlerdi. Çiftler için bu durum günlerce ya da haftalarca süren huzur dolu bir aylaklıktı. İskandinav balayı kelimesi eski bir Kuzey Avrupa geleneğinden gelmektedir. Evlilik hayatlarının ilk ayı boyunca yeni evliler her gün İngilizce mead denilen ballı şarap liköründen birer bardak içerdi. Balayı kelimesindeki bal doğrudan ballı şarap liköründen gelmekteyken, aya kötümser bir mana atfedilmektedir. Kuzey Avrupalılar için ay bu gökcisminin aylık dönüşüne işaret etmekteydi; bal kelimesiyle birleşimi de evlilik hayatındaki tüm ayların ilki kadar tatlı olmadığını ima ederdi. Geleneksel kilise düğününde iki ayrı besteciden iki düğün marşı çalınırdı. Bu gelenek Büyük Britanya prensesi ve Alman İmparatoriçesi Victoria ile Prusya prensi Frederick William’ın 1858’deki düğünlerine dayanır. Victoria, düğün müziğini kendisi seçer, Mendelssohn’un ve Wagner’in eserlerini tercih eder. Sıraların arasından, Wagner’in 1848 tarihli operası Lohengrin’den Düğün Korosu bölümünün görkemli, yumuşak tempolu müziği eşlinde yürür. Felix Mendelssohn’nun 1826 tarihli Bir Yaz Gecesi Rüyası’dan Düğün Marşı’nın coşkulu ezgileri eşliğinde de kiliseden ayrılır. Bu durum, çok geçmeden bütün İngiltere’de uygulanır ve yaygınlaşır. Eski Roma’da gelinin düğün elbisesi için sarı renk tercih edilir ve gelinin yüzünü alev sarısı bir tül kapatırdı. Uzun tarihi boyunca farklı zamanlarda örtü, zarafetin ve entrikanın, alçakgönüllülüğün ve yas tutmanın sembolü olmuştur. Kuzey Avrupa ülkelerinde sadece kaçırılan gelinler örtü takardı. Renginin bir önemi yoktu, önemli olan onun aracılığıyla gizlenmekti. M.Ö 4. yüzyıla kadar Yunanlıların ve Romalıların düğünlerinde ince, transparan duvaklar revaçtaydı. Bunlar saça iliştiriliyor ya da kurdelelerle tutturuluyordu. Ayrıca duvak ve gelinlik için sarı renk tercih ediliyordu. Ortaçağ’da renk temel sorun olmaktan çıktı. Kumaşın zenginliği ve süsleme aksesuarları önem kazandı. İngiltere ve Fransa’da yazarlar düğünlerde beyaz giyme adetine dair ilk olarak 16. yüzyılda yorumda bulunmuşlar. Beyaz, gelinin bakire olduğunun bir ifadesiydi, ancak din adamları bekaretin böyle aleni bir şekilde teşhir edilmesini onaylamıyorlardı. Daha sonraki yıllar boyunca, İngiliz gazete ve dergileri, beyaz gelinlik fikri ile ilgili tartışmaları gündeme getirdiler. 18. yüzyılın sonuna doğru beyaz, çoktan standart gelinlik rengi haline gelmişti. Moda tarihçileri bunu, o dönem elbiselerin çoğunun beyaz olmasına ve beyazın resmi giyimin rengi haline gelmesine bağlıyorlar. 1813’te ilk beyaz gelinlik ve duvak modelleri Fransız gazetesi Journal de Dames’te çıktı. Bu noktadan itibaren de stil iyice yerleşmiş oldu.Bir 1 kişi görseli olabilir

YORUMLAR

  • 0 Yorum