Aydın İZBUDAK

Aydın İZBUDAK

HAYATIN İÇİNDEN HİKAYELER
[email protected]

SERAP.

11 Ekim 2016 - 23:30


Dünya hayatının en çetin imtihanlarından biri de, gerçeğe yaklaşmaktan çekilen zorluklardır. Çünkü beyinlerimiz maddi olaylarla yıkanmış, gözler görmediğine inanmaz olmuş, bu yüzden de duâlarımız bile samimiyetini kaybetmiştir. Aslında her insan, başta rüya gerçeği olmak üzere bir çok kere madde ötesindeki esintileri farkeder. Veya birçok kere madde ötesinden yansıyan mânâ gücünün varlığına şahit olur. Fakat kuvvetli bir imâna sahip olmayan insan, madde ötesi gerçekleri nefsin ve şeytanın tesiri ile ya görmezlikten gelir, ya da "tesadüf" der geçer.

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış olan bir olayı size nakletmek istiyorum.

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurtdışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkânı bulamamıştı. Serab'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da Allah'ın izniyle iyileştiğini gördüm. Ancak Serab'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat karda mahsur kalmış. Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap, bacak kemiklerindeki metaaz dolayısıyla yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerindeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen hastalığın akciğerindeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu.

Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

-"Doktor bey, dedi. Ben size... dargınım."

-"Niçin?" diye sordum.

-"Siz.. dindar... bir... insanmışsınız.. niçin... bana... da, Allah'ı... ölümü... ve âhireti.. anlatmıyorsunuz?

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için, bu teklifi karşısında oldukça şaşırmıştım. O'nu üzmemeye çalışarak:

-"Doktorlara ulaşmak kolaydır dedim. Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecâli olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" mânâsında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanısıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan imân derslerimiz başlamış ve son günlerini yaşayan Serap için bu dersler "hızlandırılmış öğretime" dönmüştü. Anlattığı imân hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.

Vefatına bir hafta kadar kala:

-"Doktor bey, dedi. Ben... ölürken... ne.. söylemeliyimş"

-"Senin durumun çok özel" dedim. Kelime-i şehadet sana uzun gelir. O ânı farkedince Muhammed (s.a.s.) sana yeter"

O haliyle tebessüm ederek yine başını salladı.

Çok ıstırabı olduğu için Serab'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.

Dönüşümde annesi telefon ederek:

-"Serap bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. ""Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."

Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hâlâ unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.

-"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?"

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer birkaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç âdetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihâreye yattım ve Serab'ın âcizliği hürmetine olacak ki, salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:

-"Hiç korkmam!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."

Ve Serap, bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde, son sorusunu sordu:

-"Doktor bey... Azrail... bana... nasıl... görünecek?"

-"Kızım," dedim. "O bir melek değil miş Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen evine gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam mânâsıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mûcize yaşandı!" dedi ve devam etti:

- Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkânsız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve Kelime-i şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

-"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!!!"

Onk. Dr. Haluk Nur Baki











YORUMLAR

  • 0 Yorum