Köşe yazıları

Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde iki konu ön plana çıkıyor... Biri dün kurululan 65. hükümet, diğeri da Yargıtay'ın MHP kararı...

25 Mayıs 2016 - 18:14
Mücadele kabinesi / Muharrem Sarıkaya / Habertürk



MHP’DE ÜÇ KURULTAY

Yargıtay kararıyla MHP’de hukuk raundunun ilk ringi muhaliflerin lehine tamamlandı; olağanüstü kurultay kaçınılmaz oldu.

Hemen ardından da MHP Lideri Devlet Bahçeli’den, kurultayı bizzat toplantıya davet kararı geldi.

Genel Başkan Yardımcısı Yalçın da çağrılarının “seçimli kurultay” için olduğunu açıkladı.

Ancak kurultayın seçimli olabilmesi için MHP tüzüğü gereği Genel Başkan ve MKYK’nın istifa etmesi ya da tüzüğün değişmesi gerekiyor.

Muhalefet de zaten bu nedenle tüzük değişikliği için çabalıyor.

O nedenle muhalifler, Yargıtay’ın kararı doğrultusunda çağrı heyetinin belirleyeceği tarihte kurultay yapma kararlılığında.

Hedefleri de tüzüğün “Olağanüstü kurultaylarda seçim yapılmaz” hükmünü kaldırmak, eşzamanlı olarak haklarında disiplin kovuşturması başlamış veya ihraç edilmiş olanlara af getirecek düzenlemeyi gerçekleştirmek.

Genel merkez ise “seçim” şartlı çağrı yaptığını, tüzüğü kurultayda değiştirip seçimin de önünü açacakları vaadini dile getirdi.

Ancak muhalifler, istifa olmadan olağanüstü kurultayın seçimli ilan edilmesinin tüzüğe aykırı olduğu, bir üst kurul delegesinin mahkemeye başvurması durumunda sürecin tekrar askıya alınabileceği kaygısında.

Bundan dolayı muhalifler, çağrı heyetinin kontrolündeki kurultayı yapmakta ısrarlı.

Ancak Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Karakaya, dünkü sohbetimizde, “Taktik amacımız yok. Bundan böyle taktik içine giren kaybeder” dedi.

Karakaya, kurultayı kendi iradeleriyle toplamak için bu yola başvurduklarını bildirdi.

Muhalifler ise istifalar olmazsa çağrı heyetiyle kurultayda kararlı.

Bu da gözleri hem muhaliflerin imzası, hem de genel merkezin çağrısıyla 26 ve 27 Şubat 2012’de arka arkaya yapılmak zorunda kalınan CHP olağanüstü kurultaylarına çevirdi.

CHP yasa gereği ikisini de yapmak zorunda kalmıştı.

MHP’de de endişeler giderilmez ve benzer durum yaşanırsa üç kurultaya tanıklık edilecek; ilkinde tüzük değişecek, ikincide genel merkezin kurultayı yapılacak; eğer tüzük değişirse sonuncusu da muhaliflerin seçimli kurultayı olacak.

Daha önemlisi üçü de aynı delegenin oylarıyla tamamlanacak.

Üç kurultayın MHP’ye ne getireceğini de zaman gösterecek.

 



***

 

MHP’nin seyir defteri / Güneri Cıvaoğlu / Milliyet



MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Ne başkanlık istemi, ne partili cumhurbaşkanı için anayasa değişikliğine oy veririz. Bunlar sakat işler” dedi.

AK Parti’nin Bahçeli yönetimindeki MHP oyları projelerinin üstüne “çizik” attı.

Bu bir “hamle” idiyse...

Az sonra -eğer karşı hamle ise- Yargıtay’dan “karşı hamle” geldi.

“MHP kurultayı toplanmalıdır...”

Böylece...

Muhalifler Genel Merkez’e karşı “ikinci raundu” da kazandılar.

Siyaset kulislerinde bu kararı MHP karargâhına “Madem öyle, işte böyle mesajı” olarak algılayanlar az değil.

Çünkü...

Geçmiş yıllarda AK Parti’nin -en duyarlı dönemeçleri- MHP oylarıyla aldığından hareketle, “başkanlık sistemi ya da hiç değilse partili cumhurbaşkanı” için anayasa değişikliği umutları vardı.

Şimdi...

MHP’siz “B” ve “C” senaryoları açılabilir.

MHP’DE DURUM KARIŞIK

AK Parti’nin “MHP’siz senaryoları” daha sonraki yazıda...

Önce...

MHP’de durum analizi yapalım.

Yargıtay kararı “son nokta” değil.

Ankara 12’nci Sulh Hukuk Mahkemesi’nin belirlediği “çare heyeti” MHP kurultayının toplanması için tarih saptayacak.

Muhtemelen haziran ortalarında...

Fakat...

Bahçeli onlardan önce hamle yaptı.

“26 Haziran veya 10 Temmuz’da -seçimli kurultayın toplanacağı- açıklandı.”

Hangi çağrı geçerli olsa artık kurultay toplanıyor.

Ama...

Hangi başkan aday adaylarıyla?

Sorunun cevabında “soru işaretleri” sıralanıyor.

Şöyle ki:

Bu arada elekler çalışabilir.

MHP disiplin kurulu parti içi muhalefetin başkan adayları için süratlendirilmiş süreçte “ihraç kararları” alabilir.

Büyük olasılıkla biri -Koray Aydın- hariç.

Bahçeli bunun işaretini “İçlerinden sadece Koray Aydın gerçek ülkücüdür, o farklıdır” mesajıyla vermişti.

Yani...

Meral Akşener, Ümit Özdağ, Sinan Oğan ihraç edilirlerse kurultayda “başkan adayı” olamayacaklar.

Disiplin kurulu kararına, yargıya başvururlar, ama sonuç almaları aylar sürer.

O halde ne yaparlar?

Siyaset kulislerinde “onların kendi yerlerine emanetçi isimler gösterebilecekleri” gibi söylentiler dolaşıma girdi bile.

Eğer, içlerinden biri Bahçeli’nin yerine genel başkan olursa, -disiplin kurulu dahil- yetkili kurullar, muhaliflerden oluşursa, Akşener, Özdağ ve Oğan için hâlâ “dönüş” kapısı açık kalır.

Emanetçi başkan yargı kararıyla bu üç ismin partiye dönüşü gerçekleştiğinde kurultayı yeniden toplar.

İçlerinden biri genel başkan seçilir.

Bu mümkün mü?

24 saatin bile uzun süre sayıldığı Türkiye’de böyle uzun bir yolun sonunu görebilmek mümkün değildir.

Ya Koray Aydın?

“İhtimaller hesabında” bu olasılığa oynayan -hiç değilse şu aşamada- pek çıkmaz.

Devlet Bahçeli “Artık ben yokum” demezse bu senaryoyla genel başkanlığa daha yakın görünmekte.

Ama Merkez Disiplin Kurulu’nda ihraç kararlarıyla, teşkilatın çoğunluğunun imza verdiği Akşener, Özdağ, Oğan’ın saf dışı bırakılması “demokrasi” ile örtüşür mü?

Daima “meşruiyet çizgisinde” yürümüş olan Devlet Bahçeli’nin bu soruyu kendi içinde irdelemesi ve “eşit şanslarla, her aday adayına açık bir kurultay düzenlemesi” de mümkün.

 



***

 

Sayın Bakan, Fatma Betül Kaya hemşirem! / Gülse Birsel / Hürriyet



MHP'NİN BİRLİK VE BERABERLİĞE HER ZAMANKİNDEN...

CÜMLENİN devamı malumdur. Ben çocukluğumdan beri dinliyorum. ‘Birlik ve beraberliğe her zamankinden çok ihtiyacımız olan şu günlerde...’ denir. 

Yargıtay’ın dün akşamüzeri verdiği kararla MHP’nin kurultayı ve yenilenmesi için artık bir engel kalmadı.

Kendilerinden başka!

Ben artık ülkemde kitlelerin oyunu almış hiçbir partinin kendi içindeki kavga ve çekişmelerini seyretmek istemiyorum. Çok sıkıldım. Bunun için beş dakika bile vaktimiz yok!

O bakımdan, bu kurultay yapıldığında:

- Adayların kişisel zaferden çok ülkenin geleceğini düşünmelerini...

- Aralarında laf dalaşı, karalama, yaftalama vs. olmamasını...

- Hepsi muhakkak MHP için değerli tüm başkan adaylarının sonraki senaryoda, ne olursa olsun partide görev almalarını...

- Öfkeli sloganları değil, uzlaşma, demokrasi, hukuk ve eşitliği ön plana çıkarmalarını

- Günün ruhuna ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun, enerjisi yüksek, projeleri olan bir MHP ortaya çıkarmalarını...Rica ediyorum. 

Zira ilk seçimde baraj altında kalma ihtimaliyle karşı karşıya bir partinin mensubu olan ben değilim, onlar!

 

***

 

Şakacı Başbakan! / Rahmi Turan / Sözcü



Temel fıkrası ile işe başlayan bir Başbakanımız oldu.

Binali Bey şakacı bir insan.

Başbakan bunu dün de belli etti ve sabah Başbakanlık Konutu'ndan çıkarken kapıda Ankaralı gazetecilerin kendisini beklediklerini görünce durdu, baktı, onlarla ilgilenerek:

“Sizin için hakikaten üzülüyorum. Böyle erken saatlerde aç-susuz burada durmanız beni üzüyor. Bu kadar erken saatte gelmenize gerek yok. Siz çağırın, ben geleyim” dedi.

Bu şakacı sözler bizim meslektaşların hoşuna gitti tabii… “Helâl olsun, ne mütevazı adam” dediler.

Bu tespit doğrudur ama sevgili meslektaşlarım, bu ülkeye “mütevazı adam” değil, “işinin ehli başbakan” lâzım.

Bir başbakanın ehil olabilmesi için bağımsız olması, hür iradesiyle hareket etmesi, sorumluluğunun bilincinde Türkiye'yi özgürce yönetmesi gerekir.

Bizim başbakanda bu özellikler var mı?

O “Sayın Cumhurbaşkanım, söz veriyoruz, sevdan sevdamız, davan davamız, yolun yolumuz!” demekle meşgul.

Eee… Bu durumda nasıl “Gerçek başbakanlık” yapacak? Yapıyor gibi görünecek ama yapmayacak! İşin özeti bu!

 

***



Bir sürat ki... / Melih Aşık / Milliyet



Ülkemizde işler genelde ağır yürür... Ama bazen de öyle hızlı yürür ki, şaşar kalırsınız. Son örneği bugünlerde yaşıyoruz.

AKP’nin Genel Başkan değişikliği yaptığı kongresi geçtiğimiz pazar günü birkaç saat sürdü. Binden fazla delegenin oylarının sayılıp sonucun açıklanması bir saat bile sürmedi. Hemen ertesi gün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Binali Yıldırım’a hükümeti kurma görevi verdi. Yıldırım, soyadına yakışır şekilde, 24 saatten bile az zamanda bakanları belirledi. Yine 24 saat bile geçmeden Cumhurbaşkanı’nın onayladığı listeyi öğlen saatlerinde açıkladı.

Normalde bakanlar belli olduktan sonra hükümet programının hazırlanması en az üç gün, beş gün, bir hafta kadar sürerdi. Bu defa birkaç saat bile sürmedi. Ne zaman, nerede, kimler tarafından hazırlandığı bilinmeyen hükümet programı bakanların belli olmasından birkaç saat sonra Başbakan tarafından Meclis’te okundu.

Programda neler olduğunu, halka ne gibi vaatlerde bulunduklarını büyük olasılıkla bakanlar da sokaktaki vatandaşlarla aynı anda öğrendi.

Evet, demokrasinin işlemesi geçmişte de arızalıydı. Ancak yine de Anayasa’ya, yasalara, teamüllere uygun davranılır, kamuoyu ciddiye alınır, işler usulünce yürürdü.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren parlamenter sistemin geleneklerine uyulmuştur.

Şimdilerde ise kamuoyu parlamentonun sıfırlandığı bir düzene alıştırılıyor.

 

***



65. hükümet / Yılmaz Özdil / Sözcü



64'üncü hükümetin ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Recep Tayyip Erdoğan, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına kaydırıldı. Tbmm başkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan boşalan dışişleri bakanlığına, mgk genel sekreteri Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın çalışma arkadaşı Recep Tayyip Erdoğan getirildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kabine açıklanmadan yarım saat önce sürpriz şekilde cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ziyaret etmesi kulislere bomba gibi düştü, cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılan istişareler neticesinde, maliye bakanı Recep Tayyip Erdoğan'la sanayi bakanı Recep Tayyip Erdoğan kabinedeki yerlerini korurken, bir önceki hükümetin hükümet sözcüsü Recep Tayyip Erdoğan çevre bakanı olarak hükümete girdi.

Aile bakanlığına diyanet işleri başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı getirmek isteyen başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la bu bakanlığa merkez bankası başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı getirmeyi düşünen cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında gerilim yaşandı. Ak saray'daki asrın liderimiz Recep Tayyip Erdoğan'ın araya girmesiyle tatlıya bağlandı, meclis külliyesi'ndeki dünya liderimiz Recep Tayyip Erdoğan'ın da onayı alınarak, dolmabahçe'deki mit müsteşarı Recep Tayyip Erdoğan aile ve bilim bakanı yapıldı.

En büyük sürpriz tarım bakanlığında yaşandı, çalışma bakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın tarımdan sorumlu milli savunma bakanı olmasına kesin gözüyle bakılıyordu, ancak son dakikada yaşanan değişiklikle spordan sorumlu milli eğitim bakanı Recep Tayyip Erdoğan tarım bakanı oldu, Recep Tayyip Erdoğan'dan boşalan spordan sorumlu şehircilik bakanlığına ise, daha önceki Recep Tayyip Erdoğan hükümetinde adalet bakanlığı yapan Recep Tayyip Erdoğan oturdu.

Recep Tayyip Erdoğan hükümetlerinin tecrübeli başbakan yardımcısı Recep Tayyip Erdoğan ilk kez Recep Tayyip Erdoğan hükümetinde yeralmadı, onun yerine ilk kez Recep Tayyip Erdoğan başbakan yardımcısı yapıldı, halef-selef Recep Tayyip Erdoğanların devir teslim töreninde duygulu anlar yaşandı, Recep Tayyip Erdoğan'ı ilk olarak Recep Tayyip Erdoğan kutladı.

Kabine listesi hazırlanırken içişleri bakanının unutulduğu anlaşıldı, orman turizm ve avrupa birliği bakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın içişleri bakanlığını vekaleten yürüteceği, güvenoylamasından sonra gıda ulaştırma ve çalışma bakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın içişleri bakanlığına getirileceği, gümrük sağlık ve ticaret bakanlığına da kültür ve su işlerinden sorumlu teknoloji ve tabii kaynaklar bakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın vekalet edeceği öğrenildi.

Kabinenin tek türbanlı bakanı Recep Tayyip Erdoğan oldu.

*

Sayın gerizekalı basınımız hâlâ “bakanlar kurulunda sürpriz değişiklikler var” filan diye yazıyor.

*

Ne sürprizi birader…

İki dudağının arasına bakanlar kuruludur!

 

***



Yeni Başbakan ve yeni Milli Eğitim Bakanı?.. / Abbas Güçlü / Milliyet

 

Eğitimin çok uzağında ama!

Milli Eğitim Bakanlığı için pek çok isim geçiyordu ama sürpriz bir isim olacağı ta en başından belliydi. 

Tıpkı Nabi Bey’in artık gideceği gibi. 

Peki İsmet Yılmaz bu zor göreve ne kadar hazır? 

Daha da önemlisi, MEB bürokrasisi aynı kalacak mı? 

İcraatları yine onlar yapacak, Bakan Bey seyredecek mi?..

İsmet Yılmaz, siyasi deneyimi oldukça yüksek bir isim. 

Uzun yıllar  Milli Savunma Bakanlığı yaptı.

Askerlerle uyumlu çalıştığına göre, eğitim camiasıyla da aynı uyumu sağlayabilir.

Peki, eğitime ne kadar yakın?

Biyografisinde, kendisinden önceki bakanlarda olduğu gibi, eğitime olan aşinalığını gösteren bir emare yok.

İyi bir eğitim almış hatta iki farklı mesleğe yönelmiş, mühendisliği ve avukatlığı bir arada başarıyla götürmüş. 

Buna siyaseti de ekleyince daha bir fark edilir olmuş.

Güvenirlik ve saygınlık kolay kazanılan sıfatlar değil ama o bunu her defasında sağlamış ki TBMM Başkanlığı’ndan Milli Savunma ve Milli Eğitim Bakanlığı’na kadar etkin görevler üstlenmiş.

1961’de Sivas’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gürün’de tamamladı. Haydarpaşa Lisesi’ni bitirdi. 

1982’de İTÜ Yüksek Denizcilik Okulu’ndan, 1987’de de İÜ Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu.

İsveç Dünya Denizcilik Üniversitesi’nde ve Marmara Üniversitesi Özel Hukuk Ana Bilim Dalında iki ayrı yüksek lisans yaptı. Doktorasını da yine Özel Hukuk alanında Ankara Üniversitesi’nde tamamladı.

20 yıl kamuda ve özel şirketlerde, mühendis ve müşavir avukat olarak hizmet verdi. 2002-2007 arasında Denizcilik Müsteşarlığı’nda Müsteşar olarak görev yaptı. 2007 seçimi öncesinde de tarafsız Ulaştırma Bakanı olarak görev yaptı. Ardından da Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığı’na getirildi. Ve sonrasında da siyasete atıldı...

Özetin özeti: Yeni dönem ülkemiz için hayırlara vesile olsun!..

 

***

 

Haklılık payı.. / Hakkı Yalçın / Takvim



Önceki gün Suriye'de çocuklar ölürken, Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz, "Türkiye Avrupa'dan nefes kesen hızla uzaklaşıyor" açıklamasıyla gündemi ters yöne çekerken. "Avrupa Parlamentosu insanlıktan hızla uzaklaşıyor" cümlesinde hata payımız var mıdır? Yoktur. Onların tezgahlarında tükenen hayatların anlamı yoksa. Bizim de kullandığımız cümlelerin içindeki haklılık payı çoktur.

Terör batağı haline getirilmek istenen bir ülkenin yanında durmayanlar. Teröristlerin saflarından bizlere "demokrasi masalları verirken. Bir ihtimal daha yoktur! Avrupa Parlamentosu bizlerden uzaklaşmak için bahane arıyor. Çıkarlarının limanına yanaşırken!

Her gün terörü konuşmaktan başka derdimiz yok mudur zannediyorlar? İzin versinler biraz sevgiden konuşalım. Biraz eski muhabbetlerden. Azalan umutlarımızı çoğaltmanın yollarını biliyorsak. Bizi yoldan çıkarmasınlar!

Temmuz ayından bu yana 500 şehit vermişiz. Böyle mi ödenir bedeller? İnsanlıktan hızla uzaklaşanları, bizim gerçeklerimize yakınlaştırmak için ne yapmamız gerekiyor?

Biz terörü sevmedik hiç. Tabiatın şenliklerini sevdik. Dostluğu kardeşliği bir Anadolu kilimine işler gibi. Mahalle imecesini. Çocuklarımızın canına okuyanları değil.

Biz terörü sevmedik hiç. Terörü sevmeyenleri sevdik. Çocukları, çocuk kalanları. Çocukların yaşamasına parmak kaldıranları.

Kahpeliğe uçak kaldıranları değil!

 

***



Dev seri başlıyor /  Gökhan German / Fanatik



Euroleague finalisti ile Eurocup şampiyonu, Spor Toto Basketbol Ligi yarı final serisinde karşı karşıya geliyor. Ülkemizin Avrupa’daki gururları, bugünden itibaren Türkiye’de finalist olabilmek için kozlarını paylaşacak. Dev seri öncesi, iki takımın artı ve eksiklerini değerlendirelim.

Saha avantajı

Fenerbahçe ve Galatasaray son 3 yıldır birbirini deplasmanda yenemiyor. Obradoviç’in Abdi İpekçi’de, Ergin Ataman’ın da Ülker Arena’da galibiyeti yok. Özellikle bu yıl takımların Avrupa maçlarında tribünlerde müthiş atmosferler oluştu. Fenerbahçe, Euroleague’de 24 maçtır evinde yenilmiyor. Galatasaray’ın da Eurocup şampiyonluğunda taraftarın desteği büyük önem taşımıştı. Bu yıl da dolu tribünler önünde, baskı altında maç kazanmak çok zor olacak gibi görünüyor. Bu nedenle saha avantajına sahip olan Fenerbahçe, bir adım önde görünüyor.

Mental durum

Galatasaray, Eurocup’ı kazandıktan sonra, lige motive olmakta güçlük çekti. Ligin sonunu ve Play-Off’un ilk iki maçını kötü oynadı. Neredeyse Karşıyaka’ya eleniyorlardı. Sonuçta tarihi bir zafer kazandılar. Bu kupa onlar için bütün sezonu kurtarmak anlamı taşıyor. Fenerbahçe’ye karşı daha rahat olacak olmaları avantaj gibi görünebilir. Fenerbahçe ise tam tersi durumda. Her ne kadar Türk basketbol tarihinde bir ilki gerçekleştirip büyük bir başarı elde etseler de, şampiyonluğu son anda kaçırmaları, lige daha sıkı tutunmalarını sağladı. Onlar baskı altınca bulunacaklar ama Galatasaray’dan daha motive olacaklar.

Pota altı rotasyonu

Bernard James’in ülkesine gitmesinden sonra Galatasaray pota altında sadece 2 uzuna kaldı. Lasme ve Davis. Gerçi bu rotasyonla Eurocup’ı kazandılar ama Vesely, Udoh ve Antiç gibi uzun rotasyonuna sahip Fenerbahçe’yi 3 kere yenmeleri gerekecek. Burada Ergin Ataman faktörü ön plana çıkacak. Micov’u 4 numaraya çeken ve oyunun büyük bölümünü 4 kısa oynayabilen Ataman, Fenerbahçe’ye karşı yeni sürprizler hazırlamak durumunda kalacak. Ama karşısında bu kez Obradoviç var. Onun da Real Madrid serilerinde ve CSKA karşısında 21 sayıdan dönülen maçta neler yapabildiğini bir kez daha gördük. İki formda coach karşı karşıya. Taktiksel anlamda da büyük bir savaş bizi bekliyor olacak.

 



***



Kendinizi kullandırmayın, Başkanlar!.. / Hıncal Uluç / Sabah



Alp Yalman'la konuştuğumuzda, "Dursun Özbek, futbol şubesinin yönetimini bana bırakmak istiyor. Ama durum, hem mali, hem idari çok zor" dediğinde "Sen zor günlerin adamısın, bir. Konu Galatasaray olunca, makam falan demeden hizmete koşarsın, iki.. Tabii kabul edeceksin" demiştim.

Sonra gazeteler yazdı. Özbek ve Yalman el sıkışmışlardı. Yalman, Sportif A.Ş. adlı şirket üzerinden, yönetim kademesinde görev alacak ve Florya'nın sorumluluğu ona bırakılacaktı.

Çözüm aklıma yattı. Ertesi gün Özbek'in, yaşayan en saygın başkan Selahattin Beyazıt ile de konuştuğunu, onun da desteğini aldığını öğrendim. Özbek gazetelere "Sayın Beyazıt en büyük danışmanım olacak" demişti. "Sıkıştım mı ona koşacağım.."

Bir Galatasaraylı olarak işlerin nihayet iyiye gittiğini düşündüm..

Ne kadar safmışım.. Gelişmeler gösterdi ki, ne Alp Yalman vardı ortada, ne de Selahattin Beyazıt.. İmam bildiğini okuyor, durmadan konuşuyor ve güya futbolu teslim ettiği 

Alp'in aklına hiç yatmayacağını bildiğim açıklamalar yapıyordu.

Alp mesela, bu ülkeye hakaret ederek defolup giden Lucescu'yu ölse Galatasaray'a getirmezdi. İviç, Derwall gibi devleri kulübe kazandıran adamın, meneceri aracılığı ile beslediği medyada şişirilen Luce ile ne işi olurdu ki?. Benim bildiğim Alp Avrupa'dan yeni bir müthiş isim peşindeydi. Ama Dursun, Luce denen adamı Antalya'da oynanacak Türkiye Kupası finaline davet etmişti bile..

Kulüp boğazına kadar borçtayken ve oynatmadıklarını satmak durumunda iken, İspanya'ya giden Emre Çolak için Deportivo la Coruna ile yarışa girmek ve yıllardır takıma beş kuruşluk faydası olmayan adamı Coruna'nın elinden almak için tonla para vermek de Alp'in işi değildi tabii..

Durum açıktı. Dursun Özbek, kulübü, kardeşi ile birlikte keyfinin istediği gibi yönetmeyi sürdürme peşindeydi. Ama "Derin Galatasaray" yani İnan Kıraç, Ünal Aysal ve onların kuklaları tarafından yönlendirilen kongre ve camiaya karşı Selahattin Beyazıt ve Alp Yalman iyi kalkan olacaklardı. Beyazıt da, Alp de konuşmayı, şikayet etmeyi sevmeyen adamlar oldukları için, artık rahat at oynatacaktı.

Ada'yı da Koçaslan'a teslim etmiş, onun korkunç kulislerinden de kurtulmuştu. Artık işi işti..

Başkan Dursun Özbek.. Futbol Sorumlusu Mehmet Özbek.. Baş danışman Mehmet Koçaslan.. Teknik Direktör Lucescu.. Kaptan Emre Çolak.

İşte hayallerin Galatasaray'ı..

Bu listenin neresine Selahattin Beyazıt, neresine Alp Yalman adı yakışıyor söyler misiniz?.

Sevgili Alp.. Sevgili Başkanım Beyazıt.. Bilirim konuşmazsınız.. Ama bu defa konuşun.. Bu oyunun hiçbir yerinde hiçbir türlü bulunmayacağınızı açıklayın. Hemen açıklayın ki, bu kulübün tarihine pırıl pırıl geçen adınıza gölge düşmesin!.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum