Başkası olma kendin ol böyle çok daha güzelsin

Her çağın bir güzellik anlayışı var ve o güzellik anlayışına uyabilmek, o çağın orta yaşlıları için gerçek bir sorun

Başkası olma kendin ol böyle çok daha güzelsin
17 Aralık 2022 - 08:58

70'ine merdiven dayayan Temel, bizim gazetenin sağlık sayfalarını filan okuduktan sonra yaşam biçimini değiştirmeye ve yaşam süresini uzatmaya karar vermişti. Artık tavada nar gibi kızarmış hamsi hayatından çıkacaktı. Sabahları kuymağa mısır ekmeği bandırması da söz konusu olmayacaktı. Haşlandıktan sonra üzerine damlalıkla avokado yağı gezdirilmiş brokoli ile sabah kahvaltısını yapıyor, kahvaltının ardından uzun bir yürüyüşü jimnastik salonlarında kültür-fizik hareketleri ile tamamlıyordu.

Öğlen 20 dakikalık uykuyu takiben iki dilim somon saşimi yiyip yüzmeye gidiyordu. Rakıya da veda etmişti. Akşamları Netflix izlerken adına "bitki çayı" denilen bir tuhaf karışımı içip yatıyordu. Bütün bunların sonucunda 12 kilo verdi. Beli inceldi. Göbeği erimişti. Göğüs kafesi genişlemiş, pazuları orta halli bir Kırkağaç kavununa benzemişti

Bunlar Temel'e yetmedi. Akşamüstleri yürüyüşünden dönerken Lucca'da oturan gençlere özendi. Berberini değiştirdi, giysilerini atıp yenilerini aldı. O sabah da yeni aldığı spor ayakkabılarını denemek için sokağa çıkmıştı ki kafasına bir saksı düştü. Yardıma koşanlar, son nefesini verirken "Tanrım, tam gençliğime dönmüşken bunu neden yaptın bana" diye mırıldandığını duydular.

Tanrı'nın verdiği yanıtı elbette Temel'den başkası duymamıştı: Kusura bakma Temel, bir an için tanıyamadım seni! 70'ime merdiven dayamış sayılmam için daha birkaç yıl var ama ben de Temel gibi yaşam biçimimi değiştirerek hayatımı uzatmaya karar verdim. Allah sonumuzu benzetmesin.

Bu kararımı yakınlarıma da açıkladım ki beni denetlesinler, kendimi aldatmama yönelik hareketlerden uzak durmamı sağlasınlar. Aslına bakarsanız bu yazıyı yazmak üzere eski notlarımı filan karıştırdığım sırada ikircikli bir ruh durumundaydım.

Hayatımı değiştirmeme değecek miydi? Arpa maltının damıtılmasından sonra bir zamanlar lezzetli, mis kokulu sherry ya da brandy'lere yuva olmuş Fransız meşesi fıçılarda dinlendirilip Spey Nehri'ni besleyen kaynakların suyuyla inceltilmiş ateş suyuna veda ederek hayatımı daha mükemmel hale mi getirecektim?

Salonda 1 saat!

Yürümekte bir sıkıntı yoktu ama iki gün önce yarı yaşımdaki insanlarla dolu bir salonda geçirdiğim bir saatin ardından kaslarımdaki ağrılar hâlâ taptaze duruyordu. Allah sizi inandırsın, bu yazıyı yazarken bilgisayarda birbirine en yakın harfleri seçmeye çalışıyorum ki ağrıdan kaldıramadığım kollarımın fazla hareket etmesini engelleyebileyim. Neyse ki eski Türkçe F klavyeyi kullanıyorum, bu işimi kolaylaştırıyor. Bu klavye Türkçe kelime yapısına daha uygun.

Ajda Pekkan gibi "ekstrem tenakuzlar içinde" debelenirken karşıma Kate Winslet'in The Sunday Times gazetesine verdiği bir demeç çıktı. Kate Winslet'i (47) Titanic'ten hatırlarsınız, kendisi sanata yaptığı katkıları nedeniyle Britanya İmparatorluk Nişanı sahibi bir "şövalye". Titanic gibi bir gişe filmiyle muhteşem bir başlangıç yaptıktan sonra daha çok sanat filmlerine yönelmiş, sıradan olmayan bir karakter.

 

Kısa bir süre önce bir dizi çekimi sırasında bir sevişme sahnesinde yönetmen göbeğinin gözükmemesi için çekim açısını değiştirmeyi önerdiğinde bunu reddettiği gazetelere yansımıştı. Dış görünümüyle ve vücudunun zaman içinde aldığı şekille barışık olduğunu, bundan utanması gerekmediğini söylüyordu.

Gazetenin Winslet ile söyleşiyi yayımlamasının nedeni İngiliz Chanel 4 için çekilen "I am Ruth" isimli bir dizide Ruth karakterini oynaması. Dizi geçtiğimiz perşembe gösterime girdi.

Winslet bu dizide sosyal medya tacizleri nedeniyle sıkıntılar yaşayan bir kız çocuğunun annesini canlandırıyor.

Söyleşideki şu cümlesinin altını çizdim: "Orta yaşlı bir kadın olarak bedenimin bıngıldamasını ve yüzümün hareket edebilmesini önemli buluyorum."

47 orta yaş sayılır mı, bilmiyorum. Bu hesaplarla daha çok Ertuğrul Özkök ilgileniyor çünkü. Bir de Mudo.

Onlar kendilerini artık "yeni orta yaşlı" diye tanımladıklarına göre ben bir "eski orta yaşlı" olarak "yeni genç yaşlı" sayılmalıyım. Bu durumda Kate'e de "daha çocuksun" dememiz gerekiyor! Her çağın bir güzellik anlayışı var ve o güzellik anlayışına uyabilmek, o çağın orta yaşlıları için gerçek bir sorun.

Çağımızda da güzelliğin ölçülerini moda dünyası ve Hollywood belirledi, medya bu anlayışı yeniden üretip yayıyor, moda, kozmetik ve ilaç sektörleri de bunun nemalarını topluyor. Gördüğünüz gibi güzel bir alışveriş var burada ve verenler öncelikle orta yaşlı kadınlar ile ne olduğuna henüz karar verememiş benim gibi tipler oluyor, alanlarsa malum.

Öz değişmez ki...

Aristoteles'e göre "özsel" nitelikler, bir şeyin, onlar olmadan o şey olamayacağına ilişkin özelliklerdi. Kate örneğinden yola çıkacak olursak, onun özsel nitelikleri oyunculuk, güçlü bir karakter olması gibi nitelikler. Bunlar olmadan Kate, Kate Winslet olamayacaktı. Öte yandan Aristoteles, rastlantısal özelliklerin kişiliğimizin özüyle ilgili olmadığını da düşünürdü.

Yani daha genç bir kadınken, sımsıkı cildiyle şimdiki gibi kilolu olmadan önce de Kate, Kate Winslet idi. Şimdi bıngıldayan memeleri, pantolonun kemerinden taşan göbeği ile de aynı Kate Winslet. Birçok kadının yaptığı gibi estetik ameliyatlar ve botox gibi zehirlerle yüzünün mimiklerini kaybetmiş olsaydı da durum değişmeyecekti. Kate, özsel nitelikleri sayesinde Kate Winslet olmuştu, rastlantısal özellikleriyle değil. Ama o vakit bir oyuncu olarak sanatını icra ederken yüzünü kullanma olanağından yoksun kalacaktı. Film çekilirken yönetmenin sık sık "kesss" diye bağırdığını duyacak ama ne yaparsa yapsın o zehrin hareketsiz hale getirdiği yüz kaslarını oynatamayacaktı. Mimikleri olmayan bir oyuncuyu kim ne yapsın?

Mimiklerini kullanması gerekmeyen rollere yönelmekten başka nasıl bir çare bulabilirdi ki? Söyleşiyi okurken aklımdan geçenler bunlardı. Ve kendi özsel niteliklerimin daha önemli olduğunu, haftada üç gün sabahın köründe kaslarımı zorlamanın nasıl bir özsel dönüşüme karşılık geleceğini sorgulamamın böyle başladığını itiraf edeyim. Elbette henüz bu içsel tartışmamı tamamlamadığım için jimnastik hocam Arif'i, salonda bir başına bırakma yoluna henüz girmedim. Gerçi o da hareketleri zorlanarak yapan benim gibi bir sersem öğrenci yerine hareketleri kolayca yapabilen genç bir öğrenciyi tercih edebilirdi. Ama salonda şunun da farkına vardım ki insanın, özsel değerleriyle yetinmeyip rastlantısal özelliklerini öne çıkarma çabası belli bir yaştan sonra başlıyor.

Ah o eski yaşlar

30'lu yaşlarımda birisi bana "bir gün dağ başında bir otele gidip çorba ve bitki çayıyla 10 gün geçirecek ve kendini çok iyi hissedeceksin" deseydi, ona deli diye bakardım. Ama 60'larımın başında Vivamayr isimli bir dağ otelinde böyle 10 gün geçirdikten sonra kendimi o kadar iyi hissediyordum ki yarın sabah kalkıp yine gidebilirim.

Geçen gün arkadaşlarıma yeni açılan Yarımada Pera'ya gitmeyi önerdim. Beyoğlu'nun yeni mekanlarından biri. "Program saat 22.00'de başlıyor" deyince hepsinin yüzü ekşidi. Oysa aynı insanlarla eskiden sabahlara kadar gezebilirdik.

Yani bir sokak filozofunun dediği gibi "her şeyin bir şeyi var"! Her yaşın da kendine özgü bir durumu. Biliyorum ki bir daha asla 30'larımdaki gibi olamayacağım. Sabaha karşı eve gelip duş yapıp işe gitmek gibi şeyler 30 yıl öncesinde kaldı.

Kim bilir belki de bu yüzden kendimi felsefeye vurdum, Aristoteles'ten yardım umuyorum. Bulunduğum durumu tıpkı Kate Winslet gibi içime sindirebilirsem aynaya baktığımda geçip gitmiş bir gençlik değil, her sorunun yanıtını bulmuş, her derdin devasını öğrenmiş, hayatın sırrına vâkıf olmuş bir karizma göreceğim.

"Karizma" yazınca bir an için utandım ama siz megalomaninin böylesine şapkanızı çıkarabilirsiniz! Thomas Jefferson'ın kurucusu olduğu Virginia Üniversitesi'nde bir güneş saati varmış. O kampüsü gezmeye gittiğimde farkına varmamıştım sonra bir yerlerde okudum, saatin üzerinde şöyle yazılıymış:

"Zaman, bekleyenler için çok yavaş, korkanlar için çok hızlı, yas tutanlar için çok uzun, sevinenler için çok kısadır. Ama sevenler için sonsuzluktur. Saatler uçar, çiçekler solar, yeni günler, yeni yollar geçer gider, aşk kalır."

Hazır yılbaşı geliyor, bu sözü bir yerlere not edin, eşe dosta yollayacağınız hediye paketlerinin filan içine yazmak isteyebilirsiniz! Bana müsaade, spora gidiyorum! 
 

Mehmet Y. Yılmaz | Hafta Sonu

[email protected]


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

YORUMLAR

  • 0 Yorum