Dünyayla onun arasına girdim!

İlişkiyi bozan şeyler dışarıdan hiç görülmeyeceği gibi içinde yaşayanların farkında bile olmadığı küçük şeylerin birikmesi de olabilir. Çiftler bunun farkında olmasalar bile hissederler

Dünyayla onun arasına girdim!
24 Eylül 2022 - 09:37 - Güncelleme: 25 Eylül 2022 - 09:36

 

Günümüzden tam 1200 yıl önce, İranlı mutasavvıf Bâyezîd-i Bistâmî, "aramakla bulunmaz ama bulanlar da hep arayanlardır" demişti.

Kendisini aradan bunca zaman geçtikten sonra rahmetle anmama yol açan ise Disney +'da yayınlanan bir yerli dizi oldu.

"Ne alaka" demeyin, evrende her şey birbiriyle alakalıdır, hani kelebek Amazon ormanlarında kanat çırpıyor, fırtınası burada damları uçuruyor gibi!

Dizinin adı "Dünyayla Benim Aramda." Bilmiyorum izlemeye başlamış mıydınız?

Prodüktörü Asena Bülbüloğlu (MF Yapım), yönetmeni ise Hülya Gezer. Senaryo Pınar Bulut'un.

Gördüğünüz gibi üç kadın kafa kafaya vermişler, bakalım altından ne çıkacak?

Diziyi izlemeye başlamadıysanız da endişeye kapılmayın sonunu söyleyecek değilim, çünkü ben de bilmiyorum, daha iki bölümü yayınlandı.

Dizinin senaristi, geçen hafta Oksijen'e verdiği demeçte şunu söylüyordu:

"Aşkın ömrü var mı, biterse elektro şok olabilir mi? Bunlara cevap aradım."

Aradığı yanıtı bulabildi mi, bilmiyorum, dizinin sonunda öğreneceğiz.

Olay Türkiye'de geçiyor. Bir dizi film oyuncusu erkek ile onun moda dergisi yöneticisi sevgilisi arasında çıkmaza girmiş bir ilişkiyi izliyoruz.

Kadın yöneticinin bir arkadaşı, bu ilişkiyi kurtarmak için bir akıl veriyor: Sosyal medyada bir başka kadın kılığına gir ve adamın derdi neymiş öğren!

Bu olay gerçek hayatta olsa derdim ki "o kadının adamda gözü varmış, bir çifti ayırmak istiyorsan işte garantili bir yol."

Ama bu bir dizi, kadının içinde böyle bir kötülük yok (mu acaba?)

Erkek, kendi sevgilisiyle yazıştığının farkında olmadan "direkten yürümeye" başlıyor ve sonunda adam yazıştığı kadını görmek istiyor.

Dergi yöneticisi olan kadın, bir stajyerini bu işe memur ediyor (gerçek hayatta olsaydı o stajyer, o dergi yöneticisinin saçını başını yolardı, orası ayrı) ve çift buluşuyorlar.

Dizide olaylar nasıl gelişecek bilmiyorum ama buna benzer gerçekten yaşanmış bir öyküyü çok iyi biliyorum, çünkü o haber üzerine de bir yazı yazmıştım, Posta'yı yayımladığım yıllarda.

Olay Lübnan'da geçiyordu.

O yıllarda internette moda olan "chat odalarında" birbiriyle tanışan, uzun süre yazıştıktan sonra birbirleri için yaratıldıklarına inanıp buluşma kararı alan bir kadın ile erkeği, buluşmak üzere sözleştikleri pastanede büyük bir sürpriz bekliyordu: İkisinin de eşi oradaydı!

Hayır, takip edildikleri için değil.

Chat odası aşıkları, gerçek hayatlarında birbirleriyle evliydiler ve ilişkileri son iki – üç yıl içinde o kadar bozulmuştu ki evde neredeyse hiç konuşmadan yemeklerini yiyor ve bilgisayarlarının başına geçip "sanal alemde" bulduklarına inandıkları aşıklarıyla sohbet odalarında vakit geçiriyorlardı.

Çiftin küçük bir şok geçirdiğini, adamın kadını tokatladığını, kadının çantasıyla adamın kafasına vurduğunu da haberi veren ajans sayesinde öğrenmiştik.

Bunun bir yararı da olmuş, kadın ile erkek boşanmak üzere mahkemeye de başvurmuştu.

Gazetecilikte fikri takip esastır ama taa Lübnan'a kadar gidip bu olayı takip edecek vaktim de yoktu, boşandılar mı, sonraki hayatları nasıl geçti, bilmiyorum.

Ancak bildiğim şu ki dergi yöneticisi kadın, sevgilisiyle tanışsın diye bir stajyeri görevlendirmekle hayatının hatasını da yapmış bulunuyor.

Pennsylvania Üniversitesi'nden Satoshi Kanazawa ile Cornell Üniversitesi'nden Mary Still'in yaptıkları bir araştırma var.

Erkek lise öğretmenlerinin, evlilik ve kadınlarla düzenli ilişki açısından Amerikan erkeklerinin genelinden belirgin bir biçimde ayrıldıklarını tespit etmişler.

Erkek öğretmenlerin çoğu boşanmış ya da hiç evlenmemiş kişilerden oluşuyormuş.

Araştırma ırk, gelir, yaş, eğitim ve öteki demografik faktörler açısından tekrarlanmış, sonuç yine aynı: Erkek öğretmenler, benzeri durumdaki Amerikan erkeklerine göre daha az evleniyorlar, daha çok boşanıyorlar!

Araştırma kadın öğretmenler açısından bu saptamanın doğru olmadığını ortaya koymuş.

Kanazawa ve Still'in iddialarına göre, Amerika'da erkek öğretmenler okullarında ve sınıflarında karşılaştıkları genç, güzel ve cıvıl cıvıl kızlarla, karılarını ya da kız arkadaşlarını karşılaştırıyorlar ve bir süre sonra onların ne kadar sıkıcı, dışarıdaki dünyanın ise ne kadar eğlenceli ve davetkâr olduğunu görüp boşanıyorlar ya da hiç evlenmiyorlar!

Araştırma elbette sadece öğretmenleri ilgilendirmiyor, meslekleri gereği genç ve güzel kadınlarla çok fazla bir arada olan erkekler de aynı tehlikeli durum ile karşı karşıyalar: Fotoğrafçılar, sinema – televizyon endüstrisi çalışanları, barmenler, müzisyenler, modacılar, manken ajansı yöneticileri ve gazeteciler!

Gazetecileri niye en sona yazdın, meslektaşlarını korumak için mi diye soracak olursanız benim tercihim değil, araştırma sonuçlarının gösterdiği sıralama bu.

Olay Dünyayla Benim Aramda dizisinde nasıl gelişecek bilmiyorum ama genç stajyerin, oğlanı kapıp kaçması çok büyük olasılık, bu araştırmadan öğrendiğime göre!

* * *

Dizideki dergi yöneticisi kadın ile dizi oyuncusu erkek arasındaki ilişkinin bozulmaya yüz tutması elbette bir günde gelişmemiş olmalı.

Bir kadın ile erkeğin ilişkisi akşamdan sabaha bitmez.

Çiftler bir gece mutlu yatıp, sabah kalkınca "bu ilişki yürümüyor, hadi bana müsaade" demezler.

İlişkiyi bozan şeyler dışarıdan hiç görülmeyeceği gibi içinde yaşayanların farkında bile olmadığı küçük şeylerin birikmesi de olabilir.

Çiftler bunun farkında olmasalar bile hissederler.

Daha az konuşmaya başlarlar mesela.

Ortak konular azalır, boş gözlerle televizyona bakmak, birlikte konuşup gülmenin yerini almaya başlar.

Ve sonra bir gün, herhangi bir neden, o son sözün söylenmesine neden olabilir.

Bardağı dolduran şeyler çok farklı kaynaklardan beslense de o son neden, bitişin nedeni gibi görünür.

Çiftler içten içe asıl nedenin o olmadığını, başka birçok nedenin daha bulunduğunu bilir ama sanki her şey o anda bitmiş gibi olur.

Roland Barthes bunu "bozulma" olarak tanımlıyor.

"Aşk alanında, kısacık bir sürede, sevilen nesnenin karşı imgesinin oluşması! Küçük olayların, incecik çizgilerin akışına göre, özne, iyi imgenin birden bozularak tersine çevrildiğini görür" diye yazıyor.

Aşk ilişkisinde karşındakini yüceltmek, olduğundan farklı daha üst bir konuma yerleştirmek kaçınılmazdır.

Çünkü aslında kafamızda yarattığımız bir imaja âşık oluruz. Ona atfettiğimiz değerler (güzellik / yakışıklılık, akıllılık, zarafet, kültür vs. gibi) kendi sübjektif değerlerimizdir.

Birçok aşk ilişkisine dışarıdan bakanların "Bu kız bu adamda ne buldu, bu adam bu kızın nesine böyle hayran" yorumlarını içlerinden de olsa yapmalarının nedeni budur.

Âşığın gözü başka şey görür, dışarıdan bakanlar başka şey.

Barthes'ın söylediği böyle bir görüntüde bozulmanın birden fark edilmesidir.

O son ana kadar bayıldığın kadının gerçekte selülitlerinin olduğunu fark etmek gibi. O güne kadar bayıldığın adamın aslında son derece kötü koktuğunu fark etmek gibi.

Küçük yalanların yakalanması gibi!

Sinirine dokunduğunu söylediğin hareketlerini ısrarla tekrarlaması gibi!

Bunlar birikir, birikir ve sonunda bom!

Artık ne o kadın senin hayalindeki kadındır, ne de o erkek aynı adamdır.

Giderek kusurlarını daha çok görmeye başlarsın, ifade edemezsin ama bunları içinde kendi kendine tekrarlamaktan da kendini alamazsın.

Ta ki o son söz söylenene kadar.

O son söz söylenir ve içinde biriktirdiklerinin taşıp çağladığını görürsün.

İnsan bu birikimin başladığını hissedebilir kuşkusuz ki. Marifet bunu hissetmekte değil, hissettiklerini ortaya koymaktadır. Ama bunu nasıl ortaya koyacağını da bilemezsin.

Hangi insan bir kusurunun yüzüne karşı söylenmesini oturup sakince dinleyebilir ki?
O da karşılığında bir şeyler söyleme ihtiyacını duyar, kendini savunması yetmez, o da kendi biriktirdiğini ortaya döker.

Bitmek bilmez tartışmalar böyle başlar işte. Ve bu bitmek bilmez tartışmalarla bir yere varılabildiğini de ben görmedim doğrusunu isterseniz. Radikal'i yayımlarken gazetenin genç okuyucu profiline uygun çizgi bantlar da satın almıştım.

Bunlardan birinin kahramanı da Dave adındaki bir yazılımcıydı. Mühendisler ve pazarlamacılarla sürekli tartışan bir karakter. O çizgi bantlardan birinde Dave'in annesiyle babası televizyonun karşısındaki büyük koltukta uyuyakalmışlardı.

Kadının üzerindeki sabahlığı, adamın uyuduğunda ellerinden yere düşmüş gazetesi, çiftin birbirine karşı özensizliğinin ipuçlarını veriyordu.

Dave ile kız arkadaşı kapıda durmuş salondaki görüntüyü izliyorlardı. Kız Dave'e soruyordu: "Annenle baban ilişkilerinin ne olacağını tartışmazlar mı hiç?"

Dave'in yanıtını hiç unutmadım: "Olan olmuş zaten, ne diye tartışsınlar?"

Öte yandan susup öylece oturmaya devam etmenin de işe yaramadığını herkes söylüyor.

"E ne yapalım o zaman" diye bana sormayın tabii. Ben ilişki terapisti değil, ilişki gözlemcisiyim.
Ama size Rosa Luxemburg'un sevgilisine yazdığı bir mektuptan bir parça aktarabilirim, ondan daha çok yararlanacaksınız eminim:

"Bana gönül alıcı, güzel mektuplar yaz, biraz alçak gönüllü ol, inayet et de beni sevdiğini söyleyiver. Sen bana, bugün benim sana verdiğimden üç kuruşluk daha çok sevgi vermişsin, eee n'olmuş yani? Benden karşılık görmezsin korkusuyla duygularını açıklamaktan çekinme. Ruhunla diz çökmeyi de öğren, yalnızca ben kollarımı açıp seni çağırdığımda değil, ben arkamı döndüğümde de.

Kısacası cömert ol, harca, israf et sevgini benim için. Senden bunu istiyorum." (Sevgiliye Mektuplar, Rosa Luxemburg, çeviren: Nuran Yavuz, Agora Kitaplığı) 


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.


Mehmet Y. Yılmaz | Hafta Sonu

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum