Farklı bir erkek olabilme cesareti: 'Erkek'liğin tanımı yeniden yapılmalı

“Farklı Olmaya Cesaret Eden O Müthiş Erkek Çocuklarına Gerçek Hikayeler” kitabı bana ulaştığında heyecanlanmıştım. Alışılmış erkek olma söylemlerinin dışına çıkılması gerektiğini dile getiren bir yapıt ancak ve ancak erkekliğin tanımının yeniden yapılmasını zorunlu kılabilirdi. Ben Brooks bu kitabında bu yeni tanımı yapmasa da okuyucuya sorgulama şansı tanıyor.

Farklı bir erkek olabilme cesareti: 'Erkek'liğin tanımı yeniden yapılmalı
06 Temmuz 2019 - 09:57 - Güncelleme: 06 Temmuz 2019 - 10:07
Hani bir zamanlar bir dizi film sloganı vardı ya hani “erkekliğin kitabı yeniden yazılıyor” diye. İşte o sloganın en çok uyabileceği yapıt Ben Broks’un yazdığı “Farklı Olmaya Cesaret Eden O Müthiş Erkek Çocuklarına Gerçek Hikayeler” adlı kitap olurdu.

Farklı Olmaya Cesaret Eden Erkek Çocuklarına Hikayeler, Ben Brooks, Editör: Kürşad Kızıltuğ Eksik Parça Yayınları, 2018, 208 syf.

Çizimlerini Quinton Winter’ın gerçekleştirdiği, Sabire Pınar Tuncer’in çevirisiyle, Kürşad Kızıltuğ’un editörlüğüyle hazırlanan kitapta Asiye Aydemir’le Serkan Cenker’in katkısı olmuş. Ve böylece İki A Yayıncılık okuyucusuna alışkanlıkları kıran bir yapıt sunmuş.

Kitap, doğrudan sormasa da aslında iki kavramı sorguluyor:

1 – Kahramanlık nedir? İnsanların gözünde ne zaman kahraman olunur?

2 – Erkeklik nedir? Erkekten kasıt nedir ve başkalarından onay almak gerekir mi?

KAHRAMAN NEDİR?

TDK sözlüğüne göre kahraman sözcüğünün kökeni Farsçaymış ve üç anlam taşıyormuş:

1. Savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlık gösteren (kimse), alp, yiğit

2. Bir olayda önemli yeri olan kimse

3. Edebiyat roman, hikâye, tiyatro vb. edebiyat türlerinde en önemli kişi

Biz biliyoruz ki “kahraman” denince çoğunlukla akla birleştirilerek ilk iki madde gelir. Bir kişinin büyük yararlılıklar göstermesi, toplumca onaylanan ve çıkarlarını gözeten üstün davranışlar sergilemesi, herkesin yararına olan bir iş için cefa çekmesi bu kavramın içeriğini oluşturur.

Propp’un “Masalın Biçimbilimi”nde de özetlediği üzere kahraman olan kişi toplumun bozulan düzenini tekrar sağlamak için zorlu bir yolculuğa çıkar ve birçok macera, sorun ve dertten sonra düzeni sağlayarak başarıya ulaşır. Ancak biraz dikkatli bakarsak bu sürecin sonunda kahramanın mutlu olacağı veya sağ kalacağı şaibelidir. Veya sağ kalsa bile geçirdiği travmalardan sonra bir daha toparlanıp toparlanmayacağı belirsizdir.

Bu travma durumu çoğunlukla toplumca göz ardı edilse de Batı edebiyatının ilk şiirlerinden Beowulf destanı aslında bunu ön plana çıkarır. Destanda Beowulf adlı kahraman adamlarıyla Danimarka kralına yardım etmeye gelir ve Grendel adlı dev yaratıkla onun daha da tehlikeli annesini alt eder. Sonra da ilginçtir kral olup bir ejderhayı yense de yaşadığı depresyondan olsa gerek hayatının ikinci bölümü en az dile getirileni olur.

Bu travma konusuna bir ekleme de J. R. R. Tolkien’in ölümsüz eseri “Yüzüklerin Efendisi”yle yapılabilir sanırım. Okuyanlar hatırlarlar, Frodo yüzüğü imha ettikten ve orta dünyayı kurtardıktan sonra sulh içinde köyünde yaşayabilecekken bir gemiye biner ve diyarı terk eder. Gördüklerinden sonra bir daha sıradan bir insan olamayacağının bilincindedir.

Sıradan ve evinde güvenle oturan insan için kahraman asla travma geçirmez. Zaten başına gelen cefalar da travmalar da aslında hiç olmamıştır. Masaldır. Hikayedir. Destandır.

Sanırım kahraman kavramının daha iyi anlaşılması için olaya kendi yorumumu katmam yanlış olmaz: Kahramanlık, evinde, sıcak yuvasında kıçının üzerinde oturup kendini yormamak yerine konfor içinde yaşamayı tercih eden tembel kitlelerin, dingillerin ameleliğini yapanların genel adıdır.

Bu da bizi bu bölümün sorusunun ikinci kısmına ulaştırıyor: İnsanların gözünde ne zaman kahraman olunur?

Bakıyorum ve görüyorum… Üst paragrafta bunu zaten yanıtlamışım.

Ve bu arada da “kahramanlık” kavramının hep savaşla, itişle, kakışla ilişkilendirildiğini görüyorum. Bir şekilde bir “öteki” var ediliyor ve o ötekinin de ağzının burnunun dağıtılması gerekiyor. Açıkçası belki de çok eski ilkel çağlarda bu ilişkilendirme yanlış değildi. Herkes herkesle savaşıyordu. İletişim sorunluydu. Okuma-yazma oranı azdı. Yabancı dil bilen çok çok azdı. Ne anlatılırsa ona inanmak durumundaydı toplumlar. Bilgi edinmek için kaynak yoktu veya çok azdı veya olsa da okuyacak insan yoktu. Bir şekilde dağların, ufkun ötesinden korkmak için sebep bulunabilirdi. Bir “düşman” fikriyle yaşamak motivasyon sebebiydi.

Peki, ama çağımızda bu bakış açısı yerini bulabilir mi?

Kitle iletişim araçları, sanat, kitaplar, internet varken bir iktidarın manipülasyonuyla yalan bir “öteki”ne düşmanlık beslenebilir mi? Cidden “1984” hali yaşanabilir mi?

Sağduyulu ve aklı başında olup gerçeği arayan ve sorgulayan bireylerin buna vereceği yanıtın “hayır” olacağı aşikâr. Ha, ama elindeki onca imkana rağmen gözünde at gözlüğü, çenesinde gemle yaşayan yok mu? Var ve maalesef çok da kalabalıklar. Ancak ortada bir gerçek var o da artık hayatın akışının ilkel çağlarla benzeşme yaşamadığıdır.

Artık “kahramanlık” tanımının yeniden yapılması gerekmektedir. Elbette düşman ve çatışmalar dünyadan silinmiş değildir ve kavramın mücadele etmeyi hatırlatan anlamının kaybolması yanlış olur ancak sürekli mücadele psikozuyla yaşamadığımız da bir gerçektir.

Elisa Medhus “Kahraman Çocuklar Yetiştirmek” adlı kitabında Ed Howe’dan alıntı yapmış:

Bir çocuğun kahraman olmak için savaşa gitmesi gerekmez; herkese yetmeyeceğini gördüğünde pasta sevmediğini söylemesi yeterlidir.

Görünen o ki kahramanlık artık “prensesi” kapmak, kral olmak, padişahın kızıyla evlenmekten öte anlamlar kazanmıştır. Kahraman olmak demek yeri geldiğinde çevremizdeki insanlara gülümsemeleri için elimizden gelenin en iyisini yapmak demektir. Yeri geldiğinde bilgilendirerek, yeri geldiğinde anlamsız gelenekleri yıkarak, yeri geldiğinde bir ağacın kesilmesini engelleyerek, yeri geldiğinde zorluklara inat bilimsel veya sanatsal eserler üreterek, yeri geldiğinde zorluklara inat mücadele edip örnek olarak, yeri geldiğinde de masadaki son lokmayı başkasına bırakarak. Kahramanlık artık alıştığımız kalıpların çok ötesine geçmiştir ve klasik masalları da ilkel yaşama alışkanlıklarını da katbekat aşmış bulunuyor.

The Labours of Hercules

ERKEKLİK NEDİR? ERKEKTEN KASIT NEDİR VE BAŞKALARINDAN ONAY ALMAK MI GEREKİR?

Klasik masalların ve destanların genel kurgusuna bakarsak kahramanlar hep erkektir. Gün gelir dağa tırmanır, gün gelir doğa üstü bir yaratığı öldürür, gün gelir prensesi kurtarır, gün gelir öyle ya da böyle ödül kazanır.

Ve, evet, kahraman hep erkektir. Ödülü de o alır. Evet, belki masalın adı Külkedisidir veya Pamuk Prenses veya Rapunzel’dir ve hep kadınlar sorun yaşar ama olsun, erkek kahraman gelir, neredeyse hiç mücadele etmeden prensese de, ödüle de konar, masal büyük bir mesajla son bulur: Kızım, kıpraşma, dişini sık, zorluklara diren, kocan olunca bunların hepsi bitecek. Bir daha o zorlukları yaşamak istemiyorsan kurtarıcının kölesi ol yoksa daha beter olursun.

Doğrudur, erkek, doğası gereği (testosteron sağ olsun) daha savaşçı, mücadeleci, rekabetçidir. Fiziksel durumu da; en azından regl gibi sorunlarla boğuşmadığından olsa gerek, daha avantajlıdır. Bunlardan dolayı ilkel kahramanlık tanımına şıp diye oturabilir. Veya doğum yapıp çocuklarla ilgilenmesi gerekmediğinden onu sınırlayan toplumsal kurallar yoktur… Erkek; toplumların kadınlara uyguladığı ahmakça sınırlandırmalar sağ olsun, her şekilde kahramanlığa daha yakındır.

Ancak artık erkek ilkel bir erkek tanımına uymamaktadır.

Cinsel organıyla bedensel şeklinin erkek olması bir erkeği erkek yapmıyor artık. Bu nedenledir ki bir erkeğin kahraman olabilmesinin koşulları değişmiştir. Ve bu koşullar kadınınkiyle eşittir. Bu sebeple görünen o ki öncelikle erkekliğin tanımının yeniden yapılması gerekmektedir. Bu tanımda ulaşılan sonuçla da birilerinin onayını almaya gerek duyulmaması gerekir. Toplum kavramının kendisi artık eski ilkel tanımına uymuyorken kahramanlık ve erkeklik (kadınlık) tanımının aynı kalması ne derece sağlıklı olabilir ki?

‘FARKLI OLMAYA CESARET EDEN O MÜTHİŞ ERKEK ÇOCUKLARINA GERÇEK HİKAYELER’

2012 senesinde Ege Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin düzenlediği “Kültür ve Edebiyatta Cinsiyet, Cinsellik, Şiddet” konulu sempozyumunda bir sunum gerçekleştirmiştim. Beklenti elbette “kadın” odaklı bir içerikti. Görsellerim Heracles heykellerinden erkek çizgi roman kahramanlarına beden yapıları olmuştu girişte. Ve, evet, ben erkekleri konu almıştım sunumumda ve o kaslı, iri, babayiğit adamları gösterip “Bunlar erkekse ben neyim, ben erkeksem bunlar ne?” diye sormuştum.

Kadın kimliğinin baskı altında tutulması ve erkeklerin şişirilerek toplumda avantajlı bir konuma yükseltilmesi kesinlikle ve kesinlikle tartışılması ve çözümlenmesi gereken bir sorundur. Ancak gözden kaçan şey erkeğe uygulanan dünya çapındaki geleneksel baskıların onu nasıl bir çıkmaza sürüklediği gerçeğidir.

Ben Brooks, 1992 doğumlu genç bir yazar. Kişinin; erkeğin, ne zaman yetişkin olacağına, ne zaman çocuk kalacağına, ne zaman reşit olacağına, ne giyeceğine, ne iş yapacağına, ne düşünmesi gerektiğine, ne üretmesi gerektiğine karışıldığı bir dünyanın sorgusunu yapan bir yazar.

“Farklı Olmaya Cesaret Eden O Müthiş Erkek Çocuklarına Gerçek Hikayeler” kitabında, Brooks, siyasi görüşünden cinsel kimliğine, dini inancından sanatsal üretimine, sosyal yaşantısından sportif hayatına kadar her alanda baskıya tabi tutulmuş 206 erkeğin yaşamından kesitler sunuyor ve hiç değinmese de erkekliğin tanımının yeniden yapılması gerektiğini ortaya koyuyor. Ama bana sorarsanız daha da önemlisi kitabın adı da içeriği de “erkek” olduğu halde cinsel duvarları yıkarak ayrımların ortadan kaldırıldığı bir “insan” tanımının yeniden yapılması gerektiğinin altını çiziyor.

Bence bu da bu kitabın sadece oğlan çocuklarına değil kızlara yönelik olduğu anlamı taşıyor. Kitaptaki biyografileri okurken erkeklere dayatılan toplumsal rolün ne olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor, kadınlarla erkeklerin baskılar karşısında nasıl eşitlendikleri çok daha iyi anlaşılıyor. Ayrıca günümüz modern dünyasında kadınla erkeğin aslında nasıl da aynı sorunlarla boğuştuğu ve insan olarak bunlarla mücadele etmek için nasıl birlikte yol almaları gerektiği ortaya çıkıyor.

BENİM İLGİMİ ÖZELLİKLE ÇEKEN İKİ KİŞİ

Birinci kişi: William Moulton Marston.

Wonder Woman

William Moulton Marston (1893-1947), benim gözümde Aziz Nesin’in “’Alevi değilsin ki sana ne oluyor?’ dedi, ‘insan değilsin ki, sana nasıl anlatayım’ dedim.” yaşanmışlığının neredeyse tam karşılığıdır. Kendisi FBI’da çalışan ve yalan makinesini icat eden bir erkektir. Ancak bununla birlikte Amerikan feminizm hareketlerinin de sıkı bir destekçisidir. Toplumun kendisine sunduğu kimlik ve statüyle pekâlâ mutlu mesut yaşayabilecekken, o kendini kadın ayrımcılığının sona ermesine adamıştır. Bunun için seçtiği yol da “Wonder Woman” (1941) adlı kadın çizgi roman kahramanını yaratmaktır. Marston, icadı olan yalan makinesini bu çizgi roman dizisinde bir kemende “doğruluk kemendine” dönüştürmüş, kadın haklarını yalan dolandan uzak bir yöntemle çözme gayretine girişmiştir. Böylece de kadın haklarını savunmak adına giriştiği bu hareketle çizgi roman dünyasının en ikonik kahramanını ortaya çıkarmıştır.

Hatta bu öyle bir etki yaratmıştır ki ana akım çizgi roman yayıncısı DC Comics kadın kahramanlardan oluşan dizileri uzun yıllar basabilirken içeriği bu denli güçlü kadın kahramanı olmayan rakip Marvel Comics’in hâlâ uzun soluklu kadın kahramanlı çizgi roman dizisi yoktur.

İkinci kişi: Dr. Naif Al-Mutawa.

The 99

Evinde otursa, işine gidip gelse, erkek olarak hüküm sürdüğü evinde esse gürlese kimsenin kendisini kınamayacağı ve hatta üstüne üstlük alkışlayabileceği bir coğrafyada yaşayan Dr. Naif Al-Mutawa farklı olmaktan korkmayan bir erkek. Babasının belirlediği meslekte uzmanlaşsa da “yazar” olma isteğini bastırmayan, üstüne üstlük dini inanışına göre resmin günah olduğunu bile bile çizgi romana yönelen biridir kendisi. Al-Mutawa, hem toplumsal hem de dini tabuları yıkmaya karar vermiş biridir. Ayrıca da farklılıklarıyla bir arada yaşayabilecek insanları hayal edebilme cesaretine sahiptir. Yazarlığını üstlendiği “The 99” adlı çizgi romanı işte bu hayalin ve cesaretin ürünüdür. Bu çizgi roman serisine göre Allah’ın 99 adına sahip ve adlarındaki güçleri içeren taşlar dünyanın dört bir yanına saçılmıştır. Bunları bulan kişiler o güçlere kavuşmaktadır. Bu arada altını çizerek belirtmek gerekir bu taşları bulan herkes Müslüman olmadıkları gibi iyi insanlar da değildir.

Not – Çizgi romancı olunca bu ikisini kayırmaktan kendimi alamadım.

VE SON…

Görünen o ki günümüzde kahraman olmak demek artık sadece aidiyet duyulan bir topluluğun ameleliğini yapmak değil çaresizlerin sesi olabilmeyi başarabilmek demektir. Ve görünen o ki günümüzde kadınlarla erkeklerin toplumsal dayatmalar karşısında sorunları ortaktır ve ortak mücadele etmeleri gerekmektedir.

“Farklı Olmaya Cesaret Eden O Müthiş Erkek Çocuklarına Gerçek Hikayeler” kızlarla oğlanların okuyabileceği ve ortak sorunların farkına varabilecekleri bir kitap. Ben Brooks bu kitabın ikincisini yazmış, o arada da hızını alamayarak ve galiba toplumsal dayatmalar karşısında cinsel ayrımın aslında ortadan kalktığını da fark ederek “Stories For Kids Who Dare To Be Different” adlı bir kitap sıkıştırmış.

 

Son olarak TDK sözlüğünün kahraman tanımının ikinci maddesine dönersek “Bir olayda önemli yeri olan kimse” olanına. İşte bu kitabı okuduktan sonra bu tanımı “savaşla, itişle, kakışla” birleştirmenin gereksiz olduğunu göreceğiz. Olaylar her an gerçekleşiyor. Çocuklarımızın bunu fark etmesini ve yeri geldiğinde gösterişsiz, kişisel ödül beklentisi olmadan, dünya için, vicdan adına etkin olmanın insanı değerli, önemli kıldığını anlatmamız lazım. Bu kitap bunun bir parçası olabilir.

Ümit Kiireççi DUVAR GAZETESİ

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum