Sen bize lâyıksın İstanbul!

Esas olan, İstanbul’un hiç, hiç, hiç bitmeyeceğini bilerek yaşamaktır İstanbul’da... Kendisi hiç hiç hiç bitmeyecekmiş gibi, İstanbul'u dünyevi hırslarına adeta yaşmak yaparak yaşamak değil…

Sen bize lâyıksın İstanbul!
06 Temmuz 2019 - 10:10
İstanbul için artık seçim vakti. Bizim için de İstanbul’a dair bazı özel hatıralara gömülme, hatırlamalarda bulunma vakti...

Ankara’da doğdum büyüdüm ama İstanbul da bir ölçüde bana memleket sayılır.

Annem Beykoz’da o muhteşem Karakulak Suyu’nun çağıl çağıl çağlattığı Dereseki’de doğmuştur. Köydü tabii Dereseki o zaman… Sonra, köyünün ilk okuyan kızlarından olarak Arifiye Köy Enstitüsü’ne yol tutmuş, mezun olduktan sonra da Şile’nin Kızılcaköy’üne atanıp öğretmenliğe yine İstanbul’un kıyıcığında başlamış.

En güzel yılları İstanbul’da geçmiş annemin…

Evlenince babamla birlikte kopuyor İstanbul’dan ve Ankara’ya geliyor; annesini ve kardeşlerini Beykoz’da Dereseki ve Akbaba’da bırakarak…

Benim İstanbul’a dair en eski hatıra parçacığım da annemin ana toprağı Beykoz’a küçücük bir çocuk olarak geldiğimdeki ilk durak olan Harem… Terminalde dayımın bizi karşılayışı ve doğru Dereseki’ye, önünde pırıl pırıl, gürül gürül akan bir çeşme bulunan, bahçesi de fındık ağaçlarıyla bezeli olan anneannemin yaşadığı eve yol tutmamız…

Bu olağanüstü doğa harikasının ortasında “insanî” bir girdi olarak (belki “eksiklik” de denilebilir) hatırladığım ise “lüks lambası”. O yıllarda (1960’ların sonu) Dereseki’de de Akbaba’da da elektrik yok. Akşam olup hava kararmaya yüz tuttuğunda dayımın, odanın tavanının ortasında bir “avize” gibi duran lüks lambasını yakmaya uğraşışı da hafızamdan hiç silinmedi.





Dereseki-Karakulak Suyu (Beykoz)

 Samsun-Çarşamba’dan Üsküdar’a…

Baba tarafımda da kökler Samsun-Çarşamba’ya gitmekle birlikte kendimi ilk bilmeye başladığım zaman, o cenahta da hayatın nabzının İstanbul’da attığını hatırlıyorum.

Babam 20’li yaşlarından itibaren babaannemle birlikte İstanbul-Üsküdar’da yaşıyor ve Şile-Ömerli’de Orman Şefi olarak çalışmakta. Bu arada abisi de (ki babamla onun arasında 20 yaş, babamla benim aramda da 42 yaş fark üst üste eklendiğinde ben ona amca değil “dede” diyordum) Fatih-Sarıgüzel Caddesi’nde çoluk çocuk yaşamakta. O Fatih’teki ev de hatıralarımda en derin yerde bâki…

Babamın en güzel yılları da İstanbul’da geçmiştir. Ayrıca bir de Beşiktaş’a gönül verip ömrünü Baba Hakkı’ların, Süleyman Seba’ların dostluğunda Beşiktaş’a vakfetti o...

Bana da “BeşiktAşk”ı miras bıraktı tabii!..

Bu temeller üzerinde ilk gençliğimde, gençliğimde, yetişkinliğimde hep bir sürekli uğrak yeri oldu İstanbul bana…

Son altı yıldır da hayatımı sürdürdüğüm şehir artık İstanbul… Çok zor, çok meşakkatli, çok yorucu; ama aynı ölçüde de mucizevî, muazzam ve muhteşem bir şehir. Doğa olarak, tarih olarak, kültür olarak…



İstanbul’u öldüresiye “sevmek”

Evet, Ankaralıyım ama İstanbul, diyebilirim ki hep uzaktan sevilen, aşkların en güzeli bir yer olarak hayatımın parçası oldu.

Ne Ankara’yı hiçe sayıp aslını inkâr eden haramzade oldum; ne de İstanbul’un dünyanın en güzel şehirlerinden biri, belki de birincisi olduğunu ifade etmekten geri durdum.

Ben İstanbul’u uzaktan sevdim, bizim taşı-toprağı sert, kuru ve çatır Ankara’ya da ihanet etmedim. Ama İstanbul, onun böğründe büyüyüp ona âşık olduklarını söyleyip sonuçta (kendilerinin de kabul ettiği üzere) ona ihanet edenler tarafından tarumar edildi.

Biz İstanbul’u uzaktan özlemle sevdik, onlar İstanbul’u içeriden öldüresiye “sevdiler”!

Biz İstanbul tarafından fethedilmek istedik, onlar hep ama hep İstanbul’u fethetme derdinde, böylece mahvetme cihetinde oldular.

“Mavi ile yeşil”in eşsiz, benzersiz, rüya gibi buluşma mekânı olan bir yeryüzü cennetini, betonataparlığın ibadetgâhı gri bir cehenneme çevirdiler.

İstanbul yazılmaz, yaşanır

Yine de biz inanıyoruz ki İstanbul, hakkını geri almasını bilecektir.

Bütün bu insan-marifeti çirkinlikleri, tabiatı ile kusmasını bilecektir.

Ve onun tabiatıyla uyum içerisinde, “Bir ağaç gibi tek ve hür… Ve bir orman gibi kardeşçesine”  yaşamasını bilenlere gönlünü açmasını bilecektir.

Neticede ona sahip olmak isteyenler, onu fethettiğini zannedenler, onu tahrip edip betona boğanlar bitse de İstanbul hiç ama hiç bitmeyecektir. Çetin Altan’ın İstanbul üzerine o eşsiz ve okumaya doyum olmaz anlatı kitabında dediği gibi:

“Biliyorum İstanbul yazılmaz yaşanır. Ama yazmak da o kadar yaşamak ki bir yerde İstanbul yaşanırken yazı oluyor. (…) Yaşarken yazdığımız İstanbul elbette burada bitmedi… Yaşadığımız ve yazdığımız sürece de bitmeyecek. Sonunda biz biteceğiz, o bitmeyecek. Hiç, hiç, hiç bitmeyecek…” (Çetin Altan, Al İşte İstanbul, YAZKO, 1980).



Üç İstanbul musikisi

Dolayısıyla esas olan, İstanbul’un hiç, hiç, hiç bitmeyeceğini bile bile yaşamaktır İstanbul’u. Kendisi hiç hiç hiç bitmeyecekmiş gibi, İstanbul’u dünyevi iktidar hırslarına adeta yaşmak yaparak yaşamak değil…

Bu vesile ile İstanbul’a “hakiki aşk”ın en güzel, zarif ve içten tecellilerini bize örnekleyen, “sözü musikiye çevirmiş” üç dev ismin dizeleriyle, şimdi seçim vakti olsa da “İstanbul için her daim şiir vakti” diyerek yazımızı tamamına erdirelim!..

Elbette önce Yahya Kemal: 

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,

Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan. 



 

Şimdi de hiç kuşkusuz Orhan Veli:

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı 

Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Kuşlar geçiyor, derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.

Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

Bir kadının suya değiyor ayakları;

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalıçarşı

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa

Güvercin dolu avlular

Çekiç sesleri geliyor doklardan

Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Başımda eski alemlerin sarhoşluğu

Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;

Dinmiş lodosların uğultusu içinde

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir yosma geçiyor kaldırımdan;

Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.

Bir şey düşüyor elinden yere;

Bir gül olmalı;İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;

Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;

Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;

Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasındanKalbinin vuruşundan anlıyorum; 

İstanbul`u dinliyorum.



Ve nihayet… Kanımca her iki şiiri de kültürel çerçevede temize çekip, bir de İstanbul’u (yine Nâzım’dan esinle ifade edecek olursak) “Sen, kavgamın içinde bir şehirsin Sevgilim” dercesine taçlandıran dizeleriyle, Vedat Türkali:

Salkım salkım tan yelleri estiğinde

Mavi patiskaları yırtan gemilerinle

Uzaktan seni düşünüjrüm İstanbul

Binbir direkli Halicinde akşam

Adalarında bahar

Süleymaniyende güneş

Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde

Bakışlarımda akşam karanlığın

Kulaklarımda sesin İstanbul

Ve uzaklardan

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde

Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Plajlarında karaborsacılar

Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.

Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında

Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın

Meyvesini birlikte devşirirler

Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Et tereyağı şeker

Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde

Yumurta masalıyla büyütülür çocukların

Hürriyet yok

Ekmek yok

Hak yok

Kolların ardından bağlandı

Kesildi yolbaşların

Haramilerin gayrısına yaşamak yok

Almış dizginleri eline

Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası

Onların kemik yalayan dostları

Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi

Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel

Ve sen

Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi

Seni öldürürler

Seni sürerler

Buhranlar senin sırtından geçiştirilir

İpek şiltelerin istakozların

ve ahmak selameti için

Hakkında idam hükümleri verilir

Haktan bahseden namuslu insanları

Yağmurlu bir mart akşamı topladılar

Karanlık mahzenlerinde şehrin

Cellatlara gün doğdu

Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır

Bir kalem yazın vardır

Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır

Söylenmez

Haramiler kesmiş sokak başlarını

Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi

Haramilerin elinde

Ve mahzenlerinde insanlar bekler

Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer

Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü

Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul

Bulutların ardında damla damla sesler

Gülen çehreleri ve cesaretleriyle

Arkadaşlar çıktı karşıma

Dindi şakalarımın ağrısı

Bir kadın yoldaş tanırdım

Bir kardeş karısı

Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları

Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi

Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında

Gebeliğin dokuzuncu ayında

Aç kurtların varoşlara saldırdığı

Tipili bir gece yarısı

Sırtında çok uzak bir köyden indirdi

Otuzbeş kiloluk sırrımızı

Zafer kanlı zafer kıpkırmızı

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul

Bekle bizi

Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle

Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla

Mavi denizlerine yaslanmış

Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle

Ve bir kuruşa Yenihayat satan

Tophanenin karanlık sokaklarında

Koyunkoyuna yatan

Kirli çocuklarınla bekle bizi

Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi

Bekle dinamiti tarihin

Bekle yumruklarımız

Haramilerin saltanıtını yıksın

Bekle o günler gelsin İstanbul bekle

Sen bize layıksın



Tayfun Atay | Pazar



[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum