'Felaketlerin başlangıcındayız'

İşte karşınızda “Havayı Koklayan Adam”. Yani CNN Türk meteoroloji editörü Bünyamin Sürmeli. Diyor ki “Felaketlerin başlangıcındayız ama bu bugün değil; 1960’larda, 70’lerde yaydığımız gazların, kirleticilerin neticesi.

'Felaketlerin başlangıcındayız'
20 Ağustos 2018 - 08:23
Malum havalar dengesiz. Güneş bizi kavuruyor derken, bir anda gök gürlüyor, şimşek çakıyor, yağmur hatta dolu başlıyor. Battaniyelere, halılara sarılı arabalar, ceviz büyüklüğünde yağan dolular, aşırı yağıştan selin zarar verdiği yerler derken bir yazı daha geride bırakıyoruz. Geçtiğimiz cuma yine güne gök gürültüsüyle uyandı İstanbullular mesela. “Ne oldu bu havaya; küresel ısınma tam olarak ne demek?” diyenler dikkat. Bu röportajda hepinizin yakından tanıdığı meteorolojimühendisi Bünyamin Sürmeli’yle hem torunlarımıza bırakacağımız dünyayı hem de bayramdaki havayı konuştuk, artık hangisi ilginizi çekerse. Ben şimdiden hepinize hayırlı bayramlar ve güzel bir bayram havası diliyorum.

 

 

-Son zamanlarda havanın dengesi şaşınca “Sera Dünya” döneminden bahsedilmeye başlandı. “Sera Dünya” ne demek?

Aslında “Sera Dünya” değil de, “Sera Gezegen” demek belki daha doğru olabilir. Çünkü evrende dünyanın dönüşmesinden korkulan böyle Sera Gezegenler var. Onlardan bir tanesi de Dünya’nın komşusu Venüs. Venüs bir “Sera Gezegen”… Yani Dünya bir “Sera Gezegen” olma yoluna girebilir diye bahsediliyor.

-“Sera Gezegen” nedir? 

Artık karbondioksit miktarı o kadar fazlalaşıyor ki başka bir etkene gerek kalmadan üzerinde insanın yaşamasına, hatta canlı yaşamına izin vermeyen sıcaklıklara yükselecek seviyede gezegen ısınıyor. Adeta bir alev topuna dönmeye başlıyor gezegen. Örneğin Venüs 460 dereceden fazla yüzey sıcaklığı ile Dünya’dan katbekat daha sıcaktır.

-Dünya’nın sıcaklığı kaç derece?

Dünya’nın ortalama sıcaklığı 15 derece. 

-Nasıl oluyor da Dünya’da sera etkisinden de bahsediyoruz.

Sera etkisi dediğimiz hadise havadaki karbondioksitin bir sera (taze sebze meyve yetiştirdiğimiz sera benzeri) etkisi göstermesi. Yani atmosferin içerisindeki bazı gazların bir sera gibi görev görüyor olması. “Sera Gezegen” ya da “Sera Dünya” dediğimizdeyse atmosferin bir kısmı değil, neredeyse tamamı bir sera haline gelmiş oluyor.  Venüs’teki karbondioksit miktarı Atmosferinin %95’inden fazlasını kapsıyor. Dünya’da ise  % 0.04 (10000’de 4.). Yani sera etkisi ile “Sera Dünya”-“Sera Gezegen” arasındaki fark bu.

-Peki, bu değişim nasıl gerçekleşebilir ?

Dünya oluşumunu açıklayacak jeologlar ve astronomlar var ama ben atmosferi meteorolojiyi de ekleyecek şekilde açıklayacak olursam Dünya oluşurken karbon gibi elementlerin yer çekimiyle beraber bir kısmı toprağın altında, bir kısmı okyanusların altında, bir kısmı da havada atmosferin içerisinde kalacak şekilde yerleşiyor. Fosillerle de yer altında yerleşmiş karbon mevcut. Biz yerin altındaki karbonu çıkartıp, yakıyoruz. Ağaçları kesip yakıyoruz, petrolü yakıyoruz, doğalgazı yakıyoruz. Yani yerin altından çıkarıp, oksijenle birleştirip karbondioksiti atmosfere veriyoruz. Bu bizde sera etkisini oluşturuyor. Aslında sera etkisine 15 derecelik dünya sıcaklığının oluşması için ihtiyacımız var. Sera etkisi olmasa belki de -15 derecelerde kalacak, yaşayamayacaktık. Bakın Güneş Sistemi’nin Güneş’e en yakın gezegeni Merkür, Güneş’e daha yakın olmasına rağmen Venüs’ün sıcaklığı Merkür’den daha yüksek. Yani mesele Güneş’e yakın olmak değil, mesele karbondioksit. 


 


 

“Sera Gezegen ihtimali olan bir teori”

-Dünya, “Sera Gezegen” olur mu? 

Bunun için öngörülen 2 derecelik sıcaklık artışını aşmamız halinde bu bir olasılık. Biz şu anda elimizle yer altından çıkarıp, yakıp atmosfere karbondioksit salıyoruz. Karbondioksit salınırken sadece hava ısınmıyor, havanın, karanın, suyun kodlarıyla, dengeleriyle oynuyoruz. Bu denge bozulması bir döngü içerisine girip okyanus ve karadan ısınma neticesi olarak donuk toprakların çözülmesiyle, aşırı bir karbondioksit açığa çıkarsa havadaki o 10000’de 4 olan karbondioksit oranı belki çok daha fazla büyüyecek ve 14,5 - 15 derecede kalan sıcaklığımız çok ama çok daha yükselecek. Bu yükselmeyle beraber insanı koruma özelliği bulunan atmosferin insanoğluna zarar verme ihtimalinin ortaya çıkabileceği konuşuluyor. 

-Bu ihtimal ne kadar süre içerisinde gerçekleşebilir? 

Tabii ki yakın gelecekte oluşabilecek bir şey değil. Bu henüz bir teori olarak konuşuluyor ama olma ihtimali bulunan bir teori aslında. 

-Sonbahar, kış, ilkbahar, yaz kavramı tarihe mi karışacak?

İklim değişimiyle beraber kış sezonları azalmaya, bahar ve yaz sezonları artmaya, meteorolojik koşullar da uç noktalara gitmeye başladı. Dolayısıyla artık bizim oluşturduğumuz değişim kendi kendini besler hale geldi. Yaz ve bahar sezonlarının artması, kuraklıkların çok kuvvetlenip toprak nemini bile düşürmesi iki sonuç doğuruyor; birincisi, yeşil alanlar, ağaçlar ve topraklar daha kuru kalmaya başladı. İkincisi; kış sezonlarının azalıp, bahar ve yaz sezonlarının artmasıyla beraber kış dönemlerinde ölmeleri gereken bazı hayvanlar, haşeratlar artık ölmemeye, sıcakla beraber daha fazla yaşamaya ve üremeye başladılar. Bu durum da yeşil alanlara ve ormanlara zarar verip iklim değişikliğine karşı yeşil alanların, ağaçların zayıf düşmesine neden oluyor. Bir de sıcaklığın artması orman yangınlarına çok daha kolay neden oluyor. Son 40 yıl içerisinde orman yangınlarının sayıları, süreleri ve kapsadığı alanlar 6 katına çıkmış durumda ve artmaya da devam ediyor. Ağaçlar yanınca havaya sera gazları yayılıyor, hava ısınıyor, ısınma ormanları yakıyor, yanan ormanlar havayı ısıtıyor ve alın size kendi kendine işleyen bir kaynak. Bu geri besleme içinde insan var mı? En başında var, sonrasında doğa kendi kendine havayı ısıtıyor. 

-Okyanuslar peki? 

Okyanusların da dengesini bozmaya başlıyoruz, asidiklik durumu değişmeye başlıyor. Okyanusun kendi içinde bir dengesi var hem altındaki karbon depolarını tutması açısından hem de kendi içerisindeki karbon miktarı bakımından, buralardan da havaya sera gazları yayılabilir, hem de anormal bir hızla. Buzullar eriyor, termofrost dediğimiz o donuk toprakların gevşemeye başlayıp, çözünmesiyle beraber yine anormal bir şekilde havaya karbondioksit çıkacak. Konunun özeti; biz kendi elimizle ne kadar artırdığımızı bilerek, gelecek hesapları yaparak dünyayı ısıtıyoruz. Ama ısıta ısıta dünyaya conta yaktırırsak kontrolsüz bir karbondioksit çıkışı başlayacak ve dünya belki de bizleri üzerinden silkeleyecek. 

-Bir de küresel ısınma uzun yıllara yayılarak gerçekleştiği için çok da önemsenmiyor diyebilir miyiz? 

Ben bunun cevabını şöyle veriyorum aslında. Bu dünya okyanusun dibinden atmosferin en tepesine kadar bütün canlıların ortak mirası, değeri… Bizden öncekiler kullandı ve göçüp gittikleri gibi biz de kullanacağız, bizden sonrakiler de kullanacak. Ancak maalesef insanoğlu dünyayı babasından-dedesinden kalmış bir miras gibi görüyor ve “İstediğim gibi tüketirim” diyor. Ama Dünya’yı atalarımızdan-dedelerimizden bize, gelecek nesillere bırakmak için verilmiş bir emanet olarak görmek lazım. Maalesef biz en kısa vadede faydalanıp, gerisinin ne olacağını çok da önemsemeden yaşıyoruz. 

“Üzerinde insanoğlu olmazsa Dünya fabrika ayarlarına dönebilir”

-Dünya gerçekten de iklim değişiminde geri dönüşü olmayan yola girebilir mi?

Okyanusların ve atmosferin bir refleks süresi var. Örneğin okyanusların refleks süresi yaklaşık 40 yıl kadar. Dolayısıyla biz bugün atmosfere yaydığımız gazın ya da yaptığımız değişimin neticesini 40 yıl sonra görebiliyoruz. Dolayısıyla bugün domino etkisiyle felaketlerin başlangıcındayız diye düşünüyoruz. Dünyanın bir yanı yanıyor, öbür yanında seller meydana geliyor, kış yaşanmıyor ardından zamansız seller, dolular meydana geliyor. Biz bunu bir başlangıç olarak görüyoruz aslında, ama bu bugün atmosfere yaydığımız gazların etkisi değil, 1960’larda, 70’lerde yaydığımız gazların, kirleticilerin ya da değişimlerin neticesi. Dolayısıyla bugün yaptıklarımızın neticesini belki de önümüzdeki 40-50 yıl sonra yaşayacağız. Bugün frene basılırsa, freni patlamış bu kamyon 40 yıl sonra durabilecek. Yani önümüzdeki 40-50 yılı iklim değişikliğine, küresel ısınmaya rezerve etmiş durumdayız. Bugün yapacağımız tasarruflar, alacağımız tedbirler belki de 40 yıl sonrasını kurtarmak için olacak. Ama burada hesaba katılmamış soru şu; şu an sıcaklığı 2 derecenin üzerine çıkartıyoruz, ondan sonraki alınacak tedbirler de insanoğlunun eliyle bozduğunu eliyle düzeltemeyecek. Geri beslemeleri, dünyanın kendi kendini ısıtabilecek kaynaklarının kapaklarını açması sonucunu ortaya çıkartabilir ve bu yüzden geri dönüşü olmayabilir. 

-Küresel ısınma ne demek tam olarak?

Çalkantı anlamına geliyor. Bazen dondurucu soğuklar bazen tahammül edilemeyen sıcaklar demek. Ama en nihayetinde insanın kaldıramayacağı havalar anlamına geliyor.

-İnsanlar birdenbire ortadan kaybolursa, Dünya nasıl bir yer olur? Alan Weismann “The World Without Us” (Bizsiz Bir Dünya) adlı kitabında anlatıyor aslında bunu, bütün doğal yaşam alanları kısa sürede yeniden oluşuyor. Çok etkileyici değil mi?

Aslında bakacak olursak insanoğlunun Dünya’daki varlığı yüz bin yılı bile bulmadı henüz. Dünya’nın oluşumunun dört milyar yıl olduğu tahmin ediliyor. Mesela insanoğlu ne yapıyor? Maalesef, sanki bu dünyanın tek yaşayanı ve tek patronuymuş gibi diğer canlıların yaşama sürelerine ve sayılarına karar veriyor. Tarih içerisinde dinozorların bazı türlerinin hakim tür olarak yaşadığı dönemlerin yüz milyon yılı geçtiği tahmin ediliyor. Dolayısıyla bir baskın türün yüz milyon yıl yaşayabildiği bir yerde, 100 bin yılı tamamlayamayan insanoğlunun dünyaya alarmlar verdiriyor olması, yanlış giden bir şeylerin olduğunu söylüyor. Üzerinde insanoğlu olmazsa Dünya’nın fabrika ayarlarına dönmesi mümkün olabilir. Ancak “Sera Dünya” ya da “Sera Gezegen” dediğimiz durum oluşursa o zaman bambaşka bir tablo ortaya çıkar. Bugüne kadar bildiğimiz dünyanın dışında bir dünya oluşur. 

“Gelişmiş ülkelerin tamamı havayla ilgilidir”

-Küresel ısınma Türkiye’yi nasıl etkileyecek?

İklim değişikliği Türkiye’yi her yönüyle etkiliyor maalesef. Daha doğrusu sadece Türkiye’yi değil bulunduğumuz Akdeniz havzası ve Subtropikal ve onun kuzeyi dediğimiz alan yani İspanyaİtalyave Yunanistan’ı da etkiliyor. Dünya’nın tamamı için etki söz konusu fakat biz sınır bir bölgede bulunuyoruz, ekvatoral kuşak bize sınır olmaya başlıyor ama biliyorsunuz havada sınırlar yok. Bu nedenle oradaki hava koşullarının birçoğundan etkileniyor olacağız, hatta başladık bile.

-Küresel iklim değişimi hayatın her alanını etkiliyor yani? 

 Tabii bahsettiğimiz sağlık riskleri yalnızca bulunduğumuz coğrafyada atmosfere verdiğimiz kirleticilerle olmuyor. Örneğin bakteri ve nanobakterilerin hareketi de var. Bakteriler, nanobakteriler bizim gibi değil, yıllarca düşünmüyor, hastalanmayı beklemiyor, havalar değiştiği anda başka bir coğrafyaya doğru hareket ediyorlar. O coğrafyada bulunan eğer bizsek ve bakterilerle bu zamana kadar karşılaşmadıysak sıkıntılar başlıyor. Hem sağlık açısından hem de ekonomik açıdan sorunlar büyüyor. Hatta “Zika Virüsü”, “Veba Salgını”, “Domuz Gribi”, “Kuş Gribi” tarzı salgın hastalıkların önemli bir kısmının iklim değişimi kaynaklı olduğu araştırmalarda görülüyor. 

-Sel, dolu, yazın yağmur özellikle İstanbul’u temel alarak soruyorum, sanki tropikal iklime çok yaklaşmış gibiyiz. Bu doğa olayları karşısında abartmayı sevdiğimizden mi, yoksa havalar dengesini gerçekten şaştı mı?

Aslında her ikisi de. Yani biraz abartmayı da seviyoruz ama bir değişikliğin olduğu da gerçek. İklim değişikliği karşımızda koca bir gerçek olarak duruyor. Sıra dışılıklar artmaya başlıyor, kuraklıklar, yağışların afet oluşturma potansiyelinin güçlenmesi, yangınların kontrol altına alınabilmesi ayları bulabiliyor, şehirler büyüklüğünde alanlar yok olabiliyor ve bunların sayıları da sıklıkları da artıyor.

-“Havayı Koklayan Adam” olmak zor mu? 

“Havayı Koklayan Adam” olmak zor olmaz olur mu? Tabii biraz da sorumluluk yüklüyor. Çünkü dediğim gibi birçok kişinin hayatına dokunuyor verdiğiniz bilgiler. Ne kadar çok fayda sağlıyorsa mesleki olarak da aslında o kadar çok tatmin ediyor. 

-Hava durumuyla bu kadar ilgili olmak Türklere mi özgü yoksa evrensel bir şey mi?

 

Aslında gelişmiş ülkelerin tamamı havayla ilgilidir. Çünkü havayı bilmek, hayatın verimini artırmak demektir. Fakat bizde ekstra bir ilgi var. Aslında bu sanırım bizde biraz da genetik, çünkü eskiden de saatli maarif takvimi oluşturulurken hava çok ciddi anlamda gözlemlenmiş. Eski tecrübeler bu saatli maarif takviminde toplanmış. Saatli maarif takvimini kısaca anlatacak olursam; özellikle eski denizcilerin ağırlıkla tecrübelerine dayanan havadaki birtakım değişim-dönüşüm zamanlarının bir genellemeyle verildiği bir takvim. Mesela mart ayının ikinci haftasında şu fırtınası olur, şu soğukları olur gibi. Yani yılın belli zamanlarında havaların nerelerde ne şekilde değişeceğini gösteren genellemeye dayalı bir takvim. Dünyada buna yakın başka bir örneği de çok yok. Amerika’da da bu tür genellemelere dayanan hava tahminini pratikleştirmeye çalışan çalışmalar söz konusuydu ama şu ana kadar dünyada bizimki kadar gelişmişi yok. Demek ki bu kadar ilgili ve alakalı olmak sanırım kanımızda var biraz.

“Dolu zaten yaz aylarında yağar”

- Geçtiğimiz yıllarda, sanırım aşırı dolu yağdığında arabanız suda kalmıştı. 

Kâbus gibi bir gündü. Öyle bir havada televizyonda olmam gerekirken, araba yolda kaldı. Çengelköy’de sahil yolunda seyrederken bir anda sahile doğru inen yollardan bir tanesinden yoğun bir su akışı oldu. Önümdeki araba durdu ben de frene bastığım anda yolda kaldım. Tabii teknoloji ilerlediği için yayınlara sadece stüdyodan bağlanmıyorsunuz. İnternet aracılığıyla da cep telefonu üzerinden de yayın yapabiliyorsunuz. Arabamı adeta ofis yaptım, tahminleri yapıp, Skype bağlantılarıyla hava durumunu aktardık. Allah’tan çekici hızlı bir şekilde geldi, öğleden sonra televizyona yetiştim. Benim için zor bir gün olmuştu. Ama İstanbul’un yaşadığı zorluk kadar değil.

-Tekrar o kadar sert bir dolu yaşar mıyız? 

Tabii yaşayabiliriz, hatta bunun olasılığı her geçen gün daha da yükseliyor. Burada yanlış bir bilgiyi düzeltmek lazım; birçok kişi “Hem de yaz ayında böyle bir dolu görüyoruz’’ serzenişlerinde bulunuyor. Aslında dolu kış aylarında olmaz. Zaten olması gereken aylar, bahardan yaza geçişte ve yaz aylarıdır. Yani havada karasızlığın çok yüksek olduğu aylardır. Ama sorun bu kararsızlığın aşırı olmasında. Soruya tekrar dönersek, havadaki kararsızlık artıyor, kararsızlık arttıkça daha iri taneli dolu görme olasılığımız da artmaya başlıyor.

“BAYRAMDA HAVA NASIL OLACAK?”

Bayram ve bayram tatili süresince yurdun büyük kısmı için yağışsız ve güneşin görüldüğü bir hava bekleniyor. Sıcaklıklarda ciddi bir dalgalanma yok, birkaç derecelik kayıplar var. Yalnızca bugün, 20-21 ve 22 Ağustos tarihlerinde Marmara ve Ege’de kuzeyli rüzgarlar tekrar kuvvetlenecek. 

Güneydoğu 40 derecelerden 38 dereceye, 

İç Anadolu 35 derecelerden 31-32 dereceye, 

Marmara 32-33 derecelerden 30 derecelere geriliyor.

YORUMLAR

  • 0 Yorum