"Kim kazanır" sorusuna yanıtım

Bu yazıyı bu Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucuna dair tahminimi açıklamak üzere yazdım. Ancak adı üzerinde bu bir tahmin; yanıldığım ortaya çıkarsa üzerime gelmeyin diye özellikle baştan vurguluyorum...

"Kim kazanır" sorusuna yanıtım
01 Nisan 2023 - 12:05

Kemal Kılıçdaroğlu ile Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde rakip olarak yarışacakları belli olduğundan beri herkesin dilinde aynı soru: Kim kazanır?

Soru bazen şekil değiştiriyor: Kazanacak mı?

Sorunun bu ikinci versiyonundaki öznenin kim olduğunu siz çıkarmak zorundasınız.

Karşınızdakinin kılık kıyafetine, bildiğinizi varsaydığınız dünya görüşü ile ses tonu ve vurgulamasına göre öznenin kim olduğunu çıkarsayabilirsiniz.

Mesela 60 yaşlarında, saçları boyandığı için daha genç gösteren, modern giyimli bir kadın yüzünüze endişe ile bakarak "kazanacak mı" diye soruyorsa bilin ki sözü edilen kişi Recep Tayyip Erdoğan.

Aynı kadın gözleri gülücükler saçarak soruyorsa sözü edilen kişinin Kemal Kılıçdaroğlu olduğuna iddiaya girebilirsiniz.

Böyle sorulara benim gibi birisi yanıt verirse soru, kiminle ilgili olursa olsun karşınızdakinin yüzünde bir endişe dalgası beliriyor: Seçim bu, her türlü sonuç olabilir!

Böyle yanıtlıyorum ama aslına bakarsanız seçimin nasıl sonuçlanabileceğini aşağı yukarı tahmin de edebiliyorum.

Bu yazıyı da bu tahminimi açıklamak üzere yazdım.

Ancak adı üzerinde bu bir "tahmin", seçimin sonucunda yanıldığım ortaya çıkarsa üzerime gelmeyin diye özellikle vurguluyorum.

Bir araştırma değil. Artık yarım yüzyıla yaklaşan gazetecilik deneyimimden çıkardığım sonuç bu.

Adaylar belli olur olmaz pıtrak gibi araştırma sonuçları ortaya saçıldı.

Bunları gülümseyerek izliyorum.

Mesela bir AKP yetkilisi geçen gün açıkladı. Erdoğan'ın oyu yüzde 53, AKP'nin oyu yüzde 42 diye.

İnternet sitelerinde bir başka araştırma okudum, onda da yüzde 55 Kılıçdaroğlu, yüzde 45 Erdoğan çıkmış.

Bir diğer aday Sinan Oğan'a bakarsanız onun oyu yüzde 16, ikinci tura kalacağını kesin görüyor.

Muharrem İnce de öyle. Yüzde 30'lara ulaşıp ikinci tura Erdoğan ile girecek ve seçimi kazanacakmış, öyle diyor.

Bunları okuyunca içimden "beş de benden koy" demek geliyor, hatta şarkı bile söyleyebilirim: Koy koy, suyundan da!

Yenileri yolda

Yazının burasında şunu söylemeliyim ki Kılıçdaroğlu'nun adaylığının açıklanmasından sonra benim ciddiye aldığım şirketlerin araştırmaları henüz sonuçlanmadı.

Bu ayın sonuna doğru onların sonuçlarını da göreceğiz ancak bu yazıda "araştırma sonucu" dersem, biliniz ki bu araştırmalar Kılıçdaroğlu'nun adaylığının açıklanmasından önce yapılan araştırmalar.

Gelelim kimin kazanacağı ile ilgili tahminime temel olacak olan verilere: Bunlar bazı araştırmaların sonuçları ile siyasi gözlemlerimden kaynaklanıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bugüne kadar yapılan tüm seçimlerden deyim yerindeyse "uzak ara birinci" çıkabilmesinin en önemli nedeni seçmenin kabaca muhafazakârlar - modernler diye ikiye bölünmüş olmasıydı.

Erdoğan'ın yaşam biçimleri ve kültürel farklılıklar üzerinden toplumu "biz ve onlar / bunlar" diye ikiye bölmesi seçimlerde işine çok yaradı.

Bu tabanın konsolidasyonu için uygulanan sert politikaların bir sonucu, karşı kampın da konsolidasyonu şeklinde ortaya çıktı ki bu seçimde de benzer bir ayrım görülüyor.

Ancak bu kez fark, muhalefetin lehine.

Bunda muhalefet blokunun içinde muhafazakâr ve milliyetçi ideolojinin güçlü figürlerinin yer almasının da rolü var.

Erdoğan, muhalefeti istediği kadar ötekileştirsin, muhafazakâr seçmeni, Karamollaoğlu'nun, Babacan'ın, Davutoğlu'nun "bunlardan / onlardan" olduğuna ikna edebilmesi mümkün değil.

Nitekim ciddiye alınacak bütün araştırmalarda "Erdoğan'a kesinlikle oy vermem" diyenlerin oranı kararsızlar dağıtılmadan önce bile yüzde 50'nin altına düşmüyor. Kararsızlar dağıtıldığında bu oranın 62'lere kadar çıkabildiğini gösteren araştırmalar var.

Bunun artık kararlı bir blok oluşturduğunu gösteren bir araştırma daha var:

Depremden 10 gün sonra yapılan araştırma, halkın yüzde 60'ının hükümeti depreme müdahale konusunda "başarısız" bulduğunu gösteriyor. Elbette bu tablo, aynı zamanda Erdoğan'ın arkasında da yüzde 40'lık bir blok oluştuğunun kanıtı.

Vatandaşlar deprem bölgesinde yaşanan gerçeğe bakmak yerine, görmek istediklerini görüyorlar.

Kayıtsız şartsız Erdoğan destekçileri, hükümeti depremde başarılı bulurken, muhalif partilerin seçmeni de başarısız buluyor.

Bu depremden hemen sonra AKP'nin oy oranında kayda değer bir azalma olmamasıyla da kendini doğruluyor.

Depremden sonraki kısmi oy kaybına rağmen AKP yüzde 30'un altına inmiyor.

TBMM seçiminde çoğunluğun Cumhur İttifakı lehine oluşabileceğini gösteren bir tablo bu.

Kutuplaşmanın artık Erdoğan aleyhine işlediğini gösteren bir diğer araştırma sonucu ise şu: Erdoğan'a oy vermeyeceğini ya da kararsız olduğunu söyleyen her iki seçmenden biri Erdoğan'ın karşısında kim olursa olsun ona oy vereceğini söylüyor.

HDP'nin de aday çıkarmayarak Kılıçdaroğlu'nu destekleyeceğini dikkate alırsak Erdoğan'ın işi artık çok ama çok zor.

Erdoğan açısından bir diğer handikap, parti örgütünün ya da genel olarak parti tabanının bu seçimden ümidini kestiğini gösteren gelişmelerin varlığı.

Milletvekili aday adayı olma süresinin uzatılmasına rağmen AKP'nin geçmiş seçimlerdeki kadar rağbet görmediğini gösteren rakamlar var.

AKP'nin daha önceki seçimlerde yüzde 60'ların üzerinde oy aldığı bölgelerde bile bu partiden milletvekili olmak isteyenlerin sayısı dramatik olarak (üçte bire kadar) düşmüş bulunuyor.

Algının ardındakiler

Bu tabloyu mutlaka not etmek gerekir çünkü milletvekili aday adaylığı sürecinin içinde olan yerel politikacıların, seçmenin olası tutumu konusundaki algısını yansıtıyor.

Bu algının temelsiz olduğunu iddia edemeyiz ve büyük olasılıkla bu algıyı yaratan şey ekonomi yönetimindeki bozulma, hayat pahalılığının birçok kişi için artık dayanılmaz noktalara ulaşması, gelir dağılımındaki dengenin iyice bozulması gibi faktörler.

Unutmayalım ki bu iktidar döneminde işgücünün milli gelirden aldığı pay yüzde 40'lardan yüzde 23'e kadar geriledi.

Bu çok geniş bir kitlenin ciddi bir geçim sıkıntısı yaşadığını gösteriyor.

Bu kesimin kitleler halinde AKP'ye oy verdiği seçimlerde, milli gelir içindeki göreceli payı düşse bile ekonomik büyümenin devam etmesinin bir yanılsama yarattığı da dikkate alınmalı.

Bırakın 10 yıl önceyi, bir yıl önceki tüketim seviyesine bile ulaşamayan insanların, bunun cezasını seçimde iktidara kesmeleri dünyanın her yerinde rastlanan bir seçmen davranışı ve Türkiyeli seçmenin uzaydan gelmediğini, boş tencerenin her iktidarı tehdit edeceğini söylemeliyim.

Çalışabilir yaştaki nüfusun yarısının işsiz olduğunu, bunların çoğunun da bir iş bulabilme ümidini tamamen kaybettiği için artık "işsiz" bile sayılmadığını not edelim.

Bütün bunlar 20 yıllık bir iktidarın ardından Erdoğan aleyhine işleyeceğini düşündüğüm ayrıntılar.

Ve bu gerçeği artık Erdoğan'ın da görmekte olduğunu söyleyebilirim.

Geçtiğimiz hafta AKP'de Mehmet Şimşek için bir tören hazırlığı yapıldı. Kameralar, yandaş medya filan her şey hazırdı. Ama kameraların karşısına sadece partinin sözcüsü geçti, çünkü Erdoğan bunca işinin arasında önemli saatlerini ayırdığı Mehmet Şimşek'i ikna etmeyi başaramadı.

Şimşek'in teklifi reddederek odadan çıktığı an Erdoğan'ın aklından neler geçiyordu bilmem zor ancak bunun morali üzerinde yıkıcı bir etki yarattığını söyleyebilirim.

Bugüne kadar ağzından çıkan her şey emir olarak algılanan bir liderin, seçime giderken en çok önem verdiği kişiyi bile ikna edememiş olması, onun için alarm zilleri çaldırmış olmalı.

Altını çizmem gereken bir diğer konu da Yeniden Refah Partisi ve Hizbullahçı HÜDA PAR'ı ittifaka dahil etme çabasıydı.

Bunu yaparken partinin kadın seçmenini ürkütüp küstürmeyi bile göze aldı.

İki puanlık oy için...

AKP'nin erkek politikacıları, kadına karşı şiddet ile ilgili kanunun arkasında duran partili iki kadını savunamadılar bile.

Bundan önceki seçimlerde AKP'nin kadın seçmenden aldığı oy, diğer partilerin çok çok üzerindeydi.

Erdoğan'ın kendisinin de kaybetme olasılığını canlı olarak hissettiğini gösteren güçlü bir örnek olarak bunu saymamın nedeni bu: İki puanlık oy için kadınları bile küstürmeyi göze almış olması!

Ancak unutmayalım ki 20 yıl iktidarda kalmanın avantajları da var ki bunlardan biri bu süre içinde çok geniş bir "yardım devleti" organizasyonunun kurulabilmiş olması.

Bugün Türkiye'de değişik başlıklar altında devletten yardım alanların sayısı yaklaşık 15 milyon kişiye ulaştı.

Devlet yardımına bağımlı bir kitle var ve Anayasa'nın "sosyal devlet" ilkesi neredeyse "sadaka devletine" dönüşmüş bulunuyor.

İktidar değişirse bu yardımların kesileceğine yönelik iktidar propagandasının ciddi bir faktör olarak oy verme davranışlarını Erdoğan lehine etkileyebilme olasılığı ihmal edilmemeli.

Ancak bu kitlenin de hayat pahalılığından aynı şekilde etkilendiğini aklımızda tutalım.

İktidarda olmanın bir diğer avantajı daha önce yapılmış başarılı işleri göstererek, bunların devam edebileceğine ilişkin ümidin güçlü tutulması.

Bu iktidara pozitif propaganda olanağını sağlarken, muhalefeti de her şeye olumsuz gözle bakan, proje göstermek yerine Erdoğan'a kişisel karşıtlığa dönüşen bir pozisyona sokuyor.

Salt Erdoğan karşıtlığı üzerinden yapılan seçim kampanyalarının geçmiş seçimlerde bir işe yaramadığını hatırlatmak isterim.

Muhalefetin seçim stratejisinin ne olduğunu, bu yazıyı yazana kadar tam olarak görebildiğimi söyleyemem.

Ortada bir "yol haritası" var ancak bu haritanın önemli hususlarının öne çıkarak seçmeni etkileyebilmesi için hem zaman dar hem de seçmenin öncelikli sorunu parlamenter sisteme geçmek filan değil.

Öncelikli sorun pahalılık, işsizlik gibi can yakıcı sorunlar ve "iktidara gelince hesabını soracağım" söylemi, can yakıcı sorunların varlığının ortadan kalkabileceğine ilişkin bir ümit yaratmaz.

"Çok uzattın, ne diyeceksen söyle artık" diyorsanız buraya kadar okuduğunuz için tahminimi duyma hakkına sahipsiniz demektir:

Tahminim o ki Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda kazanır.

Seçim sisteminden kaynaklanan nedenlerle TBMM çoğunluğunun AKP ve küçük ortaklarında olma olasılığının çok yüksek olduğunu düşünüyorum.

Eğer Kılıçdaroğlu, Anayasa'nın kendisine verdiği yetkileri kullanmakta tereddüt etmezse bu sorunun üstesinden gelebilmesi mümkün.

Anayasa, bir tek kişinin TBMM'ye rağmen ülkeyi istediği gibi yönetebilmesine olanak veriyor.

Anayasa değişikliği sırasında bu konuyu çok eleştirmiştik, AKP'liler o günlerde o eleştirilere kulak vermedikleri için dizlerini dövebilirler.
 

Mehmet Y. Yılmaz | Hafta Sonu

[email protected]


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

YORUMLAR

  • 0 Yorum