Köşe yazarlarının bugünkü gündemi

Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, MHP içindeki genel başkanlık yarışı, MHP'li İhsanoğlu'nun Hanedanlık için önerdiği yasa teklifi ve Ergenekon davası vardı..

Köşe yazarlarının bugünkü gündemi
23 Nisan 2016 - 10:55
MHP’DE YOL AYRIMI YOK: 2 Millet Yine Aşacaktır / Lütfü Şehsuvaroğlu / Vahdet



"...Devlet Bey, Türkeş üzerine konmuş psikolojik ipoteğin kalkması üzerine MHP’ye otomatikman olan yeni yönelmenin nimetlerini topladı.

Ketum devlet adamı tipi, ciddî, bilge tavırlar devlet adamlığına ihtiyaç duyan Türkiye’de karşılık buldu.

Ama şimdi bir kongre talebi var ve yaptıkları hiç de kendisinin bildiğimiz duruşuna uymuyor.

Oysa demokrasilerde aslolan kamuoyudur. Halkın vicdanıdır.

Her şey ortada…

Biz istesek de istemesek de bir rüzgâr var.

Bu açıkça Meral Akşener rüzgârıdır.

Tabii ki bütün adaylar değerlidir ve genel başkanlığı hak etmektedirler. Ülkücü hareket içinden genel başkanlık, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yapacak – yapabilecek binler var.  

Ülkücü Hareket’in önünde şimdi bırakınız ana muhalefet partisi olma durumunu iktidar olma şansı var.

Futbol takımları bile üstelik de çok iyi teknik direktörleri şampiyon olamadıklarında değiştiriyor. 

Şimdi derin bir milliyetçi dalga var ve iktidar ile devlet bu dalganın ne idüğünü biliyor ona göre şekilleniyor, konuşuyor, tavır alıyor.

Eğer mevcut hâl devam ederse belli ki MHP barajın altında kalacak.

Ama yeni bir kan gelirse % 20’leri aşacak.

Bunu Türkiye’nin son zamanlarda en iyi sonuç tahmin edicisi bir kamuoyu araştırmacısı söylüyor.

Ruşen Çakır’ın MedyascopeTV’deki programına konuşan araştırmacı Özer Sencar, Devlet Bahçeli ile MHP’nin barajın altına kalacağını, Meral Akşener ile %22’ye yaklaştığını söyledi. 

Hali hazırda ise Ak Parti’de % 10’dan fazla eski MHP’li oyu bulunuyor dedi.

Nisan ayında yaptıkları bir araştırmadan bahsetti Özer Sencar. Ondan önceki araştırmada baraj civarında olan MHP sırf mahkeme kararı nedeniyle oy artışı sağlamıştı.

Bu oy artışı bir değişim beklentisi nedeniyle olsa gerek.

Mahkeme kararı bile tek başına MHP’ye yönelik ümitleri artırmış bulunuyor.

Şimdi sormak lazım: Hangi dava adamı böyle bir ümit atmosferini yok sayarak hatta ona cephe alarak davasına hizmet ettiğini düşünebilir?

Bir kısım medyamenlerin ise giriştikleri maniplasyonlar Balyoz davasındaki internet sitelerini andırıyor.

Hiçbir inandırıcılıkları bulunmuyor.

Özellikle de Fethullah Gülen fobisi hiçbir işe yaramıyor.

MHP’nin adı herkes bilsin ki Milliyetçi Hareket Partisi…

Milli hainler partisi değil…

Bir harekette bütün genel başkan adayları nasıl hain olabilir yahu?

Şimdi işi yoluna koymak vaktidir.

Sinirlenmenin, kürsüleri devirmenin, ona buna öfkelenmenin lüzumu yoktur. 

Ya şimdiye kadar doğru dürüst bir istişare toplantısı yapardınız ve endişelerinizi paylaşırdınız yahut da tarihin akışına uymak zorunda olduğunuzu artık bilirdiniz.

Bundan sonrası ülkücü irade dışında bir takım mahfillerin talimatı olarak yorumlanacaktır.

Özer Sencar yaptıkları araştırmaları anlattı bir güzel… Benim de tahminlerim o yönde.

MHP’liler değil sadece genel seçmen kitlesi Meral Akşener diyor. Türkiye geneli %11 Devlet Bahçeli, % 40 Meral Akşener diyor.

MHP’li seçmen arasında yapılan araştırmada ise % 16 Devlet Bahçeli diyor, % 68 Meral Akşener diyor.

Ekliyor Özer Sencar: Bu Meral Hanım bir deha olduğu için değil, değişim arzusunun bir yansımasıdır. Değişime olan hasrettir.

Mahkeme tersi karar verecek diye beklendi, olmadı. Mahkeme kararını verdi.

Şimdi Yargıtay’dan bir şeyler umuluyor. Tehir-i icra kararı vermesini bekleyenler var.

Ben öyle olacağını sanmıyorum.

MHP seçime gitmeli ve tüzüğü değiştirmeli ve bütün delege fikir birliği içinde değişime pusat olmalı, kanat olmalı, Burak olmalı, Oğuzata olmalı…

Türk töresi ve demokrasinin icapları yerine getirilmeli. 

Devlet Bey de olgunluk gösterip kışkırtmalara gelmemeli ve ülkücü iradeye saygı göstermeli ve hatta ona katkı vermeli…

İşte o zaman 7 Haziran’dan evvel kendisine anlattığım o büyük toparlanma ve iktidar şafağı söker.

Ne engel var?

Özer Sencar gayet açık ortaya koydu. Bu araştırmalar henüz Meral Akşener’in genel başkan olmadan ortaya çıkan sonuçlar…

Yüzde 22 oy potansiyeli şimdiden MHP’yi ana muhalefet yapıyor.

Ama ben inanıyorum ki elbirliği olduğu takdirde İsmail Gaspıralı’nın dediği gibi; dilde – fikirde – işte birlik olduğu takdirde MHP iktidara yürür.

Bunu ben geçen yıl yazmıştım. 7 Haziran seçimlerinden çok çok önce… Hatta Ak Partili seçmenin de büyük ir kısmı bundan rahatsız olmayacaktır diye ifade etmiştim. Üstelik bu devr-i sabık yaratmadan ve Türkiye’yi yormadan ülkenin MHP’li bir iktidarında yeni bir istikrar ikliminin doğmasına yol açacaktır demiştim.

Yeter ki ülkücü irade yolundan sapmasın. Kendine güvensin.

Millet daha önce de önüne konan ne badireleri atlattı.

Bunu mu atlatamayacak?

 



***



MHP, Söğüt’te Dirilir mi? / Kerime Yıldız / Vahdet



Geçenlerde kendimizi bir dere kenarına attık. Bir söğüt ağacının altına oturduk. Hava açıktı ama yağmur damlaları düşmeye başladı. Bir türlü ne olduğunu anlayamadık. Bir süre sonra bir misâfirimiz geldi. Yakındaki köyde imamlık yapmış olan Mehmet Hoca, “Buna Söğüt ağlaması denir.” dedi. Söğüt ağacının yapraklarından damlalar düşermiş. Hatta arılar bu damlalardan beslenirmiş.

Meseleyi bir halk edebiyatı hocasına söyledim. “Bu ne güzel bir ifâde!” diye heyecanlandı. Oğluma söylediğimde ise “Yaaa ne ağlaması? Bitkiler yaprak uçlarından su verirler” diye güldü. Yeni nesil böyle işte. Sanki biz bilmiyoruz.

Söğüt ağlaması, bana çok tesir etti. Söğüt’e gittim bir an. Sanki Osmanlı’nın dibâcesi Söğüt, onun sâdeliğinden, samimiyetinden uzaklaştığımız için bu söğüt misâli ağlıyormuş gibi hissettim. Dirilmek, kendimize gelmek için oraya her gidişimizde teselli olduğunu düşündüm.

Devlet Bahçeli,1999 seçimlerindeki zaferinden sonra Söğüt’e gitmişti. Çok heyecanlanmıştık. Fakat MHP’nin iktidardaki tutumu Söğüt’ü ağlattı. Ak Parti de Söğüt’e sâhip çıktı. Deniz Baykal da ihmâl etmedi. Ama Söğüt’ün gözyaşı bitmedi. Çünkü gidenler oturup birlikte pilav yemediler. Ertuğrul Gâzi’yi birlikte ziyâret etmediler. 

Meral Akşener, bugün Söğüt’te adaylığını açıklayacak. Benim için Söğüt, siyâset üstü bir yer. Yine de adaylığını Söğüt’te açıklamasını kıymetli bir başlangıç olarak görüyorum. 

Akşener hakkında kaset iftirâsı atıldığında sâdece bir beyit yazdım.

Kazayla bir sapan taşı bir altın kâseye değse

Ne taşın kıymeti artar ne kıymetten düşer kâse

Bu kadar. 

Akşener hakkındaki “paralelci” iddiaları için de yukarıdaki beyit ölçümdür. Ama cemaat kanallarındaki açıklamalarına karşı çıkmıştım. 

Türkiye’nin bir iktidar partisi var ama doğru dürüst bir muhâlefet partisi yok. Ak Parti’nin hem şansı hem de şanssızlığı. Dilerim Meral Hanım bu boşluğu doldurur. 

Yolunuz açık olsun Meral Hanım. Madem Söğüt’ten yola çıkıyorsunuz Hayme Ana yoldaşınız olsun.

 

***



Bugün 23 Nisan... / Melih Aşık / Milliyet



Bugün 23 Nisan... Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı...

Cumhuriyet Meclisi’nin 96. doğum yıldönümü...

1920 yılının 23 Nisan günü önce cuma namazı kılındı, sonra Meclis açıldı.

Mebusların en yaşlısı 75 yaşındaki Sinop Mebusu Şerif Bey, geçici başkan olarak kürsüye çıktı, kısaca şöyle dedi:

“Milletimizin iç ve dış tam bir bağımsızlık içinde mukadderatını kendi eline aldığını bütün dünyaya ilan ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum”

Bir yıl sonra 23 Nisan ulusal bayram ilan edildi.

23 Nisan Türkiye’nin ilk ulusal bayramıydı.

Bayram düşman işgali altındaki ülkede, top sesleri uzaktan duyulurken Meclis’te coşkuyla kutlandı.

Bugün ise milletvekillerinin bayramı bir resepsiyonla kutlaması Meclis Başkanı tarafından “Şehitler var” bahanesiyle yasaklanmış bulunuyor.

İktidar ulusal bayramlardan ulusun bağımsızlığını ve halkın egemenliğini ifade ettiği için rahatsızdır. Meclis duvarındaki “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sloganının içi boşaltılmıştır. Bağımsızlık tarihe karışmış, parlamenter sistem bekleme odasına alınmıştır. Çocuklara bayram armağan eden bir Cumhuriyet bugün çocuklara tecavüzü önleyemeyen bir Cumhuriyet haline gelmiş bulunuyor

Aslında bazılarının artık böyle bayramlar kutlayacak yüzü de kalmamıştır...

 

***



Dersim’ciler ne oldu, yer yarıldı içine mi girdi? / Can Ataklı / Korkusuz

 

Ülkeyi bugünkü terör batağına taşıyan açılım sürecinde, dinci kesimlerle sonradan liberal olmuş eski solcular, karşı devrime su taşırken Cumhuriyet ve Atatürk devrimleriyle hesaplaşmak için sık sık “Dersim” olaylarını dile getirirlerdi.

Söyledikleri şuydu; devlet Dersim’de katliam yaptı, halkı öldürdü, oluk gibi kan akıttı.

Elbette kimse Dersim’i bugün savunmuyor.

Ancak o günün koşullarında bu olaylar devlete isyan olarak nitelenmişti ve devlet de gereken önlemi almıştı.

Açılım sürecinde PKK terörünü görmezden gelen, PKK’lı teröristlere toz kondurmayanlar, saray “açılım buzdolabında” dediği günden beri bu sözlerini unuttular.

Şimdi söylem şu; Güneydoğu’da devlete bir başkaldırı var, teröristler ülkeyi bölmek istiyor, isyana karşı devlet elbette gereğini yapacak, devlete uzanan eller kırılır.

Örneğin bir milletvekili var ki, Dersim çok konuşulurken Sabiha Gökçen’in adının havaalanından silinmesini bile istemişti.

Şimdi ise “Vurun kırın öldürün” diye çığlıklar atıyor.

Artık akıllarında ne Dersim var, ne katliam var, ne oluk oluk kan akmasından söz ediyorlar.

Oysa sadece beş ay içinde 7 bine yakın insan öldü bölgede.

500’ün üzerinde şehidimiz var.

Sadece şunu sormak istiyorum; “Dün Dersim diyerek halkın zihnini karartanlar, o günlerden çok daha kötü günleri şimdi yaşarken neden ağızlarını açmıyorlar?”

 

***



MHP’nin ‘Hanedana maaş’ teklifi / Hakan Albayrak / Karar



Sultan Abdulmecid’in kızı Mediha Sultan’ın torunu Fethi Sami (Baltalimanlı), “Dayı Sultan” dediği Vahdeddin Han ve efradıyla beraber sürgüne gönderildiğinde 13 yaşındaydı.

İngiltere’ye göç ettiği 1940 senesine kadar Fransa’da yaşadı.

1993’te İhlas Haber Ajansı’na verdiği bir mülakatta anlattığına göre, Paris’teki delikanlılık günlerinden bir gün, yoksulluktan kırılan ailesine destek olmak için bir iş bulup çalışmaya karar vermiş. Bir gazetenin iş ilanları sayfasında rastladığı “Hamal aranıyor” ilanı üzerine, elinde gazeteyle beraber ilgili adrese gidip müracaatta bulunmuş. Pasaportundaki “Ottoman” (Osmanlı) ibaresini gören firma yetkilisi “Seni işe alamayız” demiş. Fethi Sami Bey “Niçin?” diye sormuş.

Adam, “Çünkü siz Çanakkale’de bizim gemilerimizi batırdınız” demiş. Bunun üzerine Fethi Sami Bey, “Bizim Çanakkale’mizde sizin gemilerinizin ne işiniz vardı ulan?” diye gürleyerek elindeki gazeteyi adamın kafasına geçirmiş. Oh, canıma değsin!

Merhum Enver Ören, Fethi Sami Bey’e ve Osmanlı Hanedanı’nın daha birçok mensubuna sahip çıkmış, onlara İstanbul’da daireler tahsis etmişti. Demokrat Parti döneminde devletin de bazı Hanedan mensuplarına ‘tahsisat-ı mestureden’ maddi destekte bulunduğunu biliyoruz. Sadra külliyen şifa mesabesinde bir devlet inisiyatifi veya sivil inisiyatif ise şimdiye kadar söz konusu olmamıştı hiç.

Şimdi MHP’li milletvekilleri Ekmeleddin İhsanoğlu ve Mustafa Kalaycı, TBMM Başkanlığı’na sundukları bir kanun teklifiyle, Osmanlı Hanedanı’nın hayatta kalan 77 mensubuna ömür boyu maaş bağlanmasını talep ediyor. Meclis, bu talebi öpüp başının üstüne koyarak kabul etmelidir. Bu halkın ve bütün Ümmet-i Muhammed’in göğsünü kabartan bir aileye mensubiyetten başka suçları (!) olmayan insanları sürgüne, yoksulluğa, sefalete mahkûm eden devlet artık ‘o devlet’ değilse, değişmişse, insaf ve adaleti kuşanmışsa, Yeni Türkiye olmuşsa, bu korkunç muamelenin acı neticelerinin devlet eliyle mümkün mertebe telafi edilmesi gayet tabiidir.

Tarihçi Murat Bardakçı ‘Yasal düzenleme münasip değil. Bu iş, Demokrat Parti dönemindeki uygulama örnek alınarak örtülü ödenekle halledilmeli.’ diyor, ama münasip olan tam da budur: Osmanoğullarına resmen, alenen, kanunen sahip çıkmak. Çünkü onlara reva görülen zulüm de resmî, alenî ve kanunî idi. Zulmederken pervasız davranabilen devlet, hakkı teslim ederken mi ‘mahcup’ davranacak?

İhsanoğlu ve Kalaycı’yı bu kanun tekliflerinden ötürü candan tebrik ediyorum.



***

 

Bahçeli'den hanedan rüşveti mi? / Sabahattin Önkibar / Aydınlık

 

Osmanlı hanedan üyelerine maaş bağlanması için harekete geçildi ki bunun adı Atatürk Cumhuriyetine yeni bir suikasttır. 

Peki bu suikast teklif olarak hazırlayıp TBMM'ye sunan kim mi? 

Bahçeli'nin MHP'si... 

Sakın ola Bahçeli değil Ekmeleddin demeyin zira Ekmeleddin İhsanoğlu, Bahçeliye sormadan böyle bir şeyi kendiliğinden yapamaz. 

Kulislerdeki iddialara göre. Bahçeli bu şekilde Tüzük kurultayı kararı öncesinde hanedan sevdalısı iktidara şirinlik yapıyormuş! Bu yakıştırmalar doğru değilse Bahçeli derhal o teklifi geri çektirmelidir. 

MHP kurultayına hanedan üyelerini sokmak ne çirkin şeydir!



***

Ergenekon ödülleri / Ahmet Hakan / Hürriyet



- EN İYİ YIRTAN ÖDÜLÜ: Ergenekon'un destanını yazan gazetenin başındaki isim olarak AHMET ALTAN.

 

- EN ÇOK ÇALIŞAN ÖDÜLÜ: Sürece yazdığı sekiz Ergenekon kitabıyla büyük emek ve katkı sunan ŞAMİL TAYYAR.

 

- EN ALDIRMAZ ÖDÜLÜ: Müebbet kararı çıktığında “Darbecilere büyük ceza” diye manşet atan, Ergenekon yoktur kararı çıktığında ise “Kumpas çöktü” diye manşet atan HÜKÜMET GAZETELERİ.

- EN PİŞKİN ÖDÜLÜ: Yaptıkları onca kumpasa, çektikleri onca dalavereye, attıkları onca palavraya rağmen hâlâ “darbeciler affedildi” diye ağlaşan CEMAAT ARTIKLARI.

 

- EN SUSKUN ÖDÜLÜ: Ergenekon sürecinde yapılan vahim hukuk ihlalleri için “Olur böyle ufak tefek hatalar canım, abartmayın” diyen, ancak bugün kafalarını kuma gömerek hiç seslerini çıkarmayan LİBERAL AYDINLAR.

- EN MAZLUM ÖDÜLÜ: Planlayıcısı, kumpasçısı, savcısı, delil sokuşturucusu ortadan tüymüşken... Bir tek bavul taşıyıcısı olarak kabağın başına patlatıldığı MEHMET BARANSU...

 

- EN İYİ BÖĞÜREN ÖDÜLÜ: Ergenekon sürecinde karı-koca halinde Zekeriya ve Ali Fuat’la ahbap çavuş olup ekranlardan her akşam “Tutuklanacaksınız” diye böğüren malum SOYTARI ÇİFT...

- EN ALDATILAN ÖDÜLÜ: “Denizlerin dalgasıyım/Ergenekon’un savcısıyım” diye haykırırken... “Aldatıldık” noktasına gelen BÜYÜK DEVLET ADAMI...

- EN İYİ BAĞIRSAK ÖDÜLÜ: Türk siyasi literatürüne “bağırsak temizliği” sözünü hediye eden, ancak bugün “Bir bağırsak vardı, ne oldu ona” bile demekten imtina eden BÜLENT ARINÇ.

 

***

 

Türkiye’nin yeni rejimi nasıl demleniyor? / Mehmet Çetingüleç / Yeni Hayat



Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Yeni anayasayı biraz demlenmeye bırakmak lazım.” dedi. Açıklama Ak Parti’nin “başkanlık senaryosu” hakkında önemli bir ipucu niteliğinde.

Başkanlık yolunu açacak siyasi planlama yapılırken, buna ilişkin anayasa değişikliğinin bir süreliğine askıya alınacağı, bu arada iktidar kanadında milletvekili sayısını artırmak veya kamuoyu desteğini güçlendirmek için “dokunulmazlık”lar üzerinden “operasyon” yapılacağı anlaşılıyor.

Nasıl mı?

Başkanlıkla ilgili anayasa paketi bekletilecek, ama dokunulmazlıklarla ilgili anayasa değişikliği hemen gerçekleştirilecek. Teklif önümüzdeki hafta Meclis Anayasa Komisyonu’na geliyor.

Prof. Ersan Şen gibi yetkin hukukçuların, “Geçmişe dönük böyle bir düzenleme yapamazsınız. Anayasaya aykırı olur” uyarılarına rağmen iktidar partisi dokunulmazlıkları kaldırmakta kararlı.

Ancak, anayasayı referanduma gerek kalmadan değiştirebilmek için gerekli olan 367 sayısının AK Parti, MHP ve CHP desteğine rağmen bulunması zor.

Çünkü;

AK Parti 317, MHP 40 milletvekiline sahip. İki partinin oy toplamı 357. Meclis Başkanını düşünce 356. Bu rakam da garanti değil. AK Parti’den 25, MHP’den 7 milletvekilinin dokunulmazlık dosyaları var. Kulislerde dosyası olanların olumlu oy vermeyeceği konuşuluyor. Hatta bazıları bunu açıkça söylüyor. CHP’den de çok sayıda milletvekili destek vermeyecek. Bu yüzden üç partinin toplam 367’yi bulmaması şaşırtıcı olmayacak.

Eğer 330 ile 367 arasında bir rakamla geçerse, o zaman cumhurbaşkanı anayasa değişikliğini referanduma götürebilir. Zaten iktidar kanadı bunu planlıyor. Dokunulmazlık dosyalarını halkoyuna sunarak HDP’liler başta olmak üzere çok sayıda milletvekilini meclisten atmak ve onlardan boşalan sandalyelerin bir kısmını seçimle elde edip, anayasayı tek başına değiştirecek çoğunluğa ulaşmak.

İşte o zaman başbakanın sözünü ettiği “demlenme” süreci tamamlanmış olacak ve yeni anayasa paketi devreye sokularak başkanlık modelinin yolu kolaylıkla açılacak.

Bu arada dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin referandumda halk desteğinin beklentilerin çok üzerine çıkmasını sağlayacak argümanlar netleşmeye başladı. İktidar kanadı özetle, “Teröristlere destek verenleri mecliste istiyor musunuz?” sorusu üzerinden kamuoyu oluşturacak.

“HDP milletvekillerinin; özel araçlarıyla teröristlere silah taşıdığı, Ankara’da bombalı saldırı düzenleyen teröristin cenaze törenine katıldığı, PKK’ya, PYD’ye sırtını dayadıkları” sık sık dile getirilecek. Zaten AK Partililer televizyon programlarında bunları şimdiden anlatmaya başladı.

Böylece Güneydoğu’daki hendek ve barikatlar PKK’ya duyulan öfke sandığa güçlü bir şekilde yansıyacak. Öyle ki, beklentilerin çok üzerinde bir oyla dokunulmazlıklar kaldırılabilir ve iktidar yakaladığı güçlü rüzgârla başkanlık sisteminin yolunu açacak anayasa değişikliğini de doğrudan ya da halkoyuna sunarak kolaylıkla geçirebilir.

Yani “demlenen” çay değil, Türkiye’nin yeni rejimi.

Muhtemelen yaz ortasında başkanlığa geçişi sağlayacak yeni anayasa paketinin demini alacağı konuşuluyor!

 

***

Ergenekon diye bir senaryo... / Nilgün Cerrahoğlu / Cumhuriyet

 

“Ergenekon”un yüzü o: Kuddusi Okkır.  “Ergenekon” dendiğinde artık hep ölüm döşeğindeki o yüz aklımıza gelecek.  Kahrından küçülerek bir deri bir kemik kalmış, hasta yatağında dermansız boş bir noktaya bakan, cezaevinden ancak mezara tahliye edilen Kuddusi Okkır bu trajediden aklımızda kalacak.  Okkır, Ergenekon adaletsizliğinin, insanlık ayıbı ve suçunun çehresi olarak ilelebet beynimize kazılacak.  Okkır’ın o hazin ifadesinin yanında, “Ergenekon diye bir senaryo yazdılar. Her şey altüst oldu” diyen eşi Sabriye Okkır’ın sözleri kulaklarımızda yankılanacak...  “Kuddusi’nin bir küçük ARGE danışmanlık şirketi vardı” diye anlatıyor o yılların kahrını Sabriye Hanım: “O tutuklanınca, kirayı ödeyemediğim için İstanbul’dan taşındım. Sırf eşimi değil beni de cezalandırdılar. Hâlâ olayla ilgili en büyük üzüntüyü duyan insanım.”  Sade Kuddusi Okkır mı?  Süreçte yaşamlarını yitiren, adaleti göremeden aramızdan ayrılan onlarca insan; yerlerine bir daha gelmeyecek Türkan Saylan, İlhan Selçuk gibi değerler, Prof. Fatih Hilmioğlu gibi Silivri karadeliğinde kanser olan, o kâbus dönemde kaybettiği oğlunun cenazesi için olsun evinde bir gece dahi geçirmesine izin verilmeyen bir kurbanlar ordusu ve zulüm zinciri hatırlayacağız “Ergenekon” deyince.



***



Çocuklarımız, eğitim, bilim ve gelinen nokta! / Abbas Güçlü / Milliyet



Eğitimde olup bitenleri yıllardır yazıyoruz.

Kimi abartılı buldu, kimi de az bile yazıyorsun dedi.

Ve gelin, gelinen son noktaya, bugün bir başka pencereden göz atalım.

Bakalım buna ne diyecekler!..

Ali Koç (İşadamı)

“Türkiye inovasyon kapasitesinde 83’üncü sırada. Oysa 5 yıl önce 55’teydik. Geriye gittik. Ar-Ge harcamalarında 5 yıl önce ilk 62 arasındaydık, şimdi 79’a geriledik.

Mevcut eğitim sistemiyle çağa ayak uyduramayacağımız görünüyor. 5 yıl önce eğitimde ilk 79’daydık, geçen sene 89’a, şimdi 92’ye geriledik. 

Matematik ve fen eğitiminde 102’nci sıradayız. Oysa 5 yıl önce 74’üncüydük.

Bugün ülkemizde tartışılan konulara bakarsak, son derece tehlikeli bir durum olduğu açıktır. Ar-Ge harcamalarında ilk defa milli gelirin yüzde 1.01’ine geldik. Ama AB yüzde 2, OECD ülkeleri yüzde 2.4 harcıyor.

Biz ilerliyoruz ama rakipler bizden daha hızlı ilerliyorsa geriliyoruz demektir. Veriler de onu gösteriyor.

Ülkemizde büyük bir genç nüfus var. Bunun iyi kullanılması hatta tehlikeye dönüşmemesi için istihdam yaratmalıyız.”

Yekta Saraç (YÖK Bşk.)

“YÖK Başkanı olarak büyükelçilerin gelip, bize, İngilizce program diye yönlendirdiğimiz çocukların şikâyetleri var.

‘Hocalar İngilizce bilmiyormuş. Dersler İngilizce yapılmıyormuş’ şikâyetlerini artık duymak istemiyorum.

İngilizcedeki hoca yeterlilikleriyle ilgili de birtakım düzenlemeler yaptık. Resmi Gazete’de yayımlandığından itibaren o kriterleri artık aramaya başladık. Bu hususu daha da ilerleteceğiz. Yükseköğretimde hiçbir şeyin ‘mışçasına’ olmasını istemiyoruz. Gerekli tedbirleri alıyoruz ve doğru olan neyse onu yapmak istiyoruz...”

R. Wolff (WASC e. Bşk)

“ABD’de üniversitelerin akreditasyonu konusunda en yetkin kuruluş olan WASC’ın 17 yıl başkanlığını yürüten Prof. Ralph Wolff, katıldığı seminerde akreditasyon ajanslarının kriterleri, sorumluluklar ve stratejik planları hakkında bilgi verdikten sonra bakın ne diyor: Yapılan araştırmalara göre, 2030 yılına kadar, bugün yapılan işlerin yüzde 50’si otomasyonla yapılacak. Peki, biz mezunlarımızı öyle bir dünyaya hazırlıyor muyuz? Almanya, Amerika kendi kendine giden arabalara odaklanılıyor. Artık sürücülere iş kalmayacak. O yüzden biz de mezunlarımızı bu dünyaya hazırlamalıyız. İşler çok değişecek hatta pek çoğu ortadan kalkacak...”

Rifat Sarıcaoğlu (VÜB Bşk.)

“Vakıf üniversitelerinde yüzde 100 burs kazananların çoğunun maddi durumlarının iyi olduğunu istatistiklerle görebiliyoruz. Burada ihtiyacın da hasıl olması gerekir. Eğer ki birisinin durumu iyiyse bursun, eş değer ortamda maddi durumun iyi olmayana verilmesi gerekiyor. Buna bir çözüm bulmalıyız. Aksi takdirde aşağıya doğru gelir grubuna bursları yayamayız...”

TÜİK

- Türkiye nüfusunun yüzde 29’u çocuk.

- Geçen yıl nüfusumuza 1 milyon 325 bin 783 bebek eklendi.

- İşgücüne katılma oranı 15-17 yaş grubunda yüzde 21 oldu.

- Erkek çocuklarda işgücüne katılma oranı 2014’te yüzde 29.4 iken, 2015’te yüzde 28.6’ya düştü. Kız çocuklarında ise bu oran 2014’te yüzde 12.1 iken, 0.9 puanlık bir artışla 2015’te yüzde 13’e yükseldi.

- Cinsiyetler arasında önemli farklılık gözüken faaliyetlerden olan spor ve doğa sporları faaliyetine kız çocukları 9 dakika zaman ayırırken, erkek çocuklarda bu süre 38 dakika oldu.

Yusuf Tekin (MEB Müstş.)

“Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla planlanan protokollerle, yaklaşık 18 milyon öğrencinin sportif, sanatsal, kültürel, yeteneklerini erken yaşlarda tespit edilip bu yeteneklere göre eğitim alabilecek bir mekanizmayı hayata geçireceğiz.

Önümüzdeki yıldan itibaren 5. sınıfın başında, eylül-kasım aylarında yaklaşık 1 milyon 200 bin öğrenci sportif anlamda yetenek tarama testinden geçirilerek, yeteneklerini gerçekleştirebilecekleri eğitimlere yönlendirilecek.

Çocuklarımız, OECD ülkelerindeki öğrencilerden, ders saati olarak iki kat fazla almalarına rağmen yabancı dilleri yetersiz. Bu yüzden, 5. sınıfları yabancı dil yetkinliklerinin geliştirildiği bir hazırlık sınıfı yapma hazırlığı aşamasındayız...”

Özetin özeti: Fazla söze ne hacet. Ortada derin yaralar var ve hâlâ cek, cak!..

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum