Köşe yazarlarının bugünkü gündemi

Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde Suriyelilere vatandaşlık verilmesi tartışması, Giresun'da düşen helikopter kazası, Can Dündar'ın Cumhuriyet gazetesindeki görevinden istifa etmesi vardı.

Köşe yazarlarının bugünkü gündemi
08 Temmuz 2016 - 12:06
İşte, şehit ailesi üzerinden korkunç plan / Saygı Öztürk / Sözcü



Son dönemlerde hükümet yetkilileri sanki şehitleri çok düşünüyormuş gibi “şunu yapacağız-bunu yapacağız” deyip çoğu zaten var olan haklarını sanki yeni bir şeymiş gibi açıklıyorlar. Bu durum şehit yakınlarını, gazileri üzüyor. Bu yetmiyormuş gibi her şeyi şova çeviriyorlar. Oysa yasalardan “şehit” sözcüğünü kaldırıp yerine “vazife ölümü”, “gazi” için “vazife malulü”nü de getiren AKP'dir. Tekerlekli gazisine en az fiyatı 18 bin lira olan tekerlekli sandalye vermeyen, bunun ancak 2 bin 500 lirasını karşılayan devlet, sanki onların otomobilini düşünüyor sanırsınız. Bakın oyun içinde ne oyunlar var.

ÖTV'SİZ OTOMOBİL OYUNU

Binalı Yıldırım hükümetinin sözde “devrim” olarak adlandırdığı yeni ekonomik paket hazırlandı. Bakmayın siz “devrim”, “reform” dediklerine de bu düzenlemenin arkasında neler olacağını merak edin.

Başbakan'ın açıkladığı paketten şehit ailesi yakınlarından birisine Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) alınmadan otomobil getirme hakkının tanınacağı belirtildi. Bu kamuoyunda ilgiyle karşılandı. Çünkü bu daha önce gündeme hiç gelmemişti. Mehmetçik Vakfı'nın kayıtlarına göre 16 bin 712 şehit askerimiz var. Diğer şehitlerimizle sayı 18 bine yaklaşıyor.

Bu durumda her şehit yakınının bir otomobili ÖTV ödemeden alacağı varsayılırsa 18 bin araç alımından söz edilebilir. Bu araçlar için herhangi bir motor hacmi sınırlanmasının olmadığı yapılan açıklamalardan anlaşılıyor. ÖTV ile ilgili yapılacak düzenleme iç alımlar ve ithalat için aynı hükümleri içerir. Yani bu otomobilleri yurtdışından getirmeniz halinde de ÖTV ödemesi yapılmaz.

BUNUN ADI YENİ “PERMİ”

Geçmişte yurtdışında yaşayan vatandaşların, kamu görevlilerinin “permi” olarak adlandırılan haklarının nasıl kötüye kullanıldığı belleklerdedir. Gümrük Birliği anlaşmasından sonra çıkarılan Gümrük Kanunu ile bu hak kısıtlanmıştı. Aynı şekilde engelli vatandaşlara tanınan hakkın istismarının önüne geçmek için motor hacmi 1600 cc ile sınırlandırılmıştı. Şehit ailelerinin genel durumuna bakıldığından çoğunluğun yoksul kesimden geldikleri görülüyor. Lüks otomobil alacak kişinin şehide yakınlığı nasıl saptanacak? Bu aileler arasında da sorunlar yaratacaktır. Eş, baba, anne, kardeş arasında “senin hakkın-benim hakkım”, “sen alacaksın, ben alacağım” tartışmalarının yaşanabileceğini dün konuştuğum şehit ailesi de söylüyor, “bunlar bizi birbirimize düşürecekler” uyarısında bulunuyordu. Şehit yakınlarına yapılan nakdi yardımın iyileştirilmesi akla gelmezken ÖTV'siz otomobil alımı nereden mi çıktı? Anlatalım da şaşırın.

OYUN İÇİNDE OYUN

ÖTV'siz otomobil konusu, ekonomik paketin içinde yer alan diğer bir düzenleme olan “yurtdışındaki varlıkların hiçbir kayda bağlı olmadan serbestçe getirilmesi” hususunu getiriyor. Yurtdışında varlığı yani parası olan kişi hiçbir beyanda bulunmayacak ve yasal yaptırıma uğramadan bu parasını Türkiye'ye getirebilecek. Üstelik bu parasını başkasının üstüne de geçirebilir. Buna da engel yok.

Şimdi bu iki hususu birlikte değerlendirerek bir hesap yapalım: Yurtdışında parası olan bir kişi, bu parayı şehit yakını üstünde gösterebilir. Şehit yakını kendisine ait olmayan bu parayla yurt dışından bir araç getirebilir. Yurt dışından getirilecek bir Mercedes'in fiyatını 300.000 lira olarak varsayalım. Bu araç için hesaplanacak ÖTV oranı yüzde 145'dir. Yani ödenecek vergi toplamı 435 bin liradır. Bu kadar büyük bir avantajın birçok kişiye cazip geleceği açıktır. Hem yurtdışındaki parasını sorgusuz sualsiz getirecek hem de en büyük kalem olan ÖTV ödemeyecek. Yapması gereken tek şey bir şehit yakını bulmak ve ona küçük bir meblağ teklif etmek. Zaten üstünden 5 yıl geçtikten sonra otomobili kendi üzerine de alabilir.

GELELİM TİCARİ ARAÇLARA

Başbakan'ın açıkladığı ekonomik paketin içinde ticari taksilerin yenilenmesi halinde araç sahiplerine yine ÖTV'siz araç satın alma hakkı veriliyor. Ülkemizde 100 bin ticari taksi hak sahibi bulunuyor. Şehit yakınları için varsaydığımız senaryonun burada da gerçeklemesini kim engelleyebilir?

600 bin kamyon ve kamyonet ile 150 bin toplu taşıma yapan otobüsler için de ÖTV'siz alım hakkı getirilmesi planlanıyor.

Yurtdışından getirilecek paranın gideceği büyük bir pazar bizi bekliyor. Onlar getirecekleri paralarla vergi ödemeden otomobil alabilecek. Peki, bu durumda sade vatandaşın kazancı ne olacak? Devlet, almaktan vazgeçtiği vergileri bizden “zam” olarak tahsil edecektir. Şehit Aileleri Federasyonu Genel Başkanı Hamit Köse, “Şehit ailesi geçimini zor sağlıyor, Mercedes nasıl alsın? Bizim üzerimizden birilerinin çıkarı var. Şehit ailesini de kullanacaklar” uyarısında bulunuyor. Uyanık olun, oyunlara gelmeyin. Tüm hesaplar AKP yandaşlarına “kıyak” için yapılıyor. Buna da şehit yakınlarımız alet ediliyor.



***

IŞİD üstlenmedi... / Melih Aşık / Milliyet



Atatürk Havalimanı’nda 47 kişinin ölümüne yol açan saldırıyı IŞİD hâlâ üstlenmedi. Türkiye’deki saldırıları genelde üstlenmiyorlar. Bunun sebebi ne olabilir?

Stratejist Cahit Dilek çeşitli ihtimaller sayarken:

- Bir ihtimal militanlar bireysel hareket etmiş algısı yaratıp Türkiye’deki IŞİD sempatizanları üzerinde olumsuz etki yaratmak istemiyorlar, diyor...

Bir ihtimal daha var tabii...

- Yoksa bu saldırıları IŞİD militanlarını kullanarak bir başka merkez mi tezgâhlıyor?

Bizim Emniyet ve istihbarat yetkilileri Atatürk Havalimanı saldırısını Çeçen terörist Ahmet Çatayev’in planladığını söylüyor. Üç intihar bombacısı ise Dağıstan, Özbekistan ve Kırgızistan çıkışlıdır.

Son olarak saldırıyla ilgili tutuklanan 17 kişinin 11’i Kafkasyalıdır.

WSWS internet sitesinde Nick Barrickman’a göre bunlar:

- CİA’nın değişik zamanlarda Rusya’ya veya Esad’a karşı kullandığı teröristlerdir...

Barrickman yorumunda Çatayev’in her zaman ABD istihbaratı tarafından korunduğunu belirtiyor. Bu kişinin ve adamlarının Türkiye’ye elini kolunu sallayarak girip çıktığı, kendi evlerinde gibi hareket ettikleri de gazete haberlerinden anlaşılıyor. Rusya “Biz Türkiye’yi uyardık ama etkisi olmadı” diyor.

Sonuçta Esad’a karşı savaşıyorlar diye korunup kollanan teröristler Türkiye’yi vurdular, 47 günahsızı öldürdüler... Bu saldırının arkasında kim var?

Umarız bir gün ortaya çıkar...



***

 

Bomba imal ederken ölen iki Suriyeli kalifiye miydi? / Ahmet Hakan / Hürriyet



HATAY'ın Reyhanlı ilçesinde iki Suriyeli sığınmacı, bir evde bomba imal ediyorlarmış.

İmal ettikleri bomba yanlışlıkla patlamış.İkisi de oracıkta can vermiş.

 

Şimdi biz bu iki Suriyeli için ne diyeceğiz?

 

Kalifiye mi diyeceğiz?

 

Yoksa...Kalifiye değil mi diyeceğiz?



BİNALİ BEY’İN AĞZINDAN BAL DAMLIYOR

 

BAŞBAKAN Binali Yıldırım, AK Partililere hitaben yaptığı bayram konuşmasında şunları söylemiş:

 

- Dost arttırıp düşman azaltmayı ana prensip olarak hayata geçiriyoruz.

 

- Sadece dışarıda değil aynı zamanda ülkemizde farklılığı zenginlik görmek, birliğimizi ve kardeşliğimizi daha da arttırmak şiarımız olacak.

 

- Buna muhalefet partilerimiz de dahildir. Biz istiyoruz ki konuşalım, görüşelim, ortak zeminde, asgari müştereklerde birleşelim.

 

- İnşallah her şey daha güzel olacak. Yarın, bugünden daha güzel olacak.

 

 

“Ay hadi inşallah” diyorum, başka da bir şey demiyorum.

 

***



Cumhuriyet’i çökerten aydın müsveddeleri!.. / Ümit Zileli / Korkusuz



“Can Dündar, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevinden ayrıldı… Beraberinde getirdiği ekip arkadaşları da istifalarını verdi…”

Haberi duyduğumda şaşırmadım, yalnızca bir acı gülümseme dolaştı yüzümde; o an birlikte olduğum arkadaşlarıma şöyle dedim:

-Can Dündar zaten hiç gelmemişti ki Cumhuriyet'e!..

Cumhuriyet'e gelen, içinde Can'ın suretinin de bulunduğu “Yeni Dünya Düzeni” idi, mikro milliyetçilikti, ayrılıkçılıktı, aynı topraklar üzerinde birden çok ülkeydi, “Ermeni soykırımıydı”, “Dersim soykırımıydı”, “Mustafa” filmiydi!…

Kurtuluşun, Kuruluşun, Aydınlanma Devrimi'nin öncülüğünü yapmış, adı Büyük Devrimci Mustafa Kemal tarafından konulmuş asırlık bir çınarı ortadan kaldırma projesiydi gelen… Atatürk'e düşman, cumhuriyete düşman, ülkeye düşman kadroların oluşturulması hedefli bir istila hareketiydi… Yeni düzenin “silahşorlarını” köşelere yerleştirme harekatıydı.. Solculuk, ilericilik, barış, demokrasi etiketleriyle “üç cumhuriyetin” iyice gömülmesi hedefinin sacayaklarından biriydi gelen:

-Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyet gazetesi!..

Elhak, başarıya epey yaklaşmışlardı da… Bir yılı bile bulmayan sürede, okuyucu profilini “yıkım düzeyinde” değiştirmiş, sadık okuyucuyu kovmaktan beter etmiş, “Yeni Cumhuriyet” yolunda azımsanması olanaksız dev adımlar atmışlardı!..

-Ama olmadı, olamadı!..

Aynı hedefe yürüyenler, kendi iç hesaplaşmalarına kurban gittiler!.. “Pastanın büyüğü kimde kalacak”, “yeni gazete kimin tekelinde yürüyecek”, tartışmalarını yaparken gazetenin baş aşağı savruluşunu göremediler, sonrasında da engelleyemediler… O 180 derecelik “dönüşle” engellemeleri de olanaksızdı zaten!..

1970'lerin başında, 12 Mart faşizmi esnasında ve 1990'ların başında Sovyetler Birliği'nin yıkılıp “yeni emperyalizm” dalgası dünyayı sardığında iki kez denenen “Cumhuriyet'i ele geçirme” macerası üçüncü kez, tam da yeni “dönüşümlerin” eşiğinde bir kez daha denenmiş ancak o adeta “şehvetle arzulanan başarı” yine elde edilememişti…

-Bir başka “baş” ile denemeye devam edeceklerdi kuşkusuz!..

“TABULAŞTIRMA” VE GERİCİLERE YOL AÇANLAR!..

Kendi küllerinden yeniden ve yeniden her defasında var olmayı başaran Can Dündar'a gelince…

1980'lerin başından beri tanıdığım, Mehmet Ali Birand ekolünün başlıca örneklerinden Can hakkında yazılacak epey birikmiş konu var aslında… Ancak tam burada sözü bir büyük insan, edebiyatçı ve devrimci yazara bırakmak istiyorum; pek zamansız yitirdiğimiz sevgili Demirtaş Ceyhun, Can'ın “Mustafa” filminden sonra 16 Kasım 2008'de kaleme aldığı “Atatürk'ü kim putlaştırdı, tabulaştırdı” başlıklı yazısında arkadaşın portresini bir edebiyatçı ustalığı ve zarafetiyle bakın nasıl çizmişti:

“… Ama ne garip… Can Dündar da “insan yanını anlatıyorum” lakırdılarıyla çektiği “Mustafa” filmi yoğun tepki alınca güya kendini savunuyormuş gibi “Böyle bir film çekilmesinde 70 yıl geç kalındı. Linç bu! Linç kültürü bu! Tabu neymiş şimdi anladım!” diyerek Atatürk için “putlaştırmak” yerine bir başka dinsel deyimi kullanıp, üstelik sanki ancak böyle gizlenecek zaafları varmış gibi kuşku da uyandırabilecek bir üslupla ve kimler tarafından yapıldığı konusunda her hangi bir açıklamaya da gerek görmeden Mustafa Kemal'in “tabulaştırıldığını” öne sürmektedir şimdi.

Kuşkusuz Mustafa Kemal'in iyi bir aile babası olamadığı, akşamları yakın dostlarıyla sofra kurmaktan hoşlandığı, ülke sorunlarını rakı sofralarında da tartışmakta bir sakınca görmediği, hatta zaman zaman diktatörce davrandığı doğrudur . Ama bu özelliklerinin dinci çevrelerde şimdiye dek bolca dillendirildiği, bu konularda bolca kitap yazıldığı düşünülürse, gerçekten Can Dündar'ın imalı bir dille sözünü ettiği “Mustafa Kemal'in ancak tabulaştırarak gözlerden saklanabilecek” özellikleri nedir acaba?..

Hele hele gerek 17 Kasım 1922'de bir İngiliz zırhlısıyla yurtdışına kaçmış Vahdettin'in, gerekse ertesi gün 18 Kasım'da Büyük Millet Meclisi kararıyla halifeliğe getirilmesini sağladığı, dini konulardan çok güzel sanatlara düşkün “Harem'de Beethoven” diye resimler yapmış Abdülmecit Efendi'nin yerine istese saltanatını ve halifeliğini ilan edebilecek konumdayken, tam karşıtı devleti hızla laikleştirerek toplumsal yaşamı dinsellikten hızla arındırmaya çalışmasına bakılırsa, kendisini putlaştırdığı veya çevresindekilere tabulaştırttığı pek düşünülemeyeceğine göre gerçekten acaba kimler tarafından ve ne zaman niçin putlaştırılmış veya tabulaştırılmıştır?..”

“YEŞİL SERMAYELİ SPONSORLAR!”

Demirtaş Ceyhun “Anayasa yasa mıdır” kitabından özetleyerek alıntıladığım, “öfkesini bal eyleyerek” kaleme sarıldığı, en çarpıcı örneklerle “Mustafa” filminin yapımcı-yönetmenine şahane bir tarih dersi verdiği yazısını şu sözlerle bitiriyor:

“… Kısacası, gerici iktidarlarca gerçekten de sinsi yöntemlerle ve ustaca eleştirilemez kılınıp putlaştırılarak, tabulaştırılarak Atatürk'ün de dinselleştirilmesi için şu son 70 yıl içinde devlet eliyle yapılmadık gericilik bırakılmamıştır sanki.

Ama ne yazık ki Can Dündar gibi ilericiler(!), gericilerce gerçekleştirilmiş bu çarpıtmaların sorumluluğunu da şimdi Mustafa Kemal'e yüklemeye çalışıyorlar utanmadan, yeşil sermayeli sponsorlarının kanatları altında…”

Can Dündar ve benzerlerinin “ideolojik duruşlarını”, hedefledikleri mevkilere ulaşabilmek için “kimlerin kayığına”, hangi zamanlamayla bineceklerine dair kıvrak zekalarını bundan daha mükemmel anlatacak bir betimleme bulamadım…

Can Dündar, “geçici bir ayrılık, 1, 1.5 ay sonra döneceğim, düşmanlar sevinmesin” diyor. “Boşuna kürek çekme” birader; Senin “Mustafa” dan, “Selahattin”e” uzanan çizginin raf ömrü tükendi. Sırada kullanılmaya elverişli başka ilericiler(!) o koltuğa oturmak için bekleşiyor… Doğrusu da budur zaten…

-Yeni döneme yeni piyon! Sanal kahramanların kaderidir bu aynı zamanda!..



***

 

HELİKOPTERDE ASKER AİLELERİ NİYE VARDI? / Ali Eyüboğlu / Milliyet



Giresun’da 7 kişinin hayatını kaybettiği 8 kişinin yaralı kurtulduğu askeri helikopterde subayların eş ve çocuklarının da olması üstüne yapılan yorumlar, toplumun bir kesimindeki vicdan nasırlaşmasının en büyük kanıtı.

“Askeri helikopterde subayların eşleri ve çocuklarının işi ne?”

Boşuna dememişler, “Biliyorsan konuş feyz alsınlar, bilmiyorsan sus, adam sansınlar” diye…

Askerin, bilhassa da jandarmanın bayramlaşma geleneğini bilmiyor olabilirsin.

Bilmemek değil, ama bilmeden kutsal bir görev için canlarını veren insanlara çamur atmaya kalkmak ayıp…

Muğla’dan Marmaris’e - Bodrum’a, Burdur’dan Antalya’ya giden bir helikopter değil düşen…

Giresun sahilinden kilometrelerce içerideki kırsal alanlardaki karakollarda görev yapan askerler ve bölgedeki şehit ailelerine bayramlaşmaya giden bir komuta heyeti söz konusu… Komutanların eş ve çocuklarını da yanlarında götürmesinin sebebi, tatil değil, askerlere ve şehit ailelerine moral destek.

H

erkese bir yafta asmaya meyilli bu insanların gerçeği öğrenince, vicdan azabı duyup - duymadıklarını çok merak ediyorum.

Artık darbe yapmıyor diye askere kızıyor, o nedenle böyle yapıyor olabilirsiniz. Sırf bu yüzden, “Komutanların eş ve çocuklarının o helikopterde işi ne?” diyeceğinize, “Bu kadar çok Skorsky’nin kırıma uğramasının sebebi ne?” 

diye sorun bari…



***



Suriyelileri elimizden kaçırma riski… / Bekir Coşkun / Sözcü



“Suriyelileri biz almayalım da batı ülkeleri mi alsın?…”

Bunu son iftar konuşmasında söyledi prezident…

Hakikaten insanın “ben aptalın tekiyim” demesi geliyor…

Eminim “Madem elimizden alacaklar, Suriyelileri salmayalım diye niye bize 3 milyar Euro ödüyorlar?” gibi bir soru geçmedi aklından çoğunluğun…

Zeka o derece…

Suriyeliler kaçıp gitmesinler diye 3 milyar Euro veren Batı'nın, Suriyelilerimizi elimizden alması gibi bir tehlike var o zaman…

Tam burada zaten; “Biz almayalım da Batı mı alsın” demesinden sonra AB ülkelerinde sessizlik sürüyor…

“Ne dedi?” diye kapattılar kendilerini…

Suriyelilerimizi en çok kimin elimizden alacağını da söyledi:

“İngilizler…”

“Türkler gelecek” diye AB'den ayrılma kararı alan İngilizlerin, elimizden Suriyelilerimizi alması tehlikesi…

İngilizlerin bu ürkütücü zeka karşısında değil AB'den çıkmak, adalarını alıp gitseler yeridir…

Suriyelilerin sayısı, geldiklerinden bu yana, doğurmaktan 200 bin arttı…

300 bin hamile var…

İki sene sonra, hiç gelen olmasa dahi Suriyeli sayısı 4 milyondur…

Şimdi dikkat:

Niçin “Biz almasak elimizden alırlar” diyor?…

Çünkü üç milyon Suriyeliyi kakalamak istediği yer Batı değil, bu zavallı memleketin ta kendisidir…

Bunun sebebi de şu:

Biz-siz “Suriyeli” ya da “Arap” diyoruz onlara…

O öyle görmüyor:

“Sünni” görüyor…

Yani Anadolu'nun Alevisi'nden, İzmir'in Atatürkçülerinden, Mardin'in Süryanilerinden, ya da İstanbul'un azınlıklarından çok daha üstün…

Bu toprakları çok daha fazla hak etmiş olanlar…

Kısacası…

Sadece rejimi yok etmiyor…

Toplumu da yok ediyor…

Başın gerçekten de dertte Türkiye…



***



“Elinizi MHP’nin Üstünden Çekin!” / Lütfü Şahsuvaroğlu / Vahdet



Meral Akşener emin adımlarla ilerliyor. 

Kaçış yok. 

Ayrı parti kurmayacağını açıkladı. 

MHP genel başkanı olacak ve MHP iktidara yürüyecek. 

Bunun karşısında ise iktidar ile MHP merkezi yani eski Türkiye direnmeye devam ediyor ve iftira kampanyası yürütüyor. 

Neymiş efendim: Tek iddiaları Fethullah Gülen palavrası… 

Kimse de yutmuyor bu palavrayı artık. 

Tutmadı, tutamaz. 

Bu bizzat Meral Akşener’le rotasını bulan ülkücü hareket çizgisinin iktidar şafağının söktüğünün ispatı oluyor. 

Saldırılar da vatandaşın kararını keskinleştiriyor. 

O gemiye daha fazla rüzgâr vermek için ciğerlerini şişiriyor ve nefeslerini veriyorlar… 

Ak Parti’liler, CHP’liler, MHP’liler, BBP’liler, SP’liler ve bütün mazlumlar, iyiniyetliler, sağduyu sahipleri yeni bir merkezin inşasında duacı oluyorlar… 

Bu duaya âmin demekten başka ne çare var? Bilen söylesin… 

ABD’de Clinton başkan olmaya hazırlanıyor. 

Aksi takdirde bir deli başkan olacak. İngiltere’de de öyle yeni bir kadın başbakan geliyor. Teresa… Türkiye de ikinci kadın başbakana hazırlanıyor. Bunu bütün kamuoyu araştırmacıları biliyor da delege mi bilmiyor? 

Biliyor elbette. Sadece onlar mı? Sadece MHP’liler mi? Bu değişim ihtiyacının sadece MHP’de bir kongre ihtiyacı olmadığını cümle âlem biliyor. 

Zira memleketin siyasası üzerine bin bir tezgâh yapıldı ve çıkmaz sokakların adedi çoğaldı. Lütfen biraz iz’an, insaf ve doğru teşhis peşinde olalım. 

Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanını ve devlet kademelerini de korku ve vehimle bu çıkmaz sokaklara sokmayalım. Yazıktır… 

Bir takım devlet mekanizmalarını –yargı ve istihbarat dahil- MHP’yi mevcut dümenin arka bahçesi olarak görme alışkanlığından vazgeçelim.  

Meral Akşener baskın yapılan bayramlaşma faslında açıkça ülkücü iradeyi ortaya koydu. O bir takım mekanizmalara hitaben “elinizi MHP’nin üzerinden çekiniz” dedi. 

ÜLKÜCÜ YEMİNİMİZİN SON SÖZLERİNİ HAYKIRDI: 

YILMAYACAĞIZ, YIKILMAYACAĞIZ BAŞARACAĞIZ BAŞARACAĞIZ BAŞARACAĞIZ

 

***



Hesap vereceksin Can’cık! / Ersin Ramoğlu / Sabah

Can'cık Cumhuriyet'in başından gitmiş.

İyi etmiş de, Niçun?

Sahtekâr Reyhan yüzünden olabilir mi?

Kadın Sakarya Valisi Hüseyin Avni Coş'u kandıramadı.

Ama Can'cığı kafeslediği, 'Kapısına dayandı' şeklindeki manşetinden belli.

Gazetecilik sorumluluk isteyen bir meslektir.

Bir palavrayı manşet yapmadan önce bir değil bin kez düşünmek lazım.

Kılı kırk yarmalı mutlaka… 

Haber en az üç yerden de doğrulatılmalı… 

Kadın 'Şehit karısıyım' demiş… 

Yalanmış işte… 

Doğru mu değil mi diye adam bakmaz mı Can'cık?

Üstelik kadın dolandırıcılık ve iftiradan yargılanıyor.

Ve üç koca da eskitmiş…

Telefon açıp valiye sorsaydın tufaya gelmezdin Can'cık…

İşine gelmedi tabii.



Buz üstüne yazı yazılmaz.

Güneşte erir çünkü…

Söz uçar yazı kalır demişler.

Yazdıklarımız 10 yıl, 20 yıl sonra bile karşımıza çıkar.

Bak seninki hemen çıkmış…

Bir de valiyi yalancı kadının kapısına dayanmakla suçlamışsın…

İnsafın kurusun!

Senin lugatta muhaliflik yalan yazmayı mubah mı sayar yoksa?

Ama sen yalanların, kumpasların adamısın değil mi?

Paralel Yapı'nın MİT TIR'ları tezgâhını millete 'Başarılı gazetecilik' diye yutturan da sendin ya...

 

***



Her horoz... / Şansal Büyüka / Milliyet



Bu Fransa kendi çöplüğünde ötmeyi iyi beceriyor... Bundan öncesinde kendi ülkesinde kazandığı Dünya şampiyonluğu, yine kendi ülkesinde elde ettiği Avrupa şampiyonluğu var... Gene belli oldu ki, 2016 Avrupa Şampiyonası’nın kendi çöplüğünde yapılmasını iyi değerlendirecek ve büyük bir olasılıkla finalden yeni bir şampiyonlukla çıkacak...



Benim şaşırdığım Almanya oldu... Her şampiyonanın klasik favorisi Almanya, aslında bu maçın baskılı oynayan, sürekli gol arayan tarafıydı... Ama koca Almanya’da, Dünya futboluna hükmeden Almanya’da, Fransa’nın altın çocuğu Griezmann gibi bir golcü yoktu... Mario Gomez’in sakatlığı, Müller’in şampiyona boyunca süren bariz formsuzluğu, gol yollarında Almanlara saç-baş yoldurdu... Futbolcu fabrikasını andıran Almanlar, açıkcası eksiklerin yerini de doldurmakta zorlandılar ki, şaşırtıcı olanlardan biri de buydu... Stoperlerden Hummel cezalı olduğu için oynamadı, baktık yeri dolmadı... Hele diğer stoper Boateng de sakatlanıp çıkınca, Almanya’nın geri dörtlüsü ile ikinci sınıf bir takımın savunması arasında bir fark kalmadı... Hele efsane kaleci Neuer... İkinci golde Griezmann’a adeta asist yaptı... Neuer gibi dünya klasiği bir kaleci bu yanlışı yapıyorsa, “futbol hatalar oyunudur” klasiğini kabul etmeliyiz...

Ah Türkiye Ah!

İlgimi çekti... Alman Milli Takımı’nın ilk onbirinde Mesut Özil ile Emre Can, iki Türk birden oynuyordu... Demek ki, iyi yetiştirirsen, disiplinli çalıştırırsan, ağacı yaşken eğersen, Türkün genlerinden de iyi futbolcu çıkabiliyor... Ama bizim ülkede olduğu gibi “saldım çayıra, mevlam kayıra” diye işin kaderciliğine ve kolaycılığına kaçarsan, o zaman oynatacak stoper, gol atacak forvet oyuncusu bulamıyorsun...

Böyle bir yarı finalde, ilk yarının uzatmalarında o penaltı bizde çalınsa neler olurdu merak ediyorum... Çok kolay çalınacak bir penaltı pozisyonu değildi... Ama İtalyan hakem Riezolli hiç tereddüt etmedi ve çoğu hakem kararında olduğu gibi kimse itiraz etmedi...

Finalin adı Fransa-Portekiz... Gruplarda hiç maç kazanamadan üç beraberlik ve üç puanla en iyi üçüncüler arasına kendini atıp üst tura çıkan, son maça kadar normal sürede maç kazanamayan Portekiz’in finale kadar gelmesi ilginç... Ama unutmayalım ki, geldiği yol adeta bir ipekyoluydu... Engelleri olmayan, zorlamayan, bir takımı sıkıntıya sokmayan ipekyolu... Elenmesek, biz de bu yoldan ilerleyecektik... Ah Türkiye Ah... Öyle bir yoldan çıktın ki, maçları gördükçe burnumuzun direği sızlıyor...



***



Değişen bir şey yok! / Gökhan German / Fanatik



Kötü oynayıp kaybettiğimiz Kanada maçından farklı bir performans sergilemedi A Milli Basketbol Takımımız. O maçta 15 serbest atış kaçırmıştık, dün 13 tane kaçırdık. 64’de 21 gibi inanılmaz kötü bir yüzde ile şut attık. Tek fark rakipti. Senegal, Kanada’dan daha kötü bir takım olduğu için bu oyun kazanmaya yetti.

Bir de son 4 dakikada Bobby Dixon’ın normal standartlarına ulaşması fark yarattı. Kanada karşısında 0/8 ile oynayan, Senegal maçına da 17’de 2 ile başlayan, yani 7 periyotta kullandığı 25 şutun 23’ünü kaçıran Bobby, son 4 dakikada hiç kaçırmadan tam 15 sayı atınca, galibiyet zor da olsa bize geldi.

Cedi’nin yokluğunda hücum kapasitemiz iyice sınırlı hale gelmişti. Ömer ve Semih’i pota altında kullanmak istedik. Çok sert ve atletik bir takım olan Senegal, faul yapmaktan çekinmedi. Serbest atış çizgisinden yine çok kötü atınca bu avantajı da değerlendiremedik. Yine Semih faulden kaçabildiği anlarda potaya gidebildi ve 14 sayıyla bu kadar kısır geçen maçta çok önemli katkı yaptı.

Ömer ve Semih yıllar sonra ilk kez yan yana oynadı. Etkili de oldular. Bu oyun yarı finalde kazanmayı bırakalım, maçın içinde kalmamıza bile yetmez. Senegal maçının olumlu tarafları savunmayı istikrarlı bir şekilde iyi yapmamız, top kayıplarını azaltmamız ve  Dixon’un kendine gelmesi oldu. Yine çok iyi savunma yapıp, hücumda faul kaçırmadan oynamamız, şut yüzdemizi de fazlasıyla geliştirmemiz gerekecek.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum