Parası olan hayatta kalıyor

Google’a girip tıp nereye gidiyor diye yazıldığında önerilen başlıklar arasında geçmesi kolay tıp fakülteleri geliyor. Tam da sektörün nereye gittiğini anlamaya çalışırken karşımıza çıkan bu başlık gerçekten gidişatın bir özeti mi? Yoksa soru sorma ve sorgulama hakkını sonsuz kullanmayı seven z kuşağının anlık meraklarından biri mi?

Parası olan hayatta kalıyor
27 Ekim 2019 - 21:24 - Güncelleme: 28 Ekim 2019 - 08:36
Öncelikle tıp eğitimine bakacak olursak Türkiye’de eğitim veren üniversite sayısı 82. Bunun yüzde 20’sini vakıf üniversiteleri, yani ücretli eğitim de veren kuruluşlar oluşturuyor. Bu üniversitelerde tıp öğrencisi olmak için gereken taban puanı, ücretsiz okuyan öğrencilere göre 100 puana kadar düşebiliyor. Buna karşılık yıllık tutar da 60 – 120 bin TL arasında değişiyor.

Tam gün yasasının çıkmasıyla birlikte içleri boşaltılan devlet hastaneleri ile birlikte kendilerine bağlı tıp eğitimi veren üniversitelerin de akademik kadroları zayıfladı. Şu anda vakıf üniversitelerinde bir pazarlama argümanı haline gelen “Hocalarımız Çapa’dan, Cerrahpaşa’dan” söylemi sadece öğrencilerin niteliklerinin düşmesini değil, kadrolaşmada da alınacak yol olduğunu açıkça gösteriyor. Öyle ki ana bilim dalı başkanlığını yardımcı doçentlerin yaptığı tıp eğitimi veren üniversiteler var. Kısaca zafiyet yukardan aşağıya, eğitmenden öğrenciye haliyle de hastalara, hepimize sirayet ediyor.

RİSK İÇEREN BRANŞLAR TERCİH EDİLMİYOR

Günümüz tercihleri tıpta uzmanlık sınavı adı verilen TUS’ta da farklılaşmış görünüyor. Eskiden kardiyoloji, kadın hastalıkları ve doğum, çocuk hastalıkları gibi bölümlerin puanları daha yüksekken şu anda radyoloji, biyokimya ve cildiye gibi az risk içeren bölümler daha çok tercih ediliyor ve haliyle puanları da diğer branşlardan yüksek seyrediyor. Yani daha çalışkan hekimler artık az risk içeren alanlarda çalışmak istiyorlar.  

Görüşlerine başvurduğumuz Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Alper Karaoğlan bu eğilimi şöyle açıklıyor:

“Hekimin risk almadığı branşlarda daha donanımlı çocuklar var. Neden? Çünkü riskli branşlarda hekimin maruz kalacağı durumlar giderek ciddileşiyor. En son geçen hafta doktor ilaç yazmadı diye İzmir’de bir asistanın boğazını jiletle kestiler. Kaldı ki alo sağlık hattı da bu konuda çok sıkı çalışıyor. Bimer veya Cimer’e şikayet edilen hekimler hakkında yasal işlem başlatılıyor. Hatta malpraktis yasası ile birlikte bir hastanın ciddi bir komplikasyonla ölmesi durumunda hekimler “taksirle ölüme neden olma” suçundan yargılanıyorlar.”

Uzmanlığın ileri aşamalarında da sınırlar biraz gevşemiş görünüyor. Karaoğlan’ın verdiği bilgilere göre tıpta doçent olmak için sözlü sınav kaldırıldı. İstenen yayın sayısı ve kriterler artırıldı ama parayla makale yazan, araştırma yapan serbest piyasa da bununla paralel olarak genişledi. Yabancı dil taban puanı düşürüldü. Yani eskiye göre daha düşük kadroların önü açıldı. Bilgi ve deneyim olarak tıbbın özeti sayılabilecek hocaların ise yeri uzun süre boş kalacak görünüyor.

HOCALAR TARİH OLDU

Büyük ve riskli ameliyatların bugüne kadar Çapa, Cerrahpaşa gibi tam teşekküllü hastanelerde uzman hocalar tarafından yapıldığını belirten Prof. Dr. Alper Karaoğlan sağlık sektöründeki gidişatın bir hekim olarak onu bile endişelendirdiğinin altını çizdi ve şunları söyledi:

Sultan II. Mahmud’un 14 Mart 1827 yılında Tıbhane-i Âmire adıyla kurduğu modern tıp fakültesinden bu yana tıp eğitimindeki gelenekler yerleşmiş ve sürdürüle gelmiştir. Aynı silahlı kuvvetlerdeki rütbeler gibi bir klinikte de kıdemler vardı. Artık yaşça epey ilerlemiş hocalar bile el üstünde tutulur, kliniğin hafızasını taze tutardı. Hekimler para düşkünü insanlar değillerdir ancak ihtisasla birlikte en az 10 senelik bir tıp eğitiminden sonra zorlu akademik çalışmalar yapmaya devam etmiş ve profesörlük mertebesine ulaşmış bir insanın artık para ile ilgili herhangi bir sıkıntı yaşamaması gerekiyordu. O zamanlar çok söyledik. Türkiye’de kaç tane profesör var ki? Tamam muayenehanelere izin vermeyeceksiniz bu anlaşılabilir, ancak az sayıdaki bu fakültelerin bilgi ve hafıza depolarının hak ettikleri ölçüde ücret almalarını sağlayın. Maalesef öyle olmadı ve branşında çok iyi olan bu akademisyenler özel sağlık kuruluşlarına geçmeye başladılar. Tıp eğitimindeki gelenekler sekteye uğradı. Hekimlerin, yeni akademisyenlerin kalitesinde düşüşler meydana geldi.

PARASI OLAN HAYATTA KALIYOR

Eski ve köklü fakültelerin mevcut yerleşkelerinde en ufak bir yenileme, geliştirme bile yapılmadığını belirten Karaoğlan:

“Tam 25 yıl önce mezun olduğum fakülteye geçenlerde uğradım ve gördüğüm manzara beni dehşete düşürdü. Duvardaki boya bile 25 sene öncesine ait. Mekanın yetersizliğinin üzerine ciddi operasyonlarda gereken malzemeler ve tetkik cihazlarının tedariğinde de zorluklar başladı. Kaldı ki bu ekipmanları kullanabilecek uzman kadrolar da pek kalmadı. Eskiden ciddi bir hastalık için üniversite hastanelerine gönlü rahat giden hastalar şu anda kendilerini tedavi edecek yeterlilikte doktoru bulana kadar hastane hastane geziyorlar. Genelde de çok ciddi paralar vererek sağlıklarına kavuşuyorlar. Çünkü artık devlet hastanelerinde eski uzman hocalar olmadığı gibi kalan hekimler de büyük saatler süren operasyonları yapmaktan kaçınıyorlar. Bunun nedeni hekimlerin döner sermaye tavan puanını zaten yüzlerce hasta bakarak doldurabiliyor olması. Bu yüzden de kimse risk almak istemiyor. Çünkü zaten alacağı ücret hemen hemen aynı.”

Şu an sadece muayenehanesinde ve özel hastanelerde bilgi birikimini paylaşamayan yüzlerce profesör unvanlı hekimin olduğunu belirten Karaoğlan “Bu boşalan akademik kadrolara küstürülen akademisyenlerin tek tek ikna edilerek geri getirilmesi gerekir. Vakıf Üniversiteleri de aslen kamu üniversiteleridir. Vakıf üniversitesi tıp fakültesi hastaneleri ise vakıf kelimesinin gereğini yerine getirerek fahiş fiyatlara son vermelidir” diyor.

Dileriz kimse sağlıkla sınanmasın. Hele sistemin sağlıksızlığıyla asla... 

Elçin Demiröz

Odatv.com

 

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum